Bu tweet zinciri 15 yıl boyu AB koridorlarındaki deneyim ve şahsi izlenimlerime dayanmaktadır.
Gelin 2002 yılı Kasım ayına gidelim.
Erdoğan henüz sadece AKP Lideri ve bu ünvanla Yunanistan Başbakanı Simitis tarafından Atina davet ediliyor.
Erdoğan Yunanistan Başbakanı'na Atatürk ile Venizelos döneminde iki ülke arasındaki ilişkileri hatırlatıyor ve "stratejik ortak" olalım diyor.
Oluyorlar da.
Ama Türkiye ve Yunanistan arasında bir stratejik ilişkiden çok Erdoğan ve Yunanistan arasında bir stratejik ortaklık.
Bu ziyarette Erdoğan'a Yeni Şafak'tan Nazlı Ilıcak eşlik ediyor.
Erdoğan'ın ona "beraber yürüdük biz bu yollarda" dediğini gazetelerden okuyacağız.
Ilıcak henüz Erdoğan döneminde hapse gireceğini, yalvarıp af dileyen mektuplar yazacağını bilmiyor. Mağrurca Erdoğan'ı övüyor
Yunanistan Başbakanı ile bu görüşme kapsamındaki basın toplantısında partisinin AB'nin istediği gerekli tüm yasal düzenlemeleri yapacağını vurguluyor.
"İnsan hakları konusundaki kararlar geciktirilmeden uygulanacak. İşkenceye izin vermeyeceğiz" diyor Erdoğan.
Nazi söylemi yok..
Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreou, Başbakan Simitis ile AKP Genel Başkanı R. T. Erdoğan'ın yaptıkları bu görüşmeyi ''Tarihi önemde'' diye niteliyor.
Yunanistan'ın henüz parti lideriyken Erdoğan'a verdiği bu destek ve stratejik ortaklık yıllar boyu sürecek.
Hatta daha o görüşmede Papandreou bunun ilk sinyalini Brüksel'de başlayacak AB Dışişleri Bakanları toplantısında bu görüşmeyi meslektaşlarına aktaracağını söyleyerek veriyor.
Yunanistan çok memnun bu "tarihi önem" taşıyan görüşmeden.
Keza Erdoğan da.
Yunanistan Başbakanı bir şey daha söylüyor:
''Toplantıda, yeni Türk hükümetinin 4 Aralık'ta yapılacak güven oylamasına kadar Kıbrıs'ta müzakerelere başlama konusunda güçlükleri olduğunu karşıtlarıma aktaracağım''
Buradan Erdoğan'ın görüşmede ne söylediğini siz çıkarırsınız.
Yunanistan bu arada Kıbrıs'ın adada çözüm olmadan AB'ye tam üyeliğini sağlıyor
Daha 2002'deki o görüşme sırasında Yunanistan Hükümet Sözcüsü
"Bu konuda kararlıyız. Kıbrıs'ın (Rum Kesimi) ilk üye olacak ülkeler dalgası içinde olmadığı bir AB genişlemesi söz konusu olamaz" diyor
Stratejik ortak Erdoğan'dan bir itiraz duymuyoruz orada buna yönelik.
Nihai olarak 2005'te Türkiye AB ile resmi olarak müzakerelere başlıyor.
Yunanistan Türkiye'nin müzakerelere başlaması için lobi yapıyor AB içinde.
Stratejik ortak.
O yıllarda Avrupa Parlamentosu'nda görev yapıyorum.
AB kurumlarındaki tüm Yunanlılar Erdoğan'ı övüyor. Toz kondurmuyorlar, Erdoğan'dan öncesi çok kötü ama Erdoğan harika.
Tam olarak Türkiye'yi değil, Erdoğan'ı.
Stratejik ortaklık tam gaz devam ediyor.
Not etmek gerekir
Gülenciler ve "liberaller" denen grup Brüksel'e hem sık sık gelip gidiyor hem burada yerleşik olarak bu mesajların yayılımını başarıyla yapıyorlar
Koro halinde Erdoğan'ın Türkiye ve AB için şans olduğunu tekrarlıyorlar
Tersine görüş bildireni linç ediyorlar
Türkiye Erdoğan öncesi demokrasi değildi ve Erdoğan ile demokrasi oluyordu. Tekrarlanan mesaj buydu.
Tersini söyleyenlere hem ülke içinde linç var hem de Erdoğan'ın AB içindeki stratejik ortaklarından linç var.
AKP hem Gülenciler hem liberaller, hem de dışarıdaki stratejik ortaklarıyla voltranı oluşturmuş durumda.
Voltranın bir kısmı hapiste, bir kısmı yurtdışına kaçmış durumda bugün.
O gün koro halinde söylediklerinin tersini tekrar ediyorlar hep birlikte.
Bu süreçte en büyük saldırıyı CHP ve CHP'liler görüyor.
CHP bir Cumhuriyet projesi olarak AB ile entegrasyona sahip çıkıyor ve mecliste AB uyum yasalarına evet oyu kullanıyor ve elbette Türkiye'nin ulusal çıkarları konularında da gerekli uyarıları da yeri geldikçe yapıyor.
CHP için imtiyazlı ortaklık Türkiye'yi bekleyen bir risk,buna düşmemek gerekiyor.Türkiye olacaksa tam üye olmalı,karar masasında oturmalı.
CHP konuya tamamen partilerüstü bakıyor, fikir ayrılıklarını dışarı yansıtmıyor.
Lakin AKP'nin voltranı dışarıda başka bir oyun kurguluyor.
Tüm partilerden milletvekillerinden oluşan meclis heyetleri AB ile görüşmelere gelince görüntüde AKP milletvekilleri gayet partilerüstü bir söylem içindeler..
Görüntüde çünkü AKP dışındaki partilerin milletvekillerinin bilmediği 2 şey var:
2. O meclis heyeti görüşmelerine paralel olarak AKP'lilerin görüşmeler yaparak muhataplarına muhalefeti kötülediği.
Bu süreç içinde Yunanistan ile stratejik ortaklığa ek olarak dikkati çeken diğer bir unsur ise ateşli bir TR karşıtı olan, imtiyazlı ortaklığı savunan Hristiyan Demokratlar'ın (ki Almanya bunun başını çeker) birden bu konuda sessizliğe bürünmesi ve Erdoğan'ı alkışlamasıdır.
Açık olan bir şey var, o da Türkiye'deki gerçek demokrasi savunucularının söylemleri Avrupa'daki TR karşıtlarının hiç işine gelmemektedir
Çünkü onların siyaseti TR'yi laik demokratik bir Cumhuriyet olarak karşılarına çıkaracaktır. O da TR'yi daha zorlu bir muhatap haline getirir
TR'yi AB'den yeterince uzakta ama imtiyazlı ortaklıkta arzu edilen AB çıkarlarını sağlayacak yakınlıkta bir yerde tutmak için AB içindeki TR'nin karşıtı grubun pseudo bir demokrata ihtiyacı vardır.
O ortak bulunmuştur.
Stratejik ortağın rolü demokratikleşiyormuş gibi yapmaktır.
Aynı dönemde AB içindeki samimi olarak TR'nin üyeliğini destekleyenler de bu koronun etkisi altında "Erdoğan Türkiye'ye demokrasi getiriyor" yanılsaması içindedir.
AKP çeşitli kanallarla Brüksel'de düşünce kuruluşlarına finansman sağlıyor, seçmece gazeteci heyetleri gönderiyor..
O dönemde Brüksel'e gelen bakanlar önce Gülen cemaati kuruluşlarını ziyaret edip, bilgi alıp, ondan sonra T.C Daimi Temsilciliği'ne gitmektedir.
Esas stratejinin de dışişleri değil cemaat üzerinden yürüdüğü gözlemlenmektedir. Dışişleri pasifize edilmiş, araçsallaştırılmıştır.
Stratejik ortaklar da bu durumdan memnundurlar. Muhatapları Türk dışişlerinden daha çok Gülen cemaati gibidir. Onlara arka veren referansları da Erdoğan'dır.
2005'te TR, AB ile müzakerelere başlar başlamaz adeta üzerine anlaşılmış gibi reform sürecinden uzaklaşılmaya başlamıştır
Yunanistan'ın Erdoğan iktidarlarının ihtiyacı olan her anda ister destek, isterse kriz yaratma oyunu suretiyle stratejik ortaklığa helal getirmediğini görüyoruz bu ve takip eden süreçte de
Brüksel'de Yunanlı temsilcilerin Erdoğan işlerine geldiğini açıkladığına da şahit olunuyor
Yunan muhatabınızın ne demek istediğini sorguladığınızda bu stratejik mutabakatın izlerine de rastlıyorsunuz.
Bütün bunlar olurken kötü polis rolünü G. Kıbrıs, AB üyesi ülke olarak oynamakta.
Kıbrıslı Türkler Annan Planı'na "evet" demiş K. Rumlar "hayır" diyerek tüm ada adına tam üye olmuşken, hem K. Türkler ambargo altında, hem Türkiye bundan zarar görüyorken AKP hükümetinin sistematik biçimde bu konudan sakınması, alanı bilinçli olarak boş bırakmasının anlamı nedir?
Kıbrıs konusundaki bu namevcudiyetten olayın taraflarından hangi aktörler nemalanmaktadır?
Çok ilginç olaylar cereyan etmekteydi.
Örneğin...
Brüksel'de hakaretamiz ifadelerle ülkemize saldırıldığı toplantılardan birinde, G.Kıbrıs Dışişleri Bakanı yine saldırgan ifadelerle konuşuyordu.
Konuya bakan diplomatımız da toplantıdaydı, haklı olduğumuz bu davada savlarımızla yanıt verip vermeyeceğini sordum.
Yanıtı..
Diplomatımızın yanıtı öfkemi katladı.
"Hayır, ben sadece not alacağım, konuşmaya yetkim yok" dedi.
"Ne zamandan beri Türk diplomatları hakarete uğradığımız bir ortamda haklarımızı savunmak için yetki tebligatı bekliyor? Göreviniz zaten bu yetkiyi size veriyor" diye yanıtladım.
Bu konuşmanın ardından o toplantıda ben söz istedim ve savlarımızı savundum ve o bakana gereken cevapları hak eden netlikte verdim
Yanılmıyorsam o sırada AP'de görev yapıyordum
Kimse benden böyle bir çıkış yapmamı istememişti.Bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak konuşuyordum
Lakin bu olay gururuma dokunmuş ve bu konuda alanı nasıl G. Kıbrıs'a terk ettiğimize öfkelenmiş, bir anlam da verememiştim.
Yanıtında kendini düzeltmek zorunda kalan G. Kıbrıslı bakanın şaşkınlığından bunu beklemediğini görmek de kolaydı.
İlerleyen zamanda başka şeylere de şahit olacaktım.
Örneğin Erdoğan'ın Türkiye'de yaptığı "Eyy... " nidalı konuşma ve çıkışların Brüksel ve AB başkentlerinde "efendim kendisi öyle düşünmüyor aslında, biliyorsunuz seçimler yaklaşıyor, iç kamuoyuna yönelik mesajlar veriyor" ...
..biçiminde kapalı kapılar arkasında savunulduğuna, karşı tarafın da "önemli olanın istediğimizi almamızdır gerisi önemli değil" şeklinde baktığına,TR'de iç kamuoyuna üst perdeden restlerle şov yapılırken gerçekte bambaşka bir ton olduğuna, alışverişin sürdüğüne şahit oluyordum
Bu al gülüm ver gülüm sistemi Hristiyan Demokrat kamp için 2013'e kadar sürdü, Gezi protestoları en büyük kırılma noktasıydı.
Çünkü artık Erdoğan'ın anti demokratik uygulamaları geri dönülmez bir noktaya gelmiş, neredeyse istese de dönemeyeceği bir duruma kendini hapsetmişti.
Artık Türkiye karşıtı grubun ve stratejik ortakların hesabı tutmuştu.
Erdoğan olduğu sürece Türkiye istedikleri mesafede duracak ve tam üyelik yolunu da gerçekte fazla zorlamayacaktı.
Türkiye'de demokrasi raydan tamamen çıktığında kartlar yeniden dağıtılırdı. Ki öyle de oldu.
Kartlar yeniden dağıtıldı.Erdoğan'ı alkışlayanlar, demokrasi kahramanı ilan edenler aniden dönüp Erdoğan'ın uygulamaları nedeniyle TR'nin AB müzakerelerinin kesilmesi gerektiğini çünkü artık Kopenhag kriterlerini karşılayan bir demokrasi olmadığını savunmaya başladılar.
Onlar için zaten zayıf ve içi boş olan coğrafi tanımlar, müslüman toplum, kalabalık ülke argümanlarının artık gereği kalmamıştı. Erdoğan sayesinde Türkiye kendi kendini diskalifiye ediyordu.
Bu TR'nin katılımcı bir ülke değil, üçüncü ülke sınıfına defakto itilmesi de demekti.
Doğrusu bu üçüncü ülke konumu Türkiye'nin derin AB entegrasyonu ve coğrafi konumu itibariyle zaten imtiyazlı ortaklık demekti.
Türkiye'deki iktidar da tam bunu istemiyor muydu?
AB tam üyelik müzakerelerinin demokrasi gerektiren çerçevesini istemiyor, raporları çöpe atıyordu.
Bloke edilen başlıkları gerekçe ediyor, "biz o Kopenhag kriterlerini Ankara kriterleri yapar uygularız" deniyor ama bir milim yol alınmıyordu.
Havada uçuşan restler, hezeyanlar arasında "komşularla sıfır ilişki" ye dönüşecek "komşularla sıfır sorun" diye bir şey ortaya atılıyordu
Türkiye AKP iktidarının elinde oradan oraya savrulmaya devam ederken giderek daha fazla sayıda ülkenin düşmanlığını kazanmayı başarıyordu.
Buna rağmen stratejik ortaklıklar da ilginç biçimde sürüyordu.
TR'nin AB müzakerelerinin kesilmesine en çok Yunanistan karşı çıkıyordu
Türk dışişlerinin tam kadro katıldığı ama kendileri ve yandaş kurum temsilcileri dışında pek kimsenin olmadığı AP'deki toplantılarda G. Kıbrıslı milletvekilleri başkonuşmacı oluyor, Türkiye'nin etkinliklerinde heyetlerin girişlerini, konuk edilmesini Yunan m.vekilleri sağlıyordu
Zaten Avrupa Komisyonu'nda ana muhatapları da Yunanlı ve G. Kıbrıslı AB Komiserleri ve sözcü haline gelmişti çoktan.
Mülteci anlaşması sürecinde AB tarafından hemen sahaya yine bu aktörler sürüldü. Elbette Merkel ve Hristiyan Demokratlar işin başındaydı.
Türkiye'yi iyiden iyiye üçüncü ülke konumuna iten ve hatta bence son derece küçük gören bir teklifti mülteci anlaşması. Para karşılığı mülteci geçişini engelleterek Türkiye'yi bir açık mülteci kampına çeviren bir anlaşma.
Açık mülteci kampı olma karşılığında biz ne alıyorduk?
Teklif kötüydü, nihai hali daha da kötü fakat eğer Davutoğlu'nun müzakere ettiği biçimde ilerlenmiş olsaydı, yani anlaşma karşılıklı uygulansaydı TR'ye vaad edilenler:
Vize serbestisi için gerekli 72 maddelik değişikliğin 67'si hızla mecliste geçirildi.
AB içinde TR'nin bu düzenlemeleri hızla yapmasının AB'yi vize serbestisini uygulamaya zorlayacağı için huzursuz olanlar vardı.
Fakat AB ülkeleri iç kamuoyu nedeniyle o kadar zordaydı ki...
Sonunda ne olduysa oldu ve Davutoğlu başbakanken Erdoğan tarafından görevden alındı.
Ardından da AB'den alacaklarımızın hiçbiri talep dahi edilmeden kenara kondu, mülteciler için kullanılmak üzere, mültecileri ülkemizde tutma karşılığında 6 milyar Euro için anlaşıldı.
Yani kendimizi para karşılığı AB'nin taşeron işlerini yapan duruma düşürdü iktidar
Bundan en çok müzakere eden AB tarafı karlı çıkmıştı.
Hem bağlayıcı sözler altına girmiyor, para dışında Türkiye'ye bu anlaşma sonucu hiçbir şey vermiyor hem de mültecileri TR'de tutuyordu.
Bu işe en çok sevinen ise doğrudan etkilenen Yunanistan oldu.
Daha bir "stratejik ortak" oluverdi.
Ve Türkiye kendini 6 milyarın şu kadarını verdiniz vermediniz diye patırtı koparırken buldu sahnede.
Yaşanan ulusal çıkar ve itibar kaybını ölçebilecek bir ölçek yok.
Uluslararası müzakerecilik üzerine tez yazmış, hala bu alanda çalışan biri olarak Türk halkının çıkarlarına, ülkenin itibarına yapılan bu ihaneti açıklamam mümkün değil.
Mülteci anlaşmasının yönetim biçimi ve sonuçları Türkiye'yi daha da zayıflatmıştır.
Türkler iyi müzakereciliği ile bilinir ancak mülteci anlaşması deneyimi bizi çarşı pazarlığı seviyesine çekti.
Üstelik çarşı pazarlığında bile karşılığında elinize bir şey geçer.
TR'nin ulusal çıkarları için bir kazanım olmadığına göre "şahsım"ın kazanımını sormak hakkımız.
Bütün bunlar olurken stratejik ortak Yunanistan'a bakalım.
AB adına Türkiye'de ve Türkçe basında gördüğümüz (yer bulabilen) simalar çoğunlukla bu stratejik ortağın siyasi temsilcileriydi.
Bizim seçimleri Yunanistan neredeyse yüreği ağzında izliyordu hep.
Seçim öncesi dönemlerine denk getirilen, uluslararası profil yükseltme amaçlı içi genelde boş zirveler,ziyaretler hep Yunanistan'ın üst düzey temsilcisi siyasiler ya da onların aracılığıyla oluyordu
Neredeyse her seçimde aceleyle ilk kutlamayı gönderen de Yunanistan değil miydi?
TR kendini elindeki mültecilerle şantaj yapan ülke konumuna düşürdü.
Yunanistan ve AB alacağını aldı, sınırlarını da daha fazla güvence altına aldı, AB dayanışmasını da arkasında.
Üstelik bu berbat yönetim sonucunda ABD de G.Kıbrıs 'a uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı
Ülkesine en küçük bir zarar gelmesini istemeyecek bir yurtsever olarak yaşadığımız bu büyük kayıplardan, gelinen konumdan, ülkenin, halkımın çıkarına olmayan her tür "stratejik ortaklık"tan ve hamleden esef duyuyorum.
Eminim yurdun her köşesinde ve yurtdışında önemli görevler üstlenen, benimle benzer duygu ve düşünceleri paylaşan yurtseverler vardır.
Bu tanıklık ve izlenimlerimi dava arkadaşlarımın yanı sıra Türk halkıyla da paylaşma zaruriyeti hissediyorum.
Bu tweet zincirinden devam edeceğim.
Yunan Bakan'ın Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komitesi'nde ağzından kaçırdığı şu sözlerle ilgili paylaşımımı buraya kopyalıyorum.
Türk Dışişleri Bakanı sabah Yunan Bakan tarafından yapılan.bu ithama neden bir yanıt ver-e-memiştir?
Türkiye'deki iktidar, muhalefet ile mücadelede Yunanistan ve diğer AB ülkelerinden kendisine ne tür bir alan açmasını istemiştir?
Temmuz ayının sonunda çöken, iktidarın Berlin'de Yunanistan ile yürüttüğü "gizli görüşmeler" nelerdir?
Hükümet bu konuda meclisi ve muhalefeti bilgilendirmiş midir?
Yunanistan Başbakanı'nın Time makalesinden öğrendiğimize göre bu gizli görüşmelerde AKP iktidarının temsilcileri "yazılı mutabakat"a varılmıştır.
Bu müzakere hangi konuları içermektedir? Meclisten müzakere edilecek konulara ilişkin yetki alınmış mıdır?
Yunanistan ile Almanya'nın arabuluculuğunda yürütülen gizli mutabakat görüşmelerinin maddeleri nelerdir?
Yunanistan'ın yerleştiği 18 ada - adacık bu mutabakatın bir parçası mıdır?
Gizli Oslo görüşmelerini hatırlatan yine meclisi ve partileri dışarıda bırakan bu gizli görüşmelerin en mahrem ayrıntılarını Alman devleti bilirken, Türkiye Cumhuriyeti meclisi, temsil edilen siyasi partiler ve halk bunun dışında mı bırakılmıştır?
Almanya'nın "Erdoğan'ın gizli adamı" dediği Berlin'e tebdili kıyafet giden kişi kimdir?
Türkiye'nin değil, Erdoğan'ın.
Ülkenin dışişleri, milli savunma bakanlığı ve diğer kurumsal yapıları ve liyakat, birikim sahibi kadroları dururken, Yunanistan ile kim müzakere etti?
Yunanistan ile AKP iktidarı arasındaki bu gizli görüşmeler nerede tıkanmıştır?
T.C. Dışişleri Bakanı gizli görüşmeler istenen yönde gitmediği için mi görüşmeleri açık etmiştir?
Ki bu Türk kamuoyuna ve Yunan kamuoyuna pek yansımamıştır.
Maltalı mevkidaşı Evarist Bartolo ile Ankara’da yaptığı görüşme sonrası düzenlenen basın toplantısında bu gizli görüşmeleri açık eden Dışişleri Bakan Çavuşoğlu, bunu takiben meclise ve kamuoyuna bu gizli görüşmelerin muhtevası hakkında ayrıntılı bilgi vermiş midir?
Yunanistan muhalefetinin, kendilerine bilgi verilmediği, ulusal politika çizgisinden sapıldığı suçlamasıyla Yunan hükümetini hesap vermeye davet etmekte ve çalkalanmaktadır.
Yunan Başbakanı sorulduğunda gizli görüşmeler ve Almanya'nın müdahil olduğu gerçeğini neden yalanmıştır?
Tüm dünyanın gözü önünde cereyan eden Lozan Antlaşması'na dil uzatan, "Lozan'ın gizli maddeleri" gibi gerçek olmayan, akıldışı açıklamalarla kamuoyunu meşgul ederek iktidar partisi çevreleri hedef mi saptırmaktadır, kendi gizli görüşmeleri ve mutabakatlarını mı gizlemektedir?
AKP iktidarı neden Türkiye'nin ulusal çıkarlarını ilgilendiren, toplumsal mutabakat gerektiren konuları
hep yabancı bir ülkenin topraklarında ve bilgisi içinde, meclis ve siyasi partilerimizden gizleyerek ele alma gayreti içindedir ?
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, AP Dışişleri Komitesi'nde
"Merkel rica etti Oruç Reis operasyonunu askıya aldık" dedi ve içeride bunun kendilerini sıkıntıya soktuğunu da ekledi.
Ben bu konunun iktidar tarafından kamuoyuna açıklandığını hatırlamıyorum.
Tam tersine AKP iktidarının yerine getirdiği, Merkel'in bu Oruç Reis "ricasını", İspanya Dışişleri Bakanı Laya Ankara’ya geldiğinde basın toplantısında açık ettiğini Müyesser Yıldız yazdı
Oysa hükümet 15 Ağustos'ta tam tersi şu haberleri servis ediyordu
AKP iktidarı kamuoyuna sağ gösterip sol vurmaktadır.
Medyanın içine sokulduğu durum ile zaten kamuoyunun gözleri bağlanmaktadır. Olanın tersi haberlerle, hedef saptırma hamleleriyle ne gizlenmektedir?
Ülkemizin politikası Merkel tarafından "ricalarla" mı belirlenmektedir?
Bu tweet zincirinde sorduğum soruların yanıtı verilmeden, AKP iktidarı Yunanistan ile gizli görüşmelerini açıklamadan bu mesele aydınlanmayacaktır
Yinr bir Trump telefon vakası. Dün telefon ile aradı Erdoğan'ı ve bir kez daha istediğini aldı şak diye aldı Oruç Reis gemisi döndü
Nasıl "Merkel rica etti Oruç Reis operasyonunu askıya aldık" diye itiraf ettilerse, şimdi de Trump telefon etti Oruç Reis Türkiye'ye çekildi.
Bütün bu olanlar Yunanistan'ın elini muazzam güçlendirmiştir.
Fransa Yunanistan'a istediği savunma sanayi satışını yapmıştır.
Yunanistan bu sürecin sonunda arkasına büyük ülkeleri alarak ordusunu, savuma gücünü çok güçlendirme fırsatını ele geçirdi.
NATO içinde TR’nin rolü zayıflarken Yunanistan'ın rolü önem kazanacaktır.
Erdoğan sayesinde TR batı ve NATO içinde güvenilmez bir ülke konumuna gelmiştir.
Türkiye'deki iktidar, Yunanistan ile Almanya'nın müdahil olduğu gizli görüşmelerde neyi müzakere ettiğini açıklamalı.
Gazi meclisten gizleyip Almanya ve Yunanistan'a açıkladıklarının hesabını vermelidir.
"Doğu Akdeniz'de sismik araştırmalar yapan Oruç Reis gemisi, pazar günü Antalya Limanı'na döndü. 25 Eylül'e kadar bölgede çalışması beklenen Oruç Reis'in limana dönmesi Atina tarafında memnuniyetle karşılandı."
Erdoğan'a bir telefonla Merkel, Oruç Reis operasyonunu askıya aldırıyor.
Ülkenin dışişleri bakanı bunu AP'de itiraf ediyor.
Erdoğan'a bir telefonla Trump, Oruç Reis'in Antalya'ya dönmesini sağlıyor.
ABD'nin yüzen üssünün Yunanistan'a destek için geldiğini de unutmayalım.
29 Ağustos'ta Türk Dışişleri Bakanı Navtex'in parsel parsel sonunda kıyımıza kadar gelecek şekilde 90 gün süreceğini açıklıyor.
Üzerinden sadece 16 gün geçiyor.
Trump bir telefon açıyor.
Oruç Reis kıyımızda.
Şimdi olanları özetleyelim:
- AKP iktidarı Yunanistan ile Almanya müdahil olduğu gizli görüşmeler yaptı.
- Sonra bir sebepten bu görüşmeleri açık eden bir açıklama yaparak anlaşılan olayı sabote etti.
- Yunanistan apar topar Mısır ile anlaşma imzaladı.
- Merkel'in Erdoğan'ı arayarak Oruç Reis'i askıya aldırdığını, AP'deki toplantıda Türk dışişleri bakanı itiraf etti.
- AKP iktidarı iç kamuoyuna yönelik milliyetçi bir kampanyaya başladı. Fakat bu gizli görüşmeler kısmını hep gizledi.
- Yunanistan ittifaklarını güçlendirdi.
- Tabii sadece Yunanistan değil G. Kıbrıs da.
- Fransa ve 7 Akdeniz ülkesi Türkiye'nin Oruç Reis'i çekmesini istedi.
- ABD yüzen üssünü Yunanistan'a destek için gönderdi.
- ABD, G. Kıbrıs'a yönelik 33 yıllık silah ambargosunu şıp diye kaldırdı.
- Birleşik Arap Emirlikleri F16 savaş uçaklarını Yunanistan'a destek için gönderdi.
- Arap Ligi aleyhimizde, Yunanistan'ın lehinde açıklama yaptı.
- AB ile bozuk olan ilişkiler daha da bozuldu ve Türkiye'ye karşı cephe genişledi. Yaptırımlar masaya geldi.
- Türk dışleri bakanı daha 29 Ağustos'ta Navtex'in 90 gün süreceğini iddia etti.
- ABD Dışişleri Bakanı Pompeo G. Kıbrıs'a gitti. Ki bu tek başına güçlü bir destek mesajı.
- Aynı gün Trump, Türk ve Yunan tarafı ile telefonda görüştü.
- Türkiye Oruç Reis'i anında çekti.
Türkiye'nin itibar başta olmak üzere neler kaybettiğini yukarıdaki akışı takip ederek kendiniz hesap edebilirsiniz.
Galiba hiç bu kadar zayıf olduğumuz, kendi iktidarımız tarafından zayıflatıldığımız bir dönem olmadı.
😣🤦🏻♀️😣🤦🏻♀️
Yunan basınında yer alan bir diğer spekülasyon da ABD'nin Türkiye'de İncirlik'teki nükleer başlıkları Yunanistan'a taşıyacağı yönünde.
Bu şartlar aldında o da şaşırtıcı olmaz.
Yunanistan tarafında ne oluyor diye baktım.
Zafer havasında Yunanistan
Yunan Başbakanı, Türkiye'nin Oruç Reis'i geri çekmesini olumlu bir ilk adım olarak karşıladığını, eğer Türkiye gerekli "ek adımları" da atarsa Yunanistan'ın görüşmelere başlayabileceğini söylemiş.
Türkiye şartsız Yunanistan masaya oturmalı derken, hem Oruç Reis'i çekmiş durumda hem de Türkiye tarafından ek adımlar beklendiği ifade ediliyor Yunanistan tarafından.
Bir ülke bu kadar kötü yönetilir, haklı davalarında bu kadar kötü duruma düşürülebilir🤦🏻♀️😣🤦🏻♀️
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
• Ukrayna & Moldova ile müzakerelere başlama önerildi Avrupa Komisyonu tarafından, eğer AB liderleri de onaylarsa bu iki ü
lke AB ile resmen üyelik müzakerelerine başlamış olacak.
Devamı ⤵️⤵️
• Gürcistan'a adaylık statüsü için teklif için yeşil ışık yanarken, Bosna Hersek'e AB üyelik müzakerelerine başlamak için henüz yeşil ışık yanmadı.
• "Savaşa rağmen Ukrayna reform azmini ve ilerlemesini gösteriyor" deniliyor Avrupa Komisyonu'nun tavsiyesinde.
• "Moldova, adalet, yolsuzlukla mücadele ve kamu yönetimi alanlarında reformlarla AB üyeliği yolunda istikrarlı adımlar atıyor"
• "Bosna Hersek reformlara başladı ama hukukun üstünlüğü ve anayasal düzen için daha fazla çaba gerekiyor."
ABD'nin başını çektiği batı Afganistan'da fena halde çuvalladı.
Avrupa da eski alışkanlığını sürdürüp büyük abisi ABD'ye bıraktı her şeyi ve sorumluluk almaktan geri durdu.
Sonuç ortada.
Tam bir kaos.
Hayatları tehlike altında insanlar, başta kadın ve çocuklar. (1)
Batılı ülkelerin sivil toplum kuruluşları, gazetecileri, Afganistan'dan bu hayat riski altındaki grubu gazeteci, sivil toplum çalışanı, çevirmen gibi insanların ülkeden çıkarılıp sığınma statüsü verilmesi için kampanya yapıyor dünden beri.
Lakin çok geç gibi ...(2)
Trump yönetiminin yapıp Biden yönetiminin kucağına saatli bomba gibi bıraktığı Afganistan'dan çekilme planı Biden yönetiminin elinde patladı.
Bunda hem Trump yönetiminin yaptığı oldu bittinin etkisi var hem de Biden yönetiminin öngörüsüzlüğünün.
The negotiations took many months. Eleftherios Venizelos negotiated on behalf of Greece during @LausannePeaceTreaty negotiations.
Venizelos's rise to power in 1928 in Greece has marked a new era for
Turkish-Greek relations.
🇬🇷 Leader Venizelos attempted to strike up a friendship with 🇹🇷, instead of pursuing Greece's expansive foreign policy
Extending the hand of friendship to 🇹🇷 were welcomed by Atatürk.
He was invited to 🇹🇷, Venizelos, accepting the invitation, had officially visited 🇹🇷 in 1930
Yeni bütçe ve Covid19 paketi üzerine sert tartışmalar olurken, ülkeler aralarında "tutumlular", "finansmanlarında hukuk devleti ve demokrasinin korunması şartı isteyenler", Batı Avrupa, D. Avrupa, Güney ve Kuzey, "AB şüphecileri", "AB taraftarları" gibi pek çok gruba bölünüyor.
Kompleks müzakereler oluyor. Zirveyi terk etme tehditleri, sürekli değiştirilen metin taslakları veto tehditlerine karışıyor...
Gündemde olmamasına rağmen araya Türkiye'ye yaptırımı sıkıştırmaya çalışan Yunanistan ve Güney Kıbrıs kendi başına ayrı bir grup diyebiliriz.
Bu gidişle Türkiye'den gelen yeşil pasaportların vizesiz erişimi tamamen engellenecek Schengen'e. Zaten yeni düzenleme ile yeşil pasaportlara önvize getirildi.
Vize meselesi böyle çözülecek bir mesele değil. Ciddi, dirayetli bir çalışma, reform gerek..
Vize meselesinin bu hale gelmesi, kazanılmış hakların gereğince savunulmaması AKP iktidarlarının umursamazlığının bir sonucudur.
Onu bırakın Davutoğlu döneminde mültecileri TR'de tutma karşılığı ortaya çıkan -ki utanç verici- vize serbestisi sürecini bile baltaladı Erdoğan.
Kendisi vizeye ihtiyaç duymayan iktidarın siyaset ve bürokrasi eliti için vatandaşlarının AB ülkelerinin temsilciliklerinin kapısında maruz kaldığı muamele önemli bir mevzu değil. Bu imtiyazlarını çeşitli kesimlere bir lütuf olarak sunmaksa büyük aymazlık.