CADIYLA TALİHSİZ BİR KARŞILAŞMA (Avusturya Halk Hikâyesi)
Bir akşam güneş battıktan epey sonra bir genç, köyde yalnız başına dolaşmaya çıkmıştı. Karanlık sokaklardan birine saptığında, önlüğünü başına geçirmiş genç bir kıza rastladı.
Oğlan, kızın kim olduğunu merak etti ve başındaki önlüğü çekip almak için, ona doğru uzandı. Kız, delikanlının eli daha önlüğüne değmeden, elindeki süt kovasıyla onun yüzüne vurdu. Yüzü kanlar içinde kalan genç adam acıdan feryat ederek oradan uzaklaşmak zorunda kaldı.
Ertesi sabah uyandığında ağzının kulaklarına kadar yırtılmış olduğunu anladı, yüzü tüm gece boyunca kanamıştı. Öğlen olduğunda hala kanaması durmayan genç, sonunda kan kaybı yüzünden halsiz düştü ve hayatını kaybetti.
Ölmeden önce kendisine bunu yapanın kim olduğunu söylemeye çalışsa da yırtık ağzı ve korkudan tutulan dili buna izin vermemişti, tek yapabildiği kekelemek ve sonunda kan tükürmekti. Bahtsız genç, öldüğünde bile cadı ondan intikamını almak istemişti.
Ailesi genç adamın cesedini bir odaya kilitleyip, daha sonra yanına geldiklerinde cesedin bıraktıkları gibi olmadığını, ellerinin ve ayaklarının yataktan sarkar halde olduğunu gördüler.
ÜÇ CADI, KURT VE İHTİYAR ADAM (Kazak Halk Hikâyesi)
Bir zamanlar ulu Kazak bozkırında karıyıp kocamış bir yaşlı adam ve karısı kıt kanaat geçinerek yaşayıp gidermiş. İhtiyarların sütten kesildi kesilecek üç inekten başka varlığı yokmuş.
Yaşlı adam her gün inekleri çayırda otlatır, nine ise sütünü sağıp peynir, yoğurt ve kurut gibi yiyecekler hazırlarmış. Günün birinde zavallı ihtiyarın ineklerinden birini irice bir kurt kapmış.
Akşam olunca eve gelen adam karısı üzülmesin diye yalan söylemek zorunda kalmış ve “Hanım iki inek bize yeter ineklerden birini sattım” demiş.
Türklerin Mohaç’ta Habsburg’a karşı yenildiği haberi Viyana’ya ulaşır ulaşmaz Viyana cephaneliğindeki memurlara halka silah dağıtma emri verildi. Memurlardan biri eve gitmek zorunda kalınca yerine oğlunu bıraktı ve işi ona emanet etti.
Genç, öğlen yemeğini yemek üzere oturduğunda birden merdivenlerden gelen bir ses duyduğunu sandı. Bu ses, tepeden tırnağa silahlı bir birliğin ilerlerken çıkardığı gürültüye benziyordu. Oğlan cephanelikte kendisinden başka kimsenin olmadığını biliyordu ama ses onu epey ürkütmüştü
Az sonra gerçekten bir grup askerin kendisine doğru geldiğini gördü ve iyice korktu. Askerler yemek masasında oturan delikanlının yanından öylece geçtiler ve bir sis bulutu gibi dağılıp yok oldular.
ŞEYTANIN BEBEĞİ (Norveç Halk Hikâyesi)
Skotsvar'da henüz birkaç haftalık bebekleri olan yeni evli bir çift yaşıyordu. Koca, bir gün balığa çıkıp eve dönmekte biraz gecikince karısı gelip gelmediğini görmek için yüksek bir tepeye çıktı.
Tekrar eve geldiğinde kendi çocuğu gitmişti ve yerinde garip bir bebek yatıyordu. Oldukça çirkin ve sanki yaşlanmış görünüyordu. Kendi çocuklarının kaybolmasının ardından üç koca yıl geçti, ama garip çocuk hâlâ yanlarındaydı.
Ona iyi baktılar, ama çocuk pek de gelişiyor gibi görünmüyordu. Çirkin hâli hiç değişmiyor ve çocuk hiç büyümüyordu. Karı koca bu çocuğun durumundan hiç memnun değildi. Bir gün Tjötta'daki papaza gittiler ve ondan yardım istediler.
KARA ŞAMAN'IN DOĞUMU (Yakut Halk Hikâyesi)
"Bir aylık yoldan koku alan aç kara kuzgunlarım! Bakınca kötü bakan, karşıma çıkınca böğüren kan boncuk gözlü, çelik, tunç boynuzlu ruhlarım gelin."
Hikâye başlıyor hay kam, hay!
Eski bir zamanda Kangalas denilen yerde, ”Abaarı Oyun" denilen bir kara şaman yaşamıştı. Bugün kemikleri Tomtor adı verilen yerde, ıssız bir ormanın derinliklerinde çürümüş olmalı. Şamanın mezarı ile uğraşmak iyi değildir, bu yüzden size onun nasıl doğduğunu anlatacağım.
Abaarı Oyun adlı kam doğduğunda annesi ve babası onun yüzündeki gariplik yüzünden irkilmiş ve kendi çocuklarına tiksinerek bakmışlardı; çünkü bebeğin bir gözü alnının ortasında, diğer gözü ise elmacık kemiğinin olması gereken yerde duruyordu.
WALPURGİS GECESİ CADILARI (Alman Halk Hikâyesi)
Ayıların dağlarda bol bulunduğu zamanlarda, Rittsteig kasabasında bir ayı avcısı vardı.
Bir keresinde, Walpurgis Gecesinde ayı avına gitmişti. Avcı, izlerini takip ettiği bir ayının peşinden, yolunu bilmediği taşlık bir alana saptı.
Daha önceki avlarında buraya sık sık gelmiş
olmasına rağmen etraf ona oldukça yabancı geliyordu.
Uzun süre dolaştıktan sonra sonunda ortasında mavi bir ateşin donuk bir parıltı ile dans ettiği, güzel, açıklık bir yere geldi.
Yaklaştıkça, arka ayakları üzerinde oturan devasa bir köpek ve ateşin çevresinde daha önce görmediği birçok küçük hayvan gördü. Ayrıca etrafta hiç müzisyen olmadığı hâlde neşeli bir müzik sesi duyuluyordu.