👉ZEYTİN AĞACI KUTSALDIR👈
Yunan mitolojisine göre Zeus, kendisine en değerli hediyeyi verene kentin koruyuculuğunu verecektir ve bunun için bir yarışma duzenler.
Denizlerin tanrısı Poseidon, Zeus'a uzak diyarlara dahi uçarak gidebilen ve savaşta
yenilmeyecek bir at armağan eder.
Athena ise zeytin ağacını.
Yarışma çetindir çünkü ikisi de Zeus'a dünyanın en güzel hediyesini vermek isterler.
Kuşkusuz dünyanın en uzak diyarlarına gidebilecek ve yenilmez savaşçı bir
at mükemmel bir hediyedir, ancak zeytin ağacı daha mükemmeldir.
Zeytin ağacının muazzamlığı karşısında başta Zeus olmak üzere tüm tanrılar, tanrıçalar büyülenmiş ve ağacın kutsallığı karşısında donakalmışlardır.
Tüm hırsına ve kazanma isteğine rağmen Poseidon bile zeytin
ağacından o kadar etkilenmiştir ki, aralarındaki çekişmeye rağmen zeytin ağacının üstünlüğünü kabul eder.
Bunun üzerine, Athena zeytin ağacından bir dal kırıp Poseidon'a verir ve öylece aralarındaki düşmanlık zeytin ağacının rakipsiz güzelliği karşısında yok olur.
O günden sonra Athena'nın ismi Atina kentine verilir.
"Düşmana zeytin dalı uzatmak" deyimi de neredeyse tüm dillere tam da bu mitten gelmiştir.
Çünkü Zeytin ağacı, düşmanınızın dahi kıyamayacağı güzellikte ve kutsallıktadır. Türkiye hariç...
Dünyada kesilmesi yasak olan
başlıca iki ağaç, zeytin ve sakız ağaçlarıdır.Diplerine kimyasal dökülmediği müddetçe ya da dünyadan, doğadan ve çocuklarımızın güzel geleceklerinden nefret eden bir grup merhametsiz ve aç gözlü kesmediği müddetçe sonsuza kadar yaşarlar.Zeytin sonsuzluktur...
🇹🇷#TarihveCografya🇹🇷
Netten Alıntıdır zaman ayırıp okuduğunuz ve paylaştığınız için teşekkür ederim keyifli akşamlar arkadaşlar @PalaBiyikRak79 takip etmeyi unutmayın lütfen
Gözyaşlarınıza Hakim Olamayacağınız Gerçek Bir Sürgün: 18 Maddede Hayırsız Ada KatliamıGözyaşlarınıza hakim olamayacağınız gerçek bir sürgünün hikayesi...
Sivriada'da ya da diğer adıyla Hayırsız Ada'da olan köpeklerin katliamı. 111. yılında bu korkunç ve utanç verici olayın tüm detaylarını ele aldık...
1. Hayırsız Ada faciası memleketimizin gördüğü en insafsız köpek katliamıdır. Başlangıcı 3 Haziran 1910'dur.
Çanakkale Savaşında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor:
“Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz. Hiç unutmam.
Savaş sahasında döğüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zaiyat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir
Türk askeride kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:
– Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
FAS’IN KEÇİLERİ ARGAN YAĞI ÜRETİMİNDE NASIL ÇALIŞIYOR?
Fas’ta yetişen Argan ağaçları, dikenli gövdeleri, şekilsiz ve çelimsiz dalları ile dünyanın en estetik ağaçları sayılmazlar ama onları üzerine tünemiş keçi ordusunu görenler, şaşırıp kala kalıyorlar.
Neredeyse sadece Fas’ta
yetişebilen Argan ağacının, bilinçsiz kesimler nedeni ile sayıları çok azalmış. Seyrek ormanlık alanda, yaklaşık 20 milyon Argan Ağacı var. Ağaçlar ülke tarafından koruma altına alınmış durumda.
Normalde çiftçilerin ağaçlara zarar verdiği gerekçesiyle keçilerin dallara
çıkmasını engellemesi gerekir. Ancak bu ülkede çiftçiler onların özellikle dallara çıkıp, dikenli ağaçların meyvesini yemelerini istiyor. Çünkü bu keçiler, karınlarını doyururken aynı zamanda birer kozmetik işçisi gibi çalışıyor. Nasıl mı?
🇹🇷
4 ya da 5 yaşında idim. Yıl 1952-53 olmalı...
Bir gün Anneannemle Söğütlü çeşmeden Altıyol'a doğru yürüyorduk...
Yol kenarındaki kitap satan bir satıcı vardı. Tezgah üzerinde başka kitaplar vardı ama Atatürk'ün kitapları yerde idi...
Anneannemin kitap satan adama ;
''Atatürk'ün kitapları niye tozun toprağın içinde, onları tezgahın üstüne koysana" diye bağırdı.
Kitap satan adam da;
"Amaaan teyze ölmüş gitmiş adam ne olacak"dedi...
İşte o anda, anneannem benim elimi bıraktı ve tezgahtaki kitapları yere atarak,
Atatürk kitaplarını tezgahın üstüne koymaya başladı.
Adam önce Anneanneme mani olmaya çalıştı ama sonra o ufacık kadını kendi haline bıraktı...
Anneannem çok üzüldü ve ağladı. Onu bu kadar üzen şey ne idi? Merak etmiştim.
Yolda; "Anneanne, Atatürk ne demek?'' diye sordum.
Ben beş yaşında idim.
Babaannem rahmetli pirinç ayıklıyordu.
Bir tane yere düştü. Babaannem eğildi aramaya başladı.
Sağa bakıyor sola bakıyor bulmaya çalışıyor....
Çocukluk işte..!
'Aman babaanne' dedim.
'Bir pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya yorulmaya değer mi?'
Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı öfkeyle doğruldu.
'Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun ' dedi.
'Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar.
Bir pirinç tanesinde kaç insanın göz nuru alın teri emeği çilesi var biliyor musun?'
Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.
Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde öğrenciyim.
Alain'in proposlarını okuyorum. Birden irkildim.
Babaannemi hatırladım.
Alain bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur diyordu.
İlave ediyordu.
BİR YAHUDİ HİKAYESİ...
Gençliğimde Şişhane'de, "Sarı Madam" adında bir kahve vardı. İnsanlar oraya gelir, oyun oynardı. Aileler de gelir çay içer, simit yer, sohbet ederdi. Çok güzel bir Haliç manzarası vardı. Şişhane'den Hasköy'e dönen köşedeydi. Eskiden kahvenin anlamı,
sadece oyun oynanan yer olmaktan çok uzaktı, tam anlamıyla sosyal bir ortamdı. Kaçamak sigara içmek için de çoğu zaman oraya giderdik..
Bir gün oranın müdavimlerinden Şapat diye bir bey geldi. Biz de yandaki masada arkadaşlarla oturmuş, çay içiyorduk.
Adamın orta halli bir görüntüsü vardı ama sıkıntılı olduğu her halinden belliydi. Arkadaşları da bu durumu fark etmiş olacak ki, içlerinden biri, "Hayrola Şapat, bir derdin mi var?" dedi.
"Sormayın..."
İlk bulduğu boş sandalyeye çökercesine oturdu.
"Anlat be Şapat."