19. yüzyılın sonlarında Ninova’dan çıkarılan kırık kil tabletlerin üzerinde dünyanın en büyük hazinelerinden biri yazılıydı.
Tabletler, Sami dillerinin en eskisi olan ve çivi yazısıyla yazılan Akadçaydı.
Yazı karakterleri, kalem niyetine kullanılan nesnenin tablet yüzeyine
bastırılmasıyla oluşturuluyordu.
Ortaya çıkan karakterlerin çiviye benzemesi nedeniyle bu yazı türü çivi yazısı olarak isimlendirilmişti.
Gılgamış Destanı, Homeros’un İlyada ve Odysseia’yı yazmasından en az bin üç yüz yıl önce çivi yazısıyla kil tabletler üzerine yazılmıştır.
Araştırmacı George Smith British Museum’daki kırık kil tabletlerden Gılgamış Destanı’nın parçalarını bir araya getirdi.
Gılgamış Destanı, tarihin en eski yazılı destanının adı olup, 56 kil tablete Akad çivi yazısı ile kaydedilmiştir.
Uruk kralı Gılgamış'ın ölümsüzlüğü arayışının öyküsünün anlatıldığı destan aynı zamanda Nuh Tufanı'nın en eski sürümünü de nafile olduğunu ve Tanrı Enlil’in öğütleriyle, insanın ancak büyük bir ad bırakmakla ölümsüzlüğe erişebileceğini kabul etmiştir.
Gılgamış Destanı'nın en önemli özelliklerinden biri de, anlattığı "Tufan" öyküsünün, küçük değişimlerle üç büyük dinin kutsal kitaplarında aynen yer almasıdır.
Bu tabletlerdeki metne göre destan, Gılgamış’ın özelliklerini övgüyle anlatarak başlar.
Yarı insan, yarı tanrı olan Gılgamış karada ve denizde olan biten her şeyi bilen başarılı bir yapı ustası ve yenilmez bir savaşçıdır. Destanının, öbür bölümlerinde Gılgamış’ın başından geçen serüvenler anlatılır.
Gılgamış destanında Tufan’ı tanrıça İştar ve Bel’in başlattığı anlatılır. Gılgamış, Tufan’dan kurtularak sağ kaldığını öğrendiği Utnapiştim’i bulmak üzere yola çıkar. Utnapiştim ölümsüzlüğün sırrını bilen bir bilgedir
Utnapiştim’i bulan Gılgamış, onun verdiği ölümsüzlük otuyla gençliğine yeniden dönecek ve ölümsüzlüğe kavuşacaktır.
Çoğu destan karakterinin aksine Gılgamış gerçekten yaşamış bir insandır, gerçekliği belirsiz bir karakter değildir.
Gılgamış, M.Ö. 3000’e doğru, ilk Sümer yerleşkelerinden olan Uruk şehrinin kralıdır.
Destanın felsefesi “insanın dünyada büyük bir isim bırakmakla ölümsüzleşebileceği” şeklinde yorumlanır.
Destan, Mezopotamya’daki devlet yapısı, dini inanışlar ve ritüeller gibi birçok önemli olayla ilgili günümüze ışık tutan tarihi belge niteliğindedir.
Zalim olarak nitelenen Gılgamış’ın özellikleri ise şaşırtıcı.
Şiir kahramanı, seven, duygulanan, ağlayan, neşelenen, şakalaşan, nefret eden, savaşan, yorulan bir kralı anlatan destanda canavarlar, Gılgamış’a düşman olarak nitelenen diğer tanrıları zikretmek için kullanılır.
Gılgamış Destanı’nın yazıya geçirilmesinden çok önce sözlü şekilde var olduğundan dolayı kültürel etki içinde günümüze ulaşan hikayenin daha erken Sümerce ya da geç Babilce olup olmadığı konusu çokça tartışılmaktadır.
Ninova, Kral Asurbanipal'in Mezopotamya'da bulabildiği her edebi eserin kopyalarını barındıran kütüphanesini kurduğu başkentti. Bu eserler çivi yazısı ile kil tabletlere yazılı olduğundan, kütüphaneyi yok eden alevler tabletlere hiçbir şey yapmamış, sadece pişirmişti.
Bu eserlerin bulunduğu binalar yıkıldı ve Mezopotamya edebiyatı, 19. yüzyılın ortalarında yeniden keşfedilinceye kadar, 2.000 yıldan uzun bir süre toprak altında kaldı.
19. yüzyıldaki Mezopotamya kazıları, dünya tarihini kelimenin tam anlamıyla değiştirdi.
İlk 11 tablet, destanın standart versiyonunu, 12. tablet ise daha eski bir Sümer şiiri olan Gılgamış ve Yeraltı Dünyası'nı (cehennem) anlatır
Tarihçi D. Brendan Nagle :
"Hastalık, yaşlılık, ölüm, nam bırakma ve ulaşılamaz olanı elde etme arzusu gibi ezeli ve ebedi insani meseleleri ele alan bu muhteşem şiir, yok oluşa karşı direnmek ve geride bir isim bırakmak için Mezopotamya'nın destansı
mücadelesinin bir metaforu olarak düşünülebilir. (Nagle, The Ancient World: A Social and Cultural History)"
Bilim adamları, sözlü Sümer geleneğinde var olan ve Gılgamış’ın maceralarını anlatan öykülerin ilk kez yaklaşık MÖ 2100’lerde yazıya geçirilmiş olduğunu tahmin etmektedir.
Sinlegi-unninni adında ve muhtemelen bu dönemde yaşamış olan bir rahibin, destanın son Akad (Babil) versiyonunu yazdığına inanılmaktadır.
Rahip, Sümer Tufan öyküsünü destana göre şekillendirip her ikisini birleştirmiş ve Gılgamış ile Enkidu arasında bir dostluk yaratmıştır.
Gılgamış’ın varlığının tarihsel kanıtı, Uruk’un (bugünkü Warka, Irak) sur duvarlarının inşasıyla onu öven yazıtlarda bulundu ki bu yazıtlar, onun hayatın anlamını sorgulamasını ve büyük başarılarını ilk kaydeden tabletlerdir.
Burada, Kiş kralı Enmebaragesi ve tabii ki Sümer kral listesi ve hükümdarlığı boyunca gelişen efsaneler gibi Gılgamış’ın, zamanının bilinen tarihsel figürleri tarafından ona atfedilen başka referanslar vardır. Günümüzde hala Gılgamış hakkında konuşulmakta ve yazılmaktadır.
Alman arkeoloji ekibi Nisan 2003’te Gılgamış’ın mezarını bulduklarını iddia etti. Arkeolojik kazılar Fırat Nehri’nin eski yatağı çevresinde ve manyetizasyon içeren modern teknoloji yoluyla yürütülmektedir. Büyük kralın mezarının içinde Gılgamış Destanı’nı betimleyen yapı,
özel binalar, bahçe duvarı yapıları ortaya çıkarmıştır.
Efsaneye göre Gılgamış’ın ölümü üzerine sular ayrıldığında, Gılgamış Fırat nehrinin dibine gömülmüştür.
1799 , Fransız General Napolyon Bonaparte, Osmanlı yönetimindeki Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması fikrini ortaya attı.
Birinci Siyonizm Kongresi İsviçre'nin Basel şehrinde toplandı. 1896'da gazeteci Theodor Herzl, ''Der Judenstaat'' yani Yahudi Devleti adlı
bir kitap yayınlamıştı ve kongrede bu kitaptaki fikirler tartışıldı.
Kongrenin sonunda, Basel Programı yayınlandı. Bu belgede, Filistin'de bir Yahudi vatanının kurulması ve Dünya Siyonizm Teşkilatı'nın bu amaca ulaşmak için faaliyete geçirilmesi öngörülüyordu
1903'e kadar, göçmen sayısı 25 bine ulaştı. Çoğu Doğu Avrupa'dan gelmişti.
O zamanlar Filistin, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçasıydı.
1904 ila 1914 arasında 40 bin kişilik bir ikinci göçmen dalgası geldi.
Ünlü yönetmen Steven Spielberg'in filmine ilham verdi.
1942’de İran’da doğdu. 1973 yılında Bradford Üniversitesinden kabul aldı ve 3 yıl boyunca İngiltere’de yaşadıktan ve okul bittikten sonra ülkesi İran’a geri döndü.
Mehran Karimi Nasseri, hayatı , 2004 yılında Steven Spielberg’in yapımcısı olduğu ve Tom Hanks’in başrolünü oynadığı “Terminal” filmine konu oldu.
O zamanlar İran’da Şah’a karşı başlatılan isyanda Nasseri de yer almıştı.
Annesinin İngiliz olması sebebiyle 1986 yılında İngiltere'ye yerleşme kararı alan Nasseri, yolculuk esnasında evrak çantasının çalınması sonrası yine de Londra uçağına bindi.
Belirli bir bölgeye yeni doğmuş bir tavşan çifti (bir dişi, bir erkek) konuluyor. Her tavşan çifti ikinci aydan itibaren yetişkin hale geliyor ve her ay yeni bir tavşan çifti (bir dişi, bir erkek) doğuruyor.
Tavşanların hiç ölmediği varsayılırsa bu bölgede bir yıl sonra kaç çift tavşan olur?
Bu problem İtalyan matematikçi Leonardo Fibonacci’nin 1202 yılında yazdığı Liber Abaci (Hesap Kitabı) adlı kitabında yer alır.
Problemin cevabı Fibonacci dizisidir ve {1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, …} şeklinde devam eden sonsuz sayılardan oluşur.
Fibonacci dizisinin özelliği kendinden önceki iki ardışık sayının toplamının kendisinden sonraki sayıya eşit olmasıdır.
Büyük Taarruz zaferi ile Anadolu’daki Yunan işgali sona erip, 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Anlaşması imzalandığında artık ülkenin tek siyasi gücü fiilen TBMM Hükümeti olmuştu.
İtilaf Devletleri, İsviçre’nin Lozan kentinde toplanacak olan barış konferansına yine ikilik çıkarmak için TBMM’nin yanı sıra İstanbul Hükümeti’ni de davet etti.
İstanbul Hükümeti de Ankara’ya barış konferansına birlikte katılmayı teklif etti. Fakat Mustafa Kemal; ““Barış konferansında Türkiye Devleti yalnız ve ancak TBMM Hükümeti tarafından temsil olunur.” diyerek bu durumu reddetti.
Osmanlı’da 1848’den beri Galatalı İngiliz bankerlerin Sırbistan, Dalmaçya ve Karadağ’dan getirdiği taş ustası işçilerle gerçekleştirilen kömür üretimi ve İngiltere’den ithal edilen kömür, ihtiyacı karşılamadığı için 24 Nisan 1867’de Dilaver Paşa tarafından
“Ereğli Kömür Maden-ü Hümayunu” adıyla bir nizamname yayınlandı.
100 maddelik nizamname Ereğli Sancağı’nın Bartın, Eskipazar, Akçaşehir ve Karasu, Safranbolu, Perşembe, Ulus, Amasra, Gökçebey, Ereğli, Horcanaz, Yenice, Devrek, Karabük ve Eflani gibi 14 kazasını kapsıyordu.
Mükellefiyet yasası 13-50 yaş arasındaki erkeklerin sağlam olanlarının ocakta kazmacı, küfeci ve direkçi olarak çalışmasını zorunlu kılıyordu.
Madende çalışacakları ise muhtar belirleyecekti.
9000 yıldan daha uzun bir süre önce inşa edilmiş olan bu şehir şimdiye kadar keşfedilen en büyük Neolitik yerleşim yerlerinden biridir.
İngiliz kaşif James Mellaart tarafından 1958 yılında keşfedildi.
Konya’nın 52 kilometre güneydoğusunda, Çumra ilçesinin sınırları içinde yer alan tarihöncesi yerleşim alanı Çatalhöyük Batı ve Doğu olarak iki höyükten oluşuyor.
Doğudaki Neolitik, batıdaki ise Kalkolitik döneme tarihleniyor.
MÖ. 7.400 ve MÖ. 6.200 yılları arasında tarihlenen 18 adet neolitik yerleşim katmanı bulunuyor.
Neolitik yerleşimler, göçebe yaşamdan yerleşik yaşama, başka bir deyişle tarım yaşamına geçişi işaret eder.