Abdi İpekçi
Katledilen Gazeteciler Defterinin İlk Sayfalarından Biri: Abdi İpekçi
Yazılarında Atatürkçülüğü, barışı, düşünce özgürlüğünü, ülkenin bağımsızlık ve bütünlüğünü savunan Abdi İpekçi, ülkemizde katledilen ne ilk ne de son gazeteciydi.
Bugün onun çirkin bir saldırıda
hayatını kaybedişinin 43.’ncü yılı. Biz de yaşam öyküsü, düşünceleri ve birkaç anısıyla anmak istedik Abdi İpekçi’yi.
İstanbul Maçka’da başlayan yaşam
Abdi İpekçi, 9 Ağustos 1929 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası Cevat Bey, annesi ise Vesime Hanım’dı. İlkokulu evlerinin
karşısındaki Işık İlkokulu’nda okudu. Küçük yaşta iki ablasını kaybetti.
Basın dünyasında yenilik yapmak isteyen çocuk
İlkokuldan sonra Galatasaray Lisesi’ne kaydolan İpekçi buradan 1948 yılında mezun oldu. Okul yıllığında kendisiyle yapılan söyleşide gelecek hakkındaki
projeniz nedir sorusuna, “Matbaacılıkta inkılap yapıp memleketimizde baskı tekniğini ve sanatını Avrupa ayarına yükseltmeyi; çeşitli konularda yayın yaparak siyaset, fikir ve sanat aleminde hareket yaratmayı düşünüyorum” diye cevap vermişti.
Gazeteci olmaz bundan
Liseden sonra hukuk fakültesinde öğrenimini sürdüren İpekçi gazeteci olmak istiyordu. Amcasının yakın arkadaşı olan, Vatan gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman’la görüşerek Vatan gazetesinde çalışmaya başladı. Fakat buradaki çalışması 15 gün sürdü.
Yalman’ın amcasına, “Gazeteci olmaz bundan, siz bunu tüccar yapın” dediğini öğrendi.
Kore’de yapılan askerlik
Bu sözler onu yıldırmadı, onun için gazetecilik bir tutkuydu. Daha sonra Yeni Sabah gazetesinde muhabir olarak çalışmaya başladı. 1949’da
Yeni İstanbul gazetesine geçti. Ardından İstanbul Ekspres’te Yazı İşleri Müdürü olarak çalıştı. Askerliğini Kore’de yedek subay çevirmen olarak yaptı.
Genel yayın yönetmeni İpekçi
Askerden dönen İpekçi, 1954 yılında Milliyet gazetesinde çalışmaya başladı.
Önce Yazı İşleri Müdürü, ardından Genel Yayın Yönetmeni oldu. Abdi İpekçi’nin yönetimindeki Milliyet, her geçen gün tirajını arttırıyordu. 1956 yılında Sibel İpekçi ile evlendi.
2000 yılını görmek istiyorum
Abdi İpekçi, yine okul yıllığında sorulan
“Kaç yaşına kadar yaşamayı istersiniz” sorusuna da “2000 senesini görmeyi çok istiyorum” cevabını vermişti. Ne var ki İpekçi, 1979 Şubatında Teşvikiyedeki evinin önünde, otomobilinin içinde silahlı saldırıya uğrayarak ölecekti.
Yıpratılmaya çalışılan gazeteci
Abdi İpekçi Milliyet gazetesine basın dünyasında önemli bir yer kazandırırken çeşitli suçlamalara da maruz kalıyordu. 1970’li yıllarda kendisini yıpratmak isteyenler, İpekçi’nin “Dönme” olduğunu gündeme getiriyorlardı sık sık…
“Dönme” de ne demek?
Galatasaray Lisesinden arkadaşı gazeteci Orhan Karaveli, “dönme” suçlamasının daha lise yıllarında gündeme geldiğini belirterek bir anısını aktarıyor:
Müdür yardımcısı rahmetli Ferruhzat Turaç yanımdan geçerken klasik sert dönüşünü yapmış ve,
“Maşallah, Abdi ile pek kaynaştınız” demişti. Şaşırmıştım;
-Ne olmuş kaynaşmışsak?
-Onun dönme olduğunu bilmiyor musun?
Allah Allah! Dönme de ne demekti? 15 yaşındaydım ve bu sözcüğün ne anlama geldiğini henüz bilmiyordum. Oturup araştırmış ve
Galatasaray gibi, insanların kökeni üzerinde durulduğuna o zamana kadar hiç rastlamadığım örnek bir eğitim yuvasında böyle bir öğretmenin barınabiliyor olmasına hayret etmiştim.
Türk ve Türkiye’ye gönül vermiş bir adam
Karaveli şöyle devam ediyor sözlerine:
Birtakım bağnaz kafalar bu pırıl pırıl Türk gazeteci ve aydınını, 1 Şubat 1979’da öldürülünceye kadar rahatsız etmeyi sürdürdü sonraki yıllarda da. Bir kez, Milliyetin Nur-i Osmaniye’deki yeni binasına beni çağırarak:
– Yahu Orhan, bu kafatasçı ve yobazlar gene beni dillerine doladılar. Gene bir “Abdi İpekçi dönmedir” nakaratı tutturdular gidiyor. Sence ne yapmalıyım? Bir cevap vermeli miyim gazetede bunlara?
– Boş ver be Abdi. 300 yıllık geçmişteki bu ‘olaydan başka sermayesi olmayan
bu adamlarla dalaşmaya değer mi? Bırak ne derlerse desinler. Bütün Türkiye biliyor seni de onları da. Keşke senin onda birin kadar Türk ve Türkiye’ye gönül vermiş olabilselerdi…
Arabasının içinde vurulan gazeteci
1970’li yıllardaki anarşi ve terörün
önlenmesi için iktidarla muhalefet liderleri arasında da yapıcı bir diyalog kurulmasından yana olan, devlet yönetiminde partizanlığın ve duygusallığın yerini akılcı, çağdaş, ılımlı bir uygulamanın almasını isteyen İpekçi, 1 Şubat 1979 gecesi ne yazık ki İstanbul Maçka’daki
evinin yakınlarında arabasında iken Mehmet Ali Ağca tarafından öldürüldü.
Gıyabında idam cezası
Mehmet Ali Ağca, İpekçi suikastından idamla yargılanırken 1979 yılında ülkenin en iyi korunan askeri cezaevlerinden biri olan Maltepe Askeri Cezaevi ‘nden kaçırıldı ve
Bulgaristan’a geçti. Gıyabında ölüm cezasına çarptırıldı. 13 Mayıs 1981’de Papa II. Jean Paul’a de suikast düzenleyen Mehmet Ali Ağca 2000 yılında İtalya’daki aftan sonra Türkiye’ye iade edildi.
Ve idamdan on yıl hapse
Mehmet Ali Ağca’nın İpekçi cinayetinden aldığı ölüm cezası 1991 yılında yürürlüğe konulan İnfaz Yasası gereği 10 yıl hapse çevrildi. Başka suçlardan da cezası olan Ağca, 18 Ocak 2010 tarihinde cezasını tamamlayıp (!) hapisten çıktı.
Abdi İpekçi barış ve dostluğun simgesi
1980 yılında Abdi İpekçi anısına, Türkiye ile Yunanistan’da ortak bir çalışma çerçevesinde, iki yılda bir verilmek üzere Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü konuldu. İstanbul’un Zeytinburnu ilçesinde Yedikule
Zindanları civarında bulunan spor salonuna da Abdi İpekçi Spor Salonu ismi verildi.
Kaynakça: Nurten Bengi Aksoy
Hunharca katledilmesinin 44’üncü yıldönümünde,
Anısına saygıyla,
Sana uzanan eller kırılsın büyük gazeteci,
Daima kalbimizde yaşayacaksın.
Ruhun şad, mekânın cennet olsun.
Esenlikler dilerim....
Kubilay Aziz ERSOY okuduğunuz için teşekkür ederim
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Barış Manço’nun 1979 Yılında meşhur ettiği, Mehmet Ağa Aslen Karamanlı bir Toprak ağasıyken, Osmanlı Dönemi yetkilileri Mehmet ağayı çağırarak Kıbrıs Girne’de büyük bir tarla vererek " Karaman’daki Bahçelerin gibi ek, biç,
halka iş ver bizde sana toprak bağışlayalım. Hayvancılık ve Tarımı geliştir" derler...
1810-1920 tarihleri arasında yaşamış Karaman’ dan Kıbrıs’a 5 kardeşinide alıp gelmiştir. Yörük Türkmendir... Kıbrıstaki Köyünün adının Göçeri olması,
Yörüklerin konar göçer hayatından gelmektedir. Yörükler köyü de derlermiş Göçeri köyüne ..
Sarı Çizmeli Mehmet ağa, Devlete söz verdiği gibi Tarımda ve hayvancılıkta binlerce kişi çalıştırır, İş verir büyük bir aile olurlar...
Zamanla 3 bin dönümden fazla toprağı olur.
Nermiye Tüzün Özkazanç, Ankara’nın ilk Valisi olan Mehmet Atıf Tüzün’ün kızı. Nermiye Hanım, oldukça şanslı. Babasının Atatürk ile olan ilişkileri ve sonrasında liseye geçtiğinde öğretmenlerinden birinin Afet İnan olması ve hatta üstüne
İnan sayesinde Çankaya Köşkü’ne davet alıp Atatürk’le farklı zamanlarda birden fazla kez karşılaşıp unutamayacağı anılara sahip olması onun ne kadar şanslı bir çocukluk geçirdiğinin kanıtı olabilir.
Ankara Kız Lisesi öğrencisi Özkazanç, 9 Mayıs günü çok heyecanlı.
Çünkü Atatürk ile ilk karşılaştığı 1924 senesinin üzerinden tam 10 sene geçmiş ve 17 yaşındaki Genç Nermiye Cumhuriyet’in Ebedi Şefi’ni bir kez daha görme şansına erişmştir.
Nermiye Tüzün Özkazanç o anları anlatırken duygulanıyor:
Bu ülkede ezan okunurken mutlaka durup dinlersiniz. Zira hiçbir minarede sonuna kadar açılmış, yarısı da patlak hoparlörler yoktur. Müezzin şerefeye kadar zahmet edip çıkar ve oradan okur.
Ve gerçekten çok güzel okur, herkes te onu dinler.
* Caminin 5-10 metre ilerisinde ki bir kafede ya da barda istediğiniz alkollü içkiyi içebilirsiniz.
* Kadınlar yasalar önünde gerçekten birinci sınıf vatandaştır.Mirasta kız çocukları daha önde tutulur. Kadın istemediği sürece boşanmak çok zordur. veee en çarpıcı fark ta şudur:
BİR SİNANDAN BİR SİNANA
Nedense bazı sözleri sık sık kullanıyorum, bu kıtlıktan değil; daha güzelini, anlamlısını okuyup, duymadığımdan dolayı sanırım.
Şimdi anlatacaklarımı şu sözlerden daha iyi nasıl anlatabilirim ki!
Üstelik bu yalnız benim için değil, sanıyorum dünyanın bir çok insanı için de geçerli. Söz Afrika yerlilerinin bir sözü olduğuna göre:
“Aslanlar kendi hikâyelerini yazmadıkça, avcıların (kendileri için anlattıkları) hikâyelerini dinlemek zorundayız. (zorundalar)”.
Bu topraklarda yaşayan bir kişi olarak, sosyal, siyasal ve toplumsal olaylara duyarsız olamıyor, kalamıyorum. Bunu bir beklenti için değil, düşüncem, kişiliğim ve dünya görüşümden dolayı yapıyorum.
Bildiğim, katledilen, öldürülen, yok edilen iki SİNAN var.
Sipariş götürdüğü otelde piyano çalmasıyla sosyal medyada gündem olan 19 yaşındaki motosikletli kurye Muharrem Can İncir, piyanoyla nasıl tanıştığını anlattı.
Ünlü piyanist Gülsin Onay ise İncir’e öğrencisi olması için teklifte bulundu.
Hürriyet’ten Emin Mert Kırarslan ve Beyazıt Şenbük’ün haberine göre; Sipariş götürdüğü otelde piyanoyla Mozart'ın Türk Marşı'nı virtüöz gibi çalmasıyla sosyal medyada gündem olan
19 yaşındaki motosikletli kurye Muharrem Can İncir, “En büyük hayalim iyi bir insan olmak, piyanist olmak, güzel yerlere gelmek” dedi.
Sosyal medyaya düşen görüntüler iki gün içinde milyonlarca kişi tarafından izlendi. Ünlü-ünsüz binlerce kişi bu muhteşem performansı çok beğendi.
Bu hikaye hayatın ne kadar acımasız, şan şöhretin nasıl gelip geçici olduğuna dair ibretlik bir öykü. Bir zamanlar sahnelerin ışıltılı ışıkları altında milyonların delice alkışladığı bir adamın, gün geldiğinde nasıl
yokluğa ve yalnızlığa mahkum olduğunun hüzünlü bir anlatımıdır..
Cemil Özeren’i adıyla değil daha çok 2 numarası olduğu ayna grubuyla tanıdık kendisini. 90’lı yılların sahneleri titreten gruplarından biriydi… Tıklım tıklım dolan konserleri ve milyonları bulan albüm
satışlarıyla kendi zamanlarının efsanelerindendi ancak bu hep böyle devam etmeyecekti… Önce gruptan ayrıldı ardından yalnızlık ve yokluk günleri geldi.
1962 de Balıkesir/Bandırmada doğdu sanatçı. Üniversite eğitimini İzmir'de tamamladı.