2/ 130 yıl önce bugünlerde, 20’li yaşlarındaki bir grup genç, bir edebiyat dergisi çıkarmaya çabalıyorlardı.
Ama artık yılmış durumdalar.
Siyaset yasak. Baskı müthiş. Padişah’ın hafiyeleri her yerde. En ufak hareketinizde çağırıyorlar karakola. Nefes alamaz hale gelmişler.
3/ Derginin Başyazarı, 31 yaşındaki Fikret, arkadaşlarına “Nefes alamıyoruz, artık ben pes ediyorum, hep birlikte gidelim, bırakalım İstanbul’u, başka bir yerde daha iyi özgür bir hayat kuralım” diyor.
Hatta bu hayalin gerçekleşeceği “yer”in adını da koyuyor:
Yeşil Yurt!
4/ “Yeşil Yurt”, bir ütopya, hayallerdeki ideal. Mutluluğun, özgürlüğün sınırsız olduğu, aynı kafadaki arkadaşlarıyla bir koloni gibi yaşayacakları hayali yer.
Zaten bunalmış dergiciler, herşeyi bırakıp şevkle o “Yeşil Yurt”un neresi olabileceğini araştırmaya başlıyorlar.
5/ Dergide ara sıra çevirileri yayınlanan 23 yaşındaki Mehmet Rauf, denizci. İstanbul’daki elçilik gemilerine eşlik eden Karakol gemisinin ikinci kaptanı.
Bir görev sırasında İngilizlerin Imogene gemisinin kaptanıyla bu konuyu açarken duyuyor Yeni Zelanda ülkesinin ismini...
6/ Kaptan Bain, “Azizim Rauf’ diyor. ‘İngiltere’de muhaceret için herkes bilhassa NewZeland’a gidiyorlar. Orası gayet münbit ve mahsüldar, iklimi, ab u havası pek latif bir yerdir. Muhaceret heyetleri için neşr olunan rehberlerden getireyim. Okur, tetkik eder, karar verirsiniz.’
7/ Mehmet Rauf heyecanlanıyor:
“Hemen Fikret’e koştum, müjdeyi verdim, hep birden İngiltere’den gelecek kitapları beklemeğe başladık. Ve geldiği vakit bunlarda teşebbüsümüzün muvaffakiyeti için o kadar ümit verecek vaadler bulduk ki, bu adeta bir saadet oldu.”
8/ Yeni Zelanda, resimli broşürlerin de gelmesiyle müthiş coşku yaratıyor.
Karar veriliyor; oraya gidilecek!
O coşkuyla Tevfik Fikret, ‘Yeşil Yurt’ şiirini yazıyor:
“Bahara benzetilir bir yeşil saadettir/Gülümseyen ovanın, vech-i pür-gubârında”
9/ Nasıl olacak, nasıl gidilecek? Orada arazi nasıl alınacak? Bütün bu para nasıl bulunacak?
Derginin çevresinden Doktor Esad (Sıkı bir İtthatçı olduğu için “Esad Paşa” olarak bilinir) “benim Ankara’da büyük bir çiftlik var, satarım bunun için” diyor heyecanla.
10/ Gençleri heyecan basıyor.
Esad Paşa, çiftliği satmaya Ankara’ya giderken İstanbul’da hazırlıklar başlıyor.
Önden Hüseyin Cahid ve Hüseyin Kazım’ın Yeni Zelanda’ya gidip bakmasına karar veriliyor.
11/ Bir süre sonra Ankara’dan dönüyor Esad.
Ancak haberler kötü; çiftliği satamamış. Şehirden çok uzak olduğu için tek bir alıcı bile bulamamış! (Kimbilir şimdi neresi?)
Yıkılan gruba bu sefer maliyede memurluk yapan Hüseyin Kazım başka bir öneri getiriyor:
12/ Kazım’ın babasının Manisa Sarıçam Köyü’nde büyük bir çiftliği var.
Yemyeşil, göz alabildiğine uzanan verimli topraklar....
“Hep birlikte oraya göç edebiliriz, tepede bir ev yaparız, hep birlikte orada yaşayabiliriz...”
13/ Çöken Yeni Zelanda hayalinin yerini Sarıçam Köyü alıyor kısa zamanda..
Önden gidip bakmak da kolay hem.
Kim gidecek; becerikli bay Hüseyin Cahid...
Öğretmen olan Cahid, izin alıyor gitmek için ama İstanbul’dan çıkmak o kadar kolay değil, onun için de izin kağıdı şart.
14/ İzin çıkmayınca Zaptiye‘ye gidiyor Cahid:
“Tezkerenin kıyısına ‘Şüphelidir’ yazılmış olduğunu gördüm. Şefik Paşa, gözlerini kağıttan kaldırarak sordu: ‘Manisa’ya niye gideceksin? ‘Orada bir çiftlik var efendim. Bakacağım, eğer oturulabilecek yerse ailelerimizle gideceğiz.’
15/ “Şefik Paşa beni tepeden tırnağa süzdü. Dudaklarını büktü: ‘Sen çiftlik yapacak bir adama benzemiyorsun. Doğru söyle amacın ne? Kadın meselesi olmasın?”
“İzni koparmak için evet aklıma geldi. Ama öyle derim de sonra iş bütün bütün karışacaktı.”
‘Olmaz’ cevabını verdi.”
16/ Hüseyin Cahid’e izin çıkmıyor ama muhaliflerde başka yol mu yok. Yeri öneren Hüseyin Kazım’ın “çıkış kağıdı” var!
Onun kimliğiyle İzmir’e kalkan Hidiviye vapuruna binip gidiyor.
Oradan Manisa’ya, oradan Saruhanlı’ya, oradan büyük ütopya “Yeşil Yurt” adayı Sarıçam’a...
17/ Bir hafta kalıyor köyde Cahid. Geziyor, köy halkıyla konuşuyor. Çiftliği karış karış geziyor.
Hatta dönüşte Fikret’e göstermek üzere çiftliğin fotoğraflarını çekiyor.
Tevfik Fikret heyecanla Cahid’in dönüşünü beklerken ünlü Berid-i Ümid (Ümit Habercisi) şiirini yazıyor.
18/ Hüseyin Cahid, bir hafta sonra İstanbul’a dönüyor:
“Fikret, bu köyün yanında çam ağaçlarıyla muhat bir tepecik olduğunu gördü ve bir an için ‘Yeşil Yurd’u burada kurabileceğini düşündü.”
Fikret, gerçekten de Sarıçam’a göç etme planlamalarını hemen yapmaya başlıyor.
19/ Fikret, fotoğraftaki o tepeyi çok seviyor, inşa edip içinde hep birlikte yaşayacakları büyük konağı çiziyor. Kaptırıyor kendini...
Ancak realite kabus gibi.
Arkadaşları, Fikret’in hayali peşinde aylardır oyun gibi yaşadıkları bu maceranın gerçekliğini sorgulamaya başlıyor.
20/ Kimi ütopyanın yanında, kimi imkansız olduğunu düşünüyor. Sonunda çoğunluk vazgeçiyor
Bir tek Hüseyin Kazım köye gitmiş ve 1 yıl çiftçilik yapmış ama 1908 Devrimi’nin heyecanıyla geri dönmüş. Bir daha da dönmemiş köye...
21/ Hüseyin Kazım anılarında şunu yazmış:
“Üstada karşı müşkül bir mevkide idik: Onun hayâlâtına vücut vermek ve buna taraftar görünmek kabil değildi; çünkü tahayyül ettiği tarz-ı hayata biz mani olacaktık.”
“Bir hayli günler düşündü ve neticede bu hülyadan da vaz geçti!”
22/ Fikret, yaşanan büyük hayal kırıklığı sonrası, o meşhur dizedeki gibi, “yalnız gideceksin doğru bildiğin yolda” diyerek kendi Yeşil Yurt’una girişiyor.
Yıllar süren planlama sonrası Aksaray’daki baba evini satıp ve üstüne borç da alarak kendi cennetini, Aşiyan’ı kuruyor.
23/ Fikret, 48 yaşında öldü. Özgürlük ve barış getireceğini sandığı Devrimin faşizme dönüşmesinin hayal kırıklığıyla kendi küçük dünyasına kapandı. Sadece yazdı, yazdı yazdı.
24/ O’nun Yeşil Yurdu, şimdi müze; biliyorsunuz, onun en büyük hayranlarından Atatürk de gitmiş, hatta imzalamış orada hatıra defterini...
25/ Galiba ülke hala bıraktığı gibi. Bu yüzden asla huzur bulmaz ruhu; biliyorum.
Ama en azından, “Ne İsterim” şiirindeki gibi, “mavi bir gölün hemen yanıbaşında sessiz bir koru”da, sonsuz göğün altında, kendi kurduğu “yuva”sı, Aşiyan’ında yatıyor.
Belki teselli bulabiliriz.
26/ Şu fotoğrafa bakar mısınız?
O huzursuz ruhun nefes alabildiği tek yer, odasında...
Elini şakağına koymuş; çoook uzaktan bakıyor artık herşeye...
27/ Bitti.
Bu floodumu bir kerede deneme gibi okumak isteyenler için de şunu iliştireyim..
28/ Tevfik Fikret konusunda o kadar çok kaynak var ki, belki şu Sarıçam hikayesini çok güzel anlattığı için, meraklılara Hüseyin Kazım Kadri’nin “Meşrutiyetten Cumhuriyete Hatıralarım” kitabını önerebilirim. (Dergah Yayınları)
Bulabilirseniz alın.
29/ Yıllardır tatile Datça’ya giderken Akhisar Manisa arasında Saruhanlı’dan sağa sapmak ve köye uğramak isterim ama bir türlü yapamadım.
Şu tepeyi görmek istiyorum; umarım kısmet olur birgün...
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Bu akşamki çok önemli maç dolayısıyla şu harika flamayı paylaşayım.
Flama, 19 Eylül 1951 yılından. Galatasaray ile PAOK arasında oynanan ilk maç için yapılmış. Yer, Selanik...
Galatasaray'ın "komşu" kulübü, Beyoğlu kökenli PAOK hakkında kısaca yazayım./1
Bugün, Galatasaray'ın Beyoğlu’ndaki tarihi merkezinin bulunduğu Hasnun Galip sokağına çok yakın olan Katip Çelebi Sokağı’ndaki tarihi bir binada sessiz sedasız faaliyetlerini yüz yılı aşkın bir süredir devam ettiren sarı-siyah renklere sahip bir kulüp vardır: Beyoğluspor…/2
Galatasaray’ın doğduğu semtin diğer kulübü olan Beyoğlu Spor Kulübü, bugün Avrupa Ligi’nde ilk maçımızı yapacağımız PAOK’un İstanbul’da kalan ana gövdesi, Beyoğluspor’u yönetenlerin deyimiyle “anne”si. ( Atina merkezli AEK takımının da “babası”)…/3
Bugün verilecek tarihi karar öncesinde bir de Florya Tarihi hazırladım
Çoğu ilk kez yayınlanacak fotoğraflarla, Galatasaray'ı şimdi milyonlarla buluşturan başarılara götüren, bilinmesi gereken müthiş bir fedakarlık hikayesi...
Florya'nın Kapıları flood'u...
2
Bugün Florya'daki Galatasaray futbol üssü, büyük olasılıkla üyelerin onayıyla elden çıkacak, satılacak, paraya çevrilecek; her neyse...
Birkaç yıla, orada -yine büyük olasılıkla imar değişeceği için- dev gökdelenler yükselecek.
Tıpkı Mecidiyeköy'de olduğu gibi...
3.
Florya, aslında Galatasaray için bir araziden öte anlam taşıyor.
Bugünün değerleriyle pek uyuşmayan uzun vadeli bir bakış açısı... Yenilikçi-modern, öngörülü bir vizyon...
...ve sabrederek, dayanışmayla, imeceyle başarılan, başka türlü anlatılması, anılması gereken...
30 Temmuz 1951 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, Ali Sami Bey'in ölüm haberini 1. sayfadan ve 4. sayfada devam eden bir yazıyla okurlarına duyurur.
Klasik bir ölüm haberinin ötesinde bir yazıdır bu ve içinde hiç alışılmadık şöyle bir cümle geçer:
3
"Bütün hayatında ciddi bir karakter sahibi olarak fikir ve kanaatinin daima cesaretini taşımış, çok defa nikbete uğramış olmasına rağmen kimseye boyun eğmeyerek bütün hayat zorluklarını tek başına yenmeğe muavaffak olmuş pek kıymetli bir zattı..."