#Moldova'da Türk izi #Bender Kalesi ve kitabesi Kanuni Sultan Süleyman Han'in Bender kalesine imzası ;
Ben Allah’ın kuluyum, bu dünyanın sultanıyım. Tanrı’nın inayetiyle Ümmet-i Muhammed’in başındayım. Allah’ın faziletleri ve Muhammed’in mucizeleri benimle beraber gelirler.
Adına Mekke ve Medine’de hutbe okunan Süleyman’ım ben. Ben, Bağdat’ta şah, Bizans diyarlarında kayser, Mısır’da sultanım. Donanmalarını Akdeniz, Mağrip ve Hind’e yollayan sultanım. Macar taht ve tacını alan ve onları bir kuluna bağışlayan sultan benim. Voyvoda Petru başkaldırdı,
ancak atımın ayakları onu toz eyledi; Boğdan’ı da fethettim. Sene 945 Kaleyi yapan tarihini yazan Osman’ın soyundan gelen Süleyman (Hicri 945/ Miladi 1538)”
Kitabe Mehmet Tutuncu hocamizin üstün gayretleri ile yeniden Kaleye monte edilmişti
Boğdan’ın (Moldavia) kuzeyinde Turla (Dinyester) ırmağı kıyısındaki Bender Kalesi Osmanlı Devleti’nin son sınır kalesini teşkil ediyordu. Eski adı Tighina (Moldavca Tişno) olan Bender bu adı Türk idaresi sırasında almış olup günümüzde de Benderj adıyla haritalara geçmiştir.
Bender Farsça’da “nehir kıyısında liman” anlamına gelmektedir. Arapça’da ise “pazar, ticaret yeri, mübadele yeri” mânasındadır. “Bir geçit veya boğazı koruyan istihkâm” anlamına da gelir. XIII. yüzyılda Tatarlar buraya hâkim olmuşlar, fakat Alexandru cel Bun (1400-1432) ve
Stefan cel Mare (1457-1504) Tatarlar’ı ırmağın karşı kıyısına sürdükten sonra burada sınırı korumak üzere küçük bir kale yaptırmışlardır. Petro’nun (Petru Rareş) 1538’de Kanûnî Sultan Süleyman’a yenilmesi üzerine kale Osmanlı idaresine geçmiş ve çok kuvvetli bir biçimde yeniden
inşa edilmiştir. Evliya Çelebi’nin, “Turla nehri kenarında bir tarafı alçak, cenup ve kıblesi yüksek, küfeki kayalar üzerinde kare şeklinde büyük ve yüksek bir kaledir ki her taşı fil gövdesi kadar vardır, sığır ve at karnı kadar sert kaya taşlardır” cümleleriyle tarif ettiği
kalenin, “Süleyman Han’ın mimarbaşısı Sinan Ağa b. Abdülmennan bu kaleyi yaparken bütün kudretini sarfedüp günâgûn ilm-i hendese üzre kuleler, musanna‘ metin burc ü bârûlar yapmış ki vasfında lisan kasırdır” diyerek Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş olduğunu ifade eder.
Mimar Sinan’ın çeşitli tezkirelerinde yaptığı her türlü eserin adları olmakla beraber kaleler yoktur. Fakat Sinan’ın Kanûnî’nin ordusu ile Kara Boğdan seferine katıldığı da bilindiğine göre bu sırada Bender Kalesi’ni de inşa etmiş olması tamamen ihtimal dışı sayılamaz.
Kalenin kapısı üstünde yerden 7 m. yükseklikte, 0,70 × 0,54 m. ölçüsünde bir mermer levhaya işlenmiş, Evliya Çelebi’nin çok yüksekte olduğu için okuyamadığını söylediği uzun bir kitâbesi vardı. Bu altı beyitlik kitâbede Kanûnî Sultan Süleyman methedilerek onun birçok yeri
fethetmiş olduğu ve Boğdan Voyvodası Petro’yu da mağlûp ettikten sonra 945’te (1538-39) kaleyi inşa ettirdiği bildirilir. Kitâbe sonraları Ruslar tarafından yerinden çıkarılmıştır. N. Ivanoviç Ilminski, N. J. Veselovski, Gottwald, N. A. Marks gibi Rus tarihçileri tarafından eksik
ve hatalı olarak yayımlanan bu kitâbe Romanyalı tarihçi Mihail Guboğlu (ö. 1989) tarafından etraflı bir makalede daha doğru bir biçimde incelenmiştir.
Evliya Çelebi 1656 yılında ziyaret ettiği Bender Kalesi’ni çok iyi tasvir etmiştir. Kuşatma sırasında kalede 12.000 müslüman
askerin bulunduğunu bildiren Evliya Çelebi, buradaki bütün asker ve muhafız kadrosunu inceden inceye belirtir. Kale surları “20 ayak eninde” kalın bir duvardır. Kara tarafında derin bir hendeği olmasına karşılık nehir tarafında hendek yoktur. Fakat bu tarafı iki kat duvarla
çevrilmiştir. Kalenin iki kapısından biri kıbleye bakan varoşa açılır. İki katlı olan bu kapının demir kanatları vardır, ayrıca hendek üzerindeki köprüsü de zincirli bir dolapla her gece yukarı alınır. Burada yukarıdan sürgü halinde inen bir de demir kafes bulunur.
İkinci kapı ise ırmak kıyısına kadar uzanan dış hisara açılır. Burada da nehir kıyısında bir su kapısı olup kale içindeki evlerde yaşayanlar su ihtiyaçlarını buradan sağlarlar. Gerek yukarıdaki esas kalede gerekse aşağı hisarda Sultan Süleyman’ın iki camii vardır.
Ağakapısı önünde iki şehid kabri bulunmaktadır. Kale dışında ise yüksekçe bir yerde bir namazgâh vardır. Çok derin ve temiz olan hendeğin kenarında içine çalı çırpı atılmaması için kalın direklerle bir çit uzanır. Evliya Çelebi ayrıca güzel bir İznik çanağının da süs olarak
duvara gömüldüğünü bildirir.
Evliya Çelebi Bender Kalesi hakkında daha pek çok bilgi verdikten başka kalenin batı ve kıble tarafındaki kasabadan da bahsederek burada yedi müslüman, yedi hıristiyan mahallesi ve dört cami, iki sıbyan mektebi, bir hamam olduğunu da kaydeder.
Bender Kalesi’nin adı bir serhad kalesi olarak XVII ve XVIII. yüzyıllarda sık sık tarihe geçmiştir. Bender Kalesi’nin tarih içindeki talihi, daha kuzeyde ve aynı stratejik durumda olan Hotin Kalesi ile aynı seyri takip etmiştir. Burada bulunan kalenin muhafızlarından biri
Muhsinzâde Abdullah Paşa idi. İsveç Kralı XII. Karl’ın (Demirbaş Şarl) Poltava Savaşı’ndan sonra (1709) Bender Kalesi dışında Varnitza adındaki bir yerde bir ev yaptırtarak 1711’e kadar bir süre burada yaşadığı bilinir. XII. Karl’ın ilticasının ardından Boğdan Beyi Mihal Rus
çarına gizlice haber göndererek Bender çevresinde konaklayan İsveçliler’i yok etmesini tavsiye etmiş, bu ihaneti sonradan öğrenen muhafız Çerkez Yûsuf Paşa Mihal’i ele geçirerek İstanbul’a göndermeden bir süre Bender’de hapsetmiştir. 1712-1713’te Bender muhafızı İsmâil Paşa
ile XII. Karl’ın adamları arasında “Kalabalık” olayı denilen silâhlı bir çatışma olmuş, sonunda İsveç kralı Bender Kalesi’nde Paşa Konağı’nda birkaç gün gözaltında tutulduktan sonra buradan Edirne’ye gönderilmiştir. Ruslar 1770’te iki ay devam eden bir kuşatmadan sonra Bender’i
almışlar, ancak bu olay kanlı bir facia halinde cereyan etmiş, kaledeki Türkler düşman eline geçmemesi için kendi elleriyle aile fertlerini öldürmek zorunda kalmışlardır. Bender Kalesi 1774’te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile tekrar Osmanlı Devleti’ne iade edilmişse de
1788-1789’da Ruslar tarafından tekrar ele geçirilmiştir. 1792’de Yaş Muahedesi ile bir kere daha Osmanlı Devleti’ne iade edilen Bender Kalesi 1812’de Bükreş Antlaşması ile kesin olarak kaybedilmiştir. Başbakanlık Arşivi’nde bulunan keşif ve tamirat defterlerindeki (
BA, Maliye, nr. M 3160, M 3162) bazı kayıtlardan öğrenildiğine göre 1178-1206 (1764-1792) yılları arasında, yani Bender Kalesi’nin el değiştirmeleri arkasından kale ve içindeki cami tamir görmüştür. Bender I. Dünya Savaşı’ndan sonra Romanya toprakları içinde Besarabya eyaletinin
bir şehri olarak kalmış, fakat 1944’te Romanya’nın yenilmesi üzerine Sovyet arazisine katılmıştır. Halen Sovyet Moldavya Cumhuriyeti toprakları içinde bulunmaktadır. Romanya idaresinde ikenkalede bir garnizon barınıyor ve içinde bir kiliseden başka subay lojmanları da bulunuyordu
Bender Kalesi’nin görebildiğimiz tek fotoğrafı, dört köşesinde dört yuvarlak burç yükselen kare biçimli bu serhad kalesinin gerçekten heybetli bir yapıya sahip olduğunu belli etmektedir. Bu bakımdan aynı karakterde olan Hotin Kalesi’nin bir benzeridir. Romanya idaresinde iken
esas kalenin etrafında dış hisarın kalıntıları ve toprak istihkâmları hâlâ görülebiliyordu. Bender Kalesi eğer gerçekten Mimar Sinan tarafından yapıldıysa onun sanat değeri bir kat daha artmaktadır.
Bu bakımdan tam bir rölövesi çıkarılarak incelenmesi Sinan’ın askerî mimarisini tanımada yararlı olacaktır.
110 yıl önce bugün 15 Kasim 1912'de Balkan Muharebeleri Sırasında #CisriMustafapaşa'da(Bulgaristan) Bulunan İngiliz Gazeteci Philip Gibbs’in İzlediği Balkan Harbinin simge fotoğraflarına yansıyan elim bir vaka İki Türk’ün İdam Edilmesi İle İlgili #TheGraphic Dergisine Yolladığı
Fotoğraflı Haber.
The Graphıc – 30 November 1912 No:2244
s:818-819
15 Kasım Cuma günü, akşamüstü günesi Marita’ya altın parıltıları gibi vurduğu zaman, arka bahçede yaşanan bir olayı izlemek üzere Bulgaristan Cisri Mustafa Paşa’nın ana caddesine gittim.
Binlerce insanın öldürüldüğü bir savaşta cinayet sonrası suçüstü yakalanan iki Türk’ün asılması pek de önemli bir olay sayılmazdı. Ancak onlar için hayatlarının son perdesinde arka bahçede Bulgar izleyiciler önünde sergileyecekleri davranış, Türk hakimiyetinde geçen yıllarda
Siyasal bir söylem ve yalandan ibaret olan 1915 olaylarıyla Her 24 Nisan ısıtılıp gündeme getirmeye çalışanların asıl amacı üzeri bir duvar gibi örülmeye çalışılan bir gerçek olan bizim bile hatırlamadığımız 144 yıl önce bugün (24 Nisan 1877) 93 harbi ile başlayan 5 milyon
soydaşımizin canına ırzına malına malolacak bununla birlikte yerinden yurdundan vatanindan edecek 19 yy başlarindan ilk Sırp isyanları ve ilerdeki isyan ve katliamlara örnek teşkil edecek 1821'deki Yunan isyani, 93 harbi ile Balkan Harbi katliamlari ve soykırmlarıdir
Asil soykırim ve katliam 1804'den 1912 kadar olan süreç içinde isyanlar ve 144 yıl önce bugün başlayan 93 harbi ile 1912 deki Balkan harpleri neticesinde Balkanlarda Türklere karşı yapılmiştir..
"Bizim sanatımızın mertebesinden, milletimizin ululuğundan en ufak bir şüphemiz yoktur ki başkalarının ağzına bakalım. Böylece en temiz ve saf şekilde sanat ifadesine erişen millet, çapraşık yollara giremez. Ezelden, büyük nimete erişmiştir; onun kadrini bilmelidir"
Büyük Türk mimar-mühendisi ve mimarlık tarihi araştırmacısı Ekrem Hakki Ayverdi'yi vefatının 37.yılında rahmet ve saygı ile anıyorum
Osmanlı nın Kendini En İyi İfade Ettiği Sanat Kolu Mimaridir
''Abideleri seviyor musunuz? Seviniz; çok seviniz. Eğer üstünde durmadınız, onlarla bir alış – veriş kurmadınızsa kalb gözünüzü açınız; abidelerle konuşmayı öğreniniz. Bunun için lüzumu kadar temas imkânı hazırlayın.
Tüm Çocuklarımızın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun
Turgut Özakman'dan bir çocuk hikâyesi ;
Sakarya Savaşlarının ilk günleriydi. Ordumuz bazen zor zamanlar yaşıyordu. Tam bir ölüm kalım savaşı idi. Vatan savunmasında çok büyük kayıplar veriliyordu.Sakarya
boylarında zor zamanlar yaşanıyordu. Sakarya boylarında ordumuz bozulsa Ankara'yı kaybedecek, belki de her şeyi kaybedecektik.
İstanbul büyük bir heyecan içinde savaşın sonunu bekliyordu. İngiliz işgaline rağmen İstanbul Hilâl-i Ahmer Şubesi(Kızılayı), kendiliğinden İstanbul’da
birkaç yerde Anadolu’ya bir yardım kampanyası başlattı. Toplanan yardımlarla askerlere silah, cephane temin edilecekti.
Bu bir vatan savunmasıydı.
Yardım toplanan Hilâl-i Ahmer Şubelerinin önünde uzun kuyruklar oluşuyor, herkes gönlünden ne koparsa veriyordu.
Güzel #İşkodrâ !! #Rumeli'nin çiçeği ıhlamur kokulu şehri, #Üsküdar'ın isimdaşi idi (Scutari) Çoğumuzun ismini bile bilmediğimiz yada unuttuğumuz Rumeli'den en son çiktiğimiz kale ve bir Vatan topragi idi !! 108 yıl once bugün veda ettik
Kaybının 108. yılında (22-23 Nisan 1913 ) güzel hatıraları ile yad ederken başta #İşkodra Müdafii Şehit Hasan Rıza Paşa olmak üzere tum.şehitlerimizi Rahmet ve saygiyla.aniyorum..
108 yıl önce #İskodra'ya veda 22-23 Nisan 1913 Balkan Harbinde Rumelide'ki son toprağımız İşkodra'da (Arnavutluk) Osmanlı Yönetiminin sonu ;
Karadağ Kralı Nicholas şehri Esat Toptani'den teslim alıyor
Bulgarlar, 3 Kasım’da Çorlu’yu, 6 Kasım’da Tekirdağ’ı işgal eder. Hedef Çatalca üstünden Çarigrad’dır (İstanbul). “Osmanlı ordusu kalıntıları, kovalanmadıkları için”, rastgele yönlere yayılırlar. “Kırlarda, ovalarda 100.000 kaçan asker
yürüyor, dolaşıyor, ‘Ekmek! Ekmek!’ diye bağırıyordu. Korkunç kâbus –açlık- kahrediyordu”. Yenilenler, “aç, tok yürümek zorundaydı. IV., I. ve II. Kolordular, sürü manzarasını taşıyordu. Ne amir vardı, ne emir. Askerler silahlarını atmışlardı. Çoğu, o müthiş soğukta, postallarını
bile çıkarmıştı, aralıksız sağanak altında yalınayak yürüyordu. Çünkü çamura bulanmış olan postallarının ağırlığını o batak yollarda çekmeye takatleri yoktu. Bütün çevre köy ve kasabaların sakinleri de arabaları, eşyaları, hayvanları ve çocuklarıyla İstanbul’a akın ediyorlardı..