Halife Hz. Ebu Bekir (ra) döneminde 5 sahabe (r.anhum) İslamiyet’e davet için Bizans imparatoruna gönderildi. Önce Bizans’ın elindeki Şam’a giden grubun ikinci durağı İstanbul’du. Burada görüştükleri imparator Heraklius gelen elçilere çok iyi davrandı. Sarayında ağırladığı
elçilere bir akşam sürpriz yapan Heraklius onları gelmiş geçmiş bütün büyük Enbiya'nın (asm) nakşedilmiş resimlerini gösterdi.
Hz.Ubâde b. Sâmit (ra) devam ediyor,
“Bir gece Heraklius bize haber gönderip çağırdı. Yanına girdik, kimse yoktu, oturmamızı emretti, oturduk. Konuştuklarımızı bir daha söylememizi istedi, tekrarladık.” Bundan sonra İmparator, hizmetçisini çağırıp daha önce hazırlattığı; büyük,
gibi parlak, uzun boylu, gür saçlı, saçı ikiye bölünerek örülmüş, büyük gözlü, boynu uzun, kalın baldırlı, sakalsız bir insan resmi görürler. Heraklius, bu resimde gördükleri kişiyi tanıyıp tanımadıklarını sorar, elçiler “Hayır” deyince, “Bu, Âdem'dir” der ve onu çıkardığı
yere koyar.
Heraklius, sonra başka bir göz açıp içinden yine siyah ipek bir bez parçası çıkarıp serer. Üzerinde, beyaz tenli, gür saçlı, hüzünlü, kederli ama güzel yüzlü, güzel sakallı, büyük başlı, kıvırcık saçlı, kalın baldırlı, büyük gözlerinde kırmızılık bulunan, omuzları
geniş olan bir insan resmi bulunmaktadır. Heraklius, tanıyor musunuz diye sorunca elçiler yine hayır derler.
O da “Bu Nuh'tur” der ve onu da çıkardığı yere koyar. İmparator devam eder ve yeni bir göz açar. Gözün içinden, siyah ipek bir bez parçası çıkarıp serer. Bezin üzerinde,
beyaz tenli, ak sakallı, ak saçlı, güzel gözlü, geniş alınlı, uzunca yanaklı, güzel yüzlü, gülümser gibi duran bir zatın resmini gösterir, ama elçiler tanımayınca, “Bu İbrahim'dir” der ve diğerleri gibi onu da yerine geri koyar.
Heraklius devam eder ve başka bir göz açıp içinden
yine siyah ipek bir bez parçası çıkarır ve yayar. İşte asıl şok bu resimle birlikte yaşanır. Çünkü Heraklius’un gösterdiği Hz. Muhammed’in (sav) resmidir. Elçilerin anlatımına göre, bezin üzerine beyaz tenli bir insan resmi olup Hz.Peygamberimize (sav) göre çizilmiştir.
Onu görünce, “Hz. Peygamberimiz (sav), Vallahi Resulullah (sav)” demiş ve ağlamışlar. Heraklius, “Size ne oluyor, tanıyor musunuz bunu” diye sorunca doğal olarak, “Evet bu bizim peygamberimiz Hz.Muhammed’in (sav) resmidir” diye cevap verirler. Heraklius ısrar eder,
“Size Allah’ınız adına, dininiz adına yemin verdiriyorum, bu sizin peygamberinizin resmimi ” diye sorar, elçiler de, “Evet, peygamberimizin resmi, Allah ve dinimiz adına yemin ederiz ki, bu peygamberimizdir. Sanki onu sağ olarak görür gibiyiz” derler.
Heraklius ayağa kalkar biraz gezinir, sonra oturur ve “Allah aşkına! Bu, gerçekten o mu” diye sorup da aynı cevabı alınca, resme bir süre daha bakar, sonra, “Bu resim, son gözdeydi, ama üzerinizde ne etki yapacağını göreyim diye daha önce
gösterdim” dedikten sonra onu da yerine koyar.
İslam elçilerinin gördükleri bu kadarla kalmaz,Heraklius peygamber resimlerini göstermeye devam eder. Çekmeceden başka bir göz açıp içinden siyah ipek bir bez parçası çıkarır ve yayar. Bezin üzerinde, esmer tenli, kaba sakallı,
çukur gözlü, dudaklarını büzmüş, yüzünü ekşitmiş, kıvırcık saçlı, sert ve hiddetli bakışlı, öfkeli bir insan resmi bulunmaktadır.
İmparator, resimlerin sonuna gelince hizmetçiyi çağırarak çekmeceyi yerine kaldırtır. Müslüman elçiler bu resimlerin nereden geldiğini sorarlar, Heraklius ilginç bir cevap verir, “Âdem, çocuklarından gelecek peygamberleri göstermesini Rabbinden dilemişti, Tanrı da Âdem'e onların
suretlerini (tariflerini) indirdi.
Bunlar, Âdem’in güneşin battığı yerdeki hazinesinde bulunuyordu. Zülkarneyn onu yerinden çıkarıp Danyal’a verdi. Danyal o suretlere (tariflere) göre, bu resimleri ipek bezler üzerine aynen yaptı. İşte bunlar, Danyal’ın çizdiği resimlerdir.
Bunlar tevarüs (miras) yoluyla krallardan krallara geçe geçe bana kadar gelmiştir!”
Rivayet burada bitiyor. Şimdi şu olaya bakın.
Heraklius'un açıklamasına göre, Hz.Danyal (as) peygamber bu resimleri kendi çizmiş ve Zülkarneyn'e iletmiş.
Danyal peygamberin (as) kitabında onun çağdaşı olan Persli kral II.Keyhüsrev olarak geçer.
Daha önce Hz.Zülkarneyn'in, İran kralı II. Keyhüsrev (Kuruş) olabileceğini söylemiştim:
Şimdi bu tahminimiz ayrı bir koldan desteklenmiş oluyor.
Çünkü Hz.Danyal'ın yanında olduğu doğuya ve batıya seferler yapan kral Hz.Zülkarneyn olmalı.
Resimler de ona iletilmiş! Ne hazinelere malik olmuş Hz.Zülkarneyn!
Resimlerin tarihi akışı Hz.Danyal (as)'dan Hz.Zulkarneyn'e (II. Keyhüsrev) ondan nesiller boyu Pers kralları aracılığıyla son Heraklius'un çağdaşı ve Ninova'da yendiği II. Hüsrev'e kadar iletilmiş olmalıdır.
Bundan sonra yağmalanan daha önce Yahudilerin yardımıyla Bizans'ın yenilgisiyle yağmalanan Kudüs kiliselerindeki eşyalarda (Kutsal haç gibi) İstanbul'a geri getirilmiş olmalıdır.
Emanetler şu anda Türkiye'de. Gören şahitleri de var.
Şimdilik bu kadar kâfi..
Kur'an-ı Kerîm, Eski Mısır'da dinî inanca dair Tevrat'ta olmayan referansları veriyor.
Şimdi önce eski Mısır'a sırayla bakın:
Firavun kadim çağlardan beri ATUM ile özdeşlemiş. ATUM'un yer yüzündeki cisimleşmiş hâli.
Önce ATUM'u tanıyalım. Kimdir ATUM? Mitolojilerinde Mısır'ın kadim tanrısıdır. RA'dan da önce doğmuştur. Tanrıların babasıdır.
Onlara göre başlangıçta bir şey yokken sadece NUN adlı Kaotik su vardı.
Atum, Nun'un kaotik sularından kendi gücüyle ortaya çıkan yalnız, ilksel canlı varlık olarak görülüyordu. Atum'un kendisini sudan ayırarak dünyanın temelini oluşturduğuna inanılır. Mısırlılar tarafından var olmadığı düşünülen bir şeyden yaratılış için gerekli koşulları oluşturdu.
Eski Mısır'da Ahiret hayatı inancından bahsedelim mi?
K
onu çok uzun yalnız haber edeyim.
Yine de meraklıları ilgiyle okuyacaktır..
Eski Mısır ahiret hayatında saadetin anahtarı tüyden hafif kalbe sahip olmaktı.
Kişi hayatta kendisine verilen her şey için şükran duyarak ve olumsuz düşünce ve enerjileri bir kenara bırakarak hafif bir kalbe sahip olurdu. Nankörlük, kişiyi bencilliğe ve günaha doğru karanlık
bir yola sürükleyen bir günah kapısı olarak kabul edilirdi. Günahlar, beyaz tüyün sembolize ettiği ma'at - uyum - değerine aykırı, kişiyi diğerlerinden olduğu kadar tanrılardan da ayıran düşünce ve eylemler olarak anlaşılırdı. Bu günahların en kötüsü açgözlülüktü çünkü kişiye
Ashab-ı Kehf kıssasına dair daha önce bir müselsele yapmıştık. Bu müselselemizdeyse öncekinin de ötesinde ve bazılarını ilk defa okuyacağınız bilgileri paylaşacağım.
Bu ikinci müselselemin amacı Ashab-ı Kehf Kıssası Hristiyan Kökenli Bir Anlatısıdır iddiasındaki müstağriblere
okkalı bir cevap vermektir.
Bakalım görelim:
Kur'an-ı Kerîm'deki bu kıssa Hristiyan papazlarının yazılarına mı yoksa gerçek İsrail tarihine mi daha çok paralel?
Tevrat’ın Çıkış 7:14-25 bölümünde Nil’in kana dönmesinden bahsedilir.
Kur’an-ı Kerim’de Firavuna kan gönderildiği bildirilir:
“Biz de ayrı ayrı mucizeler olarak onların üzerine tufan, çekirge, haşere, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular.” (Araf, 133)
Hapy, Eski Mısır’da Nil’in tanrısıdır. Kanla zehirlenen Nil yani Hapy artık hayatın kaynağı değildir.
Khemet yani Eski Mısır dilinde dšr (deşer) kırmızı, dšrw (deşru) ise öfke demekti.