Tarih Profesörü Yusuf Halaçoğlu'ndan güzel bir inceleme yazısı;
EĞER;
TIP okursan karşına insan DNAsının şempanze ile %98 aynı olduğu çıkar...
BİYOLOJİ okursan karşına evrim çıkar...
FİZİK okursan karşına BIG BANG çıkar...
KİMYA okursan karşına elementlerin kaynaşmasıyla
İLK CANLILARIN nasıl oluştuğu çıkar...
TARİH okursan karşına dinlerin nasıl ortaya çıktığı çıkar...
JEOLOJİ okursan karşına dünyanın 4,5 milyar yıl yaşında olduğu çıkar...
ARKEOLOJİ okursan karşına tüm Ortadoğu dinlerinin temelini oluşturan SÜMER kültürü çıkar...
PALEONTOLOJİ okursan karşına dinozorlar çıkar. Din kitapları yazmaz bunu...
EMBRİYOLOJİ okursan karşına insanın balık atasından kalma solungaçları ve kuyruk çıkar...
Ama hiçbir şey okumazsan
sana ne söylenirse ona inanırsın.
Hep başkasının sana sunduğu hayatı yaşarsın,
başkalarının doğrularıyla yaşamak zorunda kalırsın,
seni herkes kandırır.
Ama sen bunların hiçbirisini fark etmezsin bile...
Şu Lozan'da adaları verdik deyip oku emrinden uzak güruhun meydanlarda
Lozan'da verdik deyip algı yaratması bundan!!
Araştırmayan halk da: “ulan savaşı kazandık - adaları verdik”e inandırıldı...
Osmanlı Devleti, bugün 12 Adalar olarak bilinen adaları İtalya'ya bırakıyor.
Sene 1912, “Uşi Anlaşması”dır bu gördüğünüz anlaşma. İtalya'ya
bırakıyor fakat geçici olarak.
Anlaşma şartlarına uyulduğu takdirde adalar tekrar Osmanlı Devleti'ne geri verilecek.
Fakat şartlara uyum sağlanmıyor.
Bu yüzden 3 yıl sonra, yani 1915'te Londra'da bu konu gündeme geliyor ve Londra Paktı
denilen anlaşmada bu adaların tamamı İtalya'ya bırakılıyor.
Bakınız itiraz eden hiçbir padişah yok. Hiç sultan yok.
Adaları İtalya'ya bırakmakla kalmıyorlar aynı sene bir de Çanakkale Boğazı'na dayanıyorlar ve Çanakkale Savaşı'nı yapıyoruz.
Yani 12 Adalar önce Uşi'de, sonra da 1915’de Londra'da İtalya'ya verilmiştir.
Osmanlı temsilcilerinden biri Rumbeyoğlu Fahreddin Bey'dir.
Bu adam kim mi?
Türk milleti bir milli mücadele verirken, Kuvayı Milliye'yi kurmuşken, bu adam Kuvayı Milliye'nin karşısına
Damat Ferit'in kurduğu Kuvayı İnzibatiye ile çıkan adamdır ve Yunan ordusunun yanında olmuştur. Savaş kazanılınca sürgün edilenlerin arasında yer almıştır.
12 Adaları İtalya'ya bırakan heyetin içerisinde bu adam vardır.
Şimdi asıl olaya gelelim...
Uşi Anlaşması'nın ismini aldığı Uşi, Lozan şehrinin bir semtidir.
Bu yüzden 1912'de imzalanmış olan Uşi Anlaşması, İtalyan tarihinde Lozan Anlaşması olarak geçer.
Fakat bizim bildiğimiz yani 1923'te imzalanan Lozan Barışı ile bu anlaşma birbirine
karıştırılmasın diye bu anlaşmaya Uşi denmiştir.
İşte arkadaşlar sahte kiralık tarihçiler, yani Kadir Mısıroğlu, Armağan ve çetesi, bu durumdan faydalanıyor ve
12 Adaların Lozan Anlaşması'nda gittiğini söylüyorlar.
Halbuki o Lozan başka, bu Lozan başka. Ne yazık ki bunu bütün
millete yutturdular ve böylece milletimizi Lozan barışına düşman ettiler.
Bizim bildiğimiz Lozan Anlaşması'nda ise bilakis Ege'de birçok ada Türkiye'ye geçmiştir.
Türkiye'ye Lozan Anlaşması ile geçen bu adalar ise, son 10 yılda Yunanistan'a bırakılmıştır.
Bugün Yunan papazların mangal yaptığı Ege adaları, uluslararası anlaşmaya göre halen daha Türklerindir...
Umulur ki bol bol paylaşılır, gruplara atılır, milletimiz bilgilendirilir...
Gözyaşlarınıza Hakim Olamayacağınız Gerçek Bir Sürgün: 18 Maddede Hayırsız Ada KatliamıGözyaşlarınıza hakim olamayacağınız gerçek bir sürgünün hikayesi...
Sivriada'da ya da diğer adıyla Hayırsız Ada'da olan köpeklerin katliamı. 111. yılında bu korkunç ve utanç verici olayın tüm detaylarını ele aldık...
1. Hayırsız Ada faciası memleketimizin gördüğü en insafsız köpek katliamıdır. Başlangıcı 3 Haziran 1910'dur.
Çanakkale Savaşında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor:
“Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam.
Savaş sahasında döğüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zaiyat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir
Türk askeride kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:
– Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
FAS’IN KEÇİLERİ ARGAN YAĞI ÜRETİMİNDE NASIL ÇALIŞIYOR?
Fas’ta yetişen Argan ağaçları, dikenli gövdeleri, şekilsiz ve çelimsiz dalları ile dünyanın en estetik ağaçları sayılmazlar ama onları üzerine tünemiş keçi ordusunu görenler, şaşırıp kala kalıyorlar.
Neredeyse sadece Fas’ta
yetişebilen Argan ağacının, bilinçsiz kesimler nedeni ile sayıları çok azalmış. Seyrek ormanlık alanda, yaklaşık 20 milyon Argan Ağacı var. Ağaçlar ülke tarafından koruma altına alınmış durumda.
Normalde çiftçilerin ağaçlara zarar verdiği gerekçesiyle keçilerin dallara
çıkmasını engellemesi gerekir. Ancak bu ülkede çiftçiler onların özellikle dallara çıkıp, dikenli ağaçların meyvesini yemelerini istiyor. Çünkü bu keçiler, karınlarını doyururken aynı zamanda birer kozmetik işçisi gibi çalışıyor. Nasıl mı?
🇹🇷
4 ya da 5 yaşında idim. Yıl 1952-53 olmalı...
Bir gün Anneannemle Söğütlü çeşmeden Altıyol'a doğru yürüyorduk...
Yol kenarındaki kitap satan bir satıcı vardı. Tezgah üzerinde başka kitaplar vardı ama Atatürk'ün kitapları yerde idi...
Anneannemin kitap satan adama ;
''Atatürk'ün kitapları niye tozun toprağın içinde, onları tezgahın üstüne koysana" diye bağırdı.
Kitap satan adam da;
"Amaaan teyze ölmüş gitmiş adam ne olacak"dedi...
İşte o anda, anneannem benim elimi bıraktı ve tezgahtaki kitapları yere atarak,
Atatürk kitaplarını tezgahın üstüne koymaya başladı.
Adam önce Anneanneme mani olmaya çalıştı ama sonra o ufacık kadını kendi haline bıraktı...
Anneannem çok üzüldü ve ağladı. Onu bu kadar üzen şey ne idi? Merak etmiştim.
Yolda; "Anneanne, Atatürk ne demek?'' diye sordum.
Ben beş yaşında idim.
Babaannem rahmetli pirinç ayıklıyordu.
Bir tane yere düştü. Babaannem eğildi aramaya başladı.
Sağa bakıyor sola bakıyor bulmaya çalışıyor....
Çocukluk işte..!
'Aman babaanne' dedim.
'Bir pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya yorulmaya değer mi?'
Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı öfkeyle doğruldu.
'Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun ' dedi.
'Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar.
Bir pirinç tanesinde kaç insanın göz nuru alın teri emeği çilesi var biliyor musun?'
Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.
Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde öğrenciyim.
Alain'in proposlarını okuyorum. Birden irkildim.
Babaannemi hatırladım.
Alain bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur diyordu.
İlave ediyordu.
👉ZEYTİN AĞACI KUTSALDIR👈
Yunan mitolojisine göre Zeus, kendisine en değerli hediyeyi verene kentin koruyuculuğunu verecektir ve bunun için bir yarışma duzenler.
Denizlerin tanrısı Poseidon, Zeus'a uzak diyarlara dahi uçarak gidebilen ve savaşta
yenilmeyecek bir at armağan eder.
Athena ise zeytin ağacını.
Yarışma çetindir çünkü ikisi de Zeus'a dünyanın en güzel hediyesini vermek isterler.
Kuşkusuz dünyanın en uzak diyarlarına gidebilecek ve yenilmez savaşçı bir
at mükemmel bir hediyedir, ancak zeytin ağacı daha mükemmeldir.
Zeytin ağacının muazzamlığı karşısında başta Zeus olmak üzere tüm tanrılar, tanrıçalar büyülenmiş ve ağacın kutsallığı karşısında donakalmışlardır.
Tüm hırsına ve kazanma isteğine rağmen Poseidon bile zeytin