Babam evde hiç söz etmemişti işten, Lâzı nerede, nasıl tanıdığından. Belki tanımıyordu da, bilen biri salık vermişti. Demokrat Partiliydi babam. Parti için her şeyini satıp savmıştı. En son dükkânı elden çıkaralı yıllar vardı. Birilerinin himmetiyle bulmuştu ofisteki işini.
Başlangıçta hoşnuttu, sonra tartışır olmuştu şefiyle. İçimden bir ses diyor ki, elâlemle didişmesi kâtibe kızlara gösteriş yapma arzusundandır. Ömür boyu bokuyla kavga etti. Üç yıl art arda aynı kentte, aynı işte çalıştığını görmedim.
İzmit’e taşınalı bir yıl olmamıştı henüz.
Ortasından demiryolu geçer İzmit’in. Kentin ortası olur mu demeyin, İzmit’in ortası vardır. Demiryolunun iki yanında yüzlerce yıllık çınarlar… Adam asıldığını tarih kitaplarında mı okumuştum yoksa uyduruyor muyum?
“Bu adam benim oğlum; olgun, sevecen, sorumluluk sahibi, makûl, mantıklı. Daha 15'inde, 3 yaşından beri yüzdüğü havuzda boğuldu.
Odasında fişe takılı elektrikli alet bırakmaz, yanık yiyecekleri yemez, arabada arka koltukta kemerini takar, mevsiminin dışında sebze meyve yemez bir çocuktu.
Dersleri, sosyal çevresi çok iyi, biz mutlu ve sorunsuz yaşarken, birden nefessiz dipten ne kadar gidebiliriz diye yarışası tutmuş.
Yarıştığı arkadaşı bakkala gitmiş geldiğinde seslenmiş, cevap alamayınca evine dönmüş.
Devlet gemi inşa mühendisi Fethi Algon'u 1946’da Tatvan'a yollar. Kocaman bir iç deniz, üzerinde hiç deniz taşımacılığı yok.
Fethi Algon eşini, iki oğlunu alır Kurtalan Ekpresi ile önce Siirt Kurtalan'a oradan da 8 saat (122 km) süren bir yolculukla Tatvan'a varır.
Vardıklarında manzara şudur Tatvan'da.
Yol yok
Okul yok
Elektrik yok
Su şebekesi yok
Türkçe bilen yok
Bakkal bile yok
Yok yok yok yok.
Fethi Algon önce tersaneyi kurar ve Van Gölü üzerinde yolcu taşımacılığı yapacak gemilerin, kosterlerin, römorkörlerin üretimine başlar, iskelelerin yapımları da başlar eş zamanlı Gevaş, Ahlat, Erciş, Van ve Gevaş'ta.
Aziz Nesin 1948 yılında Bursa'ya sürgüne gönderilir...
"...Bursa’da tanıştığım başka bir kitapçıya gittim.
-“İngilizce ders verilir.” diye bir kağıda yazsam da, sizin dükkanın camına kağıdı yapıştırsam, nasıl olur?
-İş çıkmaz! dedi.
-Neden?
-Şimdi herkes İngilizce ders veriyor. Manav dükkanlarından, berber dükkanlarına kadar bak, hepsinin camında “İngilizce ders verilir” diye kağıtlar asılı…
Ağaçlara, duvarlara bile kağıt asmışlar. İngilizce dersi bu hızla giderse, ders verenler dersi alanlardan fazla olacak.
O zaman, Türkçe ders verenlere iş çıkacak. En iyisi, siz Türkçe dersi verin.
Güldüm.
-Şaka değil, dedi, şuraya “Eski Türkçe dersi verilir” diye bir kağıt asalım, bak kaç kişi gelecek.
Dediğini yaptık.
Bir hafta sonra dört öğrencim oldu.
“104 yaşında olduğumu düşündükçe şaşkına dönüyorum. Beklemiyordum. Ama artık bıktım yaşamaktan. Çok dertleniyorum. Kendimle ilgili değil ama etrafımda olup bitenler beni çok üzüyor. Çocuklarım, torunlarım için kaygılanıyorum, onlar için ödüm kopuyor.
Özel bir çabanız oldu mu bu kadar uzun yaşamak için?
Yoo! Hiç özel bir şey yapmadım. Az da yemedim, çok da yemedim. Ama çok yürüdüm. Hâlâ yatak sporlarım vardır. Şimdi biraz bacaklarım ağrıyor, zorlanıyorum ama yine de yapıyorum.
Sizce ruh yaşlanıyor mu?
Yaşlanmanın kötü yanı o ya işte kızım. Bedeniniz bazı şeylere eskisi gibi izin vermiyor ama ruh yaşlanmıyor. Duygular hiç değişmiyor. Gençlikte nelere ağlıyorsam hâlâ aynı şeylere ağlıyorum. Nelerden heyecan alıyorsam aynı şeylerden heyecan alıyorum.