Sekiz bin yıllık serüven dolu yolculuğunda insanoğlunun ufkunu açmış, tutkularını alevlendirmiş, kimi zaman üzüntüye boğmuş, kimi zaman da karşılaştığı felaketlerin reçetesi olmuş.
Anadolu’nun kadim halklarının kültürünün bir parçasıdır.
“Ve Nuh çiftçi olmaya başladı ve
bir bağ dikti ve şaraptan içip
sarhoş oldu.”
Tekvin (yaratılış 9: 20,21)
Nuh Peygamber’e atfedilen bir efsanede, Nuh Peygamber, tufandan sonra hayvanları ile Ağrı Dağı eteklerinde yaşamaya başlar.
Karınlarını doyurmak üzere civarda dolaşan hayvanlardan keçinin, bir gün olağanüstü neşeli döndüğünü görür. Bu hal günlerce devam edince Nuh Peygamber keçisinin peşinden giderek, bu durumun yediği bir meyveden kaynaklandığını keşfeder.
Kendisi de bu meyveyi çok beğenir ve hayatı pespembe gösteren üzüm suyunun müptelası olur.
Şarap tarihinin Prehistorik (Tarih Öncesi) çağa kadar uzandığı sanılmaktadır. Anadolu’da Hititler ve Mısır’da Mısırlılar şarap kültürünü başlatan toplumdur.
Şarap Hititler’ de para eden ticari bir maldır. Anadolu’nun güney sahillerinde yaşayan Fenikeli gemiciler, şarabı önce Ege sahillerinden adalara ve Yunanistan’a taşıyıp büyük paralar kazandılar. Şarabın gemilerle nakli için ‘amfora’ denilen sivri uçlu toprak kaplar kullanılırdı.
Hitit şaraplarının Asurlu tacirlerin yardımı ile Mezopotamya Bölgesine geçtiği de bilinmektedir. Asurlu tacirler 250-300 eşeğin bulunduğu kervanlarla şarap naklini gerçekleştiriyorlardı.
M.Ö. 1500 yıllarında Orta Yunanistan’da bağcılık ve şarapçılık gelişmeye başlamış ve
M.S. 900 ortalarında şarap, ekmek kadar gerekli bir ihtiyaç maddesi haline gelmişti.
Eski Mısır’da duvarlarda şarap figürlerine rastlanmıştır ve hatta şarap listeleri dahi bulunmuştur. Mısırlıların ilk üzüm bağları, üreticileri, bağbozumu ve şarap etiketleri hakkında
kayıt tuttukları görülmektedir.
Babilliler ise şarap dükkanlarının işletilmesi üzerine ilk kanunları çıkaran topluluk olmuştur.
M.Ö. 2700 yıllarına ait olduğu düşünülen Sümerlere ait yazılarda tanrıça Gestin “Ana asma kökü”, tanrı Pa-Gestin-dug “İyi asma” ve
onun karısı Nin-Kasi “Sarhoş Eden Meyve” karşımıza çıkmaktadır. Eski Mısırda ise Osiris’in “Şarap Tanrısı” olmasına rağmen, şarap hakkında “tanrı Horus’un gözyaşı” veya “güneş tanrısı Ra’nın teri” gibi tanımlara da rastlanmaktadır.
M.Ö. 3 bin yıllarında Orta Anadolu’da yaşayan Hititlerin üzümlerinin özelliği ve tatlılığı, bağlarının zenginliği ve bolluğu nedeniyle tarihçiler şarabın anavatanı ve ilk üretildiği yer olarak Orta Anadolu’yu gösteriyor.
2012 yılının Ocak ayında Ermenistan’ın Yeghegnadzor şehrinin yakınlarında ki Areni-1 mağarasında antik bir şaraphane kalıntısı bulundu ve 6000 yıllık, bu şaraphane bilinen en eski şaraphane olarak kayıtlara geçti.
Keşişler yüzyıllar boyunca toprak seçme, toprağa uygun asma seçme, asmayı aşılama, budama, bağbozumu zamanlaması, yağmurun ve güneşin etkileri ve mayalanma üzerine araştırma yapıp yeni teknikler geliştirdiler. Bütün bunları yapmalarının başlıca nedenlerinden biri de
özellikle orta çağda şarap ticaretini ellerinde tutmaları idi.
Şarap, festivallerde ve dini törenlerde içildiği gibi, birçok içki gibi tarih boyunca farklı toplumlarda ilaç ve antiseptik olarak kullanılmış ve günümüzde de kullanılmaya devam etmektedir.
Ortaçağ Avrupa’sında şarap ve bira lüks tüketim değil, bir gereksinim idi.
Antik dünya, şaraba, yaşamını sağlamak için gereken diğer besinlerden daha fazla önem vermiş.
Dinsel bir tema olarak algılanan şarap, her toplumda bir de şarap tanrısı var olmasına neden olmuş
Tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarından Tevrat ve İncil’in büyük tufanı anlatan bölümleri başta olmak üzere, çeşitli bölümlerinde asma ve şaraptan sıkça söz edilmektedir.
Bağcılığın belgelere dayalı gerçek tarihi ise Anadolu uygarlıkları ile iç içedir.
MÖ. 2000 yıllarında Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya gelerek 600 yıllık büyük bir uygarlık yaratan Hitler için, buğday ve arpa yetiştiriciliğiyle birlikte bağcılığın önemini anlatan çok sayıda arkeolojik buluntu günümüze ulaşmıştır.
Anadolu topraklan, Osmanlı hakimiyetine girdiğinde, bağcılık ve şarapçılıkta gerileme başladı.
Bu dönemden itibaren sadece Rum ve Ermeni topluluklarının temsil ettiği etnik azınlık grupları şarap ve hatta üzüm üretimiyle ilgilendiler.
Tanzimattan sonra batılılaşma hareketleri şarapçılığı canlandırıyor ve 1900’lerin başında Avrupa bagları floksera hastalığı ile kıvranırken, Osmanlı 300 milyon litre şarap üretip, büyük bir kısmını ihraç ediyor
Tanrılara şükran ve minnetin göstergesiyken aynı zamanda neredeyse tüm eğlence ve toplantıların ana içeceği olan şarap, günlük hayatta bile baharat ve bal gibi maddelerle karıştırılarak, sabahları Eski Yunanlıların kahvaltılarını süsledi.
Sonbaharda müzik eşliğinde şarkılar söylenerek yapılan bağbozumu, antik çağ insanı için, bir bakıma tüm keder ve elemini bir tarafa bırakarak yapılan bir ritüel haline gelmişti. Orak biçimini andıran bıçaklarla toplanan üzüm salkımları, önce sepetlere doldurulur,
daha sonraysa şarap preslerine götürülürdü. Şarap presleri, üzümlerin su kaybı yaşamaması için toplandığı bağlara yakın kurulurdu.
Antik şarap yapımı üç aşamadan oluşuyordu,
üzümler öncelikle ayakla eziliyor, arkasından pres makineleriyle suyu çıkarılıyor ve
şarapların saklandığı kaplarda mayalanma sürecine bırakılıyordu.
Ayakla ezilip, arkasından preslenerek elde edilen üzümün suyu, havuzdaki deliklerden aşağıdaki şarap küplerine dolardı.
İlk üzümlerin sularından elde edilen şarabın kalitesi yüksek kaliteyken,
sonraki ezmelerden elde edilen şarabın kalitesi daha düşüktür.
Çünkü üzümün posası ve kabuğu tekrar sıcak suyla karıştırılır; buradan ikinci kalite şarap ya da sirke elde edilirdi.
Şarabın içerisindeki alkol miktarını, yine şarabın içerisindeki şeker miktarı belirler.
Fermantasyon süresi biten şarap, içi tamamıyla reçine ile sıvanmış amforalara tülbent benzeri bir kumaş ile süzülerek aktarılır. Bu amforalar da ışık ve ısıya maruz kalmayan yerlerde birkaç hafta kadar bekletilir ve dinlenmeye bırakılırdı.
Bulut geçti, gözyaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde?
Bugün bu çimen bizim, yarın kim bilir kim
Gezecek, bizim toprağın yeşilliğinde
Ömer Hayyam
"Bir şişe şarapta bütün kitaptakilerden daha fazla felsefe vardır."
Louis Pasteur
1799 , Fransız General Napolyon Bonaparte, Osmanlı yönetimindeki Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması fikrini ortaya attı.
Birinci Siyonizm Kongresi İsviçre'nin Basel şehrinde toplandı. 1896'da gazeteci Theodor Herzl, ''Der Judenstaat'' yani Yahudi Devleti adlı
bir kitap yayınlamıştı ve kongrede bu kitaptaki fikirler tartışıldı.
Kongrenin sonunda, Basel Programı yayınlandı. Bu belgede, Filistin'de bir Yahudi vatanının kurulması ve Dünya Siyonizm Teşkilatı'nın bu amaca ulaşmak için faaliyete geçirilmesi öngörülüyordu
1903'e kadar, göçmen sayısı 25 bine ulaştı. Çoğu Doğu Avrupa'dan gelmişti.
O zamanlar Filistin, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçasıydı.
1904 ila 1914 arasında 40 bin kişilik bir ikinci göçmen dalgası geldi.
Ünlü yönetmen Steven Spielberg'in filmine ilham verdi.
1942’de İran’da doğdu. 1973 yılında Bradford Üniversitesinden kabul aldı ve 3 yıl boyunca İngiltere’de yaşadıktan ve okul bittikten sonra ülkesi İran’a geri döndü.
Mehran Karimi Nasseri, hayatı , 2004 yılında Steven Spielberg’in yapımcısı olduğu ve Tom Hanks’in başrolünü oynadığı “Terminal” filmine konu oldu.
O zamanlar İran’da Şah’a karşı başlatılan isyanda Nasseri de yer almıştı.
Annesinin İngiliz olması sebebiyle 1986 yılında İngiltere'ye yerleşme kararı alan Nasseri, yolculuk esnasında evrak çantasının çalınması sonrası yine de Londra uçağına bindi.
Belirli bir bölgeye yeni doğmuş bir tavşan çifti (bir dişi, bir erkek) konuluyor. Her tavşan çifti ikinci aydan itibaren yetişkin hale geliyor ve her ay yeni bir tavşan çifti (bir dişi, bir erkek) doğuruyor.
Tavşanların hiç ölmediği varsayılırsa bu bölgede bir yıl sonra kaç çift tavşan olur?
Bu problem İtalyan matematikçi Leonardo Fibonacci’nin 1202 yılında yazdığı Liber Abaci (Hesap Kitabı) adlı kitabında yer alır.
Problemin cevabı Fibonacci dizisidir ve {1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, …} şeklinde devam eden sonsuz sayılardan oluşur.
Fibonacci dizisinin özelliği kendinden önceki iki ardışık sayının toplamının kendisinden sonraki sayıya eşit olmasıdır.
Büyük Taarruz zaferi ile Anadolu’daki Yunan işgali sona erip, 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Anlaşması imzalandığında artık ülkenin tek siyasi gücü fiilen TBMM Hükümeti olmuştu.
İtilaf Devletleri, İsviçre’nin Lozan kentinde toplanacak olan barış konferansına yine ikilik çıkarmak için TBMM’nin yanı sıra İstanbul Hükümeti’ni de davet etti.
İstanbul Hükümeti de Ankara’ya barış konferansına birlikte katılmayı teklif etti. Fakat Mustafa Kemal; ““Barış konferansında Türkiye Devleti yalnız ve ancak TBMM Hükümeti tarafından temsil olunur.” diyerek bu durumu reddetti.
Osmanlı’da 1848’den beri Galatalı İngiliz bankerlerin Sırbistan, Dalmaçya ve Karadağ’dan getirdiği taş ustası işçilerle gerçekleştirilen kömür üretimi ve İngiltere’den ithal edilen kömür, ihtiyacı karşılamadığı için 24 Nisan 1867’de Dilaver Paşa tarafından
“Ereğli Kömür Maden-ü Hümayunu” adıyla bir nizamname yayınlandı.
100 maddelik nizamname Ereğli Sancağı’nın Bartın, Eskipazar, Akçaşehir ve Karasu, Safranbolu, Perşembe, Ulus, Amasra, Gökçebey, Ereğli, Horcanaz, Yenice, Devrek, Karabük ve Eflani gibi 14 kazasını kapsıyordu.
Mükellefiyet yasası 13-50 yaş arasındaki erkeklerin sağlam olanlarının ocakta kazmacı, küfeci ve direkçi olarak çalışmasını zorunlu kılıyordu.
Madende çalışacakları ise muhtar belirleyecekti.
9000 yıldan daha uzun bir süre önce inşa edilmiş olan bu şehir şimdiye kadar keşfedilen en büyük Neolitik yerleşim yerlerinden biridir.
İngiliz kaşif James Mellaart tarafından 1958 yılında keşfedildi.
Konya’nın 52 kilometre güneydoğusunda, Çumra ilçesinin sınırları içinde yer alan tarihöncesi yerleşim alanı Çatalhöyük Batı ve Doğu olarak iki höyükten oluşuyor.
Doğudaki Neolitik, batıdaki ise Kalkolitik döneme tarihleniyor.
MÖ. 7.400 ve MÖ. 6.200 yılları arasında tarihlenen 18 adet neolitik yerleşim katmanı bulunuyor.
Neolitik yerleşimler, göçebe yaşamdan yerleşik yaşama, başka bir deyişle tarım yaşamına geçişi işaret eder.