Azize Hanımla evlidir şair. İki çocukları var. Mutlu, sevecen, sıcak bir yuva. Ne var ki Azize Hanım hastalanmıştır. Dostu, Alaattin Yavaşça’ya danışır. Yavaşça da yakın zamanın ünlü besteci ve ses sanatçılarından, ama aynı zamanda,
kadın doğum uzmanı ve bir hastanenin baş hekimidir.
İlk muayenesinden sonra keyfi kaçar Yavaşça’nın. Bir şey söyleyemez dostuna.
-“Benim bu konularda uzman bir hocam var. Bir de o görsün, ben pek emin olamadım,” der ve alır Çamlıbel’i arkadaşına götürür.
Hocanın teşhisi, Yavaşça’nınkiyle örtüşmüştür.
Artık çok geçtir. Hoca:
- “Alâaddin kardeşim, durum fena. Göğüsten başlamış tüm koltuk altını sarmış kanser. Mutlaka vücudun başka yerlerinde de metastaz yapmıştır. Bu hastayı hiçbir şekilde ameliyat etmek istemem.
Hekim olarak ilaçlar verip ömrünün son demlerini mümkün olduğunca ağrısız geçirmesini sağlamaktan başka yapacağımız bir şey yok,” der.
Yıkılır Yavaşça. Böyle bir haber nasıl söylenir ki? Aslında yüzlerce, belki de binlerce defa söylemiştir benzer şeyleri.
Ya sevdiğin bir insana söylemek…
Çamlıbel eşinin üzerine titreyen, ona delice sevdalı, kırılgan, duygulu bir adam. Dünyasını Azize Hanım üzerine kurmuş onunla ve onun için yaşayan bir şair yürek. Nasıl denir, nasıl söylenir?
Bestekar, koluna girer şairin.
-“Gel biraz yürüyelim üstat", der. Başlar bin dereden su getirmeye. Bir türlü anlatamaz. Aslında anlatamadığını zanneder. Ama anlamıştır koca yürekli adam.
Susar şair, hiçbir şey söylemez. Bir susuş ki feryattan daha büyük bir çığlık, çığlıktan daha büyük bir gök gürültüsü.
Yıkılır elbet.
Çok sürmez Azize Hanım’ın acıları. Teşhis doğrudur. Ölüm son verir acılarına; arkasında dayanılmaz, hiç unutulmaz acılar bırakarak.
Haftalar sonra tekrar gider Alaattin Yavaşça’ya, Çamlıbel. Omuzları düşük, avurtları çökmüş, gözleri kan çanağı gibidir.
Cebinden katlanmış bir kâğıt çıkartıp, uzatır bestekara.
“Bunu yazdım. Bestelersen sevinirim,” der ve çıkar gider.
Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok.
Bir yer ki, sevenle, sevilenlerden eser yok.
Bezminde kadeh kırdığımız sevgililer yok.
Cesedi Parçalanarak Halka İlaç Olarak Satılan Osmanlı Sadrazamı Hezarpare Ahmed Paşa'nın HikayesiMerhabalar. Bu içerikte Sultan İbrahim'in sadrazamı Hezarpare Ahmed Paşa'nın hangi olaylar yüzünden katledildiğini ve başına neler geldiğini aktardım.
Kendisi Sultan İbrahim gibi müsrif harcamaları yüzünden öldürülmüş ve cesedi parçalara ayrılarak halka ilaç olarak satılmıştır.
İyi okumalar dilerim.
Osmanlı Devleti 1600'lı yıllarda siyasi, ekonomik ve toplumsal olarak gerilemeye başlamıştır. Devletin dış dünyadaki askeri yenilgileri, saray içindeki olaylar, yeniçerilerin ayaklanmaları ve halkın isyan etmesi bu gerilemeyi hızlandırmıştır.
İkisi de aç olan bir Aslan’la bir Tilki birlikte ava çıkmış.
Çayırlıkta sakin sakin otlayan bir eşek görmüşler.
Tam dişlerine göre!
Aslan baş tarafına geçmiş, tilki arka tarafına…
Bunun üzerine otlamaya biraz ara veren eşek:
- *Anladım beyler, demiş, beni yiyeceksiniz. Ama beni yerseniz Padişah’la başınız derde girer.*
- *Niyeymiş o?*
diye sormuş Aslan.
- *Ben “Padişah’tan Fermanlı Eşek”im de ondan.*
- *Hadi canım, demiş Aslan. Hani ferman’ın nerde?*
- *Arka sağ ayağımın altındaki nal’a kazılı vaziyette, demiş eşek.*
Aslan uzaktan Tilki’ye işaret ederek:
- *Okuyuver lan şunu, demiş, bakalım doğru muymuş?*
Tilki uyanık:
- *Valla benim okumam yazmam yok! demiş.*
Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan on yedisine bastığında, iki kişi onunla evlenmek ister.
Mihrimah, yani Mihrü Mah, Farsca’da “Güneş ve Ay” anlamına gelir. Kızla evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeriyse Mimar Sinan’dır.
Padişah kızını Rüstem Paşa’ya verir.
Koca Sinan evlidir, ellisindedir ve de Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır!
Gerçi sevdiğine kavuşamamıştır ama, aşkını, olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.
Üsküdar’a, Saray’ın isteğiyle elbet, 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii’nin temelini atar ve 1548’de bitirir.
Camiyi yaparken, eserine sanki “etekleri yerleri süpüren bir kadının” dış çizgilerini verir.
🇹🇷🇹🇷🇹🇷TC Kilise tarafından yakılarak öldürülen Giordano Bruno (1548- 1600) Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biri olup, evrensel ve zaman mefhumundan uzak "iki şey" öğretisi kulağa küpe olacak cinsten...
İki şey "Kalitesiz İnsan"ın özelliğidir: 1- Şikayetçilik. 2- Dedikodu.
İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer: 1- Bakış açısını değiştirmek. 2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek.
İki şey yanlış yapmanı engeller:
1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgeçinden geçirmek. 2- Hak yememek.
İki şey kişiyi gözden düşürür : 1- Demagoji (Laf kalabalığı). 2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek).
İki şey insanı "Nitelikli İnsan'' yapar: 1- İradeye hakim olmak. 2- Uyumlu olmak.
Bir insan şerefiyle onuruyla insanlığıyla kişiliğiyle insan gibi yaşamalıdır.
Özü sözü bir olmalı cesur onurlu olmalı namert olmamalı mertlik yüreğinde olmalı.
İnsanlık onurları beyinleri bedenleri düşmüş ayaklar altına.
Akılları çalışır belden aşağı sevgileri sevdaları olmuş mal mülk para derdi..
Bu nasıl bir zaman nasıl bir devran yüzlerde olmuş maske yüreği mertliği kişiliği olmayanda ne arar onur şeref.
Ortalık olmuş toz duman yüreklere saplanmış hançerler namus şeref desen ayaklar altında.
Nasihata geldiğinde ağızlarında akar ballar samimiyet güvene geldimi yoktur onurlu şerefliler.
İnsanca onurlu şerefli yaşamak öz saygıdır kişinin kendine olan haysiyeti saygınlığı..