Ağustos Böceği, yumurtasını ağacın taze dalı içine bırakır...
Ağaç dalı içinde bir kurtçuk olarak dünyaya gelen Ağustos Böceği, dört hafta boyunca ağaç dalının özsuyunu içerek beslenir...
Çok kuvvetli bir çift ön ayağa sahip
olan ve gagaya benzer güçlü ağızını kullanan Ağustos Böceği, dalda bir yarık açarak ağaçtan dışarı çıkar ve toprağa düşer...
Bu başladığı zorlu hayatın başlangıcıdır...
Sonrasında toprağı kazan Ağustos Böceği, dibine ulaştığı ağacın köklerine ulaşır ve köklerin özsularını
içerek beslenir. Sonra da, durmadan bıkmadan ve yorulmadan açtığı tünellerle diğer köklere ulaşır ve böylece tam 17 yıl geçer...
Karanlıkta geçen tam 17 yıl ve büyük bir azim, sabır örneği bir yaşam...
Olgunlaşıp büyüyen Ağustos Böceği için yeryüzüne çıkma zamanı gelmiştir...
Güneşe duyduğu özlemi onu yeryüzüne çeker...
Kabuğu kalınlaşmış ve uçmayı bilmeyen ama hazır bir çift kanatla Ağustos ayında toprağın üstüne çıkar.
Bir kaç gün güneşin altında sabırla bekler ve üzerindeki sert kabuk yırtılır...
Solunum yolu üstündeki sert iki kabuk ve kabuk üzerindeki ince bir zar, bu zara bağlı kaslar onun sesi soluğu olur...
Vücudundaki bu kasları saniyede 500 kez hareket ettirerek 17 yıllık sessizliğini bozarak sesini bütün dünyaya duyurur…
Ama onun yeryüzünde 4 haftalık ömrü kalmıştır...
Bu zorlu ve mücadele dolu hayatın 17 yılı toprak altında geçerken yeryüzünde sadece 4 hafta yaşayabilen erkek Ağustos Böceğinin, ömrünün son deminde kendisine bir eş bulması gerekmektedir.
Bunu da sesiyle ve şarkısıyla başarır.
Bu kısa süren aile hayatından sonra dişi Ağustos Böceğine, neslinin devamı için tohumlarını bırakır.
Eylül ayı gelince de hayata veda eder.
Yani Ağustos böceği hiçbir zaman kışı göremeyecektir.
17 yıl boyunca verdiği mücadele kısacık bir 4 hafta içindir...
Uzun lafın kısası hoşça kal
“Siz O’na Atatürk dersiniz. Biz ise O’nu Ataşark diye anarız” – Osman Bahadır“Uluslararası Kadınlar Birliği’nin 1935’deki İstanbul Kongresi’ne katılan Mısır delegesi Sitti Şaravi, Atatürk için yukarıdaki sözleri söylüyordu.
1926 yılında Medeni Kanun’un kabul edilmesiyle gerçekleşen hukuk devrimi, Cumhuriyetin büyük toplumsal sonuçlar yaratan devrimlerinden biridir. Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle sadece insanlar eşit haklara ve devlet karşısında yasal güvencelere sahip yurttaşlara
dönüşmekle kalmamış, fakat aynı zamanda ve bunun kadar önemli olarak, daha önce erkek karşısında yasal olarak hemen hiçbir hakka sahip olmayan kadınlar, erkeklerle yasal bakımdan eşit statüye kavuşmuşlardır. (Medeni kanun, yönlendirici özelliği nedeniyle,
•Eşek bir defa gittiği yolu asla unutmaz,
Bu yüzden değerli ve makbul kurban sayılan *develere kılavuzluk* yaparlar...
•Eşek,
bir mühendis gibi yokuşları matematiksel bir eğimle katederek, kısa mesafeleri de virajlar alarak çıkar.
•Eşek,
bir kere düştüğü çukura ikinci kez
düşmediği gibi,
bir kere bastığı bataklığa bir daha basmaz...
•Eşek,
sıpasını doğururken kimseden yardım almaz, bakımını ve eğitimini kendisi verir...
•Eşek,
kendine iyilik yapanı da,
kötülük yapanı da asla unutmaz...
•Eşeğin gözleri harikadır,
yakından bakınca içinde kaybolursunuz...
•Bu yüzden bazı insanımsı yaratıklara eşek demek,
eşeklere yapılmış hakaret olur...
1950’li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş Türkiye’ye.
Küçük Amerika olacağız diye ilk heveslendiğimiz günler.
✨Sunay AKIN'ın kaleminden Cemal Süreya anısına... ✍️
“Gömmeden önce biraz gezdirin beni…”
“Cemal Süreya’nın naaşının Haydarpaşa Numune Hastanesi’nin morgunda olduğunu duyunca hemen soluğu orada aldım. Hatay Lokantası’nın sahibi Mehmet Ali Işık, ,
Cemal Süreya’nın amcasının iki çocuğu ve oğlu Memo’dan başka kimse yoktu.”
Cenaze arabası geldi. Cenaze arabasına Cemal Süreya’yı koyacağız. Çünkü cenaze bir gün sonra Şişli Camii’nden kaldırılacak. Cenaze arabasına bindik.
Ben önde, Cemal Süreya’nın oğlu Memo ve Mehmet Ali Işık arkada oturuyordu.
Yol güzergâhına girmeden önce, bir anda aklıma Cemal Süreya’nın bir dizesi geldi. O da şu; Gömmeden önce biraz gezdirin beni. Şoföre dedim ki…
AKILLICA 😄👌👌 #84Milyonİcin #HalkTvninYanındayız Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir okulun yanında küçük bir ev alır. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur içinde geçirir ama sonra ders yılı başlar.
Okulların açıldığı ilk gün, dersten çıkan
öğrenciler yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmelerler, bağırıp, çağırarak. Bu çekilmez gürültü günler sürer ve yaşlı adam bir önlem almaya karar verir.
Ertesi gün çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken, kapısının önüne çıkar, onları durdurur ve,
"Çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım, bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve
PİÇ..!
_Ömer Seyfettin'in 'Piç' adlı kitabından güzel, bir o kadar da ilginç bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum..!
_Ömer Seyfettin, asker bir yazardır.
İstiklal Savaşı'nda bir çok cephede savaşmıştır.
Filistin Cephesinde olan bir hatırasında bakın neler söylüyor...
_"Almanların yenilmesiyle savaş bitmiş, mütareke imzalanmıştı.
Filistin'den çekiliyorduk.
Bir kaç arkadaş subayla, karşı tarafın da subaylarıyla, çekilme işlerini görüşmek için gittik.
Karşı tarafta, Fransız üniformalı biri sık sık bana bakıyor, gözünü benden ayırmıyordu.
Ben buna bir anlam veremiyordum...
_Fransız subay yerinden kalkıp bana doğru geldi ve;
'Nasılsın Ömer Seyfettin?' Dedi..!
_'Beni nerden tanıyorsun..?
Ben bir yüzbaşıyım.
Öyle tanınacak kadar üst düzey bir kumandan değilim.' Dedim..!
Hrant DİNK, yetimhanede çalıştığı dönemde, Ermeni Kilisesi'nin başpapazı kendisi yanına çağırarak Amerika'dan bir papazın geldiğini, köken olarak Malatyalı olduğunu söyleyip, O'nu memleketine götürmesi için, ricada bulunur.
Papazla birlikte yola koyulurlar.
Papazın doğduğu köyü ziyaret edip İstanbul'a dönüş hazırlığı yaparken, köyün imamı yanlarına yaklaşıp;
- Taa Amerikalardan buralara gelip köyümüze şeref vermişsiniz.
Muhakkak, bu gece, misafirimiz olacaksınız! diye diretmiş.
İmamın isteğini reddetmeyip evine gitmişler.
İmamın evi mütevazı küçücük bir evmiş.
Ocağı yanan evde, hemen, masaya oturmuşlar.
Yemekler yenmiş, sohbetler koyulaşmış.
Yatma vakti geldiğinde, Hrant'la papaz aynı odaya yatırmışlar.
Gecenin geç saatinde, Hrant bakmış ki,