Bu kent öldürüldü diyorlar
Kurşuna dizildi bir gece yarısı
Hayaletler geziniyormuş şimdi
Sokak aralarında ve caddelerde
Baykuş tüneği olmuş alanlar
Ve yarasalar uçuşuyormuş...
Silah ve esrar kaçakçıları
Altın çağını yaşarlarken
Artıyormuş bir yandan da
Kumarhaneler,meyhaneler🧿
Borsa oyunları hileli iflaslar
Birbirini kovalayıp dururken
Nasıl çıkmışsa pek bilinmiyor
Yaygınmış şimdilerde rus ruleti
İntiharların sayısı bilinmiyor
Çoğalıp duruyormuş fahişeler
Ve artık bunların hiç biri
Olay bile sayılmıyormuş şimdi
Bu kent öldürüldü diyorlar⤵️
Bahar gelmez artık buraya
Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre
Ben inanmıyorum kim ne derse desin
Sodon ve Gomore efsanelerde kaldı
Yaşanan bir başka tarih şimdi
Şöyle bir dokunsak toprağa yalın ayak
Duyacağiz belki tarihin akışını
Baharda gecikebilir unutmayalım⤵️
Böyle okuduk tarihin kitaplarından
Hele vakit gelsin,sevda dal versin
Uzanacağiz bir sabah çiçekli bir ağaca
Unutmayalım aşkın sımsıcaklığını
Suskun bekleyişlerini varoşların
Kitapları,fabrikaları unutmayalım
Unutmayalım dağların öyküsünü
Zincirlerini kırmasını bilir bir kent⤵️
Aovrayı unutmayalım
Kışlık saray ne kadar dayanabilir
Hayatı kollamasını bilenlere
Ölüm suretini gezdiren serseriler
Sızıp kalacaklar birazdan ⤵️
Ve bir tül gibi yırtılırken çevren
Bu kent yeniden yaşanacaktır
Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre
Ben inanmıyorum kim ne derse desin
Ahmet Telli
“……..Gemerek’te evler hep bahçe içinde. Ben önde, jandarmalar arkada, koşuyoruz bir bahçeden bir bahçeye. Bir duvardan atlayıp yere yatıyorum, ya ayaklarının dibine ateş ediyorum, ya başlarının bir karış üstüne. Onlar da yatıyorlar ben ateşe başlayınca. ⤵️
O zaman kalkıp koşuyorum, böyle iki üç tur atıyoruz Gemerek’in içinde. Herkes durmuş beni seyrediyor. Bir kadın, evinin kapısından, az ötede beni seyreden kocasına sesleniyor: “Herif, gel çorbanı iç, soğuyacak; yine gider seyredersin!”⤵️
Çocuklar, ben ateş ettikçe alkışlıyorlar. Kiminin elinde ayçiçekleri; hem beni izliyor, hem ayçiçeği yiyorlar. Bir buçuk saat kadar sürüyor bu kovalamaca. Bir ara, üstüne hoparlör bağlanmış bir taksi çıkıyor ortaya. ⤵️
"Konuşmama izin verilecek mi, ey Amerikalı adamlar? Bırakın konuşayım, Şerif Matson! Bırakın halkın sesi duyulsun."
Bırakmadılar.
İşaret verildi, kapak açıldı.⤵️
Yanındaki 3 arkadaşıyla ipte sallanarak can verdi.
O günün sabahı.
Hücresinde aldı eline kağıt kalemi.
Yazdı.
"Çocuklarım.
Bu kelimeleri yazarken adlarınızın üstüne göz yaşlarım damlıyor.
Bir daha hiç karşılaşmayacağız.⤵️
Ah, sevgili çocuklarım, nasıl içten, derinden seviyor sizi babacığınız. Sevdiklerimize yaşamakla gösteririz sevgimizi ve gerektiğinde sevdiklerimiz için ölmekle de gösterebiliriz sevgimizi.
Benim hayatımı ve doğal olmayan haksız ölümümü başkalarından öğreneceksiniz.⤵️
“Zübük,” devrimci sanatçı, gülmece yapıtları ustası Aziz Nesin’in bir romanının ve romanda kazanmak için kendisine her yolu mubah gören, yalancı, dalavereci politika kahramanının adı… ⤵️
Filme çevrilmiş ve kültürbilimci Mihail Bahtin’in “karnaval dobralığı” diye tanımladığı, hak gülmece kültürüne ait o davranış biçimini sanatıyla bütünleştirmiş Kemal Sunal’ın oynadığı başrol ile toplumda büyük yankılar uyandırmış, ölümsüz film yapıtları arasına katılmıştı.⤵️
Devrimci sanatçılar, halk kültürünün derin dip akıntıları içinden o kültürün devrimci, değişimci yanını, gülmeceye dayalı yıkıcılığını ustaca alıp kurgularına katarlar.
Tam yerine denk geldi “Zübük”ün günlük politikada kullanılması… ⤵️
Terzi Sıdıka Hanım dikiş makinesinde elbiseler dikerken, devlet dairesinde memur olan eşi Yakup Bey de salonun bir köşesindeki yemek masasının üstünde, iş yerinden getirdiği dosyalar arasında daktilosuyla çalışmaktadır. ⤵️
Evin erkek çocuğu, anne ve babasının arasında yol yaptığı halının çizgilerinde, en çok sevdiği oyuncak olan teneke itfaiye arabasını sürmektedir.
Dikiş makinesi ve daktilo sesleri arasında oynayarak büyüyen çocuk, estetiği, nezaketi, kurgu yeteneğini annesinden; ⤵️
Türkçe sevgisini, adalet duygusunu, mürekkep kokusunun büyüsünü babasından alan Metin Uca'dır.. Anne ve babasının Metin Uca'ya en büyük katkısı ise çalışma azmi ve de emeğin hayattaki en yüce değer olduğu gerçeğidir..⤵️
17 Ağustos 1999 gecesi saat 03.00 gibi Bursa’da, Mudanya yakınlarında o güne kadar yaşamadığım bir sarsıntı ile uyanmış, ayakta durmakta zorlanarak evden dışarı çıkmıştım.
İlk haberlerde Gölcük merkezli büyük bir deprem olduğu söyleniyordu.⤵️
İstanbul’daki çocuklarımın sağlık haberlerini aldıktan sonra da kendi arzumla görevli olduğum Bursa Çekirge SSK Hastanesi’ne koşmuştum… Diğer günlerde de Yalova’dan Gölcük’e deprem bölgelerine gittim. Askeri birliklerin kurduğu çadırlarda yaralılara müdahale ettim, ⤵️
hasta baktım, yıkıntılardan gelen ceset kokularını duydum… On binlerce bina yıkılmış, şehirler enkazlarla dolmuş, yollar kapanmış, 20.000’e yakın canımızı yitirmiştik.
O büyük felaketin arkasında ne acı gerçekler vardı… Kalitesiz inşaat malzemelerinin kullanıldığı yapılar⤵️
Tam da 15 Temmuz kanlı darbe girişimi tarihine denk geldi…
Menzil cemaati lideri, Şeyh Abdulbaki Erol’un ölümüyle ülkede yer yerinden oynadı.
Cenazeye katılmak isteyen birileri için THY ek uçak seferleri koydu; ⤵️
yüzbinler akın etti cenaze törenine, çakarlı araçların da katıldığı törende izdiham yaşandı; Cumhurbaşkanı, ülkenin ‘manevi rehberi” saydığı kişi için gazetelere tam sayfa ilanlar verdi…
Bu fotoğraf, 15 Temmuz 2016 Darbesi’nin mimarı FETÖ terör örgütünün kimler tarafından ⤵️
nasıl oluşturulduğunun ve 15 Temmuz’da yaşananların da bir izdüşümü gibidir…
Bu fotoğraf, Türkiye’nin bütün dünyanın gözü önünde iktidar ve onun Batılı destekçisi emperyalizm tarafından Orta Çağ’a götürüldüğünün de resmidir…⤵️