Savaşta düşmandan çeşitli amaçlara yönelik olarak kelle alınması teamül halini almış bir gelenekti. Üstelik bu sadece Osmanlılar da değil onlardan öncede görünmektedir. Yalnızca Türklere has olmayan bu durum kelt ve İrlandalılarda da görünmektedir.
Mesela Keltler ve İrlandalılar, savaşta mağlup ettikleri düşmanlarının başlarını atlarına asıp evlerine götürerek bunları özel bir tahnit işlemiyle kahramanlıklarının göstergesi olarak muhafaza ediyorlardı.
Heredot’un aktardığına bakılırsa İskitler de savaş meydanında öldürdüğü ilk düşmanının kanını bir kupaya koyup içiyor ve aldığı tüm düşman kellelerini kralına götürüyordu. Zira ganimetten pay alabilmenin tek yolu savaşta alınan kelleleri hükümdara göstermekti.
Eski Türkler’de savaş meydanında düşmanının kellesini alıp götüremeyene kız verilmezdi. İskitler ise Düşmanının kafa derisini yüzerek onu atının dizginlerine asar ve bu deri parçalarının sayısına göre adı yürürdü. Ayrıca nefret ettikleri şahsi düşmanlarının kafataslarını öküz
derisi ve altınla kaplayarak evlerinde şarap kupası olarak kullanıyorlardı. Meşhur Çin tarihçisi Sima Qian’ın aktardıklarına bakılırsa Hunlar savaştan dönen askerlere ancak getirdikleri düşman kellesi kadar ganimetten pay verirlerdi. Savaştan düşman kellesiyle gelen
Hun askeri bir kadeh şarapla onurlandırılırdı. Fakat bu kelle alma dünyanın her yerinde aynı manayı taşıyan bir uygulama değildir. Örneğin Roma’da yalnızca soyluların kellesi kesilirdi. Nitekim Cicero’nun akıbeti böyle olmuştur.
Bizans’ta ise düşman başları zafer nişanesi olarak mızrak ucuna takılıp şehirde dolaştırılıyor akabinde Hipodrom’da teşhir ediliyordu. Mesela Attila’nın 469’da mağlup edilen oğlu Dengizik, ele geçirilip önce Konstantiniyye’de sokak sokak dolaştırılmış sonra başı kesilmiştir
Bazen alınan kelleler mızrak ucunda veya yüksekçe bir yerden düşmana gösterilmek suretiyle düşmanın moralini bozmaya yönelik olarak sallanmıştır. Örneğin II. Kılıçarslan, Miryakefalon’da Bizans ordusu kumandanı Andronikos Vatatzes’in kesik başını bir mızrak ucuna takıp düşman
Tarafının maneviyatını bozmuştur. Osmanlılar’da da devam eden bu baş alma geleneği aslında bir kahramanlık ve cesaret hareketi sayılıyordu.
Kanuni’n son seferi olan Sigetvar’ın fethi sonrası kale kumandanı Mikloş Sigetvar müdafilerinin komutanı Zrinski’nin kellesinin alınıp bir mızrak ucuna takıldığını gösteren Zafernamedeki bu minyatür Osmanlılar’dan kelle alma kültürünün görsel kaynaklarından yalnızca biri
Osmanlılar için düşmandan kelle almanın kahramanlık yanında bir başka anlamı daha vardıki o da ahde vefasızlık edenin hesabını kesmek. Örneğin Varna savaşında Macar Kralı Vladislas, 500 kadar yeniçerinin çember şeklinde koruduğu II. Murat’ın çadırına yürüyüp
Murat’ın kellesini almak isterken yeniçerilerin etrafını sarmasıyla şaşkına dönerek savaştığı esnada bir yeniçeri atını yaralayarak kralı atından düşürmüş ve Koca Hızır isimli bir Yeniçeri Ağası gelerek kralın kellesini kesmişti. Osmanlılar aldıkları bu kelleyi mızrağa takılı
Edirne Segedin anlaşmasının yanına başka bir mızrağa geçirerek teşhir etmişlerdi. Bunu gören Haçlı kuvvetleri de morali bozularak çekilmek durumunda kalmışlardı.
Osmanlılar’da en yaygın kelle alma usülü tıpkı Hun ve iskitlerde de olduğu gibi ganimetten pay almak ve tımar tercihlerinde seçilmek içindi. Gaziler, aldıkları kelle miktarı ile deftere kaydedilirdi. Bu uygulama, savaşçıları teşvik için özellikle kuşatmalarda zorunluluk olarak
görülmüştür. Padişahın bizzat katılmadığı seferlerde asker, seferden dönerken düşmandan aldığı kelleleri yanında getirir, padişaha sunup tevcihlerini aldıktan sonra denize atarlardı. Bazen kelle yerine kulak veya şapka alındığı ve bunların denize döküldüğü de vâkiydi.
Bir de “ düşmandan dil almak” tabiri vardırki bu da düşmandan, sorgulanıp düşman hakkında istihbarat almak için getirilen esirleri ifade etmek için kullanılırdı. Çoğu zaman uzun süren kuşatma savaşlarında askeri savaşa teşvik etmek ve bunları gayrete getirmek için kelle başına
Akçe verilirdi. Osmanlı tarihindeki en uzun süren kuşatma olması bakımından Kandiye kuşatması askerin motivasyon ve şevkini arttırmaya yönelik olarak bu gibi uygulamaların sıkça başvurulduğu bir yerdi. Örneğin Evliya Çelebi, kuşatmada düşmandan kelle getirenin başına çiçekten
Örme çelenk konduğunu ifade ediyor. Kandiye kuşatmasında sırf kelle başına daha fazla akçe alabilmek için bazı askerlerin düşmandan aldıkları kelleleri sakladıkları ve bayramlaşma esnasında sadrazam paşaya takdim ettiklerini yine Evliya Çelebi söylüyor.
Kanuni’nin 1566’daki son saferi Sigetvar’da düşmandan kelle getiren askere , Sokullu Mehmet Paşa’nın tevcih ve bahşişlerini verdiğini gösteren Feridun Ahmet Paşa’nın Nüzhet-i Esrârü'l-Ahyâr der-Ahbâr-ı Sefer-i Sigetvar adlı eserindeki minyatür.
Savaşta baş kesme uygulamalarına son verilmesi, 1828 Osmanlı-Rus Savaşı’na rastlar. İngiliz seyyah Charles Macfarlane (öl. 1858), Constantinople in 1828 adlı eserinde sürece dair tanıklığına yer vermiştir.
Yazdıklarına göre Sultan II. Mahmud, eşiğine kesik kulak ve kelle gönderilmesinden rahatsızlık duyuyor, tutsakların diri olarak getirilmesini, aksini yapanların idam edileceğini buyuruyordu. Ama ne yazıkki huylunun huyundan vazgeçmesi bu kadar kolay değildir.
Her ne kadar bu uygulamanın terk edildiği bir fermanla ilan edilse ve aksini yapanın cezalandırılacağı ifade edilse de bazı askerler böbürlenmek yahut sırf keyifleri için, merkezden bir talep olmamasına rağmen kulak veya baş kesmeye devam ettiler.
Sizinle paylaştığım belge 1768-1774 Osmanlı Rus savaşı sırasında Kavşan'dan (Cauşeni) Boğdan vilayetine hareket eden Kırım hanına karavula gidip düşman askerine ait dil ve kelle gatirenlere ihsan olunmak üzere ordu hazinesinden on bin aded zer-i mahbub (sevilen altın) irsalini
Gösteren belge
Kaynağı Gösteren Tweet yayınlanmamış. #Tarih Dergisi , OSMANLILARDA BAŞ VERMEK, BAŞ ALMAK adlı makale.
Dün Paylaştığım mektubun devamı mahiyetinde olan bu belge,yine yeniçeriler tarafından ama padişaha değil doğrudan vezir-i azam Rüstem Paşa’ya yazılmıştır.Belgenin özü dünkü konunun devamı şeklinde olup padişaha yönelik tehditlerin,Rüstem paşaya karşı daha da sertleştiği görülüyor
Arzın girişinde yeniçeriler, açıkça Rüstem paşanın daha evvelki gelip geçen vezirlere nazaran vazifesini yapmadığını beyan ederek vaziyetlerini padişaha arz etmemesinden şikayetçidirler: “ Rüstem Paşa Hazretlerinin hak-pa-yi şeriflerine yeniçeri kullarının arzı budur ki
Padişah canibinden sizin yirünüze Padişah vekili olanlar her biri kendü zamanında Padişah kullarının hal ve ahvallerin yoklayıp her kişinin halini Padişah Hazretlerine arz ederlerdi. Şimdi sen vekil oldunsa kendü hevanda olub bizüm halimizi bilüb dahi tegafül(anlamazlıktan gelme)
Şehzade Mustafa’nın katli hadisesi hem Osmanlı tarihinde hem de Kanuni dönemi özelinde çok ama çok tartışılan bir konu olagelmiştir. Şehzade Mustafa’nın herkesin (bilhassa da askerin ) gözdesi olması, onun katlinden sonra ortalığın karışmasına neden olmuştur. Topkapı arşivindeki+
Aşağıda suretini sizlerle paylaştığım bu belge , şehzade Mustafa’nın katlinden (1553) takribi bi beş sene sonrasına aittir. Aslında mektubun yazılış nedeni Yeniçerilerin ağalarından olan şikayetleridir. Fakata burada şehzade Mustafa’nın ölümüyle alakalı olarak da doğrudan içinde
biriktirdiklerini söylemişlerdir. Normalde yeniçeriler dileklerini ağaları veya vezirler vasıtasiyle padişah’a arz ederlerken hiddet ve gazaba geldiklerinden bizzat padişah’a hitap etmek suretiyle bir
Ariza yazıp takdim etmişlerdir.
Yunanistan’la ilişkilerin gergin olduğu bu süreçte şöyle bir belgeyi sizlerle paylaşmak istedim. Bu belge 1869-70 tarihli bir Mekteb-i Harbiye Yıllık sınavı sual levhasıdır.Sınavda talebelere birçok alandan sual olunuyor ( ilm-i heyet , fenn-i harp, fenn-i baytariye,coğrafya vs)+
4. Sualde öğrencilerden Osmanlı ile Yunan sınırını tarif etmelerini ve ayrıntıyla anlatmaları istenilmiş.Aynı zamanda ayrıntılarıyla anlatılması beklendiği soruda, Osmanlı ile Yunanistan arasında çıkabilecek muhtemel bir savaşta sınırdaki hangi bölgeler tutulmalıdır diye sorulmuş
Paylaştığım bu belgenin bize göstermiş olduğu Osmanlı’da askeri okulların verdiği eğitimler ve bunların sonucunda talebeden teorik olarak beklenen yetişmişlik düzeyinin dışında bugüne ışık tutan bir yanıda var. Yunanistan’la ilişkilerin gerginleştiği bu kriz döneminin bir savaşa