Muhabbet: Gönül. Samimiyet: Vicdan. Kimi insanlar beyhude yaşar. Bu durum hiçbir zaman gün yüzüne çıkamayan kıymetli madenleri anımsatır.
Dürüstlüğün güçlü bir diyalog olduğuna inanırım. Oysa tevazu muhatabında makbul!
Muhabbet aynı lisanı konuşanlar arasında! Yalnızlık kimi insan için korkunç bir kabus kimi insan için ebediyete açılan bir kapı.
Yabancılaşmaktan korkma! Ne diyordu Kafka? ‘İçi insanlarla dolu büyük evler var karşıda, gene de tek odada bir başına olmak, bir evde yalnız yaşamak, yaşamın en önemli yanı, daha doğrusu: Kimi zaman yalnız kalabilmek mutluluğun ilk koşulu.’
Sonra can ve arkasından gelen canan. Can kim? Canan kim?
Dürüstlüğün hüküm sürdüğü muhabbetler, çağlayan şelalelere benzer. Ancak çıkar ve riya girdi mi meselenin tüm rengi değişir.
Devir muhabbet devri değil ey talip. İnsanlar don değiştirir gibi insan değiştiriyor. Daldan dala atlayan koca bir yığın… Eşyanın daha kıymetli sayıldığı buhranlı bir cemiyet. Saygı yok, sevgi yok! Ya dürüstlük? Erdem, tozlu raflara kaldırılmış kıymetli bir mefhum…
Sonra dar zihinlerde zehir gibi yayılan ihtiras ve arzu. Hangi ihtiras? Hangi arzu? Kadın bedenini sergilemekle meşgul. Erkek ete koşan bir vahşi bir hayvan…
“104 yaşında olduğumu düşündükçe şaşkına dönüyorum. Beklemiyordum. Ama artık bıktım yaşamaktan. Çok dertleniyorum. Kendimle ilgili değil ama etrafımda olup bitenler beni çok üzüyor. Çocuklarım, torunlarım için kaygılanıyorum, onlar için ödüm kopuyor.
Özel bir çabanız oldu mu bu kadar uzun yaşamak için?
Yoo! Hiç özel bir şey yapmadım. Az da yemedim, çok da yemedim. Ama çok yürüdüm. Hâlâ yatak sporlarım vardır. Şimdi biraz bacaklarım ağrıyor, zorlanıyorum ama yine de yapıyorum.
Sizce ruh yaşlanıyor mu?
Yaşlanmanın kötü yanı o ya işte kızım. Bedeniniz bazı şeylere eskisi gibi izin vermiyor ama ruh yaşlanmıyor. Duygular hiç değişmiyor. Gençlikte nelere ağlıyorsam hâlâ aynı şeylere ağlıyorum. Nelerden heyecan alıyorsam aynı şeylerden heyecan alıyorum.
"Solcusu-sağcısı herkes,
cenaze törenindeydi.
Çok az insana nasip olur bu.
Çünkü babam şu kesimin, bu kesimin adamı değildi. Herkes eşit olsun ve ilerlesin isterdi.
O yüzden de cenazesinde her kesimden insan vardı. İnanılmaz bir kalabalıktı,
Yetkililer bile bu kadar büyük bir kalabalık beklemiyordu,
Hatta biz bir ara endişe ettik, yeteri kadar polis yok diye.
Ama tek bir taşkınlık olmadı. Babam görse çok şaşırırdı,
Neye..?
Bu kadar sevildiğini, kalabalığı görse,
'Vay, bu kadar seviliyor muyum..?' derdi.
***
Babam çok enteresandır, meşhur olduğunu, sevildiğini unuturdu.
Hakikaten mi..?
Gerçekten Mesela derdim ki;
'Baba bak arkadaşın seninle fotoğrafını Facebook'a koymuş,
3 bin kişi beğenmiş'.
'Vay be 3 bin kişi beni beğenmiş mi..? der,
hakikaten çocuk gibi şaşırırdı.
“Amerika'da bir idam mahkumu, infazını beklerken hükümet yetkilileri bir teklifle gelir. Bir deney üzerine İdamını darağacında değil de, zehirli bir serumla uyutarak yapmak istediklerini ve bunun karşılığında ailesine yüklü bir para yardımı yapılacağını beyan ederler.
Mahkum önündeki seçeneğin iyi olduğunu, en azından ölürken ailesine yardım edebileceğini düşünür ve kabul eder.
İnfaz gelir çatar, yatağa yatırılır ve bir serum bağlanır. Doktor, infazın detaylarını mahkuma anlatır;
'Gördüğünüz gibi Bay Jefferson, bağladığımız serumda kademe kademe renkli sıvı mevcut. En üstteki yeşil renkli sıvı bittiğinde elleriniz ve ayaklarınız uyuşacak, ortadaki mavi sıvı bittiğinde kollarınız ve