#LİDER#KİMDİR ?!
İngiliz gazeteci, Sina Dağı'nda karşılaştığı bir Bedevi'ye sorar:
"Sence lider kimdir?
"Bedevi;
"Bir tanım yapmak yerine, bir öykü ile sorunuza cevap verebilir miyim?"der.
Gazeteci; "Elbette, anlat öykünü" diye yanıtlar.
Bedevi anlatır;
"Benim gibi bir Bedevi,
devesinin üstünde ve kızgın güneşin altında, Sina Çölü'nde yol almaktadır. Birden ufuk çizgisi kararır, gökyüzünde nadiren tek tük görülen kuşlar,
bu kez toplu halde,karanlığın aksi istikametine doğru,telaşla kanat çırpmaktadır.
Çölün mutlak sessizliği,daha da yoğunlaşır sanki.
Deneyimli Bedevi;bu alametlerin, şiddetli bir kum fırtınasının habercisi olduğunu hemen anlar. Devesini çökertir, üstünden iner. Heybeden aldığı sağlam bir kazığı, kızgın kumlara çakar ve devesini sıkıca bu kazığa bağlar.
Sonra yine heybelerden,
katlanmış parçalar halinde çıkardığı küçük çadırın alelacele kurup, içine girer ve kapı örtüsünü her iliğinden düğümler. Son düğümü henüz atmıştır ki; fırtına bulundukları bölgeye ulaşır.
Küçük çadır havalanacakmış gibi sallanmakta, rüzgarın oluşturduğu kum sağnağı,
neredeyse delip geçecek bir hızda, çadır yüzeyine çarpmaktadır. Her kum tanesinin, boyları küçük fakat verdikleri acı büyük oklar gibi bedenine saplandığı deve, dile gelir:
'Efendi, canım çok acıyor. Hiç olmazsa başımı çadıra sokmama izin verir misin?' der.
Dışarıda olmanın ne kadar zor olduğunu iyi bilen Bedevi, zavallı devenin bu dileğini kabul eder ve
'Peki, başını çadıra sokabilirsin.' diyerek, kapıyı bağlayan düğümleri boşaltır.Durmak bir yana, fırtına giderek daha da g emi azıya almaktadır. Deve, sahibinetekrar yalvarır;
''Efendi, derimin en ince olduğu yer boynumdur ve şu an çok acıyor. İzin ver, boynumu da çadıra sokayım.'' Biraz ikirciklenmeyle, bu isteğe de 'Peki' der Bedevi Fırtına, sanki sonsuza dek sürecek gibidir. Deve bu kez, ilk ikisinden daha acıklı bir sesle yalvarır;
'Efendi, ne olur, hörgücümü de çadıra sokmama izin ver..' Bedevi bu son isteği de kerhen kabul eder. Ancak, hörgücün de içeri girmesiyle, küçücük çadırda, artık kımıldayacak yer kalmamıştır. Bu duruma, Bedevi'den önce, deve tepki gösterir;
'Efendi, bu çadır ikimize dar geliyor. Sen dışarı çıkıp, başının çaresine baksan.
''Lider kimdir?' demiştiniz; bu hikayeyi mesnet alarak cevap vereyim; Lider; devenin başını
dahi, çadıra sokmasına izin vermeyen insandır."
Atatürk'ten sonraki lider İsmet İnönü;
Köy Enstitüleri'ni kapatarak, Cumhuriyet Devrimleri'nin kırsala uzanan kollarını kopardı.
Sonraki lider Menderes, dini politik bir enstrüman olarak kullanma geleneğini başlattı.
Dini; hurafelerden, siyasi spekülasyonlardan arınmış bir şekilde halka öğretecek aydın din adamları
yetiştirmek üzere kurulan İmam Hatip
liselerinin misyonunu ters çevirdi. Sonraki lider Demirel; Menderes'ten de baskın çıktı. Tarikatlar üzerinden siyasi ikbal aramaktan çekinmedi. Sonraki lider Özal; zaten muhibban-ı tarikat olduğunu, gizlemeye gerek bile duymadı.
Sonraki lider Erbakan döneminde, tarikat şeyhleri, başbakanlık protokülünün liste başındaydılar. Modern Türk Kadını imajını güçlü bir rüzgar gibi arkasına ve oy portföyüne alıp, Başbakan olan Çiller, nabzını tarikatlara tutturdu.
Ecevit, Bahçeli,
Yılmaz'lı hükümet,tarikatların ve dipten gelen dalganın sırtını sıvazlamaya devam etti.
Özetle;Atatürk'ten sonragelen bütün liderler;devenin çadıra girmesine izin verdiler.İzin vermenin ötesinde teşvik ettiler. Biz de Bedevi'nin öyküsünü mesnet alırsak;ortaya şu sonuçlar çıkıyor:
1) Türkiye; '10 Kasım 1938'den beri, varlık nedeni olan Cumhuriyeti, gerçek anlamda savunan bir liderden yoksun olarak, 70 yıl geçirmiştir. 2) Bu dönemde gelen istisnasız tüm liderler, kendi siyasi pazarlamalarını, Cumhuriyete ve Cumhuriyet Devrimlerine 'vurmak' üstüne kurulmuş
stratejilerle yapmışlardır. 3) Yaklaşık üç kuşağa tekabül eden bu zaman zarfında, Türkiye'nin milli eğitim politikası
'teokratikleştirilmiştir' ve 'teokratikleştirilmekte'dir. 4) 29 Ekim 1923'te gerçekleştirilen 'devrim', bila fasıla tam 84 yıl süren bir
'Karşı devrim' ile tasfiyenin son aşamasına gelmiştir.
Son söz: "Başını rica ile çadıra sokan deve, artık sahibini dışarı davet etmektedir." 'Deve' deyip
geçmeyin; kini çok derindir. Sizi çadırın dışına atacak kadar...
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Dolar 23₺ yi geçince ve paramız biraz daha pul olunca aklıma şu fıkra geldi:
"SEN PEJOYU BİLİYON MU?"
Adamın biri, Peugeot (Pejo) marka bir minibüs alır.
Sonraki gün yolcu taşımaya çıkar. Minibüs tıklım tıklım, tutar kasabanın yolunu ve gittikçe hızlanır.
Yolculardan biri:
-Kaptan yavaş... Bir yere çarpacaz! der.
Şoför:
-Sen Pejo'yu biliyon mu? der.
Yolcu:
-Hayır! der.
Şoför:
-O zaman susacan, der ve devam eder.
Minibüs hızlanmaya devam eder.
Bir yolcu daha seslenir:
-Oğlum ben hastayım, biraz yavaş!
Şoför yine sorar:
-Sen Pejo'yu biliyon mu?
Amca ne bilsin...
-Hayır! der.
-O zaman susacan! der, şoför...
Bu kez bir kadın seslenir:
-Hamileyim! Lütfen biraz yavaş, çocuğumu düşürcem!!!
Şoför yine sorar:
-Sen Pejo'yu biliyon mu?
Kadın:
-Yok! der.
Şoför yine aynı cevabı verir.
⛳️Kristof Kolomb, gemilerin zorunlu tamiratı için Jamaika'ya uğrar.
⛳️Oradaki yerliler tamirata yardımcı olur, gemi tayfasına yiyecek içecek verir. Ancak tamirat aylarca bitmez.
⛳️Üstelik gemi tayfası, yerlilerin yiyeceklerini yağmalar. Bu duruma kızan yerliler, yardımı ve yiyeceği keser.
⛳️Çaresiz durumdaki Kolomb, gemilerde bulunan takvimi karıştırırken, ertesi gün Ay tutulması olduğunu öğrenir ve hemen yerlilerin şefine gider.
⛳️Şefe, Tanrı ile haberleştiğini ve Tanrı'nın yardımın kesilmesine çok kızdığını, bu kızgınlığını da Ay'ı kan kırmızıya çevirerek göstereceğini söyler.
⛳️Ertesi gün akşam Ay tutulması başlar ve Ay'ın rengi tutulmadan dolayı kızıla döner.
''HAYATIMDA BİR ŞEYLER EKSİK'' DİYEN MUTSUZ İNSANLARA...
Avustralyalı Nick Vujicic şimdi 30 yaşında ve bir yaşam gurusu. Dünyanın dört bir yanını dolaşıp "moral konferansları" veriyor.
Yüzlerce insan onu dinlemek için bu konferanslara akın ediyor.
Doğuştan böyle...
Ne kolları, ne de bacakları var. Sadece iki parmağı olan sağ ayağı var.
Hayata böyle bir dezavantajla başlamış ama bunu avantaja çevirmeyi başarmış.
Şimdi her şeye sahip ama mutsuz insanlar bile onu dinleyerek moral buluyor.
"Hayatın Daha Büyük Amacı" adlı
DVD´si ise satış rekorları kırıyor.
"Kollar Yok, Ayaklar Yok, Sorun Yok" adlı kitabını yayına hazırladı ve yayınevi şimdiden best-seller olacağını açıkladı.
Tetra-amelia adlı bir rahatsızlık nedeniyle dünyaya böyle gelen Nick Vujicic, büyük zorluklar yaşadı.
MARŞHAL yardımları DP dönemindr başladı.Uçak fabrikaları kapandı. Zeytin yağ yerine Amerika'nın domuz yağlı ürünleri kullanıldı.Sanayinin gelismesi durdu. Milli Eğitimi anlaşmalarla Amerika sekillendirdi.
Ne olduğu bilinmeyen süt tozları zorla ögrencilere içirtildi.
Unlardan yağlarından lokmalar yapıldı. Öğrencilere yedirildi.Bu gün ise söylenecek çok söz var.
SİNAN MEYDAN: TARIM İHANETİ
Türkiye-Amerika Tarım Anlaşmaları
“Kendi öz ürünümüz zeytinyağının sabun yapımında kullanılmasını bir kararname ile yasaklayarak onun yerine
Amerika'dan satın alınan domuz karışımı don yağının kullanılması mecburiyetini getiren DP Hükümeti, Amerika'ya pazar olma uğruna Türk zeytinyağı üreticilerini de açlığa ve yoksulluğa mahkûm ediyordu.” (Haydar Tunçkanat, İkili Anlaşmaların İç Yüzü, Ankara, 1969, s. 70)
TAVUK DÖNER
Virüsten dolayı üç ay dükkanı açamayınca özlemiş herkes, saat üç oldu ve neredeyse dönerim kalmadı. Kasada paraları sayarken bir çocuk yanaştı.
_Abi kaç para dedi. Yarım beş, tam on dedim. Ya çeyrek diye sordu. Anladım o kadar parası yok, dedim sende ne kadar çıkar?
Saymaya başladı ama hep 5-10 kuruş. Koy dedim paraları şuraya, sen geç otur masaya. Ustama seslendim:
_‘’Yarım olsun, içine her şey konulsun, ayranda verin, azıcıkta tabağa patates ekleyin’’.
Çocuk dönerini yerken küçücük ayaklarına baktım. Çıkarmış ayakkabılarını,
ayaklarını birbirine sürtüyor. Anladım ki üşümüş ısıtmaya çalışıyor. Bugün çok da yağmur yağıyordu, mubarek kuru yer bırakmıyordu.
Kendime bir çay söyledim, müsaade isteyip yanına çöküverdim. Ayranı niye açmadın dedim.
_Param yetmez ki abi dedi. Namaz abdest ile
Türkiye halkı kravat takar, lüks otomobillerde dolaşır, bikinili hatunları sosyetik plajları doldurur, plansız şehirlere şekilsiz gökdelenler inşaa ederek yaşanmaz hale getirir, ama tüm bu halk zenginiyle fakiriyle,
şehirlisiyle köylüsüyle zır cahildir.
Kendi tarihinden habersizdir. Aslında ne dilini, ne dinini bilir, ne geleneklerini tanır, ne de toplumsal değerlerinin evriminden haberdardır.
Muhteşem Yüzyıl diye televizyonlarda alkışladığı dönemde, devletinde
Amerika'dan gelen gümüşün ilk enflâsyonu başlattığını bilmez (çünkü Avrupalı dünyayı keşfederken, muhteşem(!) padişahları hareminde gönül eğlendirmekte, dünyayı öğrenelim diyen Pirî Reis'in kafasını vurdurmaktadır...