Z kuşağı çok özgürlükçü, bambaşka bir kuşak, internet nesli gibi pazarlama şirketleri zihniyetinden hallice analizler, koca bir kuşağın nasıl bir siyasi, ekonomik ve toplumsal ortamda büyüdüğünü; ne tür politizasyona sahip olduğunu derinlikli bir şekilde anlaşılmasını engelledi.
Zaten bütün bir kuşağın yeknasak özellikler göstereceğini düşünmek yanlıştı. Üzerine Türkiye’de tekrarlanan bir tavır olarak eski kuşaklar ülkeye dair bütün hayal kırıklıklarını yeni kuşağa olumlu bir şekilde kanalize ediyor. Gençleri hep kurtarıcı görüyor. Bu sefer kurban Z’di.
Önce Özdağ sevgisi, ardından patlayan Jahrein gibi tipler ve onların gençler arasından geniş takipçileri, şimdi de apolitik bir tavırla bezenmiş Muharrem İnce hayranlığı şaşkınlık yaratıyor. Irkçı, mizojinik fikirlerin alttan hala yeşermesi hayal kırıklığına uğratıyor.
Gerçeklere bakalım: Ömrü hayatlarında Erdoğan’dan başka lider görmeyen; siyaseti dibine kadar makyavelist “alfa erkeklerin”, masaya yumruğunu vurdu mu istediğini alan tiplerin yaptığını düşünen bir hafıza var bu kuşakta. Başka örneğini görmediler ki.
Vatandaşına sürtük diyebilen bir Cumhurbaşkanı’nı geçtim, toplumsal olarak bunun geniş kesimlerce normal karşılandığı bir dönemin içinde doğdular. Normalleri bu. Hal böyle olunca Kılıçdaroğlu yanlarında tabii pasif, ezik kalıyor. “Liderlik yeteneği” olmuyor.
Muhalefetin ittifak çabaları değersiz, uncool görülüyor. 2010’lu yılların başından beri toplumda müzakere yeteneği ve kırıntısı kalmadığı için saatlerce süren tartışmalar, fikir ayrılıkları veya taviz vermeler iş bilmemek, yönetme becerisine sahip olmamakla özdeşleştiriliyor.
Üzerine siyasi iklimin çok sert estiği, medyanın tamamen baskılandığı, bütün siyasal diskurun milliyetçilik ve dincilik sınırları çerçevesinde belirlendiği bir dönemde siyasi tartışmalara dahil oldular. Siyasetten aldıkları input ne olsun ki çıktı özgürlükçülük olsun.
Z kuşağının tamamı otorite bağımlısı demiyorum. Fakat sadece internet üzerinden kurulan değer dönüşümü ve özgürlükçülük varsayımının zayıflığını ifşa ediyorum. Kaldı ki internetteki içerikler bile düşünüldüğü kadar özgürleştirici olmadı.
95’ten sonra doğmuş kuşak arasında bile o kadar farklılık var ki. 3 yaş arayla seçin. Toplumsal hafızaları, nasıl bir siyasi ortamda büyüdükleri, okudukları esnada üniversite özgürlükleri bambaşka. 2013, 2016, 2018 ve 2021 yıllarının ortamları arasında devasa farklar var.
Darbeden sonra üniversiteye girmiş biri 2010’lu yılların ortamını asla bulamayacaktır. 2010’larda çok seslilik ona garip gelecektir. Üniversitelerin sadece birer meslek edinme kursuna indirgenmiş olması normal geliyor şimdiki üniversite öğrencilerine. Gördükleri bu çünkü.
İnce’ye iyi dans ediyor ya da Erdoğan-Kılıçdaroğlu gibi değil o halkın adamı diye oy vereceğini söyleyen gençlere apolitiklik üzerinden kızılıyor. Şu an politik bilinç kazanmanın, örgütlenmenin, nitelikli ve derinlikli toplumsal ilişkiler kurmanın imkanı yok ki.
2 sosyal medya etkileşimi üzerinden İnce’ye oy vermeyi olumlamıyorum. Ama ortada siyaset yapma açısından sosyal medyadan başka bir şey kalmadı. Dernekler Yeni Şafak’a manşet oluyor. Üniversite kulüpleri kapatılıyor. Bu ortamda siyaseti sosyal medya etkileşimi sanan gençler doğar.
Kamusal alan kalmadı. İfade özgürlüğünü ifade özgürlüğü önemli deyince içselleştiremezsin. Anonim hesapla insanlara sövdüğünde de içselleştiremezsin. Derste tartışma ortamı olacak, kampüste arkadaşlarınla biraz gerileceksin. Habitat yok ki habitus gelişsin.
Bir de üzerine ekonomik buhranın derinleştiği, yasakların bütün bir topluma kabus gibi çöktüğü zamanda büyüdüler. 3 sene eve kapandılar. Rahat rahat, kendilerini tanımaya imkan veren yaşamları yok. Sinemaya gitmek, 2 kahve içmek lüks olmuş durumda.
Öfkenin ve geleceksizliğin apolitik bir reaksiyonerlik dalgasıyla ifade edildiğini görüyoruz. Bir de medya iyiden iyiye çöküp, AKP toplum mühendisliğiyle siyasal dinamizmi kaybedince meydan twitch yayıncısı görünümlü kahvehane muhabbeti zihniyetine sahip tiplere kaldı.
Sırf internetle büyüdüğü için bütün bir kuşağın özgürlükçü, bilinçli politik veya Türkiye’nin bütün sorunlarını aşmış olmasını beklemek hayal. Bu hayal; internetin reaksiyoner, etkileşim bağımlısı, politik okuryazarlığı olmayan tiplerin sesinin daha çok çıktığını görmezden geldi.
Bizim zaten derin problemlerimiz son 10 senede daha da derinleşirken bütün bir kuşağın normalini sarstı. Kültürel ve ekonomik çoraklık politik aşırılık ve internet hedonizmiyle birleşti. Şaşırmamak gerek. Ümitsiz de olmamak. Sorunlarımızı doğru anlarsak çözebiliriz ancak.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Özdağ'ın geçen sene tweetleri 50-60k fav, milyonlarca görüntülenme alıyordu. Hatta bir ara etkileşim oranı Erdoğan'dan fazlaydı. Şu an bu etkileşimin %10'unu alamıyor. En sonda da adı sanı bilinmeyen partilerle bir ittifaka kaldı. Siyasette etkileşim pek bir şey ifade etmiyor.
Benzer bir şey İnce'nin etrafında dönüyor şu an. Şubat ayından sonra partisinin PR ajansları ile çalışması, iktidarın kendisine alan açması ve genç kuşağın dikkatine girmesiyle sosyal medyada daha görünür oldu. İsminin etrafında oluşmuş gelip geçici bir popülarite var şu an.
Dijitalde olan dijitalde kalmıyor. Karşılıklı bir etkileşim söz konusu. Bu yüzden dijitali en çok tüketen gençlerin ona doğru bir eğilimi söz konusu. Bir tercihin etrafında kümelenme arttıkça daha fazla insan daha büyük bir özgüvenle tercih ediyor. Ama bu kadar. Kırılgan.
Millet ittifakını Cumhur’dan ne ayırıyor? Bu soruyu yanıtlayabilirsek bu seçimin ne hakkında olduğunu da anlayabiliriz. İki ittifakı birbirinden ayıran bir ideoloji yok. Zira Türk milliyetçiliğinden Kürt siyasetine, İslamcılığa kadar her ideoloji her iki ittifakta da var.
Cumhur’da MHP var. Millet de ondan kopmuş İYİP. Millet’e HDP destek veriyor, Cumhur’a daha yeni HüdaPar katıldı. Saadetin karşısında hem eski hasmı AKP hem de yenisi Yeniden Refah var. İttifakları ayıran ana ekseni herhangi bir ideolojiyle açıklayamıyoruz.
İki ittifakı ayıran ilk faktör Erdoğanizm ve Anti-Erdoğanizm. Bu en kolay görünen de yarılma. Cumhur seçmenindeki Erdoğanizm sevgisi konuşulur genelde ama Anti-Erdoğanizm’in de ondan aşağı kalır yanı yok. Muhalefeti bu kadar farklılığına rağmen bir tutkal gibi bir arada tutuyor.
Bu seçimi Cumhur kazanırsa TR Rusya olur sözü ya tam anlaşılmıyor veya abartı sanılıyor. Bahçeli bugün AYM’nin kapatılması için seçimlerden sonra Anayasa değişikliği teklifi vereceklerini söyledi. Yeniden Refah ise 6284’ün kaldırılmasını, LGBTİ derneklerinin kapatılmasını istedi.
Cumhurbaşkanlı sistemiyle derinleşen otoriterlik üst yargı merciinin de tasfiyesiyle derinleşecek. Kadın hareketi marjinalleşecek, LGBTİ sözü tıpkı Rusya’daki gibi hain sözüyle eşleştirilecek. Rusya’daki fon yasağı gibi medyanın ve STK’lerin dışarıdan fon alması iyice zorlaşacak.
Alaattin Çakıcı’nın çıkarılması, Sinan Ateş’in öldürülmesiyle ayyuka çıkan devlet-parti-mafya düzeni derinleşecek. Parti muhalefeti ve toplumsal muhalefet yapmak iyice zorlaşacak. Rusya’da öldürülen muhalefet liderleri gibi, siyasal şiddet muhalefetin üzerinde sallanacak.
ABD'nin en önemli başkanlarından Roosevelt, başkanlığın ilk 100 günü kavramını icat etmişti. Başkan olur olmaz ilk 100 günde ülkenin en önemli sorunlarına odaklanmıştı. Muhalefetin de böyle bir ajandaya ihtiyaç var. Kılıçdaroğlu seçilirse ne olacak? Bu vizyon ortaya konmalı.
Erdoğan zaten yıllardır bir hikaye sunamıyor. Negatif siyaset ve kutuplaşma. Fazla da ajandaya ihtiyaç yok zira 20 yıldır biz yapıyoruz, yine biz yapacağız diyor. İktidar olan partilerin icraat yapabileceğini anlatması daha kolay. Asıl muhalefetin ortaya bir vizyon koyması lazım.
Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı olarak seçilmesi bir vatandaşın hayatında neyi değiştirecek? Bir çiftçi, öğrenci, çalışanın hayatında tam olarak ne değişecek? Hatta mesaj daha da netleştirilebilir. Kılıçdaroğlu ilk gün hangi kararnameleri yayınlacak. Bunlar net olmalı.
Sol içi fraksiyon kavgalarına sopayla dalan Erkan Baş’tan bir cinsel ikon yaratılma sürecini ilgiyle izliyorum. Aslında şaşırtıcı değil. Zira Erkan Baş ve TİP; yıllarca baskıyla sindirilmiş genç ve şehirli kitlenin arzu ettiği sert, hesap soran siyasetçisini temsil ediyor.
Erkan Baş ve TİP’in temsil ettiği şiddetin de bir alıcısı, albenisi var. Şiddet özü gereği kötü bir şey değil. Aksine nereye yönlendirdiğiniz önemli. TİP öfkesini ve şiddetini; sermayedara, tarikatlara, kukla milletvekillerine ve en sonunda Erdoğana’a yönlendirmeye çalışıyor.
TİP’in şiddetinin yönü ve hedefi yukarıya. İktidara. Aşağısınaysa şefkat, cömertlik, dayanışma gösterdiğini ortaya koyan bir siyaset yürütüyor. Bu yüzden Erkan Baş’ı bir miting sırasında gülerken, bir işçiyle şakalaşırken çekilmiş kliplerini görüyoruz.
Akşener Fatih Altaylı'nın programında itidallıydı. Tekrar siyaset yapmaya odaklanmıştı. Süreci kendi açısından anlatmaya çalışarak 4 gündür yıpranmış ve bu süreçten zararlı çıkmış İYİP'i seçimlere hazırlamaya çalıştı. İYİP'i yeni dönemde en geniş tabana ulaştırmaya çalışıyor.
İYİP'in masadan ayrıldığı şu 3 günlük dönemde en çok sevinenler parti ilk kurulduğunda partinin kökünde olan ve şu an teşkilatların çoğunluğunu oluşturan eski Ülkücüler ve genç seküler milliyetçiler oldu. Partinin Masa'ya geri dönmesi ise en çok onları rahatsız etti.
Yani sadece Koray Aydın ya da Yavuz Ağıralioğlu gibi MHP mirasına yakın olan ve ülkücü teşkilattan gelenler Masa'yı yetersiz, ideolojik olarak renksiz veya fazla tavizkar bulmuyordu. Ayrıca Türkçü hassasiyeti yüksek ve İYİP'e yıllardan beri yatırım yapanlar da istemiyordu.