Tekfir dinin aslından değil vaciplerindendir dendiğinde muhataplar genelde asıl ile vacip arasındaki ayrımı anlayamıyorlar. Asıl olmazsa imanın aslının, vacip olmazsa kemalinin olmayacağı şeydir. Kişi aslı yitirirse kâfir, vacibi terk ederse günahkar olur.
Dinin aslı iki şeyle kaim olur: İbadeti sadece Allah'a yapmak, Allah dışında ibadet edilenlerden de teberri etmek. Bu ikisi yerine getirildiğinde kişi Müslüman adını alır ki zaten La İlahe İllallah Şehadetinin vurguladığı da budur.
Reddetmen gerekeni aynı zamanda tekfir etmen de gerekir Lakin bu gereklilik asıl ile ilgili değildir. Teberriet gerçekleştiği müddetçe tekfirin olmaması aslı eksiltir ama ortadan kaldırmaz. Olmazsa olmaz olarak istenen teberriettir tekfir değil.
Bir kişi tağutu inkar etmiş, ibadet çeşitlerinden hiç birisini ona sarf etmemişse bununla İslam dairesinde kalır. Kendisine arız olan şüpheler sebebiyle tekfirin şartlarını ve engellerini yerine getiremeyebilir...
Ki bu şart ve engellerin bir kısmının varlığında, var olduğu ittifakla kabul edilenlerin ise sınırlarında ciddi ihtilaf var. Bütün bunları görmezden gelip kâfir dediğime kâfir demeyen kâfir olur diyenlere bırak Sahabeyi ve Selef'i, bu usulüyle peygamber bile tekfir ettirebilirsin
Bu nedenle âlimlerin ihtilaf ettiklerinde birbirlerini mazur gördüklerini, özellikle muayyen tekfir meselelerindeki ihtilafı çok geniş tuttuklarını görürsün. Büyük şirkte cehaleti mazeret gören ile görmeyen alimlerin birbirini bırak küfür, bidatçilikle dahi suçladığını göremezsin
Hatta hallerine baktığında çoğunu yakın arkadaş olarak görürsün. Örneğin Makdisi ile Ebu Katade her ne kadar bazı meselelerde artık anlaşamasalar da çok uzun yıllar yakın arkadaşlardı. Makdisi büyük şirkte cehaleti mazeret görmezken Ebu Katade görür.
Aynı şeyi İbn Baz- Useymin, Ulvan ile Şeyh Hamud'un diğer talebeleri için de söyleyebiliriz. Bunlardan kimileri mazereti kabul ederken kimi etmez, kimse de kimseyi bidatçilikle ya da müşriklere Müslüman demekle suçladığını göremezsin.
Ehli Sünnet olmanın alametlerindendir ki onlar ihtilaf ettiklerinde birbirlerini mazur görürler; bidatçilerin alameti ise ihtilaf ettiklerinde birbirlerini tekfir ederler. Bu meseleler sana büyük gelebilir ki hakikatinde çok büyük meseleler bunlar.
Böyle bir durumda yapman gereken Seleften günümüze kadar bütün bidatçilerin yaptığı gibi muhaliflerini tekfir etmek ya da akli çıkarımlarda bulunmak değil, işi ehline havale etmek ya da susmak olmalıdır.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Ezberlerini sayarken sadece bu kitapları değil, Muhammed bin Abdulvahhab'ın, İbn Teymiyye'nin meşhur akide metinleri ile Selefi davetin düşmanlarının Haşeviye'den saydığı ilk dönem âlimlerinden çoğunun kitabını sayıyor ve meşhur Selefi seyhlerden icazet aldığını da söylüyor.
Tabi paylaşımı yapan arkadaş paylaşım uzamasın diye işin bu kısmını belirtmeyi gerekli görmemiştir. İlmi sahalar şimdi olduğu gibi gelecekte de tamamen Selefilerin tekelinde olacak derken baya kişi kızıyordu. Hayır, bunu Selefi olduğum için söylemiyordum.
Türkiye'de olmasa da özellikle Arap aleminde Selefi ilim talebeleri bu şekilde yetişiyor. Bu kardeşimiz Allah onu korusun şu haliyle çok büyük bir iş başarmış olsa da onun seviyesine yakın, bahsettiği metinlerin çoğunu ezberleyen çok fazla talebe, çok fazla şeyh var.
" Şeyh Suleyman el-Ulvan (ثبته الله وفك قيده): Ufak tavizler verenler, çok tavizler de verirler! İbn Hazm kendi dönemindeki yöneticilerin ve onlara tabi olan alimlerin Endülüs'teki vakıası hakkında şöyle der:
‘Allah'a yemin olsun ki şayet Haç'a tapmaları ile işlerinin hallolacağını bilseler, hemen koşarak yaparlardı!’
Yani ne yaptıklarına aldırmıyorlardı! Şayet Haç'a ibadet edin denilse, (bunu bile) tevil eder; buzağıya kulluk edin denilse tevil ederlerdi!
Biz de kendi vakıamızda görüyoruz ki bundan yirmi sene önce avam ve havas herkesin, tartışmadan kabul ettiği, İslam'ı bozan bazı haller bugün artık ihtilaflı olmuş! Küfür olduğunu söyleyenler de haricilerden sayılıyor! Din mi değişti yoksa kalpler mi?