My Authors
Read all threads
#TürkçülerGünü
İranlı dini Lider Rehber Ali Hamaney diyor ki;
"Türkçe'yi (çocuğunuzla) konuşun ki öğrensin.Bunlar okulda, sokakta bir şekilde Farsça'yı öğrenecek zaten.
Siz evde Türkçe'yi öğretin ki Türkçe bilsin.Yine Farsça'yı da öğrenecektir.Böylece iki dili de bilmiş olacak."
Rehber Seyyid Ali Hamaney Türk kültürüyle yetişmesine rağmen kavmiyetçi bir tutumla bu tavsiyeyi yapmıyor. Tarihin büyük kadim milletlerinden olan Türklerin İran'da asimile olmaması için Türk kültürünün korunması gerektiğine her fırsatta önemle vurgu yapıyor.
Türk milletinin tarihsel serüveni, İslam ile tanışma süreci, Ehlibeyt (a.s) dostu olması ve son yüzyılda emperyalizme karşı bir direniş hareketi olarak Şii kökenli aydınların öncülüğünde başlayan Türkçülük fikriyatı hakkında detaylı bir yazı hazırlıyorum.
Yazımızı 2 ana bölüm halinde paylaşacağım.1.Bölüm Türklerin İslamlaşma süreci ve Ehlibeyt (a.s) öğretilerini benimsemesi.2. Bölüm Osmanlı'nın yıkılış süreci ile başlayan emperyalizme karşı bir direniş hareketi olarak doğan Türkçülük fikriyatının oluşumu ve hedefinden saptırılması
"Şah İsmail gençliğinde himmet etti. Ehlibeyt (a.s) aşıklarını, din ve marifet aşıklarını kendisiyle yoldaş etti. İran'ı bu toprakları kurtardı. Ehlibeyt Mektebini bu topraklarda ve bu bölgenin halkının kalbinde hakim etti."
Rehber Seyyid Ali HAMANEY
Şiilik İran'da Osmanlı zulmünden dolayı Anadolu'dan kaçan Türk boyları tarafından yayılmıştır. Meselenin daha iyi anlaşılması için bu sosyolojik hatırlatmayla başlamakta yarar görüyorum. Yani siyasi olarak Alevi/Şii örgütlenmesi Anadolu'da başlamıştır.
Hz. Muhammed (saa) ölümüyle başlayan Ehlibeyt (a.s) baskı ve zulümler Emevi iktidarı ile zirveye ulaştı. Kerbela faciasından sonra Emevi İslam'ı baskı ile müslümanlar arasında yayılmaya başladı.
Emevilerlerin fetihçi politikasıyla Talkan Katliamı‘nda bazı kaynaklara göre 100.000 Türk katledilmiştir, bunun yanında 50.000 ‘den fazla Türk köle ve cariye olarak pazarlarda satılmıştır. Bu katliamlardan sonra Türklerin Emevi İslam'ına karşı kini başlamıştır...
TARİHİN EN ALÇAK SOYKIRIMLARINDAN BİRİ – TALKAN KIRIMI
Zalim emevi komutanı Kuteybe’nin adamları Türkistan'da eli kılıç tutabilen ne kadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler. Kuteybe bu soykırımı diğer beyliklere ibret olması için yapar...
Emevi komutanı Arap Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar Türk öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar. Bu yolun 4 fersah ( 24 Kilometre.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur...
Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir. Türkler,Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri İslam adına sırf diğerlerine ibret olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır.
Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer. Erkeklerin çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alır. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.
Kuteybe daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar. Erkekleri kavga ederek can verirler.Tüm şehir yakılır. Araplar bu şehre yakılmış şehir manasında Muhtereka derler...
emevi komutan Kuteybe,Faryab’dan sonra, Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i abluka eder.2 ay müddetle devamlı olarak buraya saldırır lakin bir netice alamaz.Aynı zamanda kış yaklaşır.Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.
Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür. Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim ismindeki adamını gönderir. İbni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir.
Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Türk Tarhan’ın Kuteybe’nin önerisini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur. Komutanları ile görüşüp önerisi kabul ederler. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.
Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, çevresi hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur. Kuteybe aynı zamanda Tarhan’ı hemen öldürmez.Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar. Haccac Tarhan için, “ O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür” der.
Kuteybe önce Tarhan’ın iki erkek çocuğunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür... Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.
Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht dövüşü vardır. Kuteybe Caygan’la işbirliği yapar. Önce Havarizat ile çevresindekileri öldürtür.
Arkasından Camhud melikini yenerek 4000 civarında tutsak alırlar. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin buyruğu üzerine öldürülürler.
Bu olay, Ziya Kitapçı”nın, İslam Tarihi ve Türkler isimli kitabında aynen şöyle anlatılır ;
Bu harblerden birinde, et-Taberi”nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre, bir defasında Abdurrahman b.Müslim, Kuteybe’ye,4000 esirle gelmişti.Kuteybe, Abdurrahman’ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir alana kurulmasını istedi.
Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe,bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına,bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesinide önüne dizilmelerini söylemiş ,sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını buyurmuştur.
Cebbar, zorba, vicdansız Arap komutanının çevresinin bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldi. Bu harplerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu. Nitekim bu vahşetten sanki gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır;
”Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış perişan Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir anımsayınız.

Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Yalnızca ata bile binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler.”
Harzem’de ayaklanan halk, Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı öldürür. Bunun üzerine, Kuteybe bütün Harzem’i yakıp yıkar, halkı kılıçtan geçirir. Harzemli tanınmış Türk bilgini, Biruni Harzem’deki muasırlığın yok edilişini şu şekilde anlatır.
“Kuteybe, her çareye baş vurarak Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, ananelerini savunanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylelikle herşey karanlıklara gömüldü. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi ile ilgili bilinenleri artık öğrenme imkanı bırakmadı.
Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine yürür.Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türklerden yardım ister.Taşkent ve Fergane’den yardım gönderir, ama gelen birlikler yolda Kuteybe’nin askerleri tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler.
Semerkant, abluka edilir. Araplar mancınık ateşi ile saldırırlar. Daha fazla dayanamayacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır. Bu anlaşmaya göre,
1.Semerkant Araplara her yıl 2.200.000 altın ödeyecektir..
2.Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak verecektir.
3.Şehirde Cami yapılacaktır.
4.Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır.
5.Tapınaklardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecektir...
Kuteybe’nin Merv’e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında işgalci Müslümanlara karşı bir direniş birliği kurarlar. Ara ara Ceyhun ırmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi zararlar verirler. Haccac Kuteybe’ye Taşkent ve Fergana’yi işgal etmesi direktifini verir.
Kuteybe Taşkent’e gider fakat başarılı olamaz. Bu arada Haccac can verir. Halife Velid, Kuteybe’ye Türklere karşı savaşları devam ettirmesini söyler. Kuteybe bu sefer Kasgar’a doğru yola çıkar. Tam Kasgar’ı abluka edecekken Halife Velid can verir,
yerine Süleyman ibni Abdülmelik halife olur. Bu yeni Halife ile arası hiç iyi olmayan Kuteybe Kasgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak kendi komutanları tarafından 11 yakını ile beraber 716 yılında kafası kesilerek öldürülür.
Zira Zalim emevi komutanı Kuteybe’nin yardımcıları Halifeye karşı gelmek istememişlerdir...
Tarih-i Taberi / Cilt 3/(Syf-343) Aşağıdaki pasajlar direk Taberinin anlatımından alınmıştır.
"Her kim Türk’lerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi müslümanlar bir bir Türk’lerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar.
Ve Türk’leri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mübaleğa ile mal ve ganimet alıp yeniden dönüp Merv’e geldiler.Yaz gelince Kuteybe Horasan şehirlerine nameler gönderip asker topladı. Sonra göçüp Talkan’a vardı. Şehrek ki Talkan meliki idi. Neyzekle bağlaşık idi.
Kuteybe’nin geldiğini duyunca kaçtı. Kuteybe Talkan’a girdiği zaman hükmetti ki ahalisini kılıçtan geçireler. Ne kadar kırabilirlerse kıralar. Bunun üzerine Kuteybe’nin askeri orada sayısız Türk öldürdü.
Söylenti odur ki 4 fersenk yol iki taraftan muttasıl ceviz ağacı dallarına adamlar asılmış idi. Oradan göçtü. Mervalarüd’e kondu. Oradaki melik kaçtı. Kuteybe onun da iki erkek çocuğunu tuttukta kalan şehrin beyleri itaat edip istikbale geldiler.(Syf-344)
Kuteybe diye konuştu: – Vallahi şayet benim ömrümden üç söz söyleyecek kadar vakit kalmış olsa bunu cildim ki (Uktülühü uktülühü uktülühü). ( Hepsini öldürün, hepsini öldürün, hepsini öldürün )
Bunun üzerine Neyzek’i ve iki kardeşi erkek çocukları ki biri Sol ve biri Otman’dır. Ve yine o kendisi ile mahsur olanların hepsini öldürdüler. Hepsi 700 adam idi. Emretti başlarını kesip Haccac’a gönderdiler. (Syf-347)
Bu 70 sene süren Türk- Emevi Arap savaşlarının en ehemmiyetli noktaları ve sonuçları ;
1- 100.000’in üstünde Türk katledilmiştir.
2- 50.000’in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
3- Şehirler yağmalanmış , ganimet diye halkın herşeyi talan edilmiştir.
4- Tüm zenginlikler , tarihi yapıtlar yokedilmiş , yakılmış , yıkılmıştır.
5- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamında” 40.000 Türkün kesilerek 24 kilometre yol süresince ağaçlarda sallandırılmıştır.( Tarihte örneği çok azdır.)
6- Aynı şekilde “Curcan Katliamında da esir alınan 40.000 Türk’ün nehir kenarında kafaları kesilmiş , nehrin suyu kıpkızıl olmuş , cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
7- “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman yerine getirilmemiş , Emevi İslam'ına göre “Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
8- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet ele geçirmişlerdir.
9- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden bile görmemişlerdir.
10- Bu tarihi gerçekler “Türkler özüne dönmesin” düşüncesiyle gizlenmekte , söz edilmemektedir.
Türkçü politikacılar bile konuyu geçiştirmektedir. Bundan da Emevi İslamını kendine rehber edinen tekfirciler ve emperyalistler nasiplenmektedir!
Irkçı Emevi İslam'ının zulmünden dolayı İslam'a ön yargılı yaklaşan Türkler aynı barbarlığı İslam Peygamberinin evlatlarına da yapıldığını fark ettiklerinde Öz Muhammedi İslam'ı yani Alevi/Şiiliği benimsediler...
Kerbela da Hz. Hüseyin’in (a.s) şehit edilmesinden sonra Emevi baskısından, zulmünden ve öldürülmekten kaçan birçok Ehl-i Beyt ve taraftarlarından bazıları perişan bir vaziyette Orta Asya’ya göç etmiş, Horasan, Türkistan ve Maveraünnehir bölgelerine yerleşmişler
ve Türklere sığınmışlardır. İslam’ın Türkler arasında hızla yayılmasına sebep olmuşlardır.
Türk-İslam kültürünün harmanlandığı Türkistan’da Ahmet Yesevi’nin yaktığı İslam iman ateşi ve Ehl-i Beyt sevgisi gelişerek büyüyen yetiştirdiği Erenler, Pirler, Ahiler, Alimler, Anadolu ve Balkanlara kadar taşıdıkları bu iman ateşini ve Ehl-i Beyt sevgisini yaymışlardır.
Merhum Abdülbaki Gölpınarlı hocamızın yayınlanmamış notlarına bir ara göz atma imkanım olmuştu. Oğlu Yüksel abi ilk eski Türkçeye çevrilen Kuran mealini göstermiş ve tercümelerin abdest mesh ayeti vs. aynen Şiilikteki gibi olduğunu incelemiştik.
Kuran’ın ilk Türkçe tercümesi 11 yy ait. Günümüze kadar gelebilmiş mealler içinde en eski Türkçe Kuran meali Muhammed bin el-Hac Devletşah eş-Şirazi tarafından hazırlanan bu 902 sayfalık tercümedir. Bu nüsha Türk İslam Eserleri Müzesi (TİEM) No. 73’te kayıtlıdır.
Kuran Kültür bakanlığımız tarafından da günümüz Türkçesine aynen aktarılmış. Şuan bulamadım ama İstanbul'a gittiğimde ilk fırsatta bu konuyu da gündem etmeyi düşünüyorum. Bu vesileyle Abdülbaki Gölpınarlı hocamızı rahmetle anıyorum!
Osmanlı Devleti kurcularından Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, Orhan Gazi ve devam eden padişahlar, Allah’a, Hz. Peygambere, Kuran’a bağlı, Ehl-i Beyt’e (a.s) sevgi ve saygı içinde idiler.
Orhan Gazi mezarının üzerinde “Ya Rabbim! Bizi ahiret günü Ehl-i Beyt’in (a.s) şefaatinden mahrum bırakma ve onları bizden razı et” diyerek, onlara olan sevgisini dile getirmiştir.
Ehl-i Beyt soyundan, Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere “Şerif”, Hz. Hüseyin’in soyundan gelenler de “Seyyid” denilirdi. Bunlara gösterilen sevgi, saygı ve itibar nedeniyle, onlara ait işleri görmek için, mensuplarına mahsus özel kaide ve düzenlemeler yapılmış,
teşkilatlar kurulmuş buna da “Nakib-ül-eşraf” deniliyordu. Bu görevli, Hz. Peygamberin torunları olan kişilerin işlerine bakar, neseplerini kayıt altına alma, doğumlarını ve vefatlarını deftere geçirme ve itibarlarını zaafa uğratacak hal ve hareketten ve günaha girmekten koruyup,
İslam edebine göre yaşamalarına itina gösterirlerdi.Çalışma imkanı olmayan ve muhtaç durumda olanlara da maaş bağlanır, vakıf ve imaretlerden pay verilir, vergiden muaf tutulurdu.
Seyyid ve Şeriflere verilen belgeye “Siyadet Hücceti” denilirdi. İlk Nakib-ül-Eşraflık Yıldırım Bayezıd zamanında kurulmuş, ilk göreve tayin edilen Hz. Peygamberin (saa) neslinden Seyyid Ali Nata bin Muhammed’dir.
Bunlar devlet merkezinde bulunur, kendi konakları olur ve maiyetinde çalışanlar bulunurdu. Taşrada da yine Ehl-i Beyt soyundan Nakib-ül-Eşraf kaymakamları olurdu. Vazifeleri arasında, padişaha kılıç kuşandırma ve teslim edilen “Sancak-ı Şerifin” taşınması da var idi.
Padişah sefere gittiği zaman yanında Nakib Efendiyi ve Seyyid ve Şerifleri de götürürdü. Savaş sırasında Sancak-ı Şerif altında Seyyidler ve Şerifler “Tekbir ve Salavat-ı Şerif” getirirler ve dualar okurlardı.
Osmanlı İstanbul'u alıp Roma devlet geleneğini Türk devlet geleneğinden ayırmaya başlayana kadar Türkmen Alevi/Şiiler ile ciddi bir ayrışma yaşanmamıştır. Çünkü Anadolu'nun büyük bir kısmı Ehlibeyt (a.s) dostu Alevilerden oluşmaktaydı...
Daha önce de belirttiğimiz gibi Hz. Muhammed (s.a.a.)’in emanetleri ailesi 681’de Kerbelâ’da Hz. Hüseyi ile beraber şehit edilmesi sonucu Türkistan’a göç eden Hz. Peygamber’in torunları lehine, Horasan ve Mâverâünnehir bölgelerinde geniş bir kamuoyu oluşmuştur.
Emevîler tarafından mağdur edilen Ehl-i Beyt’in İslam’a davet çağrıları, mağdûr ve mazlûmun yanında yer alan Türkler arasında büyük bir rağbet görmüştür.
Hz. Peygamberin (saa) evlatlarının haksız yere Emevîler tarafından öldürülmüş olması, bu katliamdan geride kalanların da perişan bir vaziyette göç ederek aralarına sığınması, Türklerin Ehl-i Beyt’e muhabbetini daha da kuvvetlendirmiştir.
Türkistan’a gelen Ehl-i Beyt imamları, tasavvuf erbabı ve tüccarlar, İslâmiyet’in bu coğrafyada yayılmasına önemli katkıda bulunmuşlardır. Samarra’da zorunlu ikamete tâbi tutulan imamlar, Kur’an’ın anlamını, Hz. Peygamber’in sünnetini,
İslâm’ın temel prensiplerini, sade bir dille çevrelerindeki insanlara anlatmışlardır. Sevgi ve saygıya dayalı bu birlikteliğin olumlu yönde geliştiğini gören yeni Müslüman olmuş Türkler, on birinci İmam Hasan’a, "Asker" (bizden) diye hitab etmişlerdir.
Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig adlı eserindeki şu ifadeler, Ehl-i Beyt’in Türkistan’da nasıl muamele gördükleri konusunda, doğrudan bilgi vermektedir: "Hizmetkârlardan başka ve beyin adamları dışında, münâsebette bulunacağın kimselerden bazıları, Peygamber’in neslidir.
Bunlara hürmet edersen, devlet ve saâdete kavuşursun. Bunları pek çok ve gönülden sev; iyi bak ve yardımda bulun. Bunlar, Ehl-i Beyt’tir. Peygamber’in uğurudur. Ey kardeş! Sen de onları, Sevgili Peygamber hakkı için sev." (Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig)
Ahmed Yesevî, Hikmetlerinde, Ehl-i Beyt (a.s) sevgisini işlemiştir. O, İslâm’ın yeryüzüne yayılması sürecine önemli katkılarda bulunan Hz. Ali’nin kahramanlıklarını şöyle destanlaştırmıştır:
"Sıfat kılsam Ali şîr-i Hüdâ’dur, Ki şemşîr birle kâfiri kıradur. Ali İslâm üçün kanlar yutadur, Ki İslâm tuğını muhkem tutadur. " (Hoca Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, haz. Hayati Bice, Ankara, 1993, T. D. V. Yayını, s. 56)
Horasan üzerinden Anadolu’ya gelen "seyyidlik kurumu", Hz. Hüseyin soyundan gelen Ehl-i Beyt’le Türkmen oymakları arasında, kız alıp kız verilmesiyle oluşmuştur.
(Alemdar Yalçın, Hacı Yılmaz, "Kargın Ocaklı Boyu Yeni Belgeler", Hacı Bektaş Velî Dergisi, S. 21., ss. 13-89., s. 14)
Kur’an ve sünnetin öngördüğü din esaslarını, Ehl-i Beyt’in adâlet, hoşgörü ve muhabbete dayalı yorumlarından öğrenen nesiller, Yüce Peygamber’in önderliğine ve
Hz. Ali’nin evlatlarına bağlılıklarını tarih boyunca devam ettirmişlerdir.
Orta Asya’da sevgi ve saygı ile muamele gören Peygamber nesli, daha sonra İslâm’ın yeni coğrafyalara yayılması, yeni gönüllere girmesi amacıyla Anadolu’ya (Diyâr-ı Rûm) gelmişlerdir. Veli Baba, Ehl-i Beyt olan dedelerinin Anadolu’ya gelişlerini şöyle anlatmaktadır:
"Zaman-ı kadîmde Ehl-i Beyt’ten bizim ceddimiz, Aliyyü’l-Medenî Medîne’den Bağdat’a ve Bağdat’tan Malatya’ya geldiği gibi, yine Ehl-i Beyt’ten evlâd-ı Haşan ve Hüseyin’den bazılarının Hicaz’dan bilâd-ı Rûm’a ve Mâverâü’n-Nehir’e geçmiş oldukları da elde mevcud olan kütüb-ü ensâb
ve tevârihte mezkûrdur. Ehl-i Beyt’ten ekâbir-i ehl-i keşf ve ayan ve erbâb-ı ilm ü akl-ı selîm ile diğerleri teşyid-i menarı (binasını yükseltmek)
devlet-i âliyye ve takviyye-i saltanat-ı seniyye emrinde dâima ve hâlen sa’idirler. (VelîBaba Menâ- kıbnâmesi, haz. Bedri Noyan, İstanbul, 1995, Can Yayınları., s. 69)
Ehi-i Beyt neslinden geldikleri için "seyyid" şeklinde isimlendirilen insanların, Anadolu’da onlardan önce gelenler tarafından nasıl karşılandıkları ile ilgili çarpıcı bir örnek de XV. yüzyılda yaşadığı rivâyet edilen Koyun Baba’dır.
Koyun Baba Anadolu’da, Hz. Muhammed’in çok sevdiği torunu, Kerbelâ şehitlerinin serdarı Hz. Hüseyin’in bir armağanı, Fatımatü’z- Zehra annemizin evlâdı olarak karşılanmıştır, insanlar, ona çirkin sözler söylemekten kaçınmışlar, kötülemekten uzak durmuşlardır.
Onun yoluna canla başla bağlanmışlar, bu bağlılığı da, bahtiyarlık addetmişlerdir. (Kutiu- ay Erdoğan, "Alevîlerde Dedelik Kurumu ve Değişme Olgusu Karşısında Toplum Yapısı", Folklor ve Edebiyat Dergisi, ss. 121-126, s. 123)
Odman Baba’dan Garip Dede’ye, Pîr Baba’dan Abdal Mûsâ’ya kadar, Ehl-i Beyt neslinden yüzlerce mânâ sultânının, nasıl sevildiklerini anlatmak, bu makalenin sınırlarını aşmaktadır.
Ehl-i Beyt neslinden gelen seyyid ve şeriflere, Selçuklu ve ilk dönem Osmanlı Devleti tarafından icâzetnâmeler verilerek, gereken sevgi ve saygıyı görmeleri temin edilmiştir. Bu sevgi ve saygı, onların İslâm dininin öğretimi konusundaki etkinliklerine büyük güç kazandırmıştır...
Anadolu’da seyyidlik icâzetnâmesinin ilki,734 yılında Kureyşan Ocağı’na verilmiştir.Selçuklular döneminde,I. Alaaddin Keykûbat, Erzincan bölgesine gelerek,orada yaşayan oymakların ileri gelenlerini biraraya toplamış,İslâm dinini en iyi bilen kişilerin tesbit edilmesini istemiştir
Yapılan seçmede, Ehl-i Beyt nesli olan seyyidler, ilim ve ahlâkları ile öne çıkmışlardır. Keykubat, dinin, bu kişiler tarafından öğretilmesini emrederek, onlara Hz. Peygamber soyundan geldiklerine dair icâzetnâmeler verilmesini istemiştir.
Seyyidlik beratı olan her öğreticiye de, "hakk’u-llah" adı altında menkul ve gayr-i menkuller bağlanmıştır.
Türklerin din ve maneviyat tarihinde, Ehl-i Beyt soyundan gelen seyyid ve şerîfler, İslâm dinini tüm berraklığı ile yaşayan ve öğreten kişiler olmaları yönüyle, her zaman sevgi ve saygı görmüşler, etraflarına geniş kalabalıkları toplamışlardır.
Kültürümüzde Hz. Ali sevgisi
Hz. Ali (as), sağlığında Hz. Muhammed (s.a.a.)’in övgüsüne mazhar olmuş bir sahabedir. Hz. Peygamber’in bu övgüsü, tekke ve dergâhlarda iyi algılanarak, Hz. Ali’ye karşı güçlü bir muhabbet beslenmiştir.
Hz. Ali, İslâm Tasavvuf Düşüncesi’ni derinden etkilemiş bir sahâbîdir. Onun ilmi, ahlâkı, zühd ve takvâsı, yani ibadet hayatına verdiği önem, sûfiler tarafından örnek alınmasını beraberinde getirmiştir.
Gerek Ahî, Bektâşî dervişleri, gerekse diğer tarîkat erbabınca, Hz. Ali’ye "Şâh-ı Ve- lâyet" ve "Sultân’ül-Evliyâ" lâkapları uygun görülmüştür. Âşık Vîrânî’ye göre, Hz. Ali’ye duyulan sevgi, Allah’ın inayetine sebeptir.
Çünkü, velâyet kabzasını elinde tutan Hz. Ali, Allâh’a giden yolların öğreticisi olmuştur:
"Her kim ki sever cân ile Şâh-ı Velâyeti,
Hakk’ın anadır çünkim bilesin inâyeti."
(Âşık Vîranî Divanı, haz. M. Halid Bayrı, İstanbul, 1957, Maarif Ki- taphanesi.s. 110)
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî adlı eserinde, Hz. Ali’nin yüzüne tüküren düşmanını affetmesini tasvîr ederken, fütüvvet ahlâkını uzun uzun açıklar.
Mevlânâ, Hz. Ali’ye hücûm ettiği halde mağlûb olan, sonra da yüzüne tükürdüğü halde Hz. Ali tarafından affedilen düşmanın hayret psikolojisini, yine onun dilinden şöyle ifade etmektedir:
(Hz. Ali’ye hitaben) "Şendeki hilim kılıcı, canımızı kesti. Bilgi suyun da, tozumuzu ve toprağımızı temizledi."
(Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî, trc: Şefik Can, İstanbul, 2003, Ötüken Y., c. I, s. 240)
"Haydar-ı Kerrâr" ve "Şâh-ı Merdân" sıfatlarıyla da anılan Hz Ali,ilmi yanında cesaret ve şecaati ile de gönüllerde yer etmiştir.Onun İslâm’ın yayılması için canı ve malı ile gayret gösteren bir kişiliğe sahip olması,tâlip ve dervişlerin hayat anlayışlarını derinden etkilemiştir
Özellikle savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar, destanlaştırılarak dilden dile anlatılmış, kalplerde yer etmiştir. Yemînî, Fazî- letnâme’sinde onun İslâm’ın yayılması için yaptığı fedâkârlık ve kahramanlıkları şöyle dile getirmektedir:
"Nice putperest ehl-i zün- nâr (Hıristiyan),
Dîn-i Ahmed’e eylediler ikrar.
Nice ger zât kişi ateşperesti (Mecûsî),
Yıkıp tahtın yüzünü yere bastı.
Zülfikâr korkusundan ehl-i zünnâr, Muhammed dinine etmiştir ikrâr."
(Yemînî, Fazîletnâme, İsmail Özmen, Alevî-Bektâşî Şiirleri)
Hz. Ali, İslâm’ı, Arap yarımadasının dışına kadar götüren bir iman cengâveridir. Bu yönüyle, Allah uğrunda savaşan Yeniçeri’ye, bütün Gazî’lere ve Alp’lere örnek olmuştur.
Hz. Peygamber ve Hz. Ali neslinden gelen Seyyid Battal Gâzî, Anadolu’yu Müslüman Türk’e açan yeşil sarıklı kahramanlardan birisidir.
(Seyyid Battal Câzî’nin menkîbeleri ile ilgili olarak bkz. Behçet Kemal Çağlar, Seyyid Battal Gâzî Destanı, İstanbul,
1968, Ak y.)
Yemînî, Hz. Ali’nin sınır tanımayan mücâdele coğrafyasını şu satırlarda dile getirmektedir:
"Ne Türkistan kaldı ne Bedehşan, imana davet etti Şâh-ı Merdân.
Şehâdet getiren buldu necâtı,
İnanmayan gösterdi memâtı.
Muhammed dini ile tuttu kuvvet,
Küfür ehlinde hiç kalmadı kudret."
Hz. Ali’nin kahramanlığını anlatan; "Lâ fetâ illâ Ali, lâ seyfe illâ Zülfikâr" metni, tekkelerde zevkle okunan Zülfikârnâme’lere "redif", Yeniçeri Ocağı’nın sancağına "sembol" olmuştur.
Vâhib Ümmî, Zülfikârnâme’sinde Hz. Ali’yi şu mısralarla methetmektedir:
"Varına kıldı nazar, ol Hâlik-ı perverdigâr, Zât-ı Hakk’ın emriyle Düldül’e oldu süvâr, Na’rasınun heybetinden kâfir oldu târumâr, Lâ fetâ illâ Ali lâ seyfe illâ Zülfikâr."
(Vâhib Ümmî, Dîvân, haz. Ali Torun, Ankara, 1987,Gazi Ü. S. B. E., Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s.340)
"Lâ fetâ illâ Ali lâ seyfe illâ Zülfikâr" metnindeki "fetâ" (genç) kelimesinden türetilmiş olan fütüvvet, Ahîlik ve Bektâşîlik geleneklerinde temel anlayış hâline getirilmiştir. Fütüvvet kelimesi, Hz. Ali’nin cesaret ve kahramanlığı kadar,
onun ahlâk ve fazîletini de temsil etmektedir. Ahî, Bektâşî Fütüvvetnâme ve Erkânnâme’lerinde fütüv- vetin on iki şartı olduğu ifade edilmiştir: 1. Eline sahip olmak, 2. Beline sahip olmak, 3. Diline sahip olmak, 4. Aşına sahip olmak, 5. İşine sahip olmak, 6. Eşine sahip olmak,
7. Sofrası açık olmak, 8. Alnı açık olmak, 9. Gönlü açık olmak, 10. Gazabını yutmak ,11. Gördüğünü örtmek, 12. Görmediğini söylememek.

(Bkz. İbrahim Arslanoğlu, Yazarı Belli Olmayan Bir Fütüvvetnâme, Ankara, 1997, Kültür Bakanlığı Yayını, s. 40; Şevki Koca,)
Hz. Ali’nin fütüvveti ile ile ilgili yaşanmış örneklerin sunulduğu en önemli eserler, kuşkusuz Cenknâme’lerdir. Cenknâmeler, tekke ve dergâhlarda, köy odalarında yoğun bir şekilde okunmuş, Hz. Ali’nin Islâm’ın yayılması için yaptığı mücadeleleri anlatan menkîbeler,
insanlarımızın zihin ve gönüllerine kazınmıştır. Milletimizle özdeşleşmiş olan cesâret, kahramanlık, fedâkârlık ve vefâkârlık gibi duyguların gelişmesinde bu menkîbelerin tesiri büyük olmuştur.
İnsanımızın zihninde Hz. Ali, din ve imanla özdeşleşmiştir. Onun ahlâkını örnek alanlar, örnek olmuşlardır.
Hz. Fatıma, Hz. Haşan ve Hz. Hüseyin sevgisi
İslâm dünyası dikkate alındığında, belki en çok Ahmed, Mehmed, Ali, Veli, Fatma, Hasan ve Hüseyin isimlerine Anadolu’da rastlanılmaktadır.
Bunun sebebi, Ehl-i Beyt sevgisinin milletimizin ortak paydası olmasıdır. Âşıklarımız, şairlerimiz güzel duyguları, güzel ahlâkı, iyilik, asalet ve fazileti, onların isimlerini ser levha ederek anlatmışlardır.
Onlar masûmiyeti, sadeliği temsil etmişler, gül-i Muhammedi’nin hoş kokusunu tarihin her sayfasına sindirmişlerdir.
Yunus Emre, gönlündeki Ehl-i Beyt sevgisini mısralara şu kelimelerle taşımıştır:
"Şehidlerin ser çeşmesi evliyânın bağrı başı,
Fatma ana gözü yaşı, Hasan ile Hüseyin’dir."
"Hazret Ali babaları, Muhammed’dir dedeleri,
Arşın iki gölgeleri Hasan ile Hüseyin’dir."
(Yunus Emre Dîvânı)
Ehl-i Beyt’i seven milletimiz, onlara yapılan haksızlıkları, en yakın akrabalarına yapılmış kabul ederek üzülmüş, Mersiye’lerin hüzünlü atmosferinde bu acıyı işlemiştir.Niyâzî Mısrî, Hz. Muhammed’in Ehl-i Beyt’ine olan sevgisini ve onlara revâ görülen eziyetlere üzüntüsünü,
şu satırlarda dile getirmektedir:
"Ol Hasan hazretlerine zehr içirdi eşkıyâ,
Hem Hüseyin oldu susuzluktan şehîd-i Kerbelâ,
İkisidir aslı nesli cümle âl-i Mustafâ,"
Ben anın âl’ine evlâdına kurbân olayım.
(Niyâzî Dîvânı, Maarif Kitaphanesi, ts., s. 114)
Vîrânî Baba, Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt’e olan sevgi ve bağlılığını ifade ederken, âdeta bir ikrâr (söz) yenilemesi yapmaktadır. Onların sevgisinden uzak kalmayacağını, can-ı gönülden onlara bağlı olduğunu belirtmektedir:
"Şehâdet vermişem ben Mustafâ’ya,
Gulâmım cânu dilden Murtazâ’ya,
Ali evlâdının hak bendesiyem,
Muhibbem şah Hasan Hulki’r-Rızâ’ya."
(Âşık Vîranî Divanı, s. 31-32)
Vîrânî Baba, Ehli Beyt’in niçin sevilmeleri gerektiğini, onların niteliklerini de anlatarak gerekçelendirmektedir. Onları seven, ölse bile diridir. Onlar, her türlü güzel ahlâkın başı, Allâh’a götürecek yolun, ışık saçan kandilidir:
"Şah Haşan Hulk’r-Rızâ’dan zâhir oldu her sıfat,
Hem Hüseyn-i Kerbelâ’dan keşf olur envâr- ı zât,
Nesl-i Şâh’ı sevdi her kim buldu mematta hayat,
Sevmişem cân u gönülden ben hem imamı Kâzim’ı."
(Âşık Vîranî Divanı, s. 72)
Yakın tarihimizin meşhur Mevlevî şairi Şeyh Gâlib, Allah’ın ve Hz. Muhammed’in sevgilisi, İlâhî sırların mazharı Hz. Ali’yi methederken, on iki imamların adlarını da saymaktadır:
Ey mazhar-ı hem muzhır-ı esrâr Ali,
İsnâ aşerin hayline serdâr Ali,
Anlar ki Hüseyn ü Mûsiy ü Ca’fer’dür,
İki Hasan üç Muhammed ü çâr Ali.
(Şeyh Gâlib Dîvânından Seçmeler, haz. Abdülbâki Gölpınarlı, İstanbul, 1971, M. E. B. Yayını, s. 96)
Milletimiz Ehl-i Beyt’e, tarihten bugüne kadar büyük bir aşkla sahip çıkmıştır. Kültür atlasımız Ehl-i Beyt’i ve onların maneviyatını temsil eden, sembol ve motiflerle bezenmiş Ehl-i Beyt sevgisi, edebî metinlerde nakış nakış, ilmek ilmek işlenmiştir.
Hz. Peygamber’in soyundan gelen seyyid ve şerifler baş tâcı edilmiş, İslâm’ın Türkistan’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan da Balkanlar’a kadar uzanan geniş bir coğrafyaya yayılma sürecinde, onların peşinden gidilmiştir.
Ehli Beyt’in (a.s) diriltici, birleştirici nefesi, tarihimizdeki sosyo-kültürel birlik ve baraberliğimizi, zaferlerimizi hazırlayan en önemli unsur olmuştur. Hz. Muhammed’in ve Fâtıma ananın evlatlarına gösterilecek sevgi ve bağlılığın geleceğimizi de aydınlatacağı muhakkaktır.
Türk Milletinin gönlünde Ehli Beyt, çok özel ve önemli bir yere sahip olup, onlara karşı sevgi ve saygı doludur. Türkler, ne Muaviye, oğlu Yezid, ne de Arap, Emevi ve Abbasi Müslüman’ıdır. Kuran inancına bağlı olarak yaşayan Müslüman’lardır.
Bu nedenle Ehl-i Beyt gerçeği bilim gözü ile incelenmeli ve Türk Milleti gerçekleri, doğruları, yaşananları, bilmelidir. Hatalar nerede, ne zaman ve kimler tarafından yapıldı ise bunları bilmek zorundayız. Bu hak ve hakikat, bu milletin temel inanç ve bilme hakkıdır.
KIZILBAŞ TÜRKLER / Cemal Canpolat - Nihat Çetinkaya
Cem TV - Mozaik Programı - 16.03.2008
Bu tarihi programı sonuna kadar izlemenizi öneriyorum. Konu çok daha net anlaşılacaktır!
1.Bölümde Türklerin mayasının Ehlibeyt (a.s) sevgisiyle yoğrulduğunu kanıtlarıyla açıkladık.
2. Bölüme geçmeden Seyyid Cemaleddin’in görüşleri bağlamında İslam, Direniş ve Milliyetçilik üzerine hazırladığım yazı dizisinin linkini buraya ekliyorum.
2. Bölümde Osmanlı'nın yıkılış sürecinde Cemaleddin AFGANİ'nin yönlendirmeleriyle Türkçülük akımının çıkış koşulları ve bu fikriyatın öncüleri hakkında farkındalık oluşturmak ve kasıtlı olarak üzeri örtülen önemli noktalara vurgu yapacağız...
Azerbaycan Cumhuriyeti'nin kurucularından akademisyen, siyasetçi merhum Prof. Dr Şamil KURBANOV’un “Cemaleddin AFGANİ ve Türk Dünyası” kitabından faydalandığım bu yazıda merhum hocamıza çok önemli bir eseri bizlere miras bıraktığı için Allah’tan rahmet dilerim. Ruhu şad olsun!
Buraya kadar olan konunun daha iyi anlaşılması için Hüseyin Nihal Atsız'ın öğrencisi, milliyetçi camianın öncülerinden Iğdırlı siyasetçi/akademisyen, Merhum Nihat ÇETİNKAYA'nın "Kızılbaş Türkler" kitabını okumanızı tavsiye ediyorum.
Ana dilden istifade etmek ve Farsça'nın yanında yine ana dilde öğrenim görmek serbesttir.Örneğin Azerbaycan bölgesinin kanalının dili Türkçe yayın yapsın.Ana dilleriyle öğrenim görme hakkına sahip kesime devletin hakları olan şeyi temin etmesi gerekir
Şehit Ayetullah Dr. Beheşti
Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh.

Enjoying this thread?

Keep Current with 🌍Ehlibeyt Mektebi🇹🇷

Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

Twitter may remove this content at anytime, convert it as a PDF, save and print for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video

1) Follow Thread Reader App on Twitter so you can easily mention us!

2) Go to a Twitter thread (series of Tweets by the same owner) and mention us with a keyword "unroll" @threadreaderapp unroll

You can practice here first or read more on our help page!

Follow Us on Twitter!

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3.00/month or $30.00/year) and get exclusive features!

Become Premium

Too expensive? Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal Become our Patreon

Thank you for your support!