Bugün depremin 40. günü. Elbistan,Maraş,Pazarcık ve Adıyaman'da karşılaştığım manzaraları,gördüklerimi, tanık olduklarımı, bende yarattığı hisleri çektiğim fotoğraflarla not düşeceğim. Biraz uzun olacak ama yaşanılanlar karşısında ne kadar yazsam da yarım, eksik de kalacak...(1)
Elbistan’ın merkezine doğru yol aldıkça yıkımın korkunçluğu daha da belirginleşiyor.Araçta herkes yıkımın büyüklüğü karşısında “donakalmış.” Ben de gördüğüm kare ile ancak “kendime geliyorum.” Sanki gerçek olmama ihtimali varmış gibi hemen araçtan inerek oraya doğru yürüyorum.(2)
Ama gördüklerim apaçık ortada. Karşılaştığım kare bana Roboski'yi hatırlatıyor. Yakınlarını gönüllülerle ve kendi imkanlarıyla enkazdan çıkaran depremzedeler, battaniyelere sarılı cansız bedenleri bir aracın kasasına üst üste diziyor. Kimisinin ayakları açıkta kalmış... (3)
Araç, bir tarafta gözyaşlarını silen diğer tarafta -bedenler koktuğu için- burunlarını kapatan iki genç ile birlikte gözlerden kayboluyor. Geriye her şeyden habersiz beyaza bürünmüş Şar Dağı ile çıkarılmayı bekleyen binlerce kişinin altında olduğu enkazlar kalıyor. (4)
Dumanlar yükselse de
Yıkım o kadar büyük ki... Sokak olmaktan çıkmış sokakları adımlıyorum. Bazı yıkıntılardan dumanlar yükselse de gönüllüler, can havliyle arama kurtarma çalışmalarına devam ediyor. Bu an'lar da sanki itfaiye diye bir şeyin hiç çıkarılmadığını düşünüyorum. (5)
Bir çerçeveye neler sığdırılır
Güneşli Mahallesi Küp Sokak’tayım. Ne güneşi kalmış ne de bir ısısı. Anlamını yitiren sadece güneş de değil. Karşımda bir çerçeveci dükkânı, dükkânın önünde ise belki de en son bırakılabileceği düşünülebilecek şey; siyah bir cenaze torbası. (6)
İçinde enkaz altından çıkarılan Fatma Kar. Başında bekleyen oğlu Yusuf... Annesinin bedeninde ciddi bir yaralanma olmadığını söylüyor ve ekliyor: “Aramalar dün başladı. Annem donarak ölmüş olabilir.” Yusuf dayı, babası dâhil ailesinden dört kişiyi daha enkazdan çıkarmış. (7)
Çerçeve dükkânın önünde karşılaştığım karenin etkisiyle sokakları ne kadar adımladığımı bilmiyorum enkazlar arasında... Uzaktan,sokak ortasında gördüğüm şeyin ürkütücülüğü beni tekrar “kendime getiriyor.” Yanılmak istiyorum,gördüğüm şeyin yine bir cenaze torbası olmaması için.(8)
Ekmek torbalarının,battaniyenin asılı olduğu bir ağacın altında. Başında birkaç kişi.Bir saatten fazla o şekilde cenaze aracı bekleniyormuş. Bir an önce bu karenin bozulmasını istiyorum. Cenaze aracı için bulunduğumuz yerin adresini soruyorum; "Recep Tayyip Erdoğan Bulvarı..."(9)
Araç gelene kadar beklemek istiyorum ama yarım saat dayanabiliyorum.Adres sorduğum kişiyi,akşam arıyorum. Ben,ayrıldıktan yarım saat sonra araç gidebilmiş.Enkaz altında günlerce yardım çığlığında bulunan insanların cansız bedenleri de sokak ortasında saatlerce bekliyor işte…(10)
Evinin enkazı önünde yaktığı ateşin başında bir kadın; “Şu yıkılan yerde üç gün boyunca bir adam, ‘İmdat, imdat’ diye bağırıyordu.Ben her gün enkazın önüne gelip bekledim.Kimse yardıma gelmedi.O ses üçüncü günün akşamında kesildi.Mutlaka donarak öldü.”(11)
Enkaz altında kalmak kadar acı
Başka bir ateşin etrafında toplanmış bir gruba yaklaşıyorum.Hepsi Twitterın kapatılmasına öfkeli. Enkazda kurtarılmayı bekleyenlerin yardım çığlığının engellenmesine anlam veremiyorlar. Bu yasak,enkaz altında kalmak kadar acı verici onlar için.(12)
Enkaza dönen apartmanların "güzelleme" emlak panoları ise "ayakta" Bölgeye ayak bastığım ilk andan ayrılana kadar en çok karşılaştığım talep çadır oluyor. Tıpkı aralarında çocukların ve yaşlıların olduğu bir köyün tümünün ahırda kaldığı Kalealtı gibi.(13) https://t.co/x5ZzAiW2HA twitter.com/i/web/status/1…
Sağlardı ama ölüleri çıktı
İlçede ilk geceyi, Güneşli Mahallesi’ndeki Çevikler Apartmanı’nın enkazında sabahlıyorum. Bu enkazı özellikle takip ediyorum.Yaşam belirtisi var, ses geliyor, ısı alınıyor. Hava sıcaklığı geceleri -20'leri bulmasına rağmen umutluyuz.Ama maalesef...(14)
Ses alınan enkazdan hiç canlı çıkmıyor. İşte bunu kabul edemiyorum.Yakınlarına canlı kavuşamayan bu duruma öfkeli olan vatandaşlardan biri,kendisini 15 Temmuz gazisi ile AFAD bölge temsilcisi olarak tanıtan kişiye ve AFADın işleyişine tepki gösteriyor;(15)
Takip edildim
İlçedeki çekimleri güvenlik kaygısıyla geç yayınlamak zorunda kaldım.Enkazlarda AFAD'a tepki gösterenleri kayda almam, yurttaşlara ihmallere yönelik sorular sormam AFAD görevlilerini ve kimi cemaat mensuplarını rahatsız ediyor ki takiple gözetim altına alındım.(16)
Ne bir savaş ne de bir afet
Maraş’a da 11 Şubat akşam geliyorum. Sabahın ilk ışıkları ile sokakları adımladığımda gördüğüm manzara ne bir savaşı andırıyor ne de bir afeti. Çok daha kötüsü, çok daha vahimi katliama dönüşen bir felaketi… Burada da insanlar çok öfkeli. (17)
“Yıllarca deprem vergisi vermedik mi”, “Bu ülkenin vatandaşı değil miyiz”, “Devlet nerede…” Soruların ardı arkası kesilmiyor. Kentsel dönüşümün rantsal dönüşüme çevrilerek halkın bir avuç para babasına "yem" edildiğini söylüyor herkes. (18)
Birçok depremzede, kendi çabalarıyla yakınlarını enkazdan çıkardığını söylüyor. Herkesin dilinde AFAD, Kızılay gibi kurumların dâhi liyakatsiz kadrolarla işlevsiz bırakılması var. AFAD’ın “reklam yaptığı”, sağ çıkarılan biri olduğu zaman enkazı devraldığı söyleniyor... (19)
Bazılarına ben de tanık oluyorum.Son anlarda gelip,gönüllüleri uzaklaştırarak kendilerini kameralarda ön plana çıkarıyorlar.İkinci günden beri kentte olan gönüllü operatör Ümit Sumar:“Burada AFAD,Kızılay,UMKE görmedim.Yeni geliyorlar.50 ceset çıkardım”(20)
Bir toplu mezar:Ebrar
Toplu mezarlara dönen birçok apartman var.Biri de Ebrar Sitesi. Ebrar, Arapça’da “Çalmayan.Özü sözü doğru olan” anlamına geliyor. Sitenin müteahhidi emekli din dersi öğretmeni Tevfik Tepebaşı.Yapımına 1999’da başlanan blokların sonuncusu 2011’de dikildi(21)
“Depreme çok dayanıklı” denilerek pazarlanan sitedeki 12 bloktan 8’i enkaza döndü.En az 500 kişi öldü.Enkazında yakını olanı olan yurttaşlar, “Hepsini canlı canlı öldürdüler.Buralara bina dikilmez’ diyorlardı.Dereydi,bataklıktı”(22)
Yıkılan birçok binanın altında herkesin bildiği o market zincirlerine ait şubelerinin bulunması peki tesadüf mü? Örneğin Maraş'taki bu market zincirine ait levhanın önünde bulunduğu apartman enkaza dönüşmüşken yanındaki apartman ise ayakta duruyor.(23)
https://t.co/bgSaNFpzbn twitter.com/i/web/status/1…
Deklanşöre basarken zorlandığım ne çok kare oluyor. Kaldırımda ayakları üzerinde çökmüş bir dayı. Torunundan geriye kalan tek şey olan ayakkabının tekine bakıyor öylece. Bir de ayakkabısız,çıplak, kararmış çocuk ayakları görüyorum. Tek bir oyuncakla yüzleri gülen çocuklar... (24)
Gazeteci kimliği gizliyorum
Böyle bir yıkımda dahi hırsızlık yapılmasına herkes çok tepkili anlıyorum ama hiçbir şey, işkenceye gerekçe olmamalı. Gazetecilik kimliğimi gizleyerek bir saat tanık olduğum bir çocuğun işkencedeki yalvarma seslerinin günlerdir kulağımdan gitmedi.(25)
Ayşe Gümüşer İlkokulu bahçesindeki PAK çadırının içinde 12 Şubat’ta 18.20 gibi çocuğa ait bir yalvarma bağırma sesi geliyor. Önce işkence olduğuna ihtimal vermiyorum. Yalvarma sesiyle birlikte polisin de sesi giderek artınca işkence olduğunu anlıyorum.(26)
https://t.co/cFkpmmkKah twitter.com/i/web/status/1…
İşkence sesini gizlice kaydediyorum.Sesi bastırmak için polis otobüsü çalıştırılsa da nafile.En az bir saat sürüyor.Devam ederken bölgeden uzaklaştırılıyorum. Can güvenliği sorununun olduğu yerde birkaç adım mesafemde ki o yalvarmalara ses çıkaramadığım için kendime kızıyorum(27)
İşkence sesinin sanki her yerine yayıldığını hissettiğim Maraş'tan ayrılarak Adıyaman'a gidiyorum. Bu kentlerde deprem anında duran sadece kulelerdeki ve enkazlar arasındaki saatler değil. Her enkazda aynı bakış, aynı bekleyiş, aynı duygu; acıyla perçinlenmiş çaresizlik.(28)
Ölüm kokan şehir:Piyanist
Yüzleri, yıkıntıların atlası... Kimi yıkıntılardan çıkmış bir çeyiz sandığı üzerinde oturmuş,kimi bir dosta sırtını yaslamış,kimi battaniyeye sarılmış enkazın başında...Hayalet bir şehre dönen kentte yürüyorken kendimi Piyanist filminde hissediyorum(29)
Parçalanmış bisikletleri,boş bebek koltukları,sallanmayan salıncaklar...Şehir gerçekten de ölüm kokuyor.Koku tüm vücudumuza işlemiş gibi.Bir tarafta da hayatın devam ettiğini gösteren belirtiler var.Eve dönüşen parkta tıraş edilen bir yaşlı, elbiseleri ağaca asan bir kadın..(30)
“Avrupa bizi kıskanıyor, Dünyanın en güçlü ordusuna sahibiz’ diyorlardı. Neden 3.gününde geldiler?” İnsanlar burada da yapayalnız bırakıldıklarını, depremin katliama dönüştürüldüğünü söylüyor. En çok “Devlet nerede?”yi duyuyorum. Çadır, yardım, acil en sık duyduğum kelimeler.(31)
Yıkıntılar bir ağıt
Enkazlar arasında kulağıma ağıda dönüşmüş bir türkü mırıltısı geliyor. Bir enkazın önünde, bir kadın, “Adıyaman yolu yaman”ı söylüyor, ağlaya ağlaya. “Sesimi duy ver elini. Dön gel dayanamam.Gözlerin nereye bakar. Gör gör yavrucağım.Sana neler alacağım.”(32)
Burada ki enkazlarda da 'kolon,beton var' demeye bin şahit gerek.Demiri ince ve az, kumu denizden olan evlerin çoğu toz olmuş.Serhat Sünge,Cömert Apartmanının enkazından anne-babasının çıkarılması için AFAD’a 11 defa dilekçe vermiş.Kimse gelmemiş. 3.günde kendisi çıkarabilmiş(33)
Yıkıntılar arasında en çok da;oyuncaklara, kitaplara,çerçevesi kırılmış fotoğraflara denk geliyorum.Diğer tarafta binlerce insana mezar olmasına neden olan imar planlarını onaylayan belediyelerin kente yönelik 'renkli' reklam afişlerini,"Evde kal" yazılı duvarları görüyorum.(34)
Toplu mezarın soğukluğuyla Adıyaman’da tanışıyorum.Diğer bölgelerde kefensiz kalan bedenleri görsem de toplu gömülmeler ağır geliyor bana.Tahta-demir parçalarına yazılmış sayılar mezar taşlarına çevriliyor.Her hayat artık birer rakama dönüyor,'yalnız' bırakılmış bu şehirlerde(35)
Bir ordu: Gönüllüler
Enkaz içinde, kepçe üzerinde bir umutla durmadan çalışan, 24 saatin sadece birkaç dakikasında gözlerini dinlendiren gönüller var. Bir çorba molasında, "Saraylar sizin olsun sokaklar zaten bizim" duvar yazısından gözünü olamayan bir ordular adeta. (36)
Cemaat ve tarikatlar
Hiç görmediğim kadar çok tarikat ve cemaatle, deprem bölgesinde karşılaşıyorum. Bazıları dayanışma amacıyla bölgede olsa da bazıları, propaganda ve "eleman kazanma❞ amacıyla faaliyet yürütüyor. Ülkü Ocakları'nın yeleklerini giyenler de bir hayli fazla. (37)
Çaresizliğin, bekleyişlerin 11. günü. Benim de son günüm. Güneş yıkıntılar arasında yavaş yavaş aydınlanıyor. Enkazdakiler için zamanı durdurmak istiyor gibi. Evinin enkazı etrafında çaresizce bir oraya bir buraya koşuşturan Fatma teyzenin göz kapakları uykusuzluktan şişmiş.(38)
Bir tarafta Halil dayı sönmeye yaklaşan ateşi harlamak için tenekeyi karıştırıyor diğer tarafta da bir gönüllü, belki de 11 gün önceye kadar, yıkılan evin en gözde eşyalarından olan bir mobilyanın parlayan parçalarını enkazdan toparlamış koynunda getiriyor. (39)
Bir an üşüdüğümü fark ediyorum ama eksi 20'lerde yıkıntıların altında yaşam mücadelesi verenleri hatırlayınca bu hissi terk ediyorum. Üşüdüğünden utanır mı insan? 21. yüzyılda,2023’te, uzay-teknoloji-bilim çağında insanların hipotermiden yaşamını yitirmesini kabul edemiyorum.(40)
Enkaz altında sağ olan hayatların,günler sonra cansız çıkarılmalarını kabul etmiyorum.Bugünler de geçecek ama böyle büyük bir yıkım ve acıyı yaşamayabilirdik. Ve "kontrol edilmiştir" yazılan enkazlar kaldırılırken,yolu yaman Adıyamandan ayrılıyorum,geride kendimi de bırakarak.
Bu yazının uzun hali Le Monde diplomatique Türkçe'nin mart sayısında yer alıyor. Temin edebilirsiniz. Biliyorum "bizler" unutmayacağız ama bunlara sebep olan "bazılarına" da unutturmamak adına...
Share this Scrolly Tale with your friends.
A Scrolly Tale is a new way to read Twitter threads with a more visually immersive experience.
Discover more beautiful Scrolly Tales like this.