Aklıselim "aman benim de üstüme sıçramasın", diye meydanı boş bıraktığından,
Onun içinden bir konuşan bir avuç kadın çürük domateslerle yuhalanıp ıslanırken herkes havaya baktığından, +
"Feminist Polit Büro"laşmış bir avuç imtiyazlı, kendi hayat tarzları ve koşullarıyla yakından uzaktan ilgisi olmayan mağduriyetleri sahiplenip,
imtiyazlarına imtiyaz katsınlar,
aman - tekkelerini ,
-kaynaklarını
-itibarlarını
hiç kimseye kaptırmayıp, paylaşmasınlar diye,
Feminizme en ihtiyaç olduğumuz zamanda yeni kuşak genç kadınlara, teslim ettiğimiz feminizm bu. Mutlu musunuz cidden hepiniz+
bu gidişattan ey bu tekkenin bekleyen, çorbasını içenleri?
Bu mesleği zevk için yapan Amerikan porno endüstrisinden falan filan kişi örnekleriyle de karşımıza çıkmayın, rica ederim. O da işin “reklamlar” kısmı+
ayrıca, fakat kişi işini severek ve hakkıyla yapıyorsa ve şiddete maruz
kalmadan mesleğini icra edebiliyorsa, ne âlâ, fakat bu mu konumuz?
Her gün daha da tırmanan yoksulluğun yarattığı çaresizlikle, alternatifsizlikle, zor yoluyla, açlıkla sınandığı için bu işi yapmak+
ve her gün kelle koltukta, hayatını, beden ve ruh sağlığını korkunç bir stres yükü ve şiddet riskinin kollarına atarak işini yapan seks işçilerinin mağdur edilmemeleri değil miydi bizim önceliğimiz?
Bu aklıselim, ayrıcalıklarının güvenli dağlarına yaslanarak, şunu bunu feminist hareketten aforoz etme hakkını kendinde bulanlarca, hangi hakla modası geçmiş, küf kokulu ilan ediliyor?
Ve hangi hakla seks işçilerinin mağduriyetleri, yolsuzlukla, mağdur hakkı yiyerek, alenen yalan söyleyerek, kolay yoldan kariyer yapma hırsını örtmeye alet edilebiliyor? Kimsenin hakkını yemeden işini yapan ekmeğini seks işçilerinin+
mağduriyetini de bu iş çalmayın bakalım. Ey sayın feminist kanaat önderleri, artık bir özeleştiri vermenin zamanı gelmedi mi? Ethics free/ ahlakı olmayan/ çok temel saiklerde de olsa doğrusu yanlışı olmayan politika olamaz, oxymoron bu.
Kadınları her koşulda “ezik ve edilgen” bir nesne olarak gösteren, gözü körleştiren bir dava fanatizmi içinde artık eğriyi doğrudan ayıramaz hale gelmiş, ataerkinin değirmenine su taşıyıp, ona boyun eğmeyi meşrulaştıran+
düşünce, yaklaşım ve eylemin adı feminizm olabilir mi? “Kadının beyanı esastır” (AKA- KBE)ve “feminist ifşa” gibi bin bir kişinin emek ve mağduriyetleri üzerine bina edilmiş,
+kazanılmış silahları, yeni kuşak feminizmde teslim edeceğimiz yaklaşım mı bu mudur? Bu kazanımları suiistimal edene, onları yolsuzluğuna, iftiraya, mağduriyet hırsızlığına kılıf edene, imtiyazına imtiyaz katmak için kullanana,
hareket içinden gelen ve yönünü yalnızca hür akıl ve vicdanla, bağnazlığın körleştirmediği bir sorgulama yetisinden kaynaklanan dirayetle dur diyemeyecek miyiz? Bunu yapamazsak, kaybeden yalnız feminist hareket olmaz emin olun.
Ya başkalarını hiç konuşturtmayan, konuşanı hareketten afaroz eden, sindirmeye çalışan FEM-POL-BÜR bir özeleştiri verecek artık,
Ya aklıselim, "aman üstüme çirkef sıçramasın" korkaklığından sıyrılıp bi şekilde örgütlenecek, nasıl bilemiyorum..+
Ya da işte asıl, sınandığımız gerçek aha şu şiddet olduğu için, incir çekirdeğini doldurmaz abuk sabuk tartışmalarda zaman, mesai ve kan kaybederken hergün, kaynar kazanda haşlanan kurbağalar gibi bunun içinde boğulacağız:
Gerçekleşme olasılığı en yüksek olan da maalesef üçüncü şık. Onu yaşıyoruz zaten...
Üzgünüm, “hepimiz orospuyuz”, “kadının yoksa parası, amıdır kumbarası” vs. sloganlar harekete yarar değil, zarar veriyor. Sözcüsü olmaya soyunduğunuz nice kadın tarafından da paylaşılmıyor, onları hareketten soğutuyor, uzaklaştırıyor, hem de birbirimize en çok ihtiyacımız olduğu
zamanda!
Niye bunları bunları küfürsüz, yaftasız, aklıselimle konuşamıyoruz? Çocukluktan beri başımızın üstünde sallanan “orospu mu olacaksın başımıza” baskısı ve ithamına bir tepki olarak+
bu sloganları sahiplenmeyi anlıyor ve hak veriyorum. Ancak seks işçiliğini muhtelif imtiyazlarla mücehhez konumundan romantize etmeyi, sanki bu meslek tercihle, istenilen zamanda, seçilen kişilerle yapılan+
istenilmediğinde zaman kolaylıkla bırakılan bir işmiş gibi, sanki sıkıcı hayatlarımıza bir çeşni olarak katabileceğimiz, “yeraltı kültüründen çılgın bir tat!”mış gibi ondan söz eden şımarıklık ve aymazlıkla uzlaşabilmem kâbil değil.
Tek başıma yapabileceğim şey denizde ancak bir avuç kum ama, bu konuda benim derdim ve can yakan gerçekliğim bu. Elimden geldiğince unutulmamasına gayret edeceğim, varsın "küf kolulu", "tarhana kokulu" vs. feminizmden sayılsın. Dert değil.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Aşağıdaki, Kemal Tahir'in Bir Mülkiyet Kalesi adlı eserinde alıntılanmış, Kemal Tahir'in zannımca Mustafa Kemal'in konuşmaları ve ifadeleri arasında en beğendiği bölümdür. KT başka çok sayıda eserinde hem Atatürk, hem tek parti dönemi ile ilgili son derece eleştirel de olsa, +
saltanat ve hilafetin kaldırılmasıyla ilgili kararlılık ve keskinliğini takdir eder. Bu noktada bir devrimcilik ruhu okur.
Bu konuşma benim de favorim olduğu için paylaşmayı uygun gördüm. Cumhuriyetin ilanı değil, ama onun ilk adımı, 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasına dair
aynı gün meclis kürsüsünden yapılmış konuşma. Bu konuşmanın yapılış vesilesini, önünü arkasını bilince bu sertlik daha da anlam kazanıyor. Çok bilinen 1 anekdottur bu. Köyde elimin altında olmadığı için açıp kontrol edemiyorum, ama Nutuk'ta da geçiyor olabilir. KT'nin kaleminden:
Gün kötü örneklerin, bu yıkımın müsebbiplerinin yakasına yapışma günü olduğu kadar, takdiri hak eden insanlara da hak ettikleri değeri teslim etme günüdür. Sağolasın @ElmasogluOkkes başkanım!
"Bana Türkiye'nin tek doğrusu sen misin?, dediler"
#Hatay#Erzin Belediye Başkanı Ökkeş Elmasoğlu'nun kaçak yapılaşmaya göz açtırmayan politikası sayesinde, 46.000 nüfusluk Erzin'de deprem kaynaklı tek bir bina yıkılmamış, tek bir can kaybı yaşanmamış.
Sayın Başkan @ElmasogluOkkes bu taviz vermez tavrı ve insan hayatını önceleyen kentleşme politikasıyla 99 Depremi'nde yine benzer şekilde ilçe sakinlerine tek bir can kaybı yaşatmayan Tavşancıl'ın rahmetli belediye başkanı Salih Gün'ü anımsatıyor:
#Antep#Gaziantep Tek tek elle taş taşımaya insan lazım. Yok mu gönüllü? Ah böyle ilanları gördükçe kahroluyorum, havaalanlarında "yollayın artık bizi!" diye isyan ayakta bekletilen, yılıp yürüye yürüye yollara düşen inşaat işçilerini hatırlıyorum. Delirmemek işten değil!
(1) Az evvel üç gündür Adıyaman'da enkaz altından ablasını ve küçük yeğeninin enkaz altından kurtarılması için canhıraş çalışan bir arkadaşımla konuşuyordum.
Abla ve yeğen çok şükür 59. saatlerinde 5 katlı binanın zemin katından sağ çıkartıldılar bir komşularıyla birlikte.
(2) Ablanın omurgası başta olmak üzere vücudunda çok sayıda kırık var ve elbette ki halen şokta.
Bilinci yerine geldiğinde ilk söylediği şey: "Hadi evimize gidelim" olmuş.
"Evin yok artık, yıkıldı", demişler.
Ablacığımın o şokta aklına gelen ilk soru şu olmuş:
(3) "Ama salçalarıma ne oldu?"
Bilen bilir, koca koca tavalarda günlerce uğraşıyla salça yapmak, kavanozlamak, saklamak çok zor ve yorucu bir iştir.
Kurban olduğum ablacığım artık ne kadar emek verip yorulduysa bu yaz salça yaparken, şokta bilinçaltından ilk bu soru çıkmış.
#Çadır#SeyyarTuvalet ve #SahraMutfağı gün boyu gelen haberlerden en büyük ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. Özellikle yurtdışından yardım organize etmeye çalışanların bilgisine ve dikkatine
Bunlar hep Kızılay'ın ilk elden hemen ve derhal afet bölgelerine gönderdiği malzemedendi @siring . Şimdi işitiyorum ki deprem bölgelerinde halk arasında "kızılay çadırı gibi" bir tabirle insanlar yana yakıla çadır arıyorlarmış.
Bu ülke insanının afet zamanında kullanacağı çadırın, seyyar tuvaletin, bir sıcak çorba dağıtacak seyyar mutfağının parası bile eski bir başbakanın semirik oğlunun kumar masalarında yendi bitti. Bunları asla unutmayacağım ve affetmeyeceğim.
Bu sabahki Fox TV sabah programında jeolog ve jeofizikçi Prof. Dr Cenk Yaltırak gözyaşlarını tutamadı. Boğazıma kocca bir yumru geldi oturdu. Dedi ki, "ben bu araştırmaları kariyer için mi yaptım? Mezara götüreyim diye bu bilgileri topladım? Bunları biliyorduk, senelerdir+
söyledik, yazdık... Ama bu bilgiler kul-la-nıl-mı-yor. Uyarılar dikkate alınmıyor. Şarlatanların peşinden gitmeyin.
İstanbul'da deprem olsa bana ne olacak mesela? 60 yaşında adamın, evim yok, güvencem yok. Elbet beni de yanına alan biri olur ama sığıntı gibi mi yaşayayım? +
Ben herkes iyi olsun, güvende olsun diye çalıştım, ama olmuyor.
Bu olanlar beni çok etkiliyor, ailem Yalovalı, biz 17 Ağustos depremini yakından yaşadık.
Tek dileğim artık Marmara depremi olmadan ölmüş olmak. O zaman herhalde bir cenaze namazımı da kılarlar.+