"Aydın bir sanatçı..." denilince, yaşayan sanatçılar arasında akla kimler geliyor?
“Ama bir eksiğimiz var bizim: Belki, aydın olarak hepimizin.
Çevremizdeki yaşantıyı etkileyemiyoruz. Çevremizdeki yaşantıyı etkileyemeyince, onlar da, kımıldayıp değişemiyorlar, kendi yaşantılarını etkileyemiyorlar.”
“Meşrutiyeti getirdik olmadı, cumhuriyeti kurduk olmadı. Biraz ciddiyete ne dersiniz?"
***
"Türkiye'de aydın geçinenler Doğu'ya doğru seyreden bir geminin güvertesinde Batı yönünde koşturarak Batılılaştıklarını sanırlar."
“Kimse bize bir şey ikram etmeyecek. Kimse bize ne bir mükâfat verecek, ne bir makam verecek. Aydının görevi bu. En temel sorumluluğu: Halka doğruları söylemek!
Kendimiz için değil, kendi çıkarlarımız için değil, memleketimiz için sözümüzü sakınmadan konuşmalıyız.”
“Aydınlar Dilekçesi” neydi? #BarışAkademisyenleri kimlerdi? Niçin yargılandılar? Neden işlerinden edildiler?
Bugün her ne kadar tüm saygın kurumlar itibarsızlaştırılmaya çalışılsa da işini hakkıyla yapan; akademisyenler, aydınlar, sanatçılar ve bilginler yok mu?
Güzel bir gün için hepsi fakat o güzel gün ne benim ne de senin için. Biz, ikimiz, yıldızlı, muhteşem bir gökyüzünü seyreder gibi seyredeceğiz kahkahalar atıp gülümseyen insanların yüzlerini. O güzel gün biziz aslında. Yaşayıp gidiyoruz; ağaçlar, denizler, kuşlar arasında!
Ağaçlara, denizlere, çocuklara kalacağız. Kalacağız ışıklı ve kalabalık meydanlar ortasında! Bir yanımızda sükûnetin ormanı, bir yanımızda engin ve güzel denizlerin uzaklığı. Her gün bir büyük maceraya gidecek, her gün bir büyük maceradan döneceğiz. Bu böyle güzel diye döneceğiz!
Ömrün boyunca birini ya da bir şeyi böyle çoğul ve böyle güzel beklememişsen gel Haydarpaşa'ya hiç gitme, o merdivenlerde hiç oturma, o şiirleri hiç okuma, o şarkıları hiç söyleme. Yalan söyleme.
Ne biçim gövden var ne biçim! Küçük, sarı bir kedi bile uyuyamaz ki içinde!
Yaşar diye kadın adı mı olur? Olmuş işte. Babası salyangoz fabrikasında çalışıyordu Yaşar'ın. Arkadaşlarına Ayşe diye tanıtıyordu kendini. Alay ediyorlardı çünkü sürekli. İnsana adını bile söyletmezler çoğu yerde. Hele hele bu canına yandığımın yerinde, nefes bile aldırmazlar...
Burnunun kenarında küçük bir ben vardı. Bundan da utanırdı Yaşar. Bir defasında ben yerine gamze demişti de buna bile kikirdemişti mahalledeki yellozlar. Ne var ulan insan karıştırmışsa? Dünyanın sonu mu? Kendileri çok matah bir şeyler sanki. Yaşar'ı kızdırır dururlardı her gün.
Esasında güzel kızdı Yaşar. Bir defa nefis gülerdi. O bir odanın içinde gülünce, oda genişler; rahat, ferah, insanca, yaşanılası bir yere dönüşürdü. Islıkla şarkı söyler gibi neşeli bakardı bakınca. Onu görenler keyifleniyor, mutlu oluyorlardı. En çok da yaşlılarla iyiydi arası.
Tramvay cumhuriyeti temsil ediyor, at arabası ise laiklik karşıtı geri düşünceleri. Bir şekilde hep cumhuriyet devrimlerinin önüne geçmeye, irticayı büyütmeye çalışmışlardır aydınlanma düşmanları. Örümcek ağı bağlamış fikirlerle tutsak ettiler yurdu. Fakat o prangalar kırılmalı.
"Türkçe karşılığı geriye gitmek olan irtica, her çağda başka mana kazanıyor.
Milyonlarca yurttaş müspet bilgiye, binlerce köyü okula kavuşturmak gibi ileri bir dava dururken 'memleket irfanına din yoluyla hadim olmaya çalışma’ bir geriliktir.”
Hep söylüyorum, eskiden de yoksulduk ama hurda haşat da olsa temiz elbiseler giymeye, yamalı da olsa elden geldiğince kendine özen göstermeye çabalayan bir duygu ve zihin açıklığına sahiptik. Bugün ise yoksulluk doğrudan insan onur ve haysiyetini hedef alıyor. Artık daha zor!
"İnsan hayatı karnı doyduktan sonra" başlar demişti Fransız bir karikatürist dostum. Kendini düşünmeye, sevmeye, birbiriyle iletişim kurmaya, birbirine değer vermeye idrak ve çaba gücü bırakmayan bir yoksulluk, daha doğrusu sefalet var. Bazı evler yangın yerleri gibi!
Bu insanlara şiiri, şarkıyı, tiyatroyu da götürelim ama evvelâ eşdeğer bir eşitliğin inşası için çaba gösterelim.
Haziran'dan sonra işimiz çok çok daha zor olacak. Seçimin nasıl sonuçlanacağı da bunu değiştirmeyecek. Birbirimizle ilgilenmeye mecburuz! Hiçbir yer güvenli değil!