“Siz O’na Atatürk dersiniz. Biz ise O’nu Ataşark diye anarız” – Osman Bahadır“Uluslararası Kadınlar Birliği’nin 1935’deki İstanbul Kongresi’ne katılan Mısır delegesi Sitti Şaravi, Atatürk için yukarıdaki sözleri söylüyordu.
1926 yılında Medeni Kanun’un kabul edilmesiyle gerçekleşen hukuk devrimi, Cumhuriyetin büyük toplumsal sonuçlar yaratan devrimlerinden biridir. Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle sadece insanlar eşit haklara ve devlet karşısında yasal güvencelere sahip yurttaşlara
dönüşmekle kalmamış, fakat aynı zamanda ve bunun kadar önemli olarak, daha önce erkek karşısında yasal olarak hemen hiçbir hakka sahip olmayan kadınlar, erkeklerle yasal bakımdan eşit statüye kavuşmuşlardır. (Medeni kanun, yönlendirici özelliği nedeniyle,
başka yeni çağdaş kanunların çıkarılmasının yolunu da açmış ve bu çerçevede, kişi ve soyadları, miras kanunu, özel mülkiyet, ticaret kanunları, borçlar kanunu, kanuni olarak oturma yeri vb. gibi çağdaş uygarlıkta önemli yerleri bulunan gelişmelere de kaynaklık etmiştir.)
1934 yılında kadınların milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını kazanmaları da, 1926 Medeni Kanunu ile kadınların kazandığı yeni statünün ve hakların, kadınların eşitlik ve özgürlük alanlarının daha da genişlemesine yol açmasının bir sonucudur.
1934 yılında kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakkını kazanmalarının, uluslararası ölçüde de büyük yankıları olmuştur. Uluslararası Kadın Birliği’nin 12. Kongresi’nin 1935 yılında İstanbul’da toplanması da,
Türkiye’nin kadın hakları konusunda sağladığı büyük gelişmelerin dünyada yarattığı ilgi, saygı ve heyecandan kaynaklanıyordu.
30’DAN FAZLA ÜLKEDEN KADIN
Uluslararası Kadın Birliği’nin 12. Kongresi, 18–24 Nisan 1935 tarihinde Yıldız Sarayı’nda toplandı. 30’dan fazla ülkenin çok sayıda kadın delegelerinin katılımıyla toplanan kongrenin iki ana konusu olan,
hak beraberliği ve uluslararası barış konularında önemli tartışmalar yapılmış ve kararlar alınmıştır.
Kongre Atatürk’e teşekkür mesajı göndermiş, Atatürk tarafından da kongreye kutlama mesajı gönderilmiştir.
Kongrenin bitiminde de çeşitli ülke temsilcilerinden oluşan bir grup kongre adına Atatürk’ü ziyaret etmiştir. Cumhuriyet hükümeti, Kongre için Yıldız Sarayı’nı tahsis etmiş ve delegelere her türlü imkânı sağlamıştır.
Posta ve Telgraf İdaresi ise kongre hatırası olarak 15 çeşit pul bastırmıştır.Kongreye katılacak Türkiye delegasyonu ise şu isimlerden oluşuyordu: Latife Bekir, Lamia Refik, Seniha Rauf, Efzayiş Suad, Nermin Muvaffak, Necile Tevfik, Dr. Pakize Ahmed, Leman Fuad, Safiye Hüseyin,
Nebahat Hamid, Faika Nahid, Mihri Pektaş. Kongre süresince gazeteciler yabancı delegasyonla çok sayıda söyleşi yapmış, ayrıca bazı delegeler de gazetelere demeç vermiştir.
Uluslararası Kadın Birliği’nin 12. Kongresi’ne katılan delegelerden bazılarının Türkiye, Atatürk ve Türkiye’deki kadın haklarıyla ilgili gelişmeler hakkında söylediklerinin bir bölümü şunlardır:
NELER SÖYLEDİLER?
Uluslararası Kadın Birliği’nin ikinci başkan vekili Manüs:
“Bu seneki kongrenin İstanbul’da toplanışına çok sevindik. Çünkü Türkiye, kadınlık işlerinde en ileri safta yürüyen bir memlekettir.
Biz Türk kadınlarının bütün faaliyetini kıskanarak ve takdir ederek çok yakından alâkâlanarak takip ediyoruz. Türk kadınına layık olduğu bütün haklar verilmiştir. İşte bu münasebetle gıpta uyandıracak haklara malik bulunan
Türk kadınları arasında uluslararası kadınlık kongresinin akdedilmiş olması bizlere sevinçlerin en büyüğünü vermiştir.” (8 Nisan 1935, Cumhuriyet).
Avustralya murahhası (delegesi) Oliver:
“Bu sefer kongrenin Türkiye’de toplanacağını duyunca büyük bir sevinçle uzak yurdumdan yola çıkarak terakki ve inkişaflarının akisleri memleketimize kadar gelen yeni Türkiye’ye geldim.
Bugün Türkiye hakkıyla bütün dünyanın nazar-ı dikkatini celbetmiş bulunuyor. Bilhassa kadınlık sahasında birçok Avrupa uluslarını geride bırakan son hamleleri bizi buraya getiren en büyük amil olmuştur….
Bütün dünya kadınları Türk kadınının bugünkü hukukuna nail olabilirlerse muhakkak kendilerini bahtiyar addedeceklerdir.” (10 Nisan 1935, Cumhuriyet).
Avustralya delegesi Rischbieth:
“İstanbul kongresine iştirak etmek için 28 bin km. katettik. Bu suretle yeni Türkiye’nin inkişaflarına karşı dünyanın en uzak memleketlerinden bile ne kadar büyük bir âlâkanın mevcut olduğunu göstermek istiyoruz. Avustralya kadınları
Türk kadınlarını candan tebrik ederler. Türk kadınının zaferi muhakkak bütün dünyada tesirini gösterecektir ve başka memleketlerdeki kadın hareketlerine kuvvet verecektir.
Unutulmamalıdır ki, yolları erkekler yapar, fakat çocuklara yürütmeyi öğreten kadınlardır.” (16 Nisan 1935, Cumhuriyet).Uluslararası Kadın Birliği merkez bürosunun umumi kâtibi Katherine Bompas:
“…Size bahşedilen haklar ve sizin hürriyetiniz
bütün dünya kadınları için çok cesaret verici ve onların mücadelesinde onlara yardımcı bir kuvvet olacaktır. Devlet şefiniz gibi insanlığın en yüksek mertebesine erişmiş büyük bir dâhinin, bir memleket için terakkinin ancak o
memleket kadınlarının umumi seviyeye yükselmeleriyle kabil olacağını anlamış olması, beynelmilel kadın davasını çok kolaylaştırmıştır.” (10 Nisan 1935, Cumhuriyet).Lhermitte: “…Çok eski zamanlarda, feminizm davasını güden Fransız kadınları, haklarını inkâra kalkışan
parlamento azasına, istihza (alay) maksadıyla; ‘Göreceksiniz!” derlerdi, ‘Bir gün gelecek ki, Türk kadınları bizden önce rey sahibi olacaklar.’ Keyfiyet bugün hakikat olmuştur.” (18 Nisan 1935 tarihli Cumhuriyet, “Feminizm kongresi” başlıklı yazıdan.)
AKROPOLİS: “HANIM”
Atina’da çıkan Akropolis gazetesinin yayımladığı “Hanım” başlıklı makalede ise şunlar söyleniyordu:
“Kim umardı? 15 sene evvel kime söylesen bütün kalbiyle gülmekten katılmazdı? Türk kadını, harem hayatının mahpus, esrarengiz, yanına yaklaşılmaz hanımı,
bugün dünyanın feministlik tacını tutuyor. Hemcinsi arasında ilk vesayetten kurtulanların birincisi olarak kadın hukukunun bayrağını ileri götürüyor… Artık cennet hurilerine, esrarlı feracelere, şüpheli pencere kafeslerine ebedi elveda!
Bir daha dönmemek üzere giden Sultan saraylarının kurnaz harem ağaları, muhabbet odacıları sizlere de uğurlar olsun!… İşte bunların hepsi Atatürk’ün kendilerine el uzatmasıyla oluverdi.” (18 Nisan 1935, Cumhuriyet).
İngiliz Parlamento üyesi Lady Astor:
“Biz dünyanın her tarafındaki kadınla ve kadınlık hareketiyle alâkadarız. Türk kadınının istikbalinden çok şeyler bekliyoruz. Bazı memleketlerde kadınlar henüz bütün haklarını alamamışlardır.
Biz bunlara cesaret vermek için burada toplanıyoruz. Feminizm bir ihtilal ve aynı zamanda bir tekâmül hareketidir. İhtilal hükümet değiştirir. Fakat kadınlık ihtilali medeniyeti de değiştiriyor… Bundan 25 sene evvel 40 memleketin kadını burada toplanacak ve bu toplanışa
Türk kadını peçesiz olarak iştirak edecek deselerdi, inanır mıydınız? Yahut gülmez miydiniz? İşte biz bugün burada toplanıyoruz. Türk kadını hür ve serbest olarak yanımızdadır ve içlerinde saylavlar (milletvekilleri) bile vardır. Demek ki, ilerliyoruz.
“Büyük adam Atatürk, kadının memlekete yapacağı iyiliği çabuk anlamıştır. İşte bugün bunun mesud neticesini görüyoruz… Türkiye’de büyük bir Türk var ki, kadından gelebilecek faydayı görmüştür. Kadına ‘sadece çocuk doğur’ demedi. ‘Gel benimle çalış!’ dedi.
Atatürk demokratik bir sistemle çalışıyor. Biz erkeklerle mücadele etmiyoruz. Erkekteki bir zihniyetle mücadele ediyoruz… Kadın kongresine gelince, hiçbir kongre neticesiz kalmadı. Çok kabiliyetli
Türk kadınının, ne yaptığı hakkında bize malumat vermesi bizim için kuvvettir. Sonra, burada toplanan kongrenin Yakın Şark kadın hayatında büyük tesiri olacaktır.
Bunlar ferdi surette olamazdı. Netice sizi hayrette bırakacaktır. Göreceksiniz!” (22 ve 23 Nisan 1935 tarihli Cumhuriyet gazeteleri).
ATAŞARK
Mısır delegasyonunun başkanı Sitti Şaravi:
“Ankara’ya ilk defa gittim. Hükümet merkezinizin bu kadar mükemmel ve güzel bir şehir olduğunu pek zannetmiyordum. Türk ırkının pek kısa bir zaman içinde neler yapmaya muktedir olduğunu görerek hayran oldum.
Reisicumhur Atatürk bizi kabul etti. Çok sempatik, mütevazı tavırları ve fevkalade zekâsıyla bütün kadın murahhasları teshir etti (etkiledi). Biz Mısırlılar zaten Atatürk’ü çok sever ve onun açtığı yolda yürümeyi bir şeref biliriz. Hatta siz ona Atatürk dersiniz.
Biz ise onu Ataşark diye anarız. Çünkü o yalnız Türk’ün değil, bütün Şark’ın ve bilhassa Kardeş Mısır’ın da atası ve önderidir.” (28 Nisan 1935, Cumhuriyet).
Kongrenin açılışında kongre başkanı Ashby’nin teklifi üzerine, Cumhurbaşkanı Atatürk’e şu telgrafın çekilmesine karar verilmiştir:
“Ankara’da Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk’e;
Uluslararası 12. Kadınlar Birliği Kongresi size, gösterdiğiniz teveccühden dolayı en samimi teşekkürlerini ve Türk kadınlığına bahşettiğiniz serbesti için sevincini arzeder.”
Kongrenin altıncı gününde ise Atatürk’ten kongreye mesaj gelmiştir. Başkan Malaterre-Sellier,
Türkiye Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk’ten de bir telgraf geldiğini duyurdu. Kongre azaları hep birden ayağa kalkarak alkışlar arasında Cumhurbaşkanımızdan gelen şu telgrafı dinlediler:
‘Bana karşı sarf ettiğiniz nazikâne sözlere samimiyetle teşekkür ederim.
Kadının medeni ve siyasi haklarını kullanmasının, insaniyetin saadeti ve prestiji bakımından bir ihtiyaç olduğuna kaniim.
Kongrenizin çalışmalarından müsmir (verimli) neticeler almanızı temenni ederim.” (19 ve 23 Nisan 1935 tarihli Cumhuriyet gazeteleri). Okuduğunuz için teşekkür ederim keyifli akşamlar @PalaBiyikRak79 takip etmeyi unutmayın lütfen kaynak:azizmsanat.org/2016/06/05/siz…
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Atatürk'ümüzün Annesi "Molla" Zübeyde Hanım'ı Ne Kadar Tanıyoruz?O da Mustafa'yı doğurduğunda kendisini sıradan bir anne sanıyordu... Ancak daha 50'lerine gelmeden dünyanın en büyük komutanlarından birinin annesi olacağı neredeyse belli olur. Meşakkatli bir hayat yaşayan
Zübeyde Hanım'ın küçük Mustafa'yı yetiştirmesi ise Türk milleti için paha biçilemez. Var ol 'Molla Zübeyde' en çok da senin Anneler Günün kutlu olsun!
Kaynak: Atatürk Ansiklopedisi
1857'de Selanik yakınlarında Langaza'da doğan küçük Zübeyde'nin ailesi "Sofuzadeler" olarak bilinir. Babası Feyzullah Ağa, annesi ise Ayşe Hanım'dır ve Zübeyde bu çiftin tek çocuğu olur.
"- Biliyor musun Sebastian, bazen Tanrıyı hiç anlamıyorum.
- Tanrı mı efendim? Hangi Tanrı?
- O ne demek öyle Sebastian? Kaç tane Tanrı var ki?
- Bilmiyorum efendim. Sizce kaç tane var?
- Elbette bir tane var Sebastian. O da bildiğimiz Tanrı. Hani şu adaleti sağlayan.
- Adalet mi efendim? Hangi adalet?
- Yeryüzündeki ve öteki dünyadaki adalet elbette Sebastian.
- Efendim, beni affedin ama ben yeryüzünde adalet göremiyorum.
- Saçmalama Sebastian. Elbette yeryüzünde adalet var.
- Bence yok efendim.
- Neden böyle düşünüyorsun Sebastian?
- Çünkü eğer yeryüzünde adalet olsaydı efendim, fakir bir köylünün tek oğlu savaşta ölmezdi ve kralın oğulları da bugün hayatta olmazlardı. Çünkü o tek oğul, kralın oğulları rahat yaşantılarına devam etsinler diye öldü.
- Saçmalama Sebastian! O fakirin oğlu,
HADİ BİRAZ DÜŞÜNELİM
Bugün sizlere bir fatura sunacağım.
Fatura, 22 Ocak 1936'da, Niğdeli manav Durmuş Ali tarafından kesilmiş.
Vali Ziya Tekeli'ye gönderilen faturanın dökümü şöyle:
– Tel ve çiviye verilen: 57 kuruş.
– 6 adet sandığın bedeli: 3 lira 60 kuruş.
–
Elmaların istifine ödenen: 75 kuruş.
– Sandıkların İstasyona taşınmaları için hamaliye: 25 kuruş.
– 170 kilo elmanın bedeli: 46 lira 75 kuruş.
– Ankara'ya kadar navlun bedeli: 6 lira 95 kuruş.
– Yekün: 58 lira 87 kuruş.
Şimdi sıkı durun.
Sandıklardaki tel ve çiviye kadar bedeli ödenmiş bu elmalar kime gönderilmiş?
Çankaya'ya, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e…
Peki ödemeyi kim yapmış?
Yine Atatürk!..
Niğde elmasını çok seven Ata, Vali Tekeli'ye parasını göndererek, manavın fatura kesmesini istemiş.
Kendisini karşılayan sekretere;
Nazif Beyle görüşmek istediğini söyledi.
Bunun üzerine sekreter birden ciddileşti: 'Nazif Bey mi?'dedi.
'Evet, Nazif Bey!' diye cevap alınca,
hüzünlü bir ses tonuyla 'Nazif Bey sizlere ömür efendim, onu kaybedeli dört yıl oldu.' dedi.
Hiç beklemediği bu haberle bir acı saplandı yüreğine. 'Ya, öyle mi...?' diyebildi sadece.
Hicranlı bir suskunlukla bir müddet öylece kalakaldı. Gözlerine hücum eden yaşlar yanaklarından süzülüp göğsüne damladı. Kendisini toparlayıp 'Onun adına görüşebileceğim
bir yakını var mı acaba?' diye sordu.
'Evet var, oğlu Selim Bey....'.
Titrek bir sesle 'Öyleyse Selim Beyle görüşebilir miyim?' dedi.
Görevli hanım, insanda saygı uyandıran bu kibar beyefendiye,
'Selim Bey oldukça meşgul bir insan, randevusuz görüşmek pek mümkün olmuyor;
OSMANLI PADİŞAHI FATİH SULTAN MEHMET HAN DEĞİLMİ?
_EVET..
PEKİ,
BİR OSMANLI PADİŞAHININ FETHETTİĞİ BU ŞEHRİ, TORUNU OLAN, BİR BAŞKA OSMANLI PADİŞAHI VAHDETTİN, ELLERİ İLE İNGİLİZLERE TESLİM ETTİ Mİ, ETMEDİ Mİ..?
_ETTİ...!++
PEKİ,
O SIRADA FATİHİN KEMİKLERİ SIZLAMIŞ MIDIR..?
_HEM DE NASIL..!!!
TARİH 13 KASIM 1918...
KONSTANTİNOPOLİS TAM BEŞ SENE, YİNE HRİSTİYANLARA VERİLDİ Mİ..?
_VERİLDİ..!!!
PEKİ, .
BU ŞEHRİ 6 EKİM 1923 TARİHİNDE MUSTAFA KEMAL PAŞA
TEKRAR GERİ ALDI MI..?
_ALDI...!!!
YİNE SORUYORUM, İSTANBUL'U KİM ALDI..?
BU ŞEHRE, 1929 YILINA KADAR, OSMANLI İMPARATORLUĞU ve İNSANLARIMIZ KOSTANTİNOPOLİS
DEDİLER Mİ..?
_DEDİLER...!!!
İSTANBUL'A, İSTANBUL ADINI YİNE KİM VERDİ..?
_3 OCAK 1929, TARİHİNDE MUSTAFA KEMAL...
Türkiye de Kalp alanında büyük başarılara imza atmış ve en önemli Kalp Doktoru olan hemşehrimiz Prof. Dr. Bingür Sönmez hocadan çok önemli bir anı;
Değerli Meslektaşlarım,
84 yaşında olan ağabeyim
3 gün önce inme geçirdi. Ben yetişene kadar komşuları ambulans çağırmışlar ve
112 ben yetişene kadar Anadolu yakasındaki bir eğitim araştırma hastanesine götürmüş.
Kırmızı çizgiden acil servise ulaşınca kapıda bulunan kılıksız bir güvenliğe tane tane “Ben Profesör Doktor Bingür Sönmez, kalp cerrahıyım, ağabeyim acil gelmiş,
durumu hakkında bilgi almak istiyorum” dedim.
Güvenlik lakayt bir şekilde içeri girdi ve “BT ve MR çekilince bilgi verecekler” dedi. “Yavrum doktor arkadaşlara -bir hoca gelmiş- der misin” dedim.
Tekrar içeri girdi ve “Sonuçlar çıkınca bilgi verecekler” dedi.