Atatürk bir gün, otomobille Eskişehir’in yakın köylerine doğru gezintiye çıkmıştı. Yanında Salih Bozok vardı. Yaşlı çınarların gölgelediği bir köy kahvesinin önünde durdurdu arabayı. Salih Bozok’a döndü:
"Bu çınarı hatırlıyorum,” dedi. “Zaferden sonra bir gün yolum düşmüştü buralara.”
Eski anıları yeniden yaşamak için arabadan inip mütevazı köy kahvesine doğru yürüdü Paşa. Eskimiş sandalyelerden birine oturdu.
Yaşlı kahveci temiz bardaklar içinde, köyün biricik ikramı olan ayran getirdi konuklarına. İkramdan hoşlanmıştı Atatürk. Yaşlı kahveciye sevgiyle bakarak sordu:
“Adın ne, senin?”
“Yusuf, efendim.”
“Buralarda geçen harbi hatırlar mısın?”
“Nasıl hatırlamam Paşam?
Maiyetinizde çavuştum.”
“Maiyetimde mi?”
“Bütün kuvvetlerin başkomutanı değil miydiniz? Hepimiz emrinizde savaştık…"
HAYAT AĞACI sayfasından alıntıdır zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim @PalaBiyikRak79 takip etmeyi unutmayın lütfen #Günaydın#Çarşamba
Sadece giyiniz Yalamayınız‼️‼️‼️
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Çocukluk arkadaşıydık. Üniversitede yollarımız ayrılmıştı. Çünkü ben tıp fakültesini istemiş, O ise mühendislik tercih etmişti.
Yıllar geçti okullarımız bitti.
Sonra staj yapmak için Finlandiya'ya gitti. Ardından master vs devam etti, kaldı orada.
Bir de aynı üniversitede cici bir Finli kızla tanıştı ve evlendiler.
Adı Milja'ydı.
Anlamı nazik, dost gibiymiş.
Gerçekten de öyleydi ve bizler çok sevmiş, benimsemiştik Milja'yı.
Finlandiyalı'lar da büyük aile, çok çocuk sahibi olmayı severlermiş. Peşpeşe sapsarı, çok şeker üç çocukları oldu.
Bizimki kahveyi çok severdi. Geldiğinde toptan kahve alır götürürdü.
Demesine göre çocuklar büyüdükçe onlar da kahve sever olmuşlar.
Öyle üç beş kürek değil, 2 bin 168 kamyon dolusu çaldılar.
★
Göz göre göre talana herkes göz yumuyordu. Bir kişi hariç… Namuslu bir orman muhafaza memuru,
sessiz kalmadı, hırsızlığı yargıya taşımak üzere zabıt tuttu.
Akp'nin Kaş ilçe yöneticisi müdahale etti, sakın zabıt tutma, biz bölge müdürünü aradık, sen burnunu sokma dedi.
Orman muhafaza memuru kabul etmedi, “değil bölge müdürü,
cumhurbaşkanı bile gelse ben bu zaptı tutarım” dedi.
Vay sen misin bunu diyen… Kaş kaymakamı derhal devreye girdi, orman muhafaza memuru derhal görevden alındı, cumhurbaşkanına hakaretle suçlandı, apar topar lojmanından bile atıldı.
Cengiz Han'ın İslâm'a Daveti
Bilindiği gibi Araplar Cengiz Hanın Müslüman olması için çok uğraştılar.
Cengiz han Müslüman olsaydı koca Orta Asya kısa sürede Müslüman olacaktı.
Bu nedenle Cengiz hanı İslam”a davet için giden Araplar ile
Cengiz Han'ın otağında şöyle bir konuşma geçer:
-Hanlar Hanı Cengiz Han, sizi İslam’a davet için geldik.
-İslam dediğiniz nedir?
-Yüce peygamberimiz Muhammed Mustafa aracılığıyla tüm insanlara tebliğ edilen dindir.
-Peygamber dediğiniz nedir?
-Yerlerin göklerin yaratıcısının yeryüzündeki seçilmiş temsilcisi.
-Olabilir.
"Tengri'nin buradaki temsilcisi de benim".
-Ama size bir kitap indirilmedi.
Peygamberimize Kur'an indirildi.
-Kitabınızda ne yazıyor özetle?
Araplar ihlas suresini okurlar.
Cengiz han,
Mahmut isminde bir çiftçi, tekke boğazı tarafındaki tarlasını sürerken içi altın dolu üç büyük yekpare oyulmuş küp bulur. Bergamalı çiftçi bu altınların devlete ait olduğunu düşünüp Küpleri yetkililerine bildirir. Üç küp Osmanlının başkenti
Bursa’ya gönderilir. O zamanlar II. Murad tahttadır. Padişah Bergamalı çiftçinin bu davranışından etkilenerek;
-“İki küpü bizim, bir küp senin, hangisini istersen al” der
Çiftçi: - “Madem ki altınlar için buyruk yoktur o halde şu ağzı kırık küpü bana kalsın der”.
II Murad Çiftçinin altınları da kabul etmemesine çok duygulanır. Çiftçiyi paşalık ünvanı ve Bergama’da büyük bir arazi ile ödüllendirir.
Üç küpten daha yüksek, dış yüzeyi pürüzsüz ve söbü şekilli olan ikisi de başkentte kalır. O iki uzun küp bugün Ayasofya'dadır.
HOCALARIN HOCASI
Prof. DR.
DOĞAN KUBAN DİYOR Kİ;
"T Ü R K İ Y E, C E H A L E T İ Y L E
Ö V Ü N E N B İ R Ü L K E"
“Çamlıca'ya inşa edilen camiyi konuşmaya bile değmez, Sultanahmet'in kopyası, cami dediğin cemaat uğradığı zaman cami olur, dağa tepeye cami yapılmaz,
Anadolu'yu dolaşın, bulamazsınız...
*
“Restorasyon, ancak ideal tarih bilinciyle mümkün olur, kendimizi kandırmayalım, bu bilinç bizde eskiden de yoktu, padişah bile babasının yaptırdığı evi yıkar, kendisininkini yapardı, yıka yıka giderdi,
Topkapı da buna dahildir, göçerliktir bu.”
★
“İstanbul'da artık plan yapılamaz, dünyada da bu kadar büyük şehri planlayamazsınız, çareyi Anadolu'da aramalı, Anadolu şehirlerini eğitim ve sanayiyle cazibe merkezi haline getirmeli.”
★
Kime tutunacağız ki bundan
sonra, Söylesenize.. !!😥
“Tutunacak dalımız mı kaldı”
Müzeyyen Senar gittiği günden bu yana bir daha;
-“Aşık gibi sevmezsen,
kardeş gibi sev beni” diye sevebilecek çıkar mı?
-“Benzemez kim sana” derken içimizi kim cız ettirecek ki?
Ya Zeki Müren gibisi gelir mi
bundan sonra?
-Kim “Gözümden öpme
ayrılıktır derdin. Öpmedim, ayrılmadık mı” diye soracak?
-“Peki ya kim ”gitme sana
muhtacım “diyecek?
Kim sevdiğini;
-“Gözlerin doğuyor
gecelerime” deyip özleyecek?
-Akşam olup gizli gizli kim
ağlayacak?
-Kim dertli gönüllere girecek?
Ya simsiyah gecelerin koynunda
Barış Manço' nun
- “Uzaklarda bir yerde
güneşler doğuyor” sözleri ve bizi o çok uzak yerlere savuruşu?
Ne sözler yetiyor, düğümlenen kelimelere, ne de susuşlar..
Ferdi Özbeğen' siz zamanlardayız hem,