21 yil önce bugün 1-7 Temmuz 1999 Mehmetçik #Kosova'da...
Türk askeri 1912 de kaybettiği #Kosovaya 87 yıl sonra tekrar ayak bastı Askerlerimiz #Prizren kentinde 610 yıl önce Kosova ovasında Sırp kralı Lazarı perişan eden Sultan Murat'ın Muzaffer orduları gibi karşılandi
( 5 temmuz 1999 #Milliyetgazetesi)
Bayram havası
Ümit Bektaş
Kosova'da KFOR bünyesinde görev yapacak Türk birliği, Türklerin yoğun olduğu Prizren'e girişinde binlerce soydaşın çoşkusuyla karşılandı.
Konvoyun kentten geçerek Mamuşa'ya gideceğini sabah saatlerinde TV'den öğrenen Prizrenli Türkler, erkenden şehrin ana caddesinde beklemeye başladı. Saatler geçtikçe artan heyecan, Türk askeri konvoyunun şehre girdiği haberi ile doruk noktasına ulaştı.
İşte kimsenin beklemediği kadar çoşkulu ve unutulmaz anlar da o sırada yaşandı. Ellerinde bayrakları durmadan sevinç çığlıkları atan kadınlar, bayraklarıyla araçların üstüne çıkan gençler, insanların neşesine neşe katan davulcu ve zurnacılar, halay çeken genç kızlar...
Çiçekler, Türk bayrakları, hoşgeldiniz pankartları ve hiç dinmeyen "en büyük asker bizim asker" sloganları...
Kent meydanında doruğa uluşan kalabalık yüzünden Mamuşa yoluna uzun süre giremeyen Türk konvoyu yaklaşık iki saatte kentten çıkabildi.
NATO'nun bölgeye en son intikal eden ordusu Türkiye, dün Kosova'ya adeta bir assolist gibi girdi.
En çok alkışı ve sevgiyi alarak. Türkiye'den uzak ama kalpleri Türkiye sevgisi ile dolu binlerce Prizrenli, dün geleceklerinin garantisi olarak gördüdüğü Mehmetçik'i kocaman bir özlemle bağrına bastı.
Kısacısı dün Prizren'de hiç unutulmayacak bir bayram yaşandı.
Osmanlı’nın Balkan mirası
Orhan Koloğlu
Sultan Orhan Gazi döneminde 1354 yılında Şehzade Süleyman'ın Gelibolu'ya geçmesiyle başlayan Osmanlı Devleti'nin Balkan egemenliğinin yarım yüzyıl içinde Orta Avrupa'nın sınırlarına erişmesi,
silah gücünün ötesinde bir uyumun varlığını düşündürmüştür. Türklerin tamamen azınlıkta oldukları ve Haçlı geleneğini yaşamış toplumlarla dolu bir diyarda yabancı durumuna düşmemeleri, Balkanlar'ın siyasi ortamı ve Balkanlıların psikolojik koşullarını iyi değerlendirmiş
olmalarının sonucudur. Bizans'ın Haçlılarca çökertilmesinden doğan anarşi ortamında küçük krallık ve prenslikler birbirlerini yemekle meşguldüler. Osmanlıların silah gücüyle kurdukları barış, her şeyden önce bu iç kavgaları önledi, bu yüzden kitlelerin desteğini kazandı.
İkinci önemli husus, Osmanlı'nın Atilla, Cengiz ya da Timur gibi geçiciliği değil, kalıcılığı hedeflemiş olmasıydı. Bunu da o çağlarda kişilik saptamasında en büyük belirleyici olan din konusundaki, geleneksel İslami anlayışı aşan hoşgörüsü ile sağladı.
Cemaatlerin din örgütlerine devletin resmi kurumları niteliği tanıdı.
Osmanlı yönetiminin baskı ve zulümleri olduysa, reayaya din farkı olmadan aynen yansıyordu. Bu yüzdendir ki,
Balkanlıları Müslümanlaştırmak için hiçbir zorlama yapılmadığı halde (Bulgar Patrikliğinin arşivleri bunu kanıtlamaktadır) kendiliklerinden İslamı seçmişlerdi.
Hem de en çoğu, Balkanlar'ın fethinden üç yüz yıl sonra, 17. yüzyılda. Bunda din katılığından uzak Türk tarikatlarının rolünün etken olduğu da kabul edilmiştir. 18. yüzyılın sonundan itibaren Fransız Devrimi'nin etkisi ve ulusçu akımların yayılması ile Balkanlının
Osmanlı Devleti'nden ayrılma istekleri başlar. Tabii ki Osmanlı'nın ekonomik geriliği ve Batı - Orta Avrupa'nın daha büyük ticari kazanç sağlama olanakları da bunda rol oynamıştır. Tanzimat'ın çabaları da fayda etmedi ve Belgrad'ın kaybıyla başlayan çözülme
Türkiye'nin 1912 - 13 Balkan Savaşı sonunda Doğu Trakya ile yetinmesiyle sonuçlandı. Bu sürede milyonlarca Balkanlar'a yerleşmiş Türk ve Müslüman olmuş Balkanlı canlarını ancak Türk topraklarına sığınarak kurtarabildiler.
Geride kalanlar ise sürekli baskılara rağmen kişiliklerini yitirmeden yaşamlarını sürdürdüler. Müziğimizdeki unutulmaz Estergon Kalesi türküsünden sayısız sıla şarkıları ile kişiliklerini devam ettirdiler, her zaman direnme gücünü Türkiye'deki yakınlarına güvenmekten aldılar.
Prizren'de Türk ordusunun görünmesine sevinçleri bir fetih duygusundan değil, bir zamanlar Osmanlının herkese tanıdığı ama kendilerine reddedilen kültürel özgürlüğe tekrar kavuşacaklarının bilincine varmalarındandır
110 yıl önce bugün 15 Kasim 1912'de Balkan Muharebeleri Sırasında #CisriMustafapaşa'da(Bulgaristan) Bulunan İngiliz Gazeteci Philip Gibbs’in İzlediği Balkan Harbinin simge fotoğraflarına yansıyan elim bir vaka İki Türk’ün İdam Edilmesi İle İlgili #TheGraphic Dergisine Yolladığı
Fotoğraflı Haber.
The Graphıc – 30 November 1912 No:2244
s:818-819
15 Kasım Cuma günü, akşamüstü günesi Marita’ya altın parıltıları gibi vurduğu zaman, arka bahçede yaşanan bir olayı izlemek üzere Bulgaristan Cisri Mustafa Paşa’nın ana caddesine gittim.
Binlerce insanın öldürüldüğü bir savaşta cinayet sonrası suçüstü yakalanan iki Türk’ün asılması pek de önemli bir olay sayılmazdı. Ancak onlar için hayatlarının son perdesinde arka bahçede Bulgar izleyiciler önünde sergileyecekleri davranış, Türk hakimiyetinde geçen yıllarda
Siyasal bir söylem ve yalandan ibaret olan 1915 olaylarıyla Her 24 Nisan ısıtılıp gündeme getirmeye çalışanların asıl amacı üzeri bir duvar gibi örülmeye çalışılan bir gerçek olan bizim bile hatırlamadığımız 144 yıl önce bugün (24 Nisan 1877) 93 harbi ile başlayan 5 milyon
soydaşımizin canına ırzına malına malolacak bununla birlikte yerinden yurdundan vatanindan edecek 19 yy başlarindan ilk Sırp isyanları ve ilerdeki isyan ve katliamlara örnek teşkil edecek 1821'deki Yunan isyani, 93 harbi ile Balkan Harbi katliamlari ve soykırmlarıdir
Asil soykırim ve katliam 1804'den 1912 kadar olan süreç içinde isyanlar ve 144 yıl önce bugün başlayan 93 harbi ile 1912 deki Balkan harpleri neticesinde Balkanlarda Türklere karşı yapılmiştir..
"Bizim sanatımızın mertebesinden, milletimizin ululuğundan en ufak bir şüphemiz yoktur ki başkalarının ağzına bakalım. Böylece en temiz ve saf şekilde sanat ifadesine erişen millet, çapraşık yollara giremez. Ezelden, büyük nimete erişmiştir; onun kadrini bilmelidir"
Büyük Türk mimar-mühendisi ve mimarlık tarihi araştırmacısı Ekrem Hakki Ayverdi'yi vefatının 37.yılında rahmet ve saygı ile anıyorum
Osmanlı nın Kendini En İyi İfade Ettiği Sanat Kolu Mimaridir
''Abideleri seviyor musunuz? Seviniz; çok seviniz. Eğer üstünde durmadınız, onlarla bir alış – veriş kurmadınızsa kalb gözünüzü açınız; abidelerle konuşmayı öğreniniz. Bunun için lüzumu kadar temas imkânı hazırlayın.
Tüm Çocuklarımızın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun
Turgut Özakman'dan bir çocuk hikâyesi ;
Sakarya Savaşlarının ilk günleriydi. Ordumuz bazen zor zamanlar yaşıyordu. Tam bir ölüm kalım savaşı idi. Vatan savunmasında çok büyük kayıplar veriliyordu.Sakarya
boylarında zor zamanlar yaşanıyordu. Sakarya boylarında ordumuz bozulsa Ankara'yı kaybedecek, belki de her şeyi kaybedecektik.
İstanbul büyük bir heyecan içinde savaşın sonunu bekliyordu. İngiliz işgaline rağmen İstanbul Hilâl-i Ahmer Şubesi(Kızılayı), kendiliğinden İstanbul’da
birkaç yerde Anadolu’ya bir yardım kampanyası başlattı. Toplanan yardımlarla askerlere silah, cephane temin edilecekti.
Bu bir vatan savunmasıydı.
Yardım toplanan Hilâl-i Ahmer Şubelerinin önünde uzun kuyruklar oluşuyor, herkes gönlünden ne koparsa veriyordu.
Güzel #İşkodrâ !! #Rumeli'nin çiçeği ıhlamur kokulu şehri, #Üsküdar'ın isimdaşi idi (Scutari) Çoğumuzun ismini bile bilmediğimiz yada unuttuğumuz Rumeli'den en son çiktiğimiz kale ve bir Vatan topragi idi !! 108 yıl once bugün veda ettik
Kaybının 108. yılında (22-23 Nisan 1913 ) güzel hatıraları ile yad ederken başta #İşkodra Müdafii Şehit Hasan Rıza Paşa olmak üzere tum.şehitlerimizi Rahmet ve saygiyla.aniyorum..
108 yıl önce #İskodra'ya veda 22-23 Nisan 1913 Balkan Harbinde Rumelide'ki son toprağımız İşkodra'da (Arnavutluk) Osmanlı Yönetiminin sonu ;
Karadağ Kralı Nicholas şehri Esat Toptani'den teslim alıyor
Bulgarlar, 3 Kasım’da Çorlu’yu, 6 Kasım’da Tekirdağ’ı işgal eder. Hedef Çatalca üstünden Çarigrad’dır (İstanbul). “Osmanlı ordusu kalıntıları, kovalanmadıkları için”, rastgele yönlere yayılırlar. “Kırlarda, ovalarda 100.000 kaçan asker
yürüyor, dolaşıyor, ‘Ekmek! Ekmek!’ diye bağırıyordu. Korkunç kâbus –açlık- kahrediyordu”. Yenilenler, “aç, tok yürümek zorundaydı. IV., I. ve II. Kolordular, sürü manzarasını taşıyordu. Ne amir vardı, ne emir. Askerler silahlarını atmışlardı. Çoğu, o müthiş soğukta, postallarını
bile çıkarmıştı, aralıksız sağanak altında yalınayak yürüyordu. Çünkü çamura bulanmış olan postallarının ağırlığını o batak yollarda çekmeye takatleri yoktu. Bütün çevre köy ve kasabaların sakinleri de arabaları, eşyaları, hayvanları ve çocuklarıyla İstanbul’a akın ediyorlardı..