CAVIR ADAM
Bizim Bekilli'den iki kafadar arkadaş, (İsimleri bende kalsın, her ikiside rahmetli) başta İstanbul olmak üzere birkaç ili gezmişler. Son olarak Eskişehir'i de gezdikten sonra Denizli'ye dönmeye karar vermişler. Otogar'da birde bakmışlar ,,
her ikisinde de bir kuruş bile yok, tüm paralarını -farkına varmadan- harcamışlar. Yaşta küçük olan telaşlanmış: "Abi şimdi ne yapacağız? Bilet alacak paramız yok. Nasıl döneceğiz memlekete? Üstelik acıktık." Kendinden büyük ve deneyimli hemşerisi rahat ve sakin:
"Aman üzüldüğün şeye bak! Hallederiz. Hele önce bir karnımızı doyuralım, gel hele beni takip et" diyerek yoğun müşterisi olan gösterişli bir lokantaya doğru yürümüş. Öbürü hem arkadaşı gitmesin diye kolundan çektiriyor hem de söyleniyormuş. "Len akideş ben paramız yok diyon,
sen "Yemek yiyelim" diyon. Sonra ne yaparlar bizi? Ya bi güzel döverler ya da bulaşık yıkatırlar" Ama dinleyen kim? "Len oğlum bi mızmızlanma. Sen sesini çıkarmadan yemeğini ye, usulca dışarı çıkarken "Parayı arkadaşım verecek de çık, dışarıda beni bekle. Tamam mı?"
Dudaklarını sarkıtmış diğeri, bir bildiği var her halde deyip girmişler lokantaya. Bilirsiniz o zamanlar garaj lokantalarının müşterileri bol olur. Bizimkiler hemen boşalan masaya oturmuşlar. Büyük hemşerim garsona, en pahalı etli yemekler ile tatlılarını sipariş vermiş.
Yemekler gelince; anlaştıkları gibi küçük hemşerimiz tedirgin ama hızlıca yemeğini bitirmiş, bir göz işareti ile de ağzına kürdan alarak dışarı çıkmış. Hiç kimse de bir şey dememiş. Göz ucuyla kapıdan hemşerisini gözlüyormuş.
***
Arkada kalan hemşerim de; ağzında kürdan,
gitmiş kasanın karşısındaki duvara dayanmış, beklemeye başlamış. Kasiyer; giren çıkan yoğunluğundan, para alıp vermekten oldukça kafası dalgın. Bir süre bir boşlukta bizim hemşerimizi görmüş: "Beyefendi siz ne bekliyorsunuz?" diye sormuş. O da:
"Kardeşim otobüs kaçacak, ver artık şu paranın üstünü de otobüse yetişelim." Kasiyer heyecanlanmış: "Çok özür dilerim, görüyorsunuz kalabalığı. Sizin neyiniz vardı, kaç para vermiştiniz?" Yanıt kolay. "Bi kuru bi pilav yedim. Elli lira vermiştim."
Elli lira o zamanlar büyük para imiş. Kasiyer hemen paranın üstünü uzatmış, "İyi yolculuklar" diye uğurlamış.
Dışarıda bekleyen hemşerim olanları görmüş. Elinde bilet alacak kadar para ile lokantadan çıkan hemşerisinin omuzunu hafiften yumruklamış:
"Ulen ne cavır adammışsın sen. Senden korkulur vallahi." #alıntı,
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Cambiridge Üniversitesi'nde, Kuantum fiziği üzerine çalışan genç Türk Bilim İnsanı Prof. Dr. Mete ATATÜRE, Einstein'ın ve diğer Bilim adamları'nın ölçülmesi imkansız olarak kabul ettiği " Işık seviyesinin gürültü ölçümünü "
başarıyla yaparak adını tarihe yazdırdı.
" Işığı sıkıştırma " denen yöntemle ölçümü uygulayan Prof. Dr. Mete ATATÜRE, bunu yaparken Atom dan tam 100 kat daha küçük
bir süper Atom elde etti.
Prof. Dr. Mete ATATÜRE
1975 Kayseri doğumlu.1992 de Üniv. sınavını ilk 500 de kazandı.
Bilkent Üniv. Fizik bölümünü bitirdi. İngiltere İnstitüte of Physicsde kuantum fiziği üzerine doktora yaptı. Cambridge üniversitesin de çalışmaya başladı. Ünlü fizikçi Stephan Hawking'le aynı Üniversite ve aynı bölümde görev yaptı.
🌈 Odun külünün faydaları 🌈
Odun külü bir çöp değildir. Çok fazla mineral ve vitamin içerir. Kimyasal kullanmak istemeyen herkese tavsiye ederim.
Odun külünü bir kovaya koyup üzerine su ekleyip 10 veya 15 gün bekletin.Külün posası dibe çökecektir,
üstte kalan su ile saçlarınızı cildinizi temizleyebilirsiniz.
Ayrıca bulaşık,çamaşır, gümüş parlatma, diş beyazlatmada kullanabilirsiniz.
Kovanın dibinde kalan kül posası ile derzlerinizi temizleyebilirsiniz.
Odun külünü çöpe atmak yerine sebze ve çiçeklerinizin dibine dökerseniz hem besler hem böceklenmesini engellersiniz.
İnsanlar kimyasallarla tanışmadan önce külü her alanda kullanmışlar ve zararını görmemişler.
Ayrıca eskiden odun yakıldıktan sonra köz olarak kalan kısmı ezilip
“Ne günlere kaldık ey Gâzi Hünkâr,
Katır mühürdâr oldu, eşek defterdâr!”
Tanzimat edebiyatının büyük şairlerinden Ziya Paşa (1825-1880) birer özdeyiş hâline gelmiş beyitleriyle meşhurdur. Ayrıca halkımızın ortak edebî ürünü olan bazı atasözlerini kendisine has üslûbuyla
şiirlerinde işlemiş ve unutulmaz beyitler oluşturmuştur.
Ziya Paşanın şiirlerinde lirizm yoktur. Aşk, ölüm, ayrılık, sevgilinin güzelliği gibi temalardan uzak kalmıştır. O daha çok eskilerin “hikemî” dedikleri felsefî, dinî, metafizik meseleler üzerinde durmuştur.
Ayrıca halkın bazı meselelerini ve ahlakî kusurları ele alarak okuyucuya öğütler vermeye, halkı bilgilendirip eğitmeye çalışmıştır.
" Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde "
TÜRKİYE IQ SEVİYESİ ORTALAMASI 86.8 PUAN DENİLMEKTE. BURADA BIR SORUN VAR GİBİ. 70-90 ARALIĞİ DONUK ZEKA OLARAK KABUL EDILMEKTE İSE, DONUK ZEKALILARIN ÇOĞUNLUKTA OLDUĞU BIR YERDE DEMOKRASİ NASIL İNŞA EDİLİR ?
BU ÖNEMLİ BİR SORUN OLAMAZ MI ?
"Dünya IQ sıralamasında 86.8 puan ile 198 ülke arasında 77. sıradayız.
Bilime göre biz "donuk zekalı-sınır zeka" seviyesindeyiz.
Üstelik son birkaç yıldır da gittikçe düşüş yaşamaktayız.
Maalesef yaşadığımız toplumun IQ'su bilime göre "donuk zekalı" olduğunu gösteriyor.
Şöyle ki IQ''da;
• 0-24 puan aralığı zihinsel engelli
• 25-44 puan aralığı öğretilebilir zihinsel engelli
• 45-75 puan aralığı eğitilebilir zihinsel engelli
• 76-89 puan aralığı donuk zeka-sınır zeka (BİZ BURADAYIZ)
• 90-110 puan aralığı normal zeka
• 111-129 puan aralığı
İslam coğrafyasındaki toplumlar olarak durumumuz rezalet.
Büyük yalanlarımız var kendimizi inandırdığımız...
1-“Batı bizi sömürdüğü için biz bu haldeyiz.“
Yalan..!
Batı bizi sömürdüğü için bu halde değiliz.
Aksine, biz bu halde olduğumuz için sömürülüyoruz.
2- En yüce dinin mensubu olmakla övünürüz ve bunun için düzgün insan olduğumuzu savunuruz.
Yalan..!
Kendimize Müslüman dediğimiz için ahlaka ve etik değerlere ihtiyacımız yok sanırız, her haltı yeriz,
beğenmediğimiz o "gavurların" etik ve toplumsal değerlerinin yanına bile yaklaşamayız.
3- Bu batılılar dünyanın başının belasıdır der, gavurlara sabah akşam söveriz./z
Yalan..!