NE OLDU BİZE?
İnek Şaban mesela…
Neydi acaba mezhebi?
Alevi miydi Belgin Doruk, Sünni miydi Ayhan Işık?
Kürt kökenli miydi, yoksa Çerkez miydi Sadri Alışık?
Şakayla karışık sormuyorum bunları…
Kaçımız biliyordu veya doğrusu hiç merak eden olur muydu,
Sami Hazinses'in Ermeni olduğunu?
Türkan Şoray, Fatma Girik, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, dört yapraklı yonca… İster türbanlı ol, ister çarşaflı, saçlarını örtmedikleri için sevmeyen var mıydı onları?
Ömercik'e kahrolmayan Musevi, Ayşecik'e gözyaşı dökmeyen Rum var mıydı?
Hulusi Kentmen gibi dedesi olmasını kim istemezdi ki… Peki, hiç kimse düşündü mü bugüne kadar, Hulusi Kentmen'in umreye gidip gitmediğini?
Bizans'ı haşat eden Cüneyt Arkın yabancı düşmanı mıydı?
Hem Karaoğlan, hem Tarkan, yani Kartal Tibet neciydi?
Kaptan Ediz Hun, subay İzzet Günay, savcı Fikret Hakan, polis Ekrem Bora, şafak bekçisi pilot Göksel Arsoy, Jön Türkler'imiz… Osmanlı aleyhtarı mıydı?
Mirasını komple Mehmetçik Vakfı'na bırakan Zeki Müren, darbeci miydi?
Milli duygularımızı doruğa çıkaran efsane film
“Bir Millet Uyanıyor”un görüntü yönetmeni Kriton İlyadis, hangi milletin uyanışını anlattı o filmde, Japon milletinin mi?
Emel Sayın'la Tarık Akan'ın şarkılar söyleyerek el ele dolaşmasına sevinmeyen…
Bıraktık mezhebi kökeni filan,
Adile Naşit'i Münir Özkul'u sevmeyen insan, insan mıdır?
Siyah beyaz ama, rengarenk değil miydik?
Gençler, sorun büyüklerinize…
Şu veya bu ayrımı var mıydı mahallede?
Elbette farklı farklıydık ama, hepimiz değil miydik?
Birlikte üzülür birlikte sevinir,
birlikte güler birlikte ağlamaz mıydık?
Lefter'e milli takım kaptanlığını mesela, Niko'ya ay yıldızlı formayı Lozan Antlaşması gereğince mi vermiştik?
Var mı o günleri özlemle iç çekerek anmayan?
Alıntı okuduğunuz için teşekkür ederim
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
1486- 1641 yılları arasında sadece Angola’dan 1.389.000 köle getirilmişti.
1580 ile 1680 arasındaki yüz yıl içinde, Angola ve Mozambik’ten Brezilya’ya bir milyondan fazla köle taşındı.
1783-1793 arasındaki 10 yıllık süre içinde, zenci taşıyan
Liverpool Limanı’nın gemileri, yeni Dünyaya 300 binden fazla köle getirdiler.
Üç buçuk asırda, Afrika’dan 10-15 milyon zenci köle taşındı.
Bu miktara, yollarda ölenleri de dahil edersek, akıl almaz rakamlara ulaşır.
Çünkü gemi ambarlarına üst üste doldurulan zencilerın yarısı yolda açlıktan, hastalıktan ölüyordu.
Ölenler ve hastalananlar denize atılıyordu.
Bu felaket, Ortaçağda Avrupa’yı kasıp kavuran kara veba salgınından daha büyük felaketti.
BUGÜNKÜ DERSİMİZİN KONUSU, AZİM...
"Okulda okurken, dört sene terminalde, bir otobüs firmasında çalıştım. Nöbetlerim konusunda oradaki insanlar bana çok destek oldular. Pazartesi sabahı evden çıkıyordum; akşama kadar derse giriyordum. Akşam terminale gidiyordum.
Sabaha kadar terminalde duruyordum. Sabah tekrar derse giriyordum."
Bu şartlar altında başarısının korunması bir hayli zor olacaktır bir öğrencinin. Tıp Fakültesi 3. sınıfta iken okulu bırakır Polatlılı Mustafa Ercüment Alat. Okulu bıraktıktan sonra babasının yanında çalışır;
fırıncılık yapar. Maddi anlamda kendine yetmeye başlamışken, evlenip bir aile kurar. Değirmenin çarkı tam dönmeye başladı derken, işler iyiye gitmez ve Alat ailesi maddi sıkıntılar içine düşer.
2012 yılında, eğitim hayatı yarıda kalmış tüm öğrenciler için bir umut doğar ve
Maddi durumumuz küçükken çok kötüydü,
babam eve biraz baklava almıştı.
O akşam çayla beraber bir güzel yedik.
Ertesi gün yerli malı haftası vardı sınıfta...
Annem de kavanozun içine 1 tane baklava koydu bir kaba da zeytin peynir falan, her neyse sınıfa girdim
herkesin önünde börekler falan...
Sınıfın en gıcık çocuğu başıma dikildi ve gülmeye başladı..
-O baklavayı fareler için getirdin galiba dedi.
Ben o anda utancımdan yerin dibine girdim herkes gülmeye başlamıştı.
Ağlayarak okuldan çıktım eve gelip anneme bağırmaya başladım.
-Nasıl bir tane baklava koyarsın sınıftakilerin çantalarında bir sürü yiyecek vardı ben de ise bir baklava biraz zeytin yarım ekmek beni rezil ettin dedim.
O anda annem kırgın bir şekilde;
-Baklavalardan benim payıma düşen sadece buydu yavrum dedi.
MİTHAT BEREKET...1966 doğumlu olan gazeteci TED Ankara Koleji'nin ardından Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.
Amatör olarak üniversite yıllarında basketbol oynadı. Yüksek lisansını İngiltere'de,
Lancaster Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler bölümünde tamamladı. Tezi “Kıbrıs” üzerineydi. Aynı üniversitede “Radikal İslam” üzerine doktora araştırması yaptı.
Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde ders vermektedir..
.Aynı kurumun çatısı altında, öğrencilerin basın konusunda gördükleri teorik eğitimin yanında, pratik deneyimlerle iş hayatına hazırlamak amacıyla "Pusula Akademisi"nin kuruluşuna katkıda bulundu.
Ünlü bir savaş muhabiridir. Bosna, Halepçe, Kosova, Irak, Afganistan, Çeçenistan,
Hikaye 1936 yılında Denizli'nin Acıpayam ilçesinde görevli öğretmenlerin pikniğe gitmeleriyle başlıyor.
Öğretmenler piknik yaparken keçilerini otlatan küçük bir çoban çocukla karşılaşır. Çobanı yanlarına davet edip çay ikram ederler ve ismini sorarlar.
Küçük çoban ürkek bir sesle cevap verir: Hüseyin...
Hüseyin’e öğretmenler yanlarındaki gazeteyi verip okumasını isterler. O tarihlerde okuma yazma bilenlerin sayısı o kadar azdır ki... Okuma öğrenenlerin diplomaları bizzat valiler tarafından imzalanır...
Hüseyin okuma bilmediği
için gazeteyi eline almayı kabul etmez...
Öğretmenler bu kez yaşını ve neden okula gitmediğini sorar...
12 diye cevap verir ve ekler: 3 yaşımda annemi kaybettim, 11'imde de babamı...
Hüseyin ile bir süre sohbet eden öğretmenler, çocuğun aslında çok zeki olduğunun farkına varırlar
Aydın’da tren istasyonunda işçi olarak çalışan babası bir kaza sonucu vefat etti. Sonra evleri bir yangında kül oldu. Anne çocuğunu alıp iş bulma ümidiyle İzmir’e taşındı. Ama iş bulamayınca çocuğunu yetimhaneye bırakmak zorunda kaldı.
Çocuğun babası ölmüş, annesi de bırakıp gitmişti. Okuldan arta kalan vakitlerinde kah hırdavatçıda kah elektrikçide çıraklık yaptı, Fransızca öğrenmeye çalıştı. Gitar dersleri aldı.
Askerliğini Akhisar Orduevi’nde müzisyen olarak görev yaptı.
Tezkereden sonra İzmir Kordon’da Marmara Gazinosu’nda şarkılar söyleyip, gitar çalarak para kazanmaya başladı .
İzmir’den sonra İstanbul’da çeşitli gazinolarda boy gösterdi. Ankara’dan davet aldı.Maltepe’deki Bomonti Gazinosu’nda çalıp söyleyecekti.