Meşhur laftır ki asırlardır bir ibret vesikası olarak anlatılır: Osmanlı'nın Viyana kuşatması sırasında Viyana kale kumandanı bir mektup yazmış:
"Erzağımız bitmek üzere ama halka hâlâ haftada bir defa tiyatro seyrettirebiliyoruz." demiş.
Niye?
Yattığı yer nûr olsun, büyük usta Haldun Taner:
“Gülmeyen, gülemeyen,
gülerek toksinlerini boşaltamayan insanlar ve milletler
hasta, kasık ve sapık oluyorlar.” derken elbette öylesine boş bir laf etmemişti. Viyanalı kumandanın ne dediğini çok iyi idrak etmiş, bizleri uyarmıştı.
Kültüre ve sanata nasıl bakılıyorsa, kadına da öyle bakılıyor toplumda.
Yani bir süs eşyası, ha kırıldı ha kırılacak narin bir varlık, kendini tek başına idare etmesi mümkün olmayan, mutlaka himmete muhtaç bir beşer!
Elbette bunları böyle söyleyenler çok büyük ayıp eder!
Afife Ödüllerinin benim gözlemlediğim kadarıyla tiyatro camiasında gerçek bir itibarı yok. Kimse ortalık yerde açık açık söylemiyor ama ciddiye alan da yok. Keşke öyle olsaydı ama "Tiyatronun Oskarı" lafının yanından bile geçmiyor. Zira toplumda da bir karşılığı yok.
Oysa böyle ödüller önemli. Hele ki Afife Jale gibi gerçek bir öncünün adını taşıyorsa!
Bir ödülün değerli olmasının ölçüsü nedir sorusunun bendeki şaşmaz karşılığı, elbette o ödülü kimlerin, hangi jüri üyelerinin verdiğidir.
Evvelâ bu jürinin varlığını sahiplenmeliyiz.
Evet, toplumumuzun aydınlara, saygı duyulacak kişilere ihtiyacı var. Afife jürisinde de hiç şüphesiz değerli emekçiler var ama doğru düzgün hiçbirini tanımıyor sanatçılarımız. Yanlışım var mı? Ödül alanların bile bazılarının adını ilk defa duyduğu jüri üyesi var. Tuhaflık yok mu?
Sordular söyledim, Yılmaz Güney'in savcıyı öldürdüğüne dair kesinleşmiş bir mahkeme kararı yok. Bu bir iddia. Ortada maddi bir delil de yok. Savcı geliyor, doğrudan Yılmaz Güney'e küfür ediyor, vurmaya çalışıyor. Sonra ışıklar gidiyor, ortalık kararıyor, bu arada silah sesi...
O gün Yılmaz Güney'de silah yok. Kimin ateş ettiği de muamma. Savcıyı kucaklayıp dışarı çıkaran da Yılmaz Güney.
Benim şahsi kanaatim Yılma Güney böyle bir cinayet işlemiş olsaydı kıyıda köşede en azından bir anıda çıkardı bu. Ben şahsen rastlamadım. Fakat öldürebilirdi de.
Bir insanın ulu orta bir savcıyı, hakimi, bir devlet memurunu öldürmesi için deli olması lazım. Akıl kârı bir iş değil. O günün tanıkları sadece şunu söylüyorlar: "Savcı Yılmaz'a saldırdı, Yılmaz ise bir karete darbesi ile onu püskürttü..."
"Aydın bir sanatçı..." denilince, yaşayan sanatçılar arasında akla kimler geliyor?
“Ama bir eksiğimiz var bizim: Belki, aydın olarak hepimizin.
Çevremizdeki yaşantıyı etkileyemiyoruz. Çevremizdeki yaşantıyı etkileyemeyince, onlar da, kımıldayıp değişemiyorlar, kendi yaşantılarını etkileyemiyorlar.”
Güzel bir gün için hepsi fakat o güzel gün ne benim ne de senin için. Biz, ikimiz, yıldızlı, muhteşem bir gökyüzünü seyreder gibi seyredeceğiz kahkahalar atıp gülümseyen insanların yüzlerini. O güzel gün biziz aslında. Yaşayıp gidiyoruz; ağaçlar, denizler, kuşlar arasında!
Ağaçlara, denizlere, çocuklara kalacağız. Kalacağız ışıklı ve kalabalık meydanlar ortasında! Bir yanımızda sükûnetin ormanı, bir yanımızda engin ve güzel denizlerin uzaklığı. Her gün bir büyük maceraya gidecek, her gün bir büyük maceradan döneceğiz. Bu böyle güzel diye döneceğiz!
Ömrün boyunca birini ya da bir şeyi böyle çoğul ve böyle güzel beklememişsen gel Haydarpaşa'ya hiç gitme, o merdivenlerde hiç oturma, o şiirleri hiç okuma, o şarkıları hiç söyleme. Yalan söyleme.
Ne biçim gövden var ne biçim! Küçük, sarı bir kedi bile uyuyamaz ki içinde!