KENDİ KENDİNİ YOK EDEN ORDUNUN HAZİN HİKAYESİ: KARANŞEBEŞ SAVAŞI
Bu tuhaf savaş, 1788 yılının Eylül ayında Avusturya ile Osmanlı arasında gerçekleşir. Habsburg soyundan Kutsal Roma İmparatoru II. Joseph, artık Osmanlılara haddini bildirmenin ve onları Avrupadan atmanın
⬇️
zamanının geldiğine inanır ve bunun için 100.000 kişilik büyük bir ordu toplar. Ordunun başına da kendisi geçer. Aslında II. Joseph'in askeri tecrübesi yoktur. Ama bu çok da önemli değildir, zira topladığı ordu çok güçlüdür. Ayrıca son zamanlarda Osmanlı ordusunun giderek
zayıfladığı da malumdur. Avusturya kralının haçlı çağrısına Avrupanın çeşitli yerlerinden de askerler katılmıştır. Ordu Avusturyalılar, İtalyanlar, Sırplar, Hırvatlar, Lombartlar ve kutsal din coşkusuna kapılmış envai çeşit fanatiklerden ve ganimet avcısı paralı askerlerden
müteşekkil, haçlı ruhuyla motive olmuş büyük bir ordudur. Ayrıca bu savaşta Ruslar da Avusturya ordusuna destek vermiştir. Yani zafer şimdiden garanti gibidir.
Ordu, yaklaşan Osmanlı ordusuyla savaşmak için günümüz Romanya'sının Karanşebeş yakınlarında kamp kurar.
bir hafif süvari birliğini de (Hussar birliği) keşif için Timiş nehrinin karşı kıyısına gönderirler. Hussar birliği Osmanlı ordusunu arar ama ortada Osmanlı ordusu yoktur. Osmanlılara ait bir işaret bulamayan Hussarlar, yolda bir çingene konvoyu ile karşılaşırlar. Çingeneler,
Avusturya askerlerine Schnapps (cin benzeri bir içki) satar. Askerler içip eğlenmeye başlar.
Sonradan nehri geçen bir başka Avusturya piyade kolu, Hussarların alem yaptığını görür ve bu içki partisine katılmak isterler. Lakin Hussarlar içki fıçılarını piyadelerle paylaşmak
istemez. Olm verin biraz da biz içelim... S.ktirin lan önce biz geldik gibisinden tartışma başlar. Hussarların ganimeti paylaşmaya hiç niyeti yoktur ve içki fıçılarının etrafını sarıp koruma altına alırlar. Tartışma kısa sürede kavgaya dönüşür. Derken bir asker ateş eder.
Böylece Hussarlar ile piyadeler arasında ufak çaplı bir silahlı çatışma başlar.
Çatışma sırasında bazı piyadeler, Hussarları korkutmak için "Turciii... Turciii..." diye bağırır (Romence: Türkler demek). Bunu duyan Hussarlar Türklerin geldiğini zannedip kaçmaya başlar. Plan işe
yaramıştır. Hussarlar kaçışırken piyadeler fıçıların başına geçip içmeye başlar. Fakat Hussarlar öyle bir can korkusuyla kaçışır ki, piyadeler de kıllanıp "ulan harbiden Türkler geldi galiba" diye düşünmeye başlar. Derken onlar da içkileri bırakıp kaçmaya başlar. Zaten Avusturya
ordusu karma bir ordudur ve aralarında dil problemi vardır. Kimse kimsenin ne söylediğini anlamadan hep beraber kaçmaya başlarlar.
Durumu düzeltmeye çalışan Avusturyalı subaylar "Halt!.. Halt!.." (Almanca durun demek) diye bağırır. Fakat Almanca bilmeyen sarhoş askerler bu
kelimeleri "Allah... Allah..." diye anlar ve işler artık çığırından çıkar. Binlerce asker sürü psikolojisiyle geriye, kendi birliklerine doğru son sürat koşmaya başlamıştır.
Topçu birliği komutanı General Colloredo, Sclavonia sınırından tozu dumana katmış naralar atarak
yaklaşan süvarileri görünce nihayet Osmanlı akıncıları hücuma geçti diye düşünüp topçulara ateş emri verir. Ve topçu ateşi başlar. Top seslerini duyan kamptaki askerler de savaşın başladığını zannedip panikle silahlarına kuşanır. Bu arada ordunun baskın yediğini zanneden Kral II.
Joseph askerlerine geri çekilme talimatı verir. Fakat bu panik havasında geri çekilmek öyle kolay değildir. Geriye kaçan askerler, geridekiler tarafından düşman zannedilir. Hava da iyice kararmıştır artık. Karanlıkta üniformalarının rengi belli olmayan ordu birlikleri topyekün
birbirine girerler. Birlikler her gördüğü gölgeyi düşman zannedip vurmaya başlarlar. Gerçekte ortada düşman filan yoktur.
Çatışma sabaha kadar sürer. Gün ağardığında gerçeği fark ederler, fakat olan olmuştur artık. Ortalıkta binlerce ceset vardır. Geriye kalan askerler de
silahlarını bırakıp kaçıp gitmiştir. Koca ordudan geriye hiçbir şey kalmamıştır.
İki gün sonra, olanlardan habersiz Osmanlı ordusu savaş alanına varır ve sayıları 10.000'i bulan ceset sürüsüyle karşılaşır. İlkin ne olduğunu anlamaya çalışırlar. Durumu anlayınca da kıçlarıyla
gülerler. Osmanlılar, Karanşebeş şehrini hiç savaşmadan ele geçirir. Bu savaşta Avusturya ordusunun kaybı 10.000 iken, Osmanlı ordusunun kaybı 0'dır (yazıyla sıfır).
Hiçbir askeri deneyimi olmayan Kral II. Joseph'in bu bok yemesi, gerileme döneminde olan ve hemen her savaşı
kaybeden Osmanlıların bir nebze olsun nefes almasını sağlar.
Bu savaştan sonra Kral II. Joseph'in bir daha ordunun başına geçmeye tövbe etmesi, Osmanlılar için büyük talihsizlik olmuştur.
Kıssadan Hisse: Şişede durduğu gibi durmaz.
Bugünlük de bu kadar sevgili takipçilerim.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Chomarius anatolia - Doğu Akdeniz coğrafyasında yaşayan bir memeli türü. Ortalama yaşam süreleri erkeklerde 55-65 iken, dişilerinde 90, 100,110... Allah ne verdiyse yaşar.
Anadolu çomarı paranın harcanacak bir şey olduğunu bilmez. Onlara göre para
⬇️
biriktirmeye yarar. Kazandıkları tüm parayı, üç öğün bulgur pilavı yiyerek biriktirdikleri için genellikle zengin olurlar. Ayrıca para kazanmak onlara göre her şeyden çok daha önemlidir. Bu yüzden ticaret ahlakı, işini iyi yapmak gibi kavramlar onlara pek bir şey ifade etmez.
Sürekli para biriktirmek arzusu içinde olduklarından, avanta yemeye pek meraklıdırlar. İşte bu yüzden her daim iktidar partisini destekler, hiç ihtiyacı olmamasına rağmen bir çuval kömür için dahi yurttaşlık görevi olan oyunu satmaktan çekinmez. O kömürü ısınmak için değil,
İlk evlendiğimizde eşimin köyü olan Bostanbaşı beldesinde her yer bağ bahçeydi. Fakat her şehirde olduğu gibi Malatya'da da şehirleşme batıya doğru kayıyordu ve sırada Bostanbaşı'nın olduğu gün gibi belliydi. Ben de biraz para kazanıp oradan 2 dönüm arsa alayım diye
⬇️
düşünüyordum. O zamanın parasıyla 50 bin lira yeterliydi. Ne de olsa henüz imara açılmamıştı oralar.
Gelgelelim bütün işlerim ters gitti. Değil 50 bin kazanmak, oturduğum evin kirasını ödeyemediğim zamanlar oldu. 2-3 yıl sonra da oralar imara açıldı ve devasa inşaat projeleri
başladı. Oralar sonradan şehir oldu. Her bloğu 10-15 katlı devasa süslü siteler yapıldı oraya. Eşimin ailesinin yanına her gidişimde o siteleri görür ve içimden "ah ulan kahpe felek, zamanında şurdan 2 dönüm yer alabilseydim şimdi 10 tane evim olmuştu" diye düşünüp hüzünlenirdim.
Bir önceki floodum çok uzadığı için bunu ayrı yazma gereği duydum. Aslında bu flood, dün yazdığım floodun devamı niteliğindedir.
Blitzkrieg Almanca'da yıldırım savaşı anlamına gelir. Yüksek hız ve derinlemesine taarruza dayanan ve düşmanı şaşırtıp teslim
⬇️
olmaya zorlayan bir taktiktir. Almanların 42 gün içerisinde koca Fransa'yı işgal etmesine vesile olan şey buydu işte.
1. Dünya savaşına kadar cephelerde hep piyadeler ve süvariler savaşmıştı. Eski silahların tahrip gücü çok fazla olmadığı için cephede esas olan toplu hücum,
toplu savunmaydı, yani hat savaşı. Tüm askerler sıkışık nizamda saflara girer ve topluca hareket ederdi. Eğer toplu hücum esnasında birileri fazla ileri gidip düşman hattını geçerse, orada desteksiz kalır ve düşman kendisine her iki kanattan saldırarak işini bitirirdi. Bu
"Tanrı bizim yanımızdaysa, onların yanındaki kim?"
Saving Private Ryan filminden...
12 Mayıs 1940, Ardennes:
Fransa'nın Lüksemburg sınırında birkaç küçük kasabadan oluşan şirin bir bölge olan Ardennes (Ardenler)'de hayat son derece sakin,
⬇️
huzurlu ve belki birazcık da sıkıcıydı. Bir tarafında yemyeşil ormanı olan bu bölge sütü, peyniri, şaraplarıyla tam yaşanacak sakin bir cennet bahçesiydi.
Kuzeyde, uzaklarda bir yerde Fransız ordusu Almanlarla savaşıyordu. Ancak Ardenler oradan uzaktaydı. Zaten savaş
Fransızların lehine gidiyor, cepheden güzel haberler geliyordu. Dolayısıyla bu bölgede herhangi bir tehlike görülmüyordu. Sabah insanlar evlerinden çıkmış, kimi inekleri sağmak için ahıra girerken, kimisi dükkanını açmış, gelen müşterilerini bekliyordu. Çocuklar da okula
Malum, habire sallanıp durduğunuz şu günlerde hepimizin içinde tekrardan deprem fobisi oluşmaya başladı. Peki siz binaları zangır zangır sallayan ve hatta yıkan, devasa kıtaları yerinden oynatan o büyük gücün nereden geldiğini biliyor musunuz? Nedir bu
⬇️
devasa enerjinin kaynağı? Okuyalım efendim, yavaş yavaş. Hadi kahvenizi çayınızı alın, başlayalım.
Dünyamızın yarıçapı yaklaşık 6.300 km'dir. Ve bunun sadece 30 km'lik kısmı soğumuş katı kabuktur. Gerisi eriyik halde magmadan oluşur. Yani kesitsel olarak düşünürsek, katı olan
kabuk kısım dünyanın %1'inden daha azını oluşturur. Dünyamızın %99'dan fazlası ise sıvı haldedir. Eğer dünyamızı bir kuru soğana benzetecek olursak, katı olan kısmı ancak o soğanın en dışındaki zarı kadardır. Neredeyse tamamı sıvı halde olan bir gezegende yaşadığımızı unutmayın.
Eski insanlar gerçekten sağlıklı mıydı?
Pek çok insan, eski insanların doğal beslendiği ve sürekli hareket ettiği için kalp hastalıklarına yakalanmadıklarını düşünür. Ayrıca bulaşıcı hastalıkların da yerleşik hayata geçtikten sonra ortaya çıktığı düşünülür. Kanser mi? Amaan o
⬇️
zaten yapay beslenmenin bir sonucudur. Onlara göre bu hastalıklar modern insanların problemidir. Gerçekten de öyle midir acaba?
BUZ ADAM ÖTZİ:
1991 yılında İtalya-Avusturya sınırındaki Alp dağlarında bir insan cesedi bulundu. Ceset soğukta bozulmadan kalmayı başarmıştı. Bilim
insanları ceset üzerinde çalışmalar yaparak bu cesedin tahminen 5.300 yıl öncesine ait olduğunu saptadılar. Cesede bir isim de koydular: Buz Adam Ötzi.
Ötzi adeta zamanda yolculuk yaparak günümüze ulaşmıştı. Ötzi, ölmeden önce kayaların arasında güvenli bir yere saklanmış ve