"Kimseyle düşman olma, sana düşman olarak kendi nefsin yeter. Ki nefsin ömrünün sonuna kadar senden ayrılmaz"
NİYAZİ-İ MISRİ ( 1618-1694)
Malatya'da doğdu. Malatya, Diyarbakır, Mardin, Kerbela, Bağdat, Şam ve Kahire medreselerinde
ögrenim gördükten sonra, Elmalı'lı Ümmi Sinan Hazretlerine intisab etti.
Medreselerde, tekkelerde tasavvuf eğitimi aldı.
Bursa'dan sonra Uşak'a geldiği zaman, buraya her yıl ziyarete gelen Sinan Ümmi ile tanıştı.
Beraber Elmalı'ya geldiler.
Elmalı'da 9 yıl kaldı.
Burada hem dervişine hizmet etti, hem de onun terbiyesini, eğitimini aldı.
Çok hizmet etti. Çok çalıştı. Çok eziyet çekip, zorluklar yaşayıp nefsini terbiye etti.
Sabrını denedi. Mânen yükseldikçe zikir ve açlığın şiddetini de arttırdı.
Sinan'ın dergahına yıllarca odun taşıdı,su taşıdı. Sırtı, elleri, ayakları yara içinde kaldı.
Tıpkı Yunus Emre gibi.
Elmalı'dan hocasının izniyle ayrılınca İstanbul'a gelir. Bir müddet İstanbul'da kaldıktan sonra tekrar
Elmalı'ya döner. 1656 yılında irşad olup hilafete nail olur.
Kendisine törenle, tac, sancak, rida, tesbih, seccade ve âsâ emanetleri verilir. Hilafetle Uşak'a gönderilir.
Bundan sonra Niyazi-i Mısri'nin şöhreti ülkeyi taşar, dünyaya duyulur.
Çünkü çok iyi yetişmiştir. Çok heyecanlı ve çok taşkın duygular içindedir.
Artık ülke yönetimiyle ilgili fikirleri, düşunceleri, tavsiyeleri vardır.
Konuşmaları saraydan duyulur.
Rahatsızlık başlar.
Soruşturma açılır.
Suçlu bulunup Rodos adasına sürgüne gönderilir.
Kısa sürgün dönüşünde yine düşüncelerini her ortamda söylemeye devam eder. Susturamazlar.
Sonunda Limni adasına kale-bent olarak uzun sürgüne gönderilir.
Burada boğazında zincir, ayağında bukağı takılmış vaziyette çok büyük acılar içinde yıllarca perişan olur.
Eziyet edilir,
Aç bırakılır.
Yemeğine zehir konur.
Anadoluda tanıdığı çok kişiye mektup yazar, durumunu anlatır, yardım ister.
Beklediği yardım gelmez.
Sarayın adamları yardım gelmesini engeller.
Derviş Mısri, bütün bu sıkıntılarının sebebinin
Padişah ve Vanī Mehmet Efendi olduğunu bilir ve söyler.
Ve 17 mart 1694 günü, iskenceler ve acılar içinde Limni adasında vefat eder.
Vefatıyla acılardan kurtulur. Mezarı Limni adasındadır.
O tıpkı İslamın ilk dönemindeki
Ebu-zer gibi, doğruluktan şaşmadan, haksızlıklarla mücadele ederek ömrünü tamamlar.
Elmalı'mızın yetiştirdiği bu değerlerin her biri alimdir, şairdir, düşünürdür.
Allah'ı saçta, sakalda cüppede değil, hakta, hukukta, adalette, doğrulukta arayan insanlardır.
Nefislerini buna göre terbiye eden, herkese de bunu ögreten mutasavvıflardır.
Değerlerimizi doğru tanıyalım.
İnancımızı ve insanlığımızı kıyafette, saçta, sakalda, cüppede, sarıkta aramayı bırakalım.
İnancı ve insanlığı ahlakta, adalette arayalım.
Bunları yasalaştıralım, anayasalaştıraşım.
Ülkeyi ekonomik, kültürel ve siyasi işgalden kurtarmayı inancımızın temeli yapalım. Bunları anayasa yapalım.İnancımız bizi Niyazi-i Mısri yapsın,Ebu-zerr yapsın,Yunus Emre yapsın.
İnancımız bizi birer Atatürk yapsın.
Ama Yezit yapmasın.
Gümüş tepside sunuluyor misafire... Çok şık bir dantelin üzerinde... İki dişli çatallar solda. Reçel ortada. Batırıp alıyorsunuz bir dilim. Ve çatalınızı en sağdaki su olan bardağa koyuyorsunuz usulca...
Reçel, ev yapımı Turunç Reçeli...
Yer, Ege...
Hani o Çağan Irmak'ın 'Dedemin İnsanları' filmindeki kasabalardan biri...
Turunç Reçeli ve sunumu, tamamen Girit'e özgü...
Yaşlı babaanne, büyük bir özenle, özellikle de Ramazan Bayramında ziyaretine gelenlere sunuyor kendi elleriyle yaptığı Turunç Reçelini...
Aynı mevsimde,
Ege'nin karşı kıyısındaki Rum kadınları da aynı ikramı, aynı ritüelle yapıyor komşularına...
...
Koparılıp atıldıkları toprakları, oradaki yaşamları ve komşularını ebediyen özleyerek...
...
Türkiye’nin adını tüm dünyaya duyuran (bizim bilmediğimiz) bilim insanlarımız
PROF. DR. MURAT GÜNEL
Yale Üniversitesi Beyin Cerrahisi Bölüm Başkanı olan Prof. Dr. Murat Günel, anevrizmanın genini araştırmak için Amerikan hükümetinden
2 milyon dolarlık araştırma bursu kazandı. 37 yaşındaki doktor, Prof. Dr. Gazi Yaşargil’in ardından “Beyin Cerrahisinin Yeni Dâhisi” diye tanınıyor. Türk Amerikan Tıp Birliği Başkanlığı’nı yapan Prof. Dr. Günel, her yıl Türkiye’den genç doktorların
Yale’de eğitim almalarına da katkıda bulunuyor…
En çok içimi acıtan da, Türk televizyonlarında sabahtan akşama kadar hiçbir faydası olmayan programlar yapılırken, böyle pırıl pırıl bilim insanlarımızın tanıtımına bir saat dahi yer verilmemesi...
#SANAT YAZININ EN ZARİF HALİ: HAT VEYA KALİGRAFİ SANAT'I.
Hat kelime manası olarak, yazı ve çizgi manalarını taşımaktadır. Biraz daha ayrıntılı açıklayacak olursak: Belirlenmiş olan estetik kurallara bağlı kalarak yazı yazma sanatı olarak ta açıklanabilir.
Hat kelimesinin yanına sanatta eklenince yani Hat Sanatı denilince de Güzel Yazı anlamına gelmektedir. Bir nevi görsel sanat türü olarak ta tanımlayabiliriz. Hat Sanatının asıl ismi ya da ilk isminin Hüsn-i Hatt olduğunu da söyleyebiliriz. Batı kültüründe bizim
Hat Sanatının karşılığı da kaligrafi olarak adlandırılmaktadır. Batı kültürü kaligrafiye bizim kadar yani İslam Toplumu kadar önem vermemektedir.
İslam Topluluğunda nüfusun tamamı tarafından beğeni ile takip edilen Hat Sanatı, bu sanatı icra eden veya etmeyen herkes tarafından
ATATÜRK’E ATILAN İFTİRALAR
Atatürk’e Ateist diyenler, İslam hakikatini hiç bilmeyen, çok büyük bir yanılgı içinde olan, İslamın özüne inemeyip kabuğunda kalan ya da İslam’dan hiç haberi olmayan bilgisiz ve bilinçsiz Müslüman geçinen kişilerdir…
Şimdi Atatürk’ün İslam ve Hz. Muhammed hakkındaki aşağıda sözlerini görelim.
ATATÜRK: “İSLAM, YOBAZLARA BIRAKILMAYACAK KADAR MÜKEMMEL BİR DİNDİR.” Bu cümlede yanlış var mı? Varsa neresinde?
ATATÜRK: “DİN GİBİ TEMİZ BİR DUYGU, POLİTİKA GİBİ KİRLİ OYUNLARA ALET EDİLEMEZ.
DİN AİT OLDUĞU YERDE, TEMİZ VİCDAN SAHNESİNDE YAŞANMALIDIR.” Bu açıklamada da bir yanlış varsa gösterin.
ATATÜRK: “DÜNYANIN EN BÜYÜK İNSANI HAZRETİ MUHAMMEDDİR.”
Bu da en doğru bir söz değil mi?
Atatürk, Güzel Kur*anın Türkçeye çevirisini
Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş.
Artık ne bir işi varmış ne de parası.
Günler boyu iş aramış ama bulamamış… Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini…
Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma.
Egemenliğin halka,dayandığı Yönetim sisteminin adıdır Cumhuriyet.
Yöneticilerin tebası olmaktan, kula kulluk etmekten,eşit vatandaşlık bilincine geçilen rejimin adıdır Cumhuriyet.
Milli iradenin ,meclis eliyle,kurulduğu,yasama
yürütme ve yargı erklerinin birbirinden
bağımsız ve tarafsız yürü
tüldüğü milletin kendi kaderini tayin ettiği rejimin adıdır Cumhuriyet.
Demokrasi ile taçlandırıldıkça,insan onuruna en yaraşır rejimin adıdır Cumhuriyet.
Seçme ve seçilme hakkının vatandaşın elinde bulunduğu rejimin adıdır Cumhuriyet.
Seçilmişlerin ,
yaptkları işler için sorumlu olduğu,halka hesap verdiği rejimin adıdır Cumhuriyet.
Devletin vatandaşa,vatandaşın devlete olan görev ve sorumluluklarının,anaya
sa ve yasalarla belirlendiği
rejimin adıdır Cumhuriyet.
Birinci Dünya Savaşı,Osmanlının birçok cephede,savaştığı