💥💥💥💥
Gençliğimizde lisede gördüğümüz coğrafya dersini almış olsa kavrayabileceği deprem meselesine şapşallık seviyesinde komplo teorileri üreten üniversite mezunlarını hayret ile izliyorum.
Öte yanda doğa olaylarını meleklerin yönettiğini sanan ya da tanrının bir şeylere kızdığı için deprem gönderip, çocuk-bebek-kadın-erkek-yaşlı-genç ayırmadan yani kurunun yanında milyonlarca yaşı da cezalandırdığına inanan zırcahiller sürüsü…
En azından halen bilmek ve anlamak isteyenler varsa, onlara hatırlatayım.
—————
Yerkürenin kıtalar ve okyanusları taşıyan katı kabuğuna Litosfer deriz. Litosfer ise yekpare tek parça bir kabuk değildir. 12 levhaya bölünmüştür.
Bu levhalar, basit bir benzetme ile suyun üzerinde yüzen sal gibi hareket ederler. Üzerinde yüzdükleri katmana Manto denir. Bu katmandaki Magma, iç ve dış çekirdekteki radyoaktif ve ısıl reaksiyonlardan dolayı hareket eder. Bu hareket; aşağı, yukarı ya da yanal olabilir.
Volkanları oluşturan ve devasa levhaları hareket ettiren işte bu magma hareketleridir.
Ülkemizi etkileyen levhalara bakarsak; kuzeyimizde devasa bir Avrasya Levhası vardır. Güneybatımızda yine devasa bir Afrika levhası, güneydoğumuzda ise Arabistan levhası vardır.
Afrika levhası, kabaca yılda 22mm hızla kuzeye doğru hareket halindedir. Bu hızla sıkıştırarak yaklaşık 65 milyon yıl sonra Akdeniz’i yok edecektir. Öte yanda Arabistan Levhası da yılda yaklaşık 18mm hızla Anadolu levhasını yukarı doğru itmektedir.
Yani bir benzetme ile açıklarsak; Kuzey Anadolu fay hattı ile Doğu Anadolu fay hattı arasında sıkışan Anadolu Levhası, elimizle sıkıştırmaya çalışırken elimizden kaçan ıslak sabun gibi batıya hareket etmektedir.
Bu hareketler milyonlarca yıldır sürdüğü gibi, yerküre yok
oluncaya kadar sürecektir. Coğrafi konumumuzdan dolayı ilelebet güneyimizdeki iki levha bizi sıkıştırmaya devam edecek. Anlayacağınız, bu depremler daima hayatımızın bir parçası olacak.
Etrafta dolaşan saçmalıklardan da birkaçına değinelim:
- Birisi fay koptu yazmış bir yerlerde. Fay dediğiniz bir ip ya da boru değildir, kopsun. Fay, bir çatlaktır. İki levha arasındaki boşluk ya da sınırdır. Nasıl ki camınızı boydan boya kat eden bir çatlağa koptu diyemezseniz, fay’a da koptu diyemezsiniz.
- Amerika’nın bir gemisi bilmemde dalgası gönderip tetiklemişmiş… Şöyle söyleyeyim: bu depremde hareket eden kara parçasının kütlesini ‘Ton’ cinsinden ve onu hareket ettirmek için ihtiyaç duyacağın enerjiyi ‘Joule’ cinsinden ifade etmeye, matematik ve
fizik bilgisi yetmez bu masalı yayan şapşalın.
- Bir levha hareketi çok uzun süredir engelleniyorsa orada çok ciddi bir gerilim birikir. Deprem riski gittikçe artar. Mesela bu yeni deprem 510 yıllık bir zorlamanın sonucu gerçekleşen bir hareketti. Olacağı kesin bir depremdi.
Bölgeyi yakından inceleyen jeologlar riskin iyice arttığını raporladılar ama kimse dinlemedi alışık olduğumuz üzere. Ancak şu da kesin ki, şu anki bilgi ve teknolojimizle deprem saati ve gününü bilemeyiz.
Son olarak;
Doğa karşısında çok - çok - çok önemsiz ve çaresiziz.
Doğanın işleyişi imkan verdiği sürece yaşamımız devam edebilir. Çok çok düşük bir ihtimal ama magmadaki devasa bir konveksiyon hareketi sonucu birkaç yüz volkan aynı anda patlasa, aylar hatta haftalar içinde taş devrine döneriz. Yine aylarla sayılacak sürede
İnsan denen canlı yerküreden silinir gider.
Yani her şey biz İnsan soyunun etrafında dönmüyor. Kendinizi / kendimizi bu kadar önemsemeyin!..
Trakai, bir göl köyüdür. Nerede olduğunu biliyor musunuz? İnanın bu yazıyı yazana kadar nerede olduğunu ben de bilmiyordum; daha da ilginci hiç duymamıştım.
Tesadüfen bir watsapp grubunda okumasam duyacak da değildim. İşte bizim, ırkımızla ilgili bilgi dağarcığımız bu kadar!
Bu gibi yazıları yazarken yüzümün kızarmadığı an hiç olmadı! Bilgimiz çok az ve hiç de umursamıyoruz!
Cahilliğimizden artık utanmıyoruz ve utanç duygumuzu ne yazık ki kaybettik! Neyse biz konumuza gelelim.
Trakai 7-8 bin nüfusa sahip bir göl köyüdür. Bu yer Litvanya’da bulunmaktadır. Bir şekilde haritada bir kez bakmanızı öneririm.
LÜTFEN OKUYUN VE LAİK CUMHURIYET'İN DEĞERİNİ BİLELİM
1985 yıllarında İran'da yaşanmış gerçek bir yaşam öyküsü
Ziba ile Muhammed üniversite yıllarında tanışmış, uzun süren bir arkadaşlık döneminden sonra yeni evlenmiş bir çifttir...
Muhammed, sığır ticaretiyle uğraşmakta,
Ziba ise bir özel hastanede hemşirelik yapmaktadır.
Bir aylık evli çift, balayına çıkma planları yapmaktadırlar...
Muhammed, bütün formaliteleri yerine getirerek esine ve kendisine on beş günlük bir balayı programı hazırlar...
Ve özel otomobilleriyle balaylarını geçirmek için
Benderabbas şehrine hareket ederler...
Ziba ile Muhammed yaklaşık 600 km lık bir yol katederler.
İran devrim muhafızları Pasdar'lar kara yolu üzerinde araçları durdurarak kimlik kontrolü yapmaktadırlar.
Ziba ile Muhammed'in araçlarını da durdururlar.
Okuyunuz...!
İŞTE BİR İHANET DAHA!
İhanetin üniversitelerdeki kolu!
Liyakatsiz ve bağnaz kişileri göreve getirip üniversiteleri orta dereceli okul seviyesine indiren anlayışın yaptığı bir ihaneti ibretle okuyun...
Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu, Ankara Tıp Fakültesi’nde asistan iken
doktorasını bitirmek üzereymiş. Astım hastalığı hakkında bir tez hazırlamış hocalarına sunmuş.
Bölüm başkanı olan hocası tezi herkesin gözü önünde çöpe atmış.
O çöpe atılan tezi birkaç yıl sonra tıp dünyasının üç büyük bilimsel dergisinden birinde yayınlanmış.
Ankara ona doçentliğini vermediği için Finlandiya’da Doçentlik ünvanı alan ilk yabancı olmuş.
Finlandiya’da bakteri çalışmaları yaparken Bilkent Üniversitesi Rektörüne ve Genetik Bölümüne başvurarak “Gelin bunu birlikte yapalım, patenti Türkiye’ye ait olsun” önerisini yapmış.
Akıl hastanesinin bahçesinde sigara içiyordum. Merakımdan sanırım, bir şekilde orada buldum kendimi. Kendi halinde, oldukça normal davranan, yüz çizgilerinden kırklarında olduğunu düşündüğüm bir adamla göz göze geldik. Ben bir kaç kafamı çevirsem de,
o gözlerini üzerimden hiç çekmedi.
Kıyafetlerinden anladığım kadarıyla misafirdi orada, hasta demeye dilim varmıyor şimdi. Önce biraz çekindim, sonra cesaretimi toplayıp küçük adımlarla yaklaştım yanına. "sigara versene" dedi hemen. Sigarayı uzatırken "neden buradasınız?"
demiş bulundum. Sigarasını yaktı, tekrar gözlerini dikti üzerime. Kırpmıyordu bile, ürkmedim desem yalan olur.
"İyi günler" dileyerek uzaklaşmaya karar verdim. "Belkide yanlış bir soru sormuşumdur. Belki canını sıkmışımdır ya da ne bileyim adam hasta işte!"
Kanada'da tüm mühendisler mezuniyetlerinden itibaren iron ring denilen şu yüzüklerden takarlar...
Takmalarının nedeni 1907 yılında inşa aşamasında yıkılan ve 75 inşaat işçisinin ölümüne neden olan ilk quebec köprüsüdür köprünün yıkılma nedeni yanlış projelendirmeymiş
75 işçinin enkaz altında kalarak ölümüne neden olan köprünün çeliğini simgeleyen bu yüzük, mühendislik öğrencilerine mezuniyetleri sırasında özel bir törenle verilir ve ömür boyu takmaları beklenir.
Tahmin edebileceğiniz üzere yüzüğün amacı tüm mühendislere yükümlülüklerini,
mesleki sorumluluklarını, insani bakış açısını, kısacası mühendislik disiplinini hatırlatmasıdır işinizi doğru yapmazsanız işte böyle olur der...
OKUYUN desem, çok UZUN dersiniz... Malûm okuma özürlüyüz!
Onun için O K U M A Y I N!
(OĞUL SARIKAYA yazdı.)
İstanbul Teknik Üniversitesi'nde, sene 2003 yılı, henüz 19 yaşındaki bir ikinci sınıf öğrencisi olarak kafası bir karış havada gezen birisiydim.
Bir gün, çok değerli bir mukavemet akademisyenimizin dersindeydim. Değerli hocamız, öğrenciler tarafından korkulan biriydi. Herkes, kendisinin çok gaddar ve de acımasız olduğu için şikayet ederdi.
Düşünün ki ara sınavdaki sınıf ortalamaları 100 üzerinden 15-20 gibi seviyelerde çıkıyor. Dediğim gibi, sınıftaki herkes gençlik yıllarının başında; aklı fikri eğlencede olan gençlerdik...