#Amerika'nın ve dünyanın en büyük istihbarat teşkilatı olan, dünyadaki tüm elektronik haberleşmeleri takip eden, tüm telefon görüşmelerini/e postaları/sosyal medya hesaplarını izleyen National Security Agency (NSA) hakkında bir floodun okuyanı çıkar mı?
Sovyetler Birliği’ndeki bir dizi ülkenin (Arjantin, Hindistan gibi) temsilcileriyle görüşmüş ve bu temsilcilerden, Stalin’in sağlık durumunun iyiye gittiği bilgisini almıştı. Stalin’in ölümünün ardından NSA’nın geçebildiği tek istihbarat bilgisi, çeşitli ülkelerin
komünist partilerinin tutumlarına dair beyanları olmuştu.
Kısa bir süre sonra Eisenhower’ı ikinci bir hayal kırıklığı bekliyordu. 16 Haziran 1953’te Doğu Berlin’de binlerce insan sokaklara döküldüğünde ve eylemler bütün Doğu Almanya’ya yayıldığında ilk bilgiler
ve sonraki bilgiler yine NSA tarafından değil CIA Berlin ofisi ve haber ajanları tarafından sağlanmıştı. Üstelik uzun süredir NSA’dan, Çin Halk Cumhuriyeti’ne ilişkin dişe dokunur bir elektronik/iletişim istihbaratı da alınamamıştı. Hatta NSA, Çin konusunda, Rusya ile kıyasla
çok daha çaresiz durumdaydı. İnsan kaynağı yoktu, yeterli ekipmanı olmamasından yakınıyordu.
1956 yılı sonlarına doğru NSA, Arlington’dan Maryland’deki Fort Meade’de kurulan yeni merkezine taşınıyordu. Bu dönemde NSA, üç büyük krizi kapısında bulmuştu.
1-1956 yılı Haziran ayı sonlarına doğru Polonya’da eylemler baş göstermişti ve bir türlü bitmek bilmiyordu. NSA, SSCB’nin Polonya’ya askeri müdahaleye hazırlandığına dair istihbarat edinmişti. Dahası eylemler Polonya ile sınırlı kalmayıp Budapeşte/Macaristan’a da sıçramıştı.
Hem Macaristan yönetimi ve hem de Polonya yönetimi SSCB’den yardım istiyordu. NSA, 27 Ekim’de, SSCB’den yaklaşık 40 bin askerin Macaristan’a ulaştığını saptadı. Dahası NSA, Macaristan’da giderek artan bir SSCB askeri varlığı istihbaratı edinmişti.
4 Kasım günü Sovyet güçleri Macaristan parlamentosuna girmiş ve siyasetçileri tevkif etmişti. Tevkif edilenler arasında kısa bir süre önce seçilmiş olan reformist başbakan Imre Nagy de vardı. Ülkedeki isyanın teşvik edilmesinde CIA etkin rol oynuyordu.
Başka bir açıdan, Macaristan’da ABD ile Sovyetler arasında bir bilek güreşi sürüyordu ve bu bilek güreşini, Sovyetler süratle kazanmayı bilmişti.
2-29 Ekim 1956’da, İsrail güçleri, Mısır’a ait Sina yarım adasını ve Gazze şeridini işgale girişmişti ve tarihe Süveyş Krizi olarak
geçecek olan çatışmalar başlamıştı. NSA ve diğer ABD istihbarat teşkilatları, aylar öncesinden, Mısır’ın, Süveyş Kanalı’ndaki son askerlerini de çekmesini istemesiyle birlikte bu bölgeyi yakından takip etmeye başlamıştı. Ortadoğu’da artan gerilimi, Mısır’ın askeri yığınağını,
buna karşın İsrail’in askeri hazırlıklarını ve Fransızlar ile İngilizlerin Kıbrıs’taki hazırlıklarını yakından takip ediyordu NSA ve diğer ABD istihbarat örgütleri. NSA, ABD yönetimine, 27 Ekim günü son bir bilgi geçerek, bölgede savaşın patlamasının an meselesi olduğunu,
İsrail’in Mısır’a ani bir saldırı yapmaya hazırlandığını, İngiltere’nin de buna destek vereceğini ve İsrail ile Paris arasında yoğun bir iletişim bulunduğunu, muhtemelen Fransa’nın da İsrail’in askeri saldırısına destek vereceği istihbaratını Beyaz Saray’a geçti.
Bu bilgiler, herhangi bir iletişim aracıyla iletilmek istenmedi, zira hassas bilgilerdi. Bu nedenle doğrudan ABD’deki buluşmada bildirilmek istendi. Ancak toplantı daha henüz başlamıştı ki, odaya giren personel, İsrail saldırısının başladığını haber verdi.
3-23 Kasım 1956’da, General Ralp Canine, 40 yıllık bir sürenin ardından ordudan emekli oluyordu ve NSA Başkanlık görevini Havacı General John Samford’a bırakıyordu. Bu, NSA ajanları için tam bir soğuk duş olmuştu. Zira Samford, 1952’de, NSA’nın kurulması önerisine şiddetle
karşı çıkmış bir isimdi. Samford’un bir diğer iyi bilinen yönü ise, SSCB’nin nükleer süper güç olmak istediğine yönelik sarsılmaz savunusuydu. Ama Samford herkesi şaşırttı. NSA içinde oldukça uyumlu çalışıyor, elektronik ve iletişim istihbaratının önemine uygun bir yönetim
sergiliyor, NSA’nın bir gün ABD’nin en önemli istihbarat kuruluşu olacağına inandığını söylüyordu. Ona göre NSA, geleceğin istihbarat süper gücüydü.
General Samford’un başkanlığı döneminde NSA, CIA ile son derece önemli bir ortak çalışma protokolü imzaladı. U-2 protokolü…
Buna göre CIA, uçaklarla mümkün olduğunca Sovyet sınırlarına girmeye/yaklaşmaya çalışıyor, böylece radyo haberleşme ve radar kanallarına giriyor, NSA da söz konusu CIA uçaklarının iletişim hatları üzerinden Sovyet radarlarına/radyo haberleşmelerine sızmalar yapmaya çalışıyordu.
Yine bu uçuşların önlenmesi noktasında Sovyetlerin attıkları her adım dikkatle inceleniyor ve buradan Sovyetlerin teknolojilerine dair bir sonuç çıkartılmaya çalışılıyordu. 1 Mayıs 1960’ta, sabah saat 8:30’da, yine Sovyet sınırlarını ihlal eden CIA’ya ait bir U-2, Sverdlovsk
şehri dolaylarında, Mikhail Voronov komutasındaki Rus füze kuvvetlerleri tarafından ateşlenen bir karadan havaya füze ile vuruldu. Aslında uçağın vurulacağı bir anlamda biliniyordu. Zira NSA, U-2 uçağı Sovyet sınırına yaklaşırken, Türkiye Karamürsel’deki dinleme merkezinden
Sovyet iletişim kanallarını dinlemeye başlamıştı. Bu dinlemelerde, uçağın erken uyarı radarları tarafından fark edildiği öğrenilmişti. Üstelik uçak, ABD Başkanı Eisenhower ile SSCB Başkanı Nikita Kruşçev’in buluşmasından sadece iki hafta önce düşürülmüştü.
NSA, Sovyetlerin Küba’ya yönelik askeri sevkiyatlarını da yakından takip ediyordu. 15 Haziran 1962’de, Soveytler Birliği’ne ait bir ticari kargo gemisi Karadeniz’den yola çıkmıştı. NSA, yaptığı dinlemelerde, Sovyetler Birliği, geminin yükü, tonajı ve istikameti konusunda
Türkiye’ye yanlış bilgi verdiğini saptadı. Uçakta, askeri mühimmat vardı. Ancak ABD yönetici mercileri, NSA’nın verdiği bu istihbaratı zayıf ihtimal olarak görerek dikkate almadı. CIA’nın da benzer raporları da Pentagon’daki Defense Intelligence Agency (DIA)/Savunma İstihbarat
Teşkilatı tarafından sümen altı edilmiş, gemi trafiği “iki ülke arasında artan ekonomik ilişkiler”e yorulmuştu. NSA, Haziran 1962’de, Küba’ya gidip demirleyen 21 adet ticari yük gemisi saptamıştı. Bu gemi trafiği giderek hızlanmıştı ve ticari gemilerle Küba’ya
hava savunma sistemleri, füzeler ve bunların kurulumunu yapacak askeri personel taşınmıştı. Temmuz sonlarına doğru Sovyet askeri teknisyenler, karadan havaya füze sistemlerinin kurulumunu yapmaya başlamışlardı. İlk hava savunma sistemleri, San Cristobal bölgesine,
Küba’nın batı yakasına konuşlandırılmıştı.
29 Ağustos 1962’de Küba’yı izlemek üzere havalanan, CIA ve NSA koordinasyonundaki U-2 uçağı, Küba’ya konuşlandırılmış Sovyet hava savunma sistemlerinin, füze rampalarının ve San Antonyo Havalimanı’na konuşlandırılmış 5 adet MIG-21’in
görüntülerini elde etti. ABD’nin artık öğrenmek istediği tek şey; Sovyetlerin, Küba’ya nükleer füze sevk edip etmediğiydi. NSA bu amaçla aralıksız bir dinleme etkinliği içine girdiyse de, bir sonuç elde edememişti.
Bu olaylardan sonra NSA’nın ve elektronik/iliteşim istihbaratının önemi, ABD cephesinden çok daha ciddiye alındı. 1960’larda ABD’nin yörüngeye konumlandırdığı uydular, NSA’nın operasyonal kabiliyetlerini, o döneme dek, eşi görülmemiş şekilde arttırdı.
Öyle ki, NSA yetkilileri yıllar sonra, “Ukrayna’daki askerin dişlerinin gıcırdamasını bile takip edebiliyorduk” diyecekti. Uydularla birlikte haberalma kabiliyetinde kayda değer bir etkinleşme yaşayan NSA, 1973 yalındaki Arap-İsrail savaşını da öncesinden yetkililere rapor etti.
Mısır’ın ve Suriye’nin, İsrail’e yönelik, şaşırtıcı bir anlık saldırı hazırlığında olduğunu, Suriye’nin 50 bin askerle Golan’a saldıracağını, Mısır’ın 100+ tank ile Süveş Kanalı yönünden İsrail’e saldıracağını belirten NSA raporu, ABD yetkililerine haftalar öncesinden ulaşmıştı.
NSA, ilerleyen yıllarda fırlatılan yeni istihbarat uydularıyla birlikte, Afrika ve Asya’daki her pilotun konuşmasını dinleyebilir kabiliyete ulaşmıştı. Artık ülkelerin neredeyse tüm ekonomik, askeri faaliyetleri izlenebiliyor, kesine yakın öngörülerde bulunulabiliyordu.
NSA’ya bağlı alt birimler, farklı ülkelere ilişkin istihbarat faaliyetleri için görevlendirilmeye başlandı. Örneğin G Grup, Libya lideri Kaddafi’nin tüm iletişim kanallarını izlemekle görevliydi. Ve Kaddafi, 1981 yılında, Sidr konusunda diğer ülkelere meydan okuduğunda,
ABD Başkanı Reagan, ABD donanmasına oraya gidip tatbikat yapması talimatı vermişti. Tatbikat kararı açıklandıktan sonra NSA ve CIA edindikleri istihbarata dair, Reagan’a bir rapor sunarak Kaddafi’nin SU ve MIG uçakları ile tam olarak nerede saldıracağına varıncaya dek
bilgi vermişlerdi. Kaddafi’nin talimatıyla bir SU-22, havadan havaya füze ateşleyerek ABD jetini vurmaya çalışmıştı ancak başaramamıştı. Ardından ABD tarafından vurulan jet düşmüştü. Kaddafi bunun ardından Etiyopya lideri ile görüşmüş, telefonda “intikam için Reagan’ı öldüreceğim
yemin ederim öldüreceğim” demişti. Bütün bu konuşmalar NSA’nın G Grup’u tarafından dinlenmiş ve bu nedenle Reagan’ın koruma sayısı arttırılmıştı.
ABD’nin, NSA üzerinden SSCB’ye karşı elde ettiği üstünlük, yine bir NSA üst düzey yöneticisi eliyle imha edilmişti.
NSA’nın A Grub’unda çalışan -ki bu grup tüm istihbari bilgileri işleyen birimdir- Ronald Pelton, bir başarısızlığı üzerine görevden alınması sonrası SSCB konsolosluğuna giderek bildiği her şeyi anlattı. Buna izleme yöntemleri, uydu takipleri, şifreleme
ve deşifre teknikleri de dahil olmak üzere. SSCB bir anda altın madeni bulmuş gibi olmuştu. Pelton daha sonra Haziran 1986’da çıkarıldığı federal mahkeme tarafından 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı.
1989’da Berlin duvarının yıkılması ve 1991 sonlarına doğru SSCB’nin dağılmasıyla birlikte NSA ve ABD istihbarat teşkilatları bir anda liderlik tahtına rakipsiz şekilde kurulmuş oldular. 2 Ağustos 1990’da Saddam’ın Kuveyt’e saldırması öncesi NSA, dönemin ABD Savunma Bakanı
Dick Cheney’e, saldırı olacağına dair rapor sunmuştu. 17 Ocak 1991’de ABD, Irak’a saldırdığında, NSA, Irak’ta vurulması gereken bütün hedefleri belirlemişti. Öyle ki; bu sayede sadece 43 günde 42 Irak tümeni imha edilmiş, 82 bin asker esir alınmış, Irak donanması kımıldayamaz
Saddam Hüseyin, ağır bir ateşkes anlaşması imzalamak durumunda kalmıştı.
NSA’nın elektronik/iletişim istihbarat gücü, büyük uyuşturucu baronu Pablo Escobar’ın yakalanması sürecinde de kendisini göstermişti. Escobar’ın ve onun liderliğini yaptığı Medellin kartelinin
kilit isimlerinin saklanma yerleri ve operasyonlarına ilişkin geniş bir dinleme ve elektronik istihbarat faaliyeti sonucu çok değerli bilgiler elde etmişti. Bu bilgiler Kolombiya yönetimi ve ülkedeki CIA birimleri ile paylaşılmıştı. Kartelin zayıflatılmasında ve Escobar’ın
bulunmasında bu bilgilerin belirleyici bir etkisi olmuştu.
1990’ların ortalarında, Suudi Arabistan’daki “gizli” hareketlenmeleri, Suudi Kraliyet ailesinin tüm iletişimlerinin izlenerek önceden belirlenmesi de NSA istihbaratı sayesinde olmuştu.
Kraliyet ailesinin kontrol altında tutulmasında ve yönlendirilmesinde NSA’nın sağladığı elektronik istihbarat/iletişim istihbaratın da yadsınamaz bir payı bulunuyor(du). NSA’nın istihbari faaliyetleri öylesine etkili oluyordu ki; Bosna’da, Haiti’de, Somali’de vb
operasyon yürütecek olan tüm askeri unsurlar, NSA’dan istihbarat desteği talep eder hale gelmişti.
El Kaide’nin 11 Eylül saldırılarını bahane olarak kullanan Amerika, tüm ulusal ve uluslararası elektronik iletişimi açık bir şekilde izlemekten imtina etmemişti.
Bu durum NSA’nın, 16 Aralık 2005’te, New York Times yazarları James Risen ve Eric Fichtblau’nun eleştirel makalesine konu olmasına neden oldu. Yazarlar, diğer ülkelerdeki dinlemeleri pek de önemsemiyordu. Onların temel derdi, NSA’nın, tüm Amerikan vatandaşlarını
dinliyor olmasıydı. Çünkü normal prosedür uyarınca böyle bir dinleme operasyonu için her kurumun Amerika Birleşik Devletleri Dış İstihbarat Gözetim Mahkemesi’nden (FISC) izin alması gerekiyordu. Ancak NSA, bunu yapmamıştı. New York Times yazarları buradan yola çıkarak dönemin
ABD Başkanı George W. Bush’u da hedef tahtasına oturtuyor ve NSA’yı devlet üstü/denetim dışı bir istihbarat teşkilatı konumuna taşımakla suçluyorlardı.
Makale, Amerika’da geniş yankı uyandırmıştı. NSA’nın; tüm Amerikalıların elektronik postalarını,
kişisel mesajlarını, telefon konuşmalarını, sosyal medya görüşmelerini, para transferlerini, uçak rezervasyonlarını, kredi kartı hareketlerini vb kontrol ettiği açığa çıkmıştı. Öyle ki; NSA’nın, ülkenin tüm operatörleri tarafından sağlanan elektronik (telefon, internet, mesaj vs)
iletişimi izlediği Stellar Wind adlı izleme programı dahi anılır olmuştu. Ancak Beyaz Saray, tahmin edeceğiniz üzere bunu yalanlamıştı. Telekomünikasyon ve internet hizmet sağlayıcıları, Beyaz Saray’ı bu tutumunda yalnız bırakmamışlardı.
NSA yöneticileri ve CIA yöneticileri konuya dair “hesap” vermek durumunda kalmıştı. Üstelik sadece operasyonlar nedeniyle değil, ama aynı zamanda bu sızıntı nedeniyle de. Bu olayın ardından NSA, bu tür operasyon birimlerinde çalışanların erişimlerini
çok daha sıkı tutmaya başlamıştı. Öyle ki, çok sınırlı sayıdaki yetkili dışında, NSA’dan bilgi alabilecek olan devlet yetkililerine sınırlamalar getirildi. Bu tarihten itibaren NSA faaliyetleri, Amerikalıların unutmaları için daha örtülü bir şekilde yürütüldü ve bazı faaliyetleri
durdurulmuş gibi gösterildi.
NSA’nın elektronik haberleşme istihbaratı o denli genişti ki; 1995’te, NSA’nın her 3 saatte takip ettiği elektronik istihbarat verisi 1 katrilyon bit’in üzerindeydi. Bu verinin ne denli büyük olduğunu anlatmak çok güç.
Ama kıyaslanması için şöyle bir örnek verebilirim: Amerika’nın hafızası olarak kabul edilen ve ülkenin en büyük kütüphanelerinden olan Amerika Kongre Kütüphanesi’nde toplam veri kadarı, NSA tarafından 3 saatte elde ediliyordu. Teşkilatın bütçesi de dikkate değer.
2020 yılı itibariyle 62.8 milyar dolar. Bu rakamın büyüklüğünü anlatabilmek için şunları hatırlatmak isterim: Dünyanın en büyük savunma bütçesine sahip ülkesi ABD’nin toplam savunma bütçesi 649 milyar dolar, Çin’in savunma bütçesi 250 milyar dolar, 3. sıradaki Suudi Arabistan’ın
savunma bütçesi ise 67.6 milyar dolar! General ya da amiral dışında yönetici atanmayan bu teşkilat, ABD Kongresi’nin denetimine tabii olmadığını söylemek mümkün.
NSA, birkaç yıl önce Edward Joseph Snowden’ın sızdırdığı belgelerle de gündeme gelmişti.
depolandığını belirtmişti. Bu şirtketlerin Yahoo, Google, Facebook, Skype, Youtube, AOL, Apple gibi büyük şirketler olduğu Washington post tarafından duyurulmuştu. Snowden, bu ifşanın ardından Rusya’ya sığınmıştı.
IŞİD’İn bölgede, İsrail’in güvenliğini tesis ettiğini ifade
ederek, “ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratları dünyadaki bütün terörü ‘eşek arısı yuvası’ adlı bir strateji ile bir araya getirmeye çalışıyor” demişti. Snowden daha sonra Permanent Record (Sistem Hatası) adlı bir kitap yazmıştı, herkesin mutlaka okumasını tavsiye ederim.
Çok uzun bir flood oldu, umarım keyifle okursunuz. Eee sonuçta dünyanın en büyük istihbarat örgütünü de birkaç tweet ile anlatmak ayıp olurdu😅
İşin şakasını bir yana bırakırsak, Türkiye'de NSA üzerine yazılmış en detaylı çalışmalardan birisi bu olabilir.
Buradaki Karamürsel üssü, dünyadaki tüm iletişimleri izleyen NSA programı olan ve anahtar sözcük taramasına dayanan Echelon zincirinin ayaklarından birisiydi. ABD üssüydü. Soğuk Savaş sonrası, buradaki cihazlar taşınmıştı. Kimi kaynaklar, İncirlik'e taşındığını öne sürmüştü.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Avrupa'da patlak veren çiftçi eylemlerinde, Ukrayna'dan vergisiz olarak yapılan tarım ürünleri ithalatı konusu çokça eleştirilmişti. Ortaya çıkan yeni bilgiler, Ukrayna'daki tarım arazilerinin %70'inin Monsanto, Blackrock ve Vanguard tarafından satın alındığına işaret ediyor.
Ukrayna yönetimi ile BlackRock, Vanguard ve JP Morgan arasında gerçekleştirilen görüşmelerde Ukrayna'nın yeniden inşaasını sağlamak üzere Ukrayna Kalkınma Fonu'nun kurulması için imzalar atılmıştı.
ABD Senatosu Azınlık Lideri Mitch McConnell vaktiyle boşuna, "Endişelenmeyin, Ukrayna'ya gönderilen yardımlar gerçekten Ukrayna'ya gitmiyor, Amerikan şirketlerine gidiyor." dememişti.
Göç edenlerin gelişmiş ülkeleri seçmesi bağlamında bu söylem doğru fakat ziyadesiyle eksik. Buradaki "eksiklik" öylesine geniş bir kavram ki, içinde bulunduğumuz küresel yeniden biçimleniş tam da bu eksikliklerin üzerine bina oluyor. Gelin bu konuya girelim, sonuna kadar okuyun👇
1: Nüfus Sorunu:
Avrupa ve Kuzey Amerika'nın sosyo-ekonomik olarak gelişmiş ülkeleri büyük bir nüfus sorunu sorunu yaşıyor:
- Dünya nüfusunun %59.76'sı Asya'da
- %18.68'i Afrika'da
- %9.6'sı Avrupa'da
- %7.6'sı Kuzey Amerika'da
- %5.53'ü Güney Amerika'da
2: Genç Nüfus Sorunu:
- Afrika'nın %40'ı 15 yaşın altında, %3'ü 65 yaşın üstünde
- Asya'nın %23'ü 15 yaşın altında, %10'u 65+
- K. Amerika'nın %18'i 15 yaşın altında, %17'si 65+
- Avrupa'nın %16'sı 15 yaşın altında, %19'u 65+
- Güney Amerika'nın %23'ü 15 yaşın altında, %9'u 65+
Kör ölünce badem gözlü olurmuş. Henry Kissinger'ın ölümünün ardından kendisinin uluslararası politikadaki ağırlığına dair bolca övgüler yapıldı. Peki "uluslararası politikadaki ağırlığı"nın altını dolduran gerçekler nelerdi? Bunları pek yazan olmuyor. Gelin hafızamızı tazeleyelim
Şili'de Pinochet'in darbesini organize etti ve destekledi. Bu darbe sürecinde sonrasında on binlerce insan öldü, kayboldu, çocuklar kaçırıldı...
1976 yılında yine bir başka Latin Amerika ülkesi olan Arjantin'deki darbenin arkasında bu politik deha vardı. Bu darbe neticesinde insanlar uçaklardan atılarak öldürüldü, işkencede binlerce kişi öldü. Plaza de Mayo anneleri halen kayıp çocuklarını arıyorlar!
Çin'in düzenlediği, dünyanın ilk tedarik zinciri fuarı bugün başladı. 2 Aralık'a kadar sürecek olan fuarda elektrikli araçlar, çevreci tarım, yenilenebilir enerji, dijital teknoloji ve sağlıklı yaşam alandaki üreticilerle tedarikçiler bir araya geliyor. en.cisce.org.cn
Fuarın mottosu, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping'in uzun süredir gündemde tuttuğu ve Çin'in küresel politikasının temel argümanlarından birisi olarak kullandığı "Ortak bir gelecek için dünyayı birleştirmek".
Fuara ABD, Japonya, Birleşik Krallık, ingiltere, Avustralya gibi 55 ülkeden 515 firma katılıyor. Bu firmalardan 53'ü Fortune 500 içinde, 57'si ise China Fortune 500 içinde yer alan büyük ölçekli firmalar.
Türk Milli Savunma Bakanı'nın Birleşik Krallık Milli Savunma Bakanı'nı ağırlaması ve karşılıklı işbirliğinin güçlendirilmesi mesajları sonrası Yunanistan Başbakanı Miçotakis Birleşik Krallık'ta Türkiye-BK ilişkilerini önleme turunda. Miçotakis 3 günlük BK ziyaretine başladı.
Pazar sabahı BBC röportajıyla başlayan gezi, aynı günün akşamı Yunan diasporası yemeği ile devam etti. Miçotakis bugün ise Morgan Stanley ve Athens Stock Exchange tarafından düzenlenen yatırım zirvesine katılarak Birleşik Krallık sermayesi ile görüştü.
Saat 17:00 sularında ise Birleşik Krallık'taki muhalefet partisi olan İşçi Partisi lideri Keir Starmer ile görüştü. Görüşmede iki ülke arasındaki ilişkiler, Doğu Akdeniz, Ege, Ortadoğu gelişmeleri ve Türkiye meseleleri ele alındı.
Aşağıdaki anlaşma, GKRY Cumhurbaşkanı Dr. Nikos Christodoulides'in bugün Katar'a yaptığı resmi ziyarette imzalandı. Christodoulides, Katar emeri Şeyh Tamim ile görüştü. Görüşmede, Katarlı yatırım fonlarından bir heyetin yakın zamanda GKRY'yi ziyaret etmesi de karar altına alındı.
Yatırım fonları temsilen ziyarete gidecek olan heyet, GKRY'de altyapıdan enerjiye, turizmden finansa kadar geniş bir çeperde yatırım fırsatlarını değerlendirecek. Ziyaret esnasında çeşitli alanlarda imzaların atılması güçlü ihtimal.
Katar ile GKRY arasındaki diplomatik ilişkiler 2001 yılında başladı. 2004 yılında GKRY, Katar/Doha'da bir büyükelçilik açtı. Bu adımı 2007 yılında Katar takip etti ve GKRY'de bir büyükelçilik açtı. Akabinde iki ülke arasında imar, altyapı ve enerji alanında işbirliği hız kazandı.