✨Sunay AKIN'ın kaleminden Cemal Süreya anısına... ✍️
“Gömmeden önce biraz gezdirin beni…”
“Cemal Süreya’nın naaşının Haydarpaşa Numune Hastanesi’nin morgunda olduğunu duyunca hemen soluğu orada aldım. Hatay Lokantası’nın sahibi Mehmet Ali Işık, ,
Cemal Süreya’nın amcasının iki çocuğu ve oğlu Memo’dan başka kimse yoktu.”
Cenaze arabası geldi. Cenaze arabasına Cemal Süreya’yı koyacağız. Çünkü cenaze bir gün sonra Şişli Camii’nden kaldırılacak. Cenaze arabasına bindik.
Ben önde, Cemal Süreya’nın oğlu Memo ve Mehmet Ali Işık arkada oturuyordu.
Yol güzergâhına girmeden önce, bir anda aklıma Cemal Süreya’nın bir dizesi geldi. O da şu; Gömmeden önce biraz gezdirin beni. Şoföre dedim ki…
– Köprüye asfalttan gitmeyeceğiz,
– Nerden gidelim abi, başka hangi yol var?
– Harem’e gideceksin ama sahil yolundan gideceğiz!
– Abi, işimiz var. Daha başka cenazeler var, onları taşıyacağım.
Adamı zar zor razı ettik. Ve Harem’e doğru yola çıktık. Kız Kulesi’nin önünden geçtik.
Cemal Süreya demişti ya hani bir şiirinde;
“Kız kulesinin düş getiren pay senetleri, kısa günde kapış kapış gitti…”
Cemal Süreya’ya tarihi yarımadayı gösteriyorum. Martıları, vapurları, Kız Kulesi’ni… Üsküdar’a geldik. Ve Kuzguncuk’a doğru giderken dedim ki içimden;
Kuzguncuk’tan geçerken hemen orada bir kahve var. Ve Can Yücel hep orada oturur. İster misin Can Yücel orada olsun… Eğer Can Yücel oradaysa arabayı durdurtacağım ve diyeceğim ki: Hocam bak Cemal Süreya’yı gezdiriyoruz...
Kuzguncuk’a geldik, kahveye baktım. Can Yücel yok!
Hemen içeriye doğru giren sokağa baktım, 70-80 metre ilerde Can Yücel elleri arkada yürüyordu. “Hocaam! Hocaam!” diye bağırdım. Şoföre “Dur!” dedim. “Duramam abi, cenazelere yetişeceğim” dedi. Durmadı… içimde uktedir. Demek ki biz birkaç saniye önce gelsek,
Cemal Süreya’yı taşıyan cenaze arabasının önünden Can Yücel geçecekti. Hiç unutamam o anı…
Sonrası ertesi gün,namaz için Şişli Camii’ne gittik. Hocayı son yolculuğuna uğurlayacağız. Çok enteresan bir şey oldu:Hiç kimse bilmez bunu…Bir kadın geldi;siyah şapkalı, siyah paltolu…
Çok şık ve çok güzel bir kadın… Filmlerden çıkmış gelmiş gibi…
Cemal Süreya’nın kız kardeşi Perihan Hanım gidip onunla bir şeyler konuştu. Tanıyordu, dedim demek ki… Acaba akrabası mıydı? Gittim, sordum Perihan hanıma…
Perihan hanım cevap verdi:
“Suna O…” dedi. Suna, Cemal Süreya’nın ilk aşkı! Ve hatta belki de ‘Üvercinka’…
Cemal Süreya Üvercinka’nın kim olduğunu hiç söylemedi ya da bana söylemedi. Ama onun Suna’yı nasıl sevdiğini, Suna’nın hayatındaki yerini çok iyi biliyorum. Yıllardır hiç görüşmemişlerdi.
Ama Suna kalktı, Cemal Süreya’nın son yolculuğunda onu yalnız bırakmadı, geldi… Cemal Süreya’nın naaşını aldık, Şişli Camii’nin önünden cenaze arabasına koyduk.
Cemal Süreya, “Öyle çirkin isim mi olur?” dediği, hiç sevmediği Kulaksız’daki, Kulaksız Mezarlığı’na gömüldü.
Hocam derdim ona önceden, sohbetlerimizde;“VanGogh’u da oraya gömmek lâzım.”GülerdikCemalSüreya’nın bugüne kadar hiç kimseye
anlatmadığım son yolculuğu Kulaksız’da işte
böyle bitti…Sunay AKIN #Kalemce sayfasından alıntıdır zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim #Günaydın
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
OSMANLI PADİŞAHI FATİH SULTAN MEHMET HAN DEĞİLMİ?
_EVET..
PEKİ,
BİR OSMANLI PADİŞAHININ FETHETTİĞİ BU ŞEHRİ, TORUNU OLAN, BİR BAŞKA OSMANLI PADİŞAHI VAHDETTİN, ELLERİ İLE İNGİLİZLERE TESLİM ETTİ Mİ, ETMEDİ Mİ..?
_ETTİ...!++
PEKİ,
O SIRADA FATİHİN KEMİKLERİ SIZLAMIŞ MIDIR..?
_HEM DE NASIL..!!!
TARİH 13 KASIM 1918...
KONSTANTİNOPOLİS TAM BEŞ SENE, YİNE HRİSTİYANLARA VERİLDİ Mİ..?
_VERİLDİ..!!!
PEKİ, .
BU ŞEHRİ 6 EKİM 1923 TARİHİNDE MUSTAFA KEMAL PAŞA
TEKRAR GERİ ALDI MI..?
_ALDI...!!!
YİNE SORUYORUM, İSTANBUL'U KİM ALDI..?
BU ŞEHRE, 1929 YILINA KADAR, OSMANLI İMPARATORLUĞU ve İNSANLARIMIZ KOSTANTİNOPOLİS
DEDİLER Mİ..?
_DEDİLER...!!!
İSTANBUL'A, İSTANBUL ADINI YİNE KİM VERDİ..?
_3 OCAK 1929, TARİHİNDE MUSTAFA KEMAL...
Türkiye de Kalp alanında büyük başarılara imza atmış ve en önemli Kalp Doktoru olan hemşehrimiz Prof. Dr. Bingür Sönmez hocadan çok önemli bir anı;
Değerli Meslektaşlarım,
84 yaşında olan ağabeyim
3 gün önce inme geçirdi. Ben yetişene kadar komşuları ambulans çağırmışlar ve
112 ben yetişene kadar Anadolu yakasındaki bir eğitim araştırma hastanesine götürmüş.
Kırmızı çizgiden acil servise ulaşınca kapıda bulunan kılıksız bir güvenliğe tane tane “Ben Profesör Doktor Bingür Sönmez, kalp cerrahıyım, ağabeyim acil gelmiş,
durumu hakkında bilgi almak istiyorum” dedim.
Güvenlik lakayt bir şekilde içeri girdi ve “BT ve MR çekilince bilgi verecekler” dedi. “Yavrum doktor arkadaşlara -bir hoca gelmiş- der misin” dedim.
Tekrar içeri girdi ve “Sonuçlar çıkınca bilgi verecekler” dedi.
Çetin 27 yaşında Feza ise 33 yaşındaydı. İkisi de yedek subay okulunda. Daha ilk görüşte Çetin’in kanı kaynamıştı Feza’ya. Çetin’in Bahçelievler’de bodrum katında iki göz odacığı vardı; “Gel” demişti Çetin “hafta sonu evci çıkıyoruz, benim fakirhanede kalırız,
laflarız ha?
Feza tamam demişti. Gitmişlerdi evciğe. Feza pek bir suskundu. Çetin karşısındaki gizemli Feza’yı deşmek için kendini anlattı biraz; “Ben fal yazarım gazeteye, Ankara Radyosu’nda da arada çıkar laflarım. Falla - lafla geçer benim ömrüm” deyip güldü. “Ya sen?”
Feza çekingendi. Konuşmak istemedi pek.
Sonra utanarak “Ben hocayım” dedi. “Hangi lise?”. Feza “İstanbul Üniversitesi’ndeyim. Fizik bölümünde” Çetin inanmaz tavırla süzdü bir.
Feza biraz sonra çantasını açtı bir mektup çıkardı. Çetin “Kız arkadaşın mı gönderdi?” dedi.
Bayıldım Uğur Yücel'in söyleşisine...
Bir Rum arkadaşıma sevimli bir kız soruyor:
“Biz İstanbul’ a 1984’te geldik. Siz ne zaman geldiniz?”
Arkadaşım sakince cevaplıyor “3000 yıl önce.”
Bu hayatın bizim gibi farkına varmadılar, bunun hazzını çıkaramadılar.
Bir Rum evinden gelen bir tepsi musakkaya karşılık annenin gönderdiği bir Anadolu mantısı
ya da bir Ermeni evinden gelen midye dolma ve buna karşılık bir koca tabak baklava.
Zeytinyağlıyı, balığı Rumların elinden,
dolmaları topiği Ermenilerin elinden,
hamuru Türklerin,
eti
Kürtlerin elinden yiyeceksin.
Elden ele, komşudan komşuya, cenazede, mutlulukta, bayramda bunlar paylaşılırdı
ve bunun farkına varırdın.
Tabii yemekler, tatlılar. Bu renkler gitti, tatlar gitti, komşulara dağıtılan irmik helvaları, paskalya çörekleri, yumurtalar…
“Siz O’na Atatürk dersiniz. Biz ise O’nu Ataşark diye anarız” – Osman Bahadır“Uluslararası Kadınlar Birliği’nin 1935’deki İstanbul Kongresi’ne katılan Mısır delegesi Sitti Şaravi, Atatürk için yukarıdaki sözleri söylüyordu.
1926 yılında Medeni Kanun’un kabul edilmesiyle gerçekleşen hukuk devrimi, Cumhuriyetin büyük toplumsal sonuçlar yaratan devrimlerinden biridir. Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle sadece insanlar eşit haklara ve devlet karşısında yasal güvencelere sahip yurttaşlara
dönüşmekle kalmamış, fakat aynı zamanda ve bunun kadar önemli olarak, daha önce erkek karşısında yasal olarak hemen hiçbir hakka sahip olmayan kadınlar, erkeklerle yasal bakımdan eşit statüye kavuşmuşlardır. (Medeni kanun, yönlendirici özelliği nedeniyle,
•Eşek bir defa gittiği yolu asla unutmaz,
Bu yüzden değerli ve makbul kurban sayılan *develere kılavuzluk* yaparlar...
•Eşek,
bir mühendis gibi yokuşları matematiksel bir eğimle katederek, kısa mesafeleri de virajlar alarak çıkar.
•Eşek,
bir kere düştüğü çukura ikinci kez
düşmediği gibi,
bir kere bastığı bataklığa bir daha basmaz...
•Eşek,
sıpasını doğururken kimseden yardım almaz, bakımını ve eğitimini kendisi verir...
•Eşek,
kendine iyilik yapanı da,
kötülük yapanı da asla unutmaz...
•Eşeğin gözleri harikadır,
yakından bakınca içinde kaybolursunuz...
•Bu yüzden bazı insanımsı yaratıklara eşek demek,
eşeklere yapılmış hakaret olur...
1950’li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş Türkiye’ye.
Küçük Amerika olacağız diye ilk heveslendiğimiz günler.