Millais’in 1856 yılında yaptığı bu eser görmek ile ilgili değil, hissetmek ile alakalıdır.
Resim her ne kadar canlı renklere güçlü fırça darbelerine sahip olsa da sanatçının duymamızı ve hissetmemizi istediği şeyler görmemizi istediği şeylerden daha fazladır...
Sanat Tarihi boyunca ressamların en zorlandığı şeylerden biri, abartılı yüz ifadeleri kullanmadan, ya da çok açıkça, göze parmak betimlemeler kullanmadan, bir insanın eksikliğini vermek olmuştur.
Millais bunu harika bir şekilde başarıyor ancak sanki bizlere çok da güvenmiyor gibi geliyor bana.
Dün akşam size bu eseri sorma nedenim de buydu. Hemen hemen herkes kızın kör olduğunu fark etti ilk bakışta.
Bu da sanatçının minik ifadelerde nasıl güçlü bir duygular oluşturabileceğinin kanıtıdır.
Evet, burada iki önemli figürümüz var. İki kız kardeşten büyük olanı kör ve sanatçı bu körlüğü basit bir şekilde vermek yerine oldukça minimal ifadelerle ve doğa ile anlatmayı amaçlamış.
Ancak doğada gördüklerimiz ile değil, duyduklarımızla. Ses, bu kör kız için ne kadar önemliyse bu resim için de o kadar önemli aslında.
Sanatçı, bu kör kızın yakasına ‘Pity the Blind’ yani ‘Köre Merhamet’ yazmış. Bir de bunu üzerine eserin adını ‘Kör Kız’ yapmış.
Ancak adı başka bir şey olsa ya da yakasına böyle bir yazı yazma gereği duymasa da biz gözlerimizle resmin içinde biraz gezdiğimizde, ufak detayları yakalayarak bu kızın kör olduğunu anlayabiliriz.
Ancak bir noktada kızın yakasında yazan ‘Köre Merhamet’ yazısını, önünden geçenler bir kaç kuruş atsın diye yazdığını düşünmüyorum. Aslında sanatçının mesajı doğrudan bize...
Bu kıza merhamet etmemizi isterken bizim de bir ekmek parası atmamızı istemiyor. Bizim bu kız ile doğrudan duygusal bir bağ kurmamızı, empati yapmamızı istiyor.
Gözleri kapalı olan soldaki kör kız figürünün kıyafetlerinde yırtıklar var.
Özellikle de kahverengi gibi fakirliği yansıtmak için sık kullanılan bir renk tercih etmiş. Ancak yine sanatçının kahverengiyi sadece düz bir şekilde fakirliği desteklemesi için koyduğunu düşünmüyorum.
Bir yandan da kız kardeşinin elini sıkıca tuttuğunu görüyoruz. Ancak yine sadece küçük kardeşi uzaklaşmasın diye değil...
Bir yandan da sağ eliyle otları tuttuğunu görüyoruz. Sanat tarihinde neredeyse hiçbir resimde bu kadar çok hissi bir arada yaşamamıştık.
Sanatçı, kız ile empati yapabilmemiz ve kendimizi o atmosferin içinde hissetmemiz için algılarımızla oynuyor.
Kuş figürlerine bakın... Kör kız onları ve doğayı dinliyor. Biraz daha geri planda ise inekler var.
İneklerin ''mö''leri veya boyunlarındaki çan seslerini de duyuyoruz.
Görme engelli bir insanın duyma, koku alma ve dokunma duyularının hissettirilmeye çalıştığını görüyoruz. Yağmur henüz dinmiş...
Kör kız sanki derin bir nefes çekerek toprağın kokusunu ciğerlerine dolduruyor. Bu nefes, az önceki fırtınadan kurtulması adına bir şükür nefesi gibi... Üzerindeki kahverengi bu noktada devreye girerek şiddetli yağmur sonrası toprak kokusunu almamızı sağlıyor.
Tüm tabiatın kokusunu alabildiğimiz bir eser...
Kör kızın, sarı saçlı küçük kız kardeşinin elini de sıkıca tuttuğunu görüyoruz. Aslında bu da bir çeşit sevgi gösterisi. Dokunarak sevgisini gösteriyor.
Bu olay küçük ve son derece doğal bir ana sıkışmış ve hayat donmuş gibi. Küçük kız kardeş gökkuşağını görmek için döndüğünde ablasına sokuluyor, kör kız ise kız kardeşinin minik bedenini hissettiğinde onun elini sıkıca tutuyor.
Diğer eliyle de oturduğu yerin hemen yanındaki otlara dokunarak, yağmur sonrası doğanın ne kadar yeşil gözüktüğünü hayal ediyor belki de...
Ancak hissetmek bunlarla sınırlı değil, kör kız başını güneşe doğru kaldırıyor. Güneşi ve sıcaklığını hissediyor.
Resimde kusurlu olan, fiziksel olarak eksik olan bizden bir adım öne geçiyor.
Bir an için doğayı onun kadar iyi göremediğimizi, yağmurun kokusunu onun kadar iyi alamadığımızı, kuşları onun kadar iyi duyamadığımızı, sevdiklerimize böyle sevgi dolu dokunamadığımızı ve zor durumlar karşısında bu kız kadar güçlü kalamadığımızı hissediyoruz.
Bir an için gözlerimizi kapatıp, her şeyi onun kadar güçlü hissetmek istiyoruz.
Kör kızın göremediği ve hissedemediği tek şey ise fırtınadan sonra çıkmış olan iki gökkuşağı oluyor. Biz de, küçük kız kardeş de bu gökkuşaklarını görebiliyoruz.
Ancak bu seyirci için çok yeterli olacak mıdır? Yani bütün bunları bu kadar güçlü hissetmedikten sonra bir değil hem de iki gökkuşağını aynı perspektif içinde görmek bizim için önemli mi artık?
Ressam aynı zamanda bu detayı yerleştirerek, öndeki kızın gökkuşaklarına dönüp bakmamasıyla onun kör olduğunu bir kez daha vurguluyor.
Bu kız o kadar doğa ile iç içe bir durumda, o kadar sakin ve huzurlu, o kadar hareketsiz ve sevgi dolu ki ressam bize tüm bunları minicik bir kelebek detayı ile anlatıyor.
Aynı zamanda geçinmek için kullandığı akordeon başka bir önem taşıyor. Bu kız kör olmasının dışında sanatçı bir ruh taşıyor.
Duymak ve hissetmek onun için sadece hayatı kolaylaştırmak demek değil, aynı zamanda aç kalmamak ve sevdiğini doyurmak, onunla ilgilenmek anlamına geliyor.
Görmek; sevmek, hissetmek ve yaşamak için yeterli değil...
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Sanatla kalın... 🖤🌈
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Bundan sonra sanatçıların hayat hikayelerini, eğitimlerini ve sanat stillerini anlatacağım bir seriye başlıyorum. Bu yeni serinin ilk sanatçısı ise altınlarla kaplı eserleriyle tanıdığımız Avusturyalı ressam Gustav Klimt olsun istedim…
14 Temmuz 1862 tarihinde Viyana’nın bir banliyösü olan Baumgarten’de doğan Klimt, kuyumcu bir ailenin çocuğuydu.
Küçük yaşlarda resme olan yeteneği ailesi tarafından fark edilen sanatçı 1876 yılında Viyana’daki Sanat ve Zanaat Okulu’na kayıt oldu. Kayıt olmasından kısa süre sonra yeteneği ve hayal gücü ile öne çıkan Klimt, okulun popüler öğrencileri arasına girdi.
Küçücük bir ana çok büyük duygular sığdırırız bazen. İşte böyle anlardan birini muhteşem bir şekilde görselleştirmeyi başaran Frederic William Burton’un ‘Kule Merdivenlerinde Buluşma’ adlı eserinden bahsedeceğim size.
Eser konusunu bir orta çağ Danimarka şarkısında adı geçen Hellelil ve Hildebrand’ın hikayesinden alıyor.
Bu şarkıda, Danimarka Kralının kızı Prenses Hellelil ile Kraliyet ailesinin şövalyesi olan Hildebrand imkansız bir aşkın içine düşerler. Prensesi koruması gereken şövalye ve prenslere layık görülen prenses gizlice bir ilişki yaşamaya başlar.
Bu akşam saat 20.30'da online olarak Salvador Dali'nin hayatı ve eserleri ile ilgili bir seminer vereceğim. Detaylı bilgi ve kayıt için İnternet sitemizi ziyaret edebilirsiniz. kopruatolye.com/etkinlik/celil…
Michelangelo Buonarroti'nin 1487-1488 yılları arasında 13 yaşında yaptığı "Aziz Antonio'nun Azabı" adlı eseri. Aziz Antonio, manastırcılığın babası olarak bilinir. Ona göre dünyevi zevklerden uzak durmak günahlardan uzak durmak demekti.
Aziz Antonio dünyevi zevklerden uzak durmak için insanlardan uzak durması gerektiğini düşünür ve kırsal hayatta inzivaya çekilir. Ancak ifrit ruhlar onu sürekli günaha davet ederler. Ona güzel yiyecekler sunlar. Ancak Aziz bunları reddeder.
Ona güzel kadınlar sunarlar ancak Antonio onları da reddeder. Ne yaparlarsa yapsınlar Antonio'yu günaha çekemeyen kötü ruhlar Azize saldırır ve onu vahşice döverler ancak Aziz Antonio yine de bu yaşam tarzından vazgeçmez.
Sir Joshua Reynolds, Jacques Lois David’in ‘Sokrates’in Ölümü’ adlı eseri için ‘Sistina Şapelinden sonra ortaya çıkmış en başarılı eser’ diye bahsetmiştir. Elbette tartışılır. Ancak bu eserin 18. yüzyılda yapılan en başarılı eserlerden biri olduğu çok açık..
Yeni-Klasikçilik akımının en güçlü isimlerinden biri olan David’in 1787 yılında bitirdiği ve günümüzde New York’daki Meropolitan Museum of Art’da sergilenen bu muhteşem eserde Antik Yunan filozofu Sokrates’in idam edilmek üzere olduğu anı görüyoruz.
Sokrates, Atina şehrine hükmeden tanrılara değil de daha önce duyulmamış ruhani kavramlara olan inancı ve halkı kötü etkilemesi sebebiyle idam cezasına çarptırılmıştır. İdamının ise baldıran bitkisinden yapılan bir zehirli içecek ile yapılmasına karar verilir.
Bugün sizlerle hem korkunç hem de fantastik bir yolculuğa çıkacağız. Bugün inceleyeceğimiz eser Horace Vernet’in 1836 yılında yaptığı ‘Lenore Baladı’ ya da diğer adıyla ‘Ölüler Hızlı Seyahat Ederler’ adlı eseri olacak.
Eser konusunu Alman yazar Gottfried August Bürger’in 1774 yılında yayınlanan gotik ve romantik bir balad olan ‘Lenore Baladı’ adlı eserinden alıyor. Bu hikaye ise bizleri 1757 yılına, Prusya ve Avusturya’nın Prag için savaştığı zamanlara götürüyor...
Bu savaşta büyük Frederich’in ordusu Avusturya’yı geri püskürtmeyi başarsa da çok ciddi kayıplar verdi. Prusyalı insanlar savaşa gidenleri beklemeye koyulduklarında bunlar arasında Lenore adında genç bir kadın da vardı.