Enis Doko kötü birisi değil, sufi olduğunu da sanmıyorum ama sosyal meselelere duygusal bakıyor. Zannedersem fizikçi olarak sosyal mevzuları ve toplumların "din benimseme" süreçlerini fazla basit algılıyor. Şimdi size Endonezya gibi ülkelerin nasıl İslamlaştığını açıklayayım.⬇️
Her şeyden önce belirtmem gerekir ki bir dervişin Ortadoğu'dan Çinhindi'ne, oradan da Endonezya'ya ulaşacak ne imkanı ne coğrafya bilgisi vardır. Ama filmi yapılsa güzel olur o ayrı. Peygamber bile Endonezya gibi bir yeri bilmezdi ki ondan asırlar sonra türeyen sufiler bilsin.⬇️
Arkadaşlar bundan daha 100 yıl öncesine dek insanların bir yerden diğer yere gitmek için ihtiyacı olan şey KERVANLARDI. Yol uzadıkça gecelemeler de artardı ve kişi başına o develere veya atlara konacak malzeme yükü de... Kervanla bir yere gidecek kişi için günümüz parasıyla⬇️
Merhale başına ücretlendirilirdi. 8 fersah 1 merhale ederdi ve 8x5,7=45 km ederdi. Günde deve de at da 35 km giderdi. Yani 1 merhale değildi. Niye derseniz, at da deve de yüklüyken koşamaz ve yürüyüş hızları en iyi hava şartlarında budur.Günde 50 km'den fazla sürersen at çatlar⬇️
1 merhale başına bir kişi için asgari 350 gram tahıl, ciddi miktarda su (abdest ve içmek vb), kuru üzüm (toz şeker pek yok o zamanlar) yağ gibi besinler yükleniyor. Yol bir kervanla en fazla 20-25 fersah sürebiliyor. Sonra kervansaray veya şehirlerde bir başka kervanı beklemen gerekiyor. O sürede ya iş bulup çalışacaksın zira bunlar pahalı yolculuklar. Talib'ul ilm yani ilim talebesi türü tebliğciler veya ayağı çıplak dervişin gideceği yolculuklar değil. Bunlar pahalı işler. Yola da tek çıkamazsın eşkıyası var, arslanı, sırtlanı var. Gideceğin yer tropikalse ona göre onca vahş hayvanı var. Çoklu gitmenin esprisi burada zaten hem masrafı paylaşıyor hem yükü paylaşıyor hem de güvenliğini sağlıyorsun.⬇️
Karadan seyahatlerin sağlığı yoktur. Salgın hastalıklar, eşkıya baskınları, vahşi hayvanların saldırısı hatta sel, kum fırtınası gibi şeyler kötü etkiliyor. Malezya'da Uluslararası İslam Üniversitesinin bu konuda yetiştirdiği hocalardan veya yine oralarda eğitim görmüş Makedonyalı hocamız Prof.Mesud İdrizi'nin (Şu anda Sharjah'da üniversitededir) makalelerine ulaşabilirsiniz. Sizleri o bölgelerdeki İslamlaşmaya dair aydınlatır. Bu konulara en çok Malezya akademiyası eğilir. Şimdi geliyorum meselenin özüne.⬇️
Günümüz şartlarında 1 günü 250 lira ile çarpın. Bunlar pahalı gezilerdir. Bir insan için 3 binek hayvan demektir. Kalacağınız çadır ve yükünüz 2. yedek hayvanda taşınır. Üçüncü hayvan ise diğer 2 hayvanın ve kendisinin besinlerini taşırdı. Bu kervanların kendi hesap aritmetiği üzerine kafa yoran çok kişi olmuş. Dünyayı binlerce sene sırtlayan lojistik sistemi analiz edenler çokçadır ve bunlar son derece pahalı yolculuklardır. Tüccar değilsen bu yollara ÇI-KA-MAZ-SIN! Sufi adam veya kıçı çıplak ilim talebesi hiç çıkamaz.⬇️
Bu sebepten gidilecek yerde deniz varsa deniz yolları tercih edilmiş onda da dikkat edin şimdi KIYIYI YALAYARAK GİDİLEN SEFERLERDİR! Yani adam Akdeniz veya Kızıldeniz'de kaybolmaz ama Okyanusta ise açık denizde kıyıdan uzaklaşmadan gitmekte menziline. Bu seferler de tüccarların hizmetindedir. Denizden hac yolculuğu, kervan yolculuğuna yarı yarıya ucuzdur. Ama denizde gidebileceğin yerler tüccarların uğradığı yerler olmalıdır. Tüccar gitmiyorsa, route açılmamıştır doğal olarak sen de gidemezsin.⬇️
Gariptir ama uzak yerlere gidilirken hac ve ticaret gemileri gündüzün bir limanda veya bir körfezde (korsandan) saklanarak günü geçirir, gece yola çıkarmış. Yelkenler de ağırlıklı olarak beyaz değil, siyahtır. Geceleyin belli olmamak için. Yolun çoğu haliyle gece kat edilirdi
⬇️
Günde 250 liradan (bu en ucuz hesaptır aslında alakalı hesabı yapanlar 35 dolar diyor) Mekke'den Endonezya'ya en yakın yere dek dek kara yolu 7 bin km'dir. Bu da en az 170 merhale eder. 1200'lü yıllardaki kervan duraklarına bakacak olursak en az 40 kadar ara istasyonda durması gerekirdi. Ne sufisi ne dervişi? İslam Endonezya ve Malezya'ya bildiğiniz Baharat taşıyan tüccarlar ile yayılmıştır o da deniz yolundan. Winwin meselesi vardır bu işlerde. Geliyorum nasıl olduğuna.⬇️
Bu ülkelerin çoğu baharat üretirdi. Baharatı insanlar yemeklere tat katmak için DEĞİL bilakis BUZDOLABI İCAT EDİLMEDİĞİ İÇİN kullanırlardı. Bozulmayı önlüyor, uzun süre saklamanı sağlıyor ve bazısını ilaç yapımında kullanıyorsun. Baharat ve ipek alıyor peki ne satıyorlardı?⬇️
Araplar kimi yere gaz yağı satıyor kimi yere bakır, kimi yere ise demirden alet ve araç gereçler. Çelik kılıç, bölgede neredeyse bilinmiyordu. Buralara bunları satan Arap tüccarlar ki UMMAN'dan gelen Araplardır, bölgeye silahsız gitmiyordu. Her ticari nokta ufak bir askeri üslenme alanıydı. İngilizlerin Hindistan şirketi gibi düşünün. Gemiyi bağlayacağınız limanda gemi başında bekleyecek silahlı adamlar lazım. Küçük bir müfrezesiniz. Buradaki yerel otorite sizinle ticaret yaptıkça güçleniyor, siz de onunla ilişki kuruyorsunuz. Ticaret nereye gitmişse ilişkide olduğu tüccar kültürün dinini almıştır.⬇️
Krallıklar bölgelerine refah çekmek için kralları ile İslam'ı benimsiyorlardı. Endonezya'nın İslam'la tanışması 12.yy ile tarihlenir. Bu tarihe dair hiçbir sufizm kaydı yoktur. Cirebon , Demak, Japara ve Gresik gibi Jawa'nın kuzey kıyısındaki krallıklarının tamamı liman krallıklarıdır. Birinin mektubundan bazı satırlar günümüze gelebilmiştir. Satacakları pirinci (daha önce İslam'ı seçen malezyalı) Palembang tüccarları üzerinden değil direkt Araplara satmak için onların inancını taşıdığını ve kendilerini tercih etmesine sevineceğini belirtiyor⬇️
Cava krallıkları, hayli geniş Müslüman dünyası ile ve özellikle de Cava pirinci ithalatçısı olan Malakka (Malezya'nın ana kısmı) ile yapılan ticarete hizmet etmek için vardı ve onların bir nevi ayakçısı olan krallıklardı. Endonezya'nın tarihi Malezya gibi asil değildir daha köylü daha kırsaldır. Yine benzer şekilde, Malakka'nın yöneticileri, prestijli ve Palembang (endonezya) kökenli olmalarına (asil) rağmen, Müslüman tüccarları ve Cavalı tüccarları kendi limanlarına çekmek için İslam'ı kabul etmişlerdi. Kendi bölgelerinde 1'e satacakları pirinci araplara 2'ye satıyorlar.
⬇️
Ne oluyorsa 1200'lerden sonra oluyor işte. O zamanlara dek İslam'ın asıl haliyle muhatap olan, Arap tüccarlar sayesinde İslamlaşan yerel prensler ve onların fetihleriyle genişleyen İslam toprakları Arap coğrafyasının yaşanabilir ve mal üreten, verimli bölgeleri MOĞOL İSTİLASINA uğradığı zaman ticaret kopuyor. 1200-1280 arasında Araplarla etkileşim azalınca doğal olarak kiminle etkileşime giriyorlar? HİNDİSTAN ile. Hint coğrafyasındaki mistik akımlar buralarda mecra buluyor. Budist ve Hindu prenslikler konumlarını güçlendiriyor, Müslümanlar Arap coğrafyasından mal ve ticaret ile beslenemeyince kendi coğrafyalarındaki güçlerle etkileşime giriyor⬇️
Şu gördüğünüz İmparatorluk bir Hindu imparatorluğu olan Macapahit devleti oluyor. Bunlar bile Kubilay han'a vergi ödüyordu düşünün... Bu dönemde bunlar güçlendi ve Müslümanlar haliyle ayakta kalmak için Hindulara ağam paşam demek durumunda kaldılar ve sufizm bölgede böyle yürüdü. Aşağıda buraya tabi olmayan bölgeler olan Jawa'nın Müslüman krallıklar bölgesi ile Aceh Sultanlığına dönüşecek olan Samudera pasai ile sınırlı kalmıştı İslam. Yine ilerledi ama farklılaşarak. Nasıl?⬇️
O tarihlerde Müslümanların destek bulacakları ve etkileşimde olacakları tek bir Müslüman bölge var o da zamanla İslamlaşan Moğollar ve Türklerin hakimiyetindeki Hindistan'daki, Türk-Moğol İmparatorluğu. Bu da Hinduizmden yoğun şekilde etkilenmiş olan İmam Rabbani ekolünün yürüdüğü ve sufizimin dorukta olduğu dönemler. Ufak Müslüman krallıklar artık burayla etkileşimdeler. Bir diğer yandan da yakında başlayacak olan Portekiz İstilasına direnmek için müttefik arıyorlar. Daha hala Endonezya adalarında İslam %20'yi aşmıyor. Müslümanlar kıyılardaki krallıklarda yoğun. Ormanlık iç kesimler ise Hindu, Budist, animist yamyam ne ararsanız var.⬇️
İşte bu an, tarihin dönüm noktalarından bir an oluyor. Arkalarında bu sufi katışıklı Hint islam devletinin desteğini alan 9 prenslik, Jawa adasının doğusundaki Majapahit bölgesine doğru egemenliklerini yayıyor. Barut da Hindistan'dan kılıç da top da.. hatta o dönemlerde bölgede sadece Macapahit devletinde olan Cetbang denen ejderha ağızlı minik toplardan daha büyük topları da Hindistan'dan getiriyorlar. Hindistan'daki İslam devleti bunların iyi iişini görüyor. Bu 9 prens kendilerini eski inanışın da etkisiyle (Tanrı Kral) Artık Evliya krallar olarak sunuyor. Bunların adı Velisongo'lardır. Yani 9 veli, evliya... Mezarlarına günümüzde Ziyarat derler. Bunlar, Müslüman nüfus üzerindeki egemenliklerini ve güçlerini meşru hale getirmek için kendilerine Kureyş'ten, Buhara ve Semerkant'tan seyyit olarak soy bağladılar. Seyyid olduğun zaman halk senin otoriteni sorgulamıyor ve diğer küçük islam prenslikleri de sende birleşiyor. Ulrike Freitag, 1750 ve 1960'lar arasında Hint okyanusundaki Hadrami devlet adamları, alimler ve tüccarlar adlı eserinde bunların hiçbirinin seyyid olmadığını aksine Çin soylu olduklarını kanıtlamıştır. Kubravi sufilik de Çin soylu olmalarından geliyor.
⬇️
Endonezya'daki Müslümanların hayatta kalma çabası ve giriştikleri müttefik arayışı biraz da konumları ile sağlanıyor. Batı Kıyıları daha Arap tüccarlar döneminde İslamlaşan adalar Hindistan'dan düzenli mal getirirken Macapahit devleti izole kalarak zayıflıyor ve Hindu ve Budist dünyadan uzak kalarak yok oluşa gidiyor... haliyle bu topraklar adım adım Müslüman prenslere veya Veli songolara geçiyor. Tarihi kazananlar yazıyor... Ama her yeri de İslamlaşmıyor. Mesela Müslüman tüccarların fazla gitmediği Bali adası Budist kalıyor. Portekizlilerin uğrak yeri olan Ambon ve Timor'da Hristiyanlık yayılıyor. 19.yy'a dek doğru dürüst limanı olmayan İryan Caya topraklarında İslam hiç yayılmıyor.⬇️
Müslüman tüccarların ticaret ahlakı, malın bedelinin zamanında ödenmesi, ticaret yaptıkları prensliğe veya kıyı krallığına destek sunulması ve İslamlaşan krallıkların fetih hakkı olarak sağladığı gelirlerle Endonezya'da aslında 1400'lere dek İslam'ın saf halini bulabiliyorsunuz. Önceleri Macapahitlere sonraları 1500'lerde Portekizlilere karşı var olmak için Hindistan'daki Türk-Moğol devletine yaslanıyorlar. Veli songoların ilki olan Malik İbrahim'in mezar taşının Hindistan'ın Hambhat bölgesinden gelen bir taştan yapıldığı ortaya çıkarılmış (sağdaki). Brian Harrison ve G. H. Bousquet gibi tarihçiler, bu kanıtları Pasai Krallığı'nda bulunan diğer işaretlerle karşılaştırarak sufizmin bölgedeki esas yayılmasının Hindistan'dan kaynaklandığını öne sürdü ki doğrudur. Ama İran Kaşan'dan geldiği öne sürülen bu kimsenin babasının adı Cumadil Kubro (Cemaluddin Ekber) ve yine Malabar'da doğmuş orası da Hindistan'daki İslam devletine ait o dönem. Semerkant'a bağladığı soyunun hiçbir dayanağı yok ve çürütülmüş⬇️
Semerkant, İsfahan, Buhara gibi yerler o dönemler İslam'ın önemli şehirleri olduğu için buralara soy bağlamak demek, seyyit olmanın şartı gibi. Mesela günümüzde VİETNAM'ın o dönemlerdeki adı olan Çampa kralı Che Bo Nga, vaaz verdikten hemen sonra Müslüman olup, adını Sultan Zeynel Abidin olarak değiştirip krallığı adına fetihlere başlıyor bu Cemaluddin Ekber'in (gerçekte çinlidir) bağlantıda olduğu birisidir bu. Karısı da Puteri Naresvari de adını Zübeyde binti Sultan Mahmud yapıyor :)
⬇️
Bölgedeki sufizm, Hint Anakarası ile Çinli Sufiler tarafından yayılıyor. Marco Polo'nun notları da bunu doğrular nitelikte. Marco Polo notlarında, 1292 yılında Çin'den İtalya'ya dönerken İpek Yolu üzerinden gitmediğini, bunun yerine deniz yoluyla Basra Körfezi'ne doğru seyahat ettiğini anlatır. Açe'deki bir liman kenti olan Perlak'ta durmuş. Polo'ya göre Perlak'ta üç grup vardı: A-hepsi Müslüman olan etnik Çinliler; B-Batılı (Farslar), aynı zamanda tamamen Müslüman ve C-iç bölgedeki ağaçlara, kayalara ve ruhlara tapan yerli halk. Perlak krallığı ile ilgili şunları söylüyor "Bilmelisiniz ki bu krallık, Arap tüccarlar tarafından o kadar çok ziyaret ediliyor ki, yerlileri Muhammed'in Kanunu'nu benimsediler yalnızca kasaba halkını kastediyorum, çünkü Java dağlarındaki insanlar tüm dünya için canavarlar gibi yaşıyorlar İnsan etinin yanı sıra, temiz ya da kirli diğer her tür eti yerler. Ya ona buna olur olmaz şeylere tapıyorlar; sabah kalkar kalkmaz gökyüzünde gördükleri ilk şeye, günün geri kalanında da tapıyorlar.⬇️
Polo'dan yüz yıl sonra sufizmin esas yayılma dönemine geçilmektedir... Çinli Müslüman Amiral Jeng He 1405'te Java'ya geldi. Tuban'da konakladığında orada 1000 Çinli Müslüman ailenin bulunduğunu kaydetmiş. Gresik'te ayrıca 1000 Çinli Müslüman ailenin bulunduğunu da... aynı rakam Surabaya'da da rapor edilmiş. Jeng He, 1433'teki Java'ya yaptığı yedinci ve son ziyarette, Ma Huan adlı katibini de davet etti (Ma Muhammed demek) Ma Huan'a göre Java'nın kuzey sahillerindeki şehirlerin Çinli ve Arap nüfusu hepsi Müslümandı, ağaçlara, kayalara ve ruhlara tapındıkları için yerli halk çoğunlukla gayrimüslimdi. Araplarla ticaret yapan küçük krallıklar artık daha çok Çinlilerle ticaret yapıyordu ve Müslümandı.⬇️
Birçok kaynak ve geleneksel görüş (Barbara ve Leonard Watson Andaya, Mustafa Asrori, Amelie Fauziya, Geoffrey Gunn, Donald Lach gibi) Vali Songo'nun yani Dokuz veliler'in günümüzde Endonezya olarak bilinen bölgede İslam'ın yayılmasına (ancak asıl İslam olarak tebliğine değil) katkıda bulunduğu konusunda hemfikirdir. Budist ve Hindu kültürden birçok şey Endonezya'daki İslam'ın içerisinde hissedilir düzeydedir ve İslam'ın en asıl versiyonu ise Araplarla ticarete en yakın nokta olan ve Türkler tarafından korunmuş eski Aceh Sultanlığı kısmında bir ölçüde korunmuştur. Endonezya'nın geri kalanında ise Sufizm son derece karaktersiz bir inanç halindedir (karaktersiz hakaret manasında değil). Zira İslami karakteri koruyamamışlardır. Çoğu Sufi çocuklarına eski Hindu tanrıları olan Vişnu'nun adını vermektedir. Endonezyalı sufi tekkelerinde Pancasila'nın beş ilkesi yazılıdır... Bunlar: Tanrı'ya inanç, hayırseverlik, Endonezya ulusal birliği, demokrasi ve sosyal adalet. Ülkenin milli havayolu şirketi Hinduların güç ve uyanıklık tanrısı Garuda'dan adını alan Garuda airlines'tır. Selamlar sufi dergahlarında da havayolu şirketinde de hindu selamı le verilir. Endonezya'da sufiler ayrıca önemli Hindu bayramlarını kutlamaktadır. Ram Navami, Dussehra gibi bayramlar istisnasız kutlanır, dergahlar ve tekkeler ışıklandırılır, çiçeklendirilir. Buna ilaveten Endonezya'daki bir semt pazarının adı Ramayana (Tanrı Rama'nın konakladığı mekan) olarak bilinir. Hinduizm, halkın sahiplendiği bir geçmişidir ve tekkelerin şeyhlerinin çoğu İslamı burada garip şekilde tebliğ etmiştir. Sufi aileden gelen 5.cumhurbaşkanı Sukarnoputri'nin kızı da Hinduizm'e geçmiştir. Örneğin Tanrı Vişnu'nun aslında Müslüman bir evliya olduğuna inanan sufiler vardır.⬇️
Endonezya'daki sufizmi yüceltmek, dünyadaki en bilinçsizce hareket olur. Bu ülkede hala Vişnu, Krsihnu, Lakshmi Savitri, Rama gibi isimlere sufi manalar yüklenir... Eğer Sufizm'in faydasından bahsedecek isek Şeyh Şamil'in tarzı bir sufizm en faydalı ve ideal olanıdır çünkü birleştirici ve cihada yöneliktir. Endonezya'daki Sufizm ise 1478'de İslam'a geçen Macapahit imparatorluğunun kralı 5. kralı Brawicaya'nın üzerindeki lanete inanır. Buna göre hindu rahip Sabdapolon ona lanet okumuş ve 500 sene sonra bir doğal afet ve yolsuzluklarla dolu bir gelecek sizi mahfedecek ve ülke yeniden eski dinine dönecek demiş. Endonezyalılar 1978'deki Volkan patlamasını bile buna yorar... (tüm ülke volkanik zaten)⬇️
Şu sözleri söylemiş ve lanet etmiştir.
"Ben Kraliçe'nin ve Java ülkesindeki tüm Dang Hyang'ın (devalar ve ruhlar) hizmetkarıyım. Majesteleri Wiku Manumanasa, Sakutrem ve Bambang Sakri'nin ilk atasından başlayarak nesilden nesile, Cava krallarının hizmetkarı. 2000 yıldır dinlerinde hiçbir şey değişmemişti. Cava krallarının torunlarına hizmet etmek için buradaydım. İşte burada ayrılıyoruz. Kökenlerime dönüyorum. Ancak kralımıza şunu hatırlatmanızı rica ediyorum: 500 yıl sonra Buda dinini tüm Java'ya yeniden getireceğim. Merapi Dağı patladığında ve lavları ve külleri korkunç bir kokuyla Güneybatıya düştüğünde, bu benim yakında geleceğimin işaretidir." İşte bu olaya inanan ülkedeki cehalet, 1978 yılında yanardağın patlamasıyla birlikte tüm ülkede eski tapınakları yeniden yapmaya başlamış ve ciddi sayıda insan Hinduizm'e geri dönmüştür.⬇️
Endonezya'da özellikle merkezden uzak adalarda İslam ile Hinduizm ve Budizm çoğu kez iç içe geçmiştir. Bu iç içeliğin büyük kısmı cehalet, kalanı ise eski dinlerine duyulan sempati kaynaklıdır. Hindu tanrılarının isimlerini koymaları ve eski bayramları sürdürmeleri bunun bir kanıtı. Ayrıca Müslümanların mezarları öpmesi, mezar önünde mezarı öne alıp namaz kılmaları (kıble de o açıda) ve mezarları koku ve parfümle süslemeleri ve kurban kesip kanını üstüne akıtmaları ve ölünün arkasından meyve bırakma gibi garip huyları da var.
⬇️
Kimi dergah ve tekkeler ise eski Hindu tapınaklarının üzerinde inşa edilmiş ve eski inancı da gösterir şekilde bir mimari karışımla halkın hafızalarında taze tutulmuş, hafızalardan silinmesi engellenmiş. Eski dinleriyle barışık olmalarından dolayı Hindistan'a da sempati ile bakıyorlar. Hindistan o bölgedeki en popüler ülke denebilir. Bu, Endonezya'nın dış politikasına da hakim⬇️
İslam'dan Hinduizm'e geçen abla da bu oluyor. 5. Cumhurbaşkanı Sukarno'nun kızı. Aynı zamanda milyoner. Vaktiyle İslam'a hakaret eden bir şiir okumuş ve Müslümanların tepkisi yükselmişti. Ama bunlar güçlü insanlar. Ayetlere makara kukara deseler ve alay etseler de avama sadece "avel avel bakmak" kalır. Şu anda ülkedeki kodomanlar ve iş çevresinde Hindistan'dan iş kapmak için din değiştirmelere rastlanıyor. Buna rağmen sufizmi reddeden ve direkt kitaba bağlı on milyonlarca onurlu ve karakterli müslümanlar da var.⬇️
Ülkede Hindu Tanrısı Vişnu'nun neredeyse 100 metre yüksekliğindeki putu dikilirken hiçbir sufi ve tasavvufi örgüt, dernek ve tarikat tepki göstermedi. Sukarno'nun kızı İslam'a hakaret ettiğinde de tepki göstermediler. Tepki gösterenler ise sufi olmayanlar. Endonezya'daki sufizm pasif, hinduizme sempatiyle bakan ve cehaletle örülü garip bir teslimiyetçiliktir. Aceh bölgesini ve Türklerin mezarlarını korudukları gibi sahip çıktıkları Türk-İslam kültürünü ayrı tutuyorum. Saygılarımla.
Son olarak, alanıma girdiği için belirteyim aziz hocam, @enis_doko kardeşim.
Arnavutluk'u Bektaşiler Müslüman yapmadı. Sadece Güney Arnavutluk'taki Ortodokslar Bektaşilere dönüştü. Ortodoks papazlardaki oruç, bektaşilerin orucuyla tarihine dek aynıdır. Giysiler, boyunlarındaki teslim taşı ve ortodoks kolye aynıdır. Evlenen ve evlenmeyen dervişlerin durumu ile Ortodokslardaki evlenen vee evlenmeyen papazların hali de benzeşir. Dağın taşın uçurumun kenarına makam yapma kültürü de benzeşir. Kapı ve eşik öpme kültürü de benzeşir. Arnavutluk'ta İslam, lokal derebeylerin ve Osmanlı'ya verilen yeniçeriler ile prensliklerin saraya rehin verdiği prenslerin İslamlaşması ile gelişmiştir. Topia, Balşa, Şpata, Muzaka, Araniti, Dukagjini ve Kastrioti ailelerinin islamlaşmasının birinde ble Bektaşi öğesi YOK-TUR! Hepsi de Osmanlı'ya rehin olarak çocuklarını vermiş ve sonraki dçnemde sarayda eğitilen çocuklar buralara Müslüman beyler olmuştur. Sadece Muzaka ailesine bağlı İslam'ı seçmiş 30 kadar bey vardır ve adı bilinen (esma defterlerinde kayıtlıdır) 100 civarında devşirme. Bektaşilik, günümüz Arnavutluk'unda %5'ten az insanın inancıdır (2011 ve 2020 verileri) işte istatistik de koyuyorum. 1939 sayımında bile %20 Bektaşi ve %50 Sünni çıkmıştır. Siz gnümüzde %2'lik insanların paylaştığı bir inançtan yola çıkıp %56'nın inancının sebebidir derseniz matematiğe de bilime de aykırıdır. Breaking Bad filminde Gus Frink'e toz işine girmemesi için "tavuktan ayrılma" diyorlar ya... Ben de size fizikten ayrılmayın derim. Fizikte iyisiniz. Birkaç kitap yazmış olmanın özgüveni belki her konuda konuşma özgüveni veriyor olabilir (öyle değilse affola) İslamlaşmanın coğrafi ve sosyal dinamiklerine dair özellikle Balkanlara dair blgileriniz yanlıştır. Kafkasya'daki İslam da sufizmin hiç olmadığı 800'lü yıllarda girmiştir bölgeye. Müridizm ise dinden çok politik bir mevzudur ve mesela Kafkasya'nın DOĞUSUNDA DAĞISTAN'da sufizm yoğunken Batısındaki ÇERKEZ ÜLKELERİNDE SIFIRDIR!!! Abazalar, Abzekhler, Ubıhlar, Kabarteyler gibi toplumları da içeren koskoca KAFKAS coğrafyasını ufacık Dağıstan sufizmi ile açıklamak da ayrı bir bilgi noksanlığı ve sosyal bilgiler cehaletidir Allah bizi cehaletin her türlüsünden korusun.
Fizikten ayrılmayın. Selam ile.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
1⃣Birazdan okuyacaklarınız sizi şaşırtabilir. Belgeleri ile koyuyorum ki yalan söyleyip makam işgal edenler bir nebze utanırlar, onlar utanmaz iseler onları o mevkilere taşıyanlar “biz doğru mu yaptık?” desinler diye. Burada özellikle @fahrettinaltun beyi etiketliyorum zira kendi personelinden birinin dezenformasyonu sebebiyle hakkımda olmadık ithamlar ve haberler yapılmıştır. Bu personelin twitine dair de hukuki haklarımı ülkede geriye kalan hukukta ne kadar takip edebilirsek edeceğim. Başlıyoruz. Sn. Fahrettin Altun, aşağıdaki kişi benim hakkımda fetö ile irtibat ve iltisakım olmadığını söyleyen savcılık kararına karşın gerçeğe aykırı haber yayarak kurumunuzu töhmet altında bırakıyor. Bu kişinin verdiği bilgi gerçeğe aykırı olup tutuklanma sebebimle de ilgisi yoktur. Evime, Suriyeliler ve mülteciler hakkında yazdığım twitler sebebiyle 16 ekim 2023 tarihinde gece vakti denilmeyecek zaman diliminde girilmiş olup, gecikmesinde sakınca bulunan bir hal durumu olmadan yasalara aykırı olarak yapılan aramada dahi suç unsuru bulunmamış olmasına rağmen, tutuklanma sebebim ise okuyanlara garip gelebilir ama Azerbaycan'ın Karabağ operasyonu öncesinde ihtiyaç duyduğu top mermilerini Bosna'dan temin etmek gibi imkan dairesinde olmayan bir suçlamadır. Buradan beni seven sevmeyen, az da olsa tanıyan tüm Türk halkına gerçekleri ve meseleleri nasıl çarpıtıp bu noktaya getirdiklerini BELGELERİYLE açıklayacağım. Devletin belgeleriyle. İlk belge, Edirne Cumhuriyet savcısının hakkımdaki FETÖ iltisakı olmadığına dair kararıdır.⬇️
2⃣16 Ekim’de evime gelen polisler avukatımı aramama bile önce müsaade etmeyip, hiçbir arama izinleri olmadan, yasal olarak hiçbir kaçma ihtimalim olmadığı halde ve çağırdıklarında geleceğimi bildikleri halde, evime gelmeleri yasal olarak mümkün olmayan bir usulde gelmişlerdir. Teslim aldıkları telefon ve bilgisayarımın şifresini hiçbir şeyden çekinmediğim gibi verdiğim halde, beni o akşam İstanbul emniyet müdürlüğüne götürdüler. Gece birkaç saat nezarethanede kaldıktan sonra ise Ankara’dan sırf benim için gelen bir ekip ile Ankara’ya emniyet kemeri bağlanmayan adeta karpuz taşımaya bile müsait olmayan bir araçta soğuk havada götürüldüm. Ankara’ya götürülürken benden habersizce yaptıkları diyaloglarda zaten operasyona start verilmesine neden olan kişinin kim olduğunu duymuştum. Gönül isterdi ki bu kişi bir kanun adamı olsun, bir hukukçu olsun. Derken Ankara’ya geldiğimde Ankara emniyetine götürecekleri araçta AYKIRI gazetesi editörü Furkan ve Muhbir editörü Kaan adındaki bir genç ve birkaç da diğer gençle (19 yaşlarında) karşılaştım. Bu gencecik milliyetçi çocuklar, operasyonu Akit gazetesinden Cumhurbaşkanlığı iletişim djital medya koordinatörü olan Aslan Değirmenci’nin @aslandegirmenci yaptığını öğrendiklerini belirttiler. Bunu nasıl öğrendiklerini sormama lüzum yoktu zaten araçta Ankara’ya getirilirken de bu ismi birkaç kez öndeki polislerden duymuştum. Bu insanların hepsi yabancı, mülteci ve kaçak göçmenlere dair twitler sebebiyle içeri alınmıştı. Evime gelen polislere de arama emrinizi gösterin diye her itirazımda bana TCK 216 halkı kin ve nefrete kışkırtmak ve TCK 217b yalan bilgiyi yaymak ile alakalı maddeleri kendi telefonlarındaki karınca duası gibi bir yazıdan gösteriyorlardı. Ortada bir arama emri, bir matbu kâğıt yoktu. Hukuk ya da hukuksuzluk evinize palas pandıras ayakkabılarını bile çıkarmadan giriyor, 11 yaşınızdaki oğlunuzun ve kalp hastası kayınvalideniz ve eşinizin önünde sizi en mutlu günlerinizden birinde götürüyordu.⬇️
3⃣2 gece de Ankara’daki nezarethanede tutuldum. Ne temiz çamaşır ne de bir temiz şiltesi olan, tuvaletleri sabunsuz bir ortamda 2 gece kaldım. Verilen çorbayı limonlu sandım ama ekşimiş ve kokmuştu. Verilen pilavın üzerinde pamuk gibi küfler birikmiş, içerisinde de kıskaçlı bir böcek geziyordu. Nohut yemeği de kokuyordu. Tuvalette sabun olmadığı için kullanmak da mümkün değildi. Ön dişleri olmayan bir polis memuru ise tüm bunların üzerine tuz biber ekti. Tam bulunduğum nezarethanenin önüne gelip “bacınızı s..kti sanki Suriyeliler, otur maaşını al… bela arıyonuz amuğagoyim” deyip önümden gitmesini de ayrıca beynime yazdım ki özgür kaldığım ilk anda duyurabileyim. Şu anda özgür kalalı 11 gün oldu ve geç de olsa duyurabiliyorum. Bu gecikmenin sebebini de anlatacağım⬇️
🇮🇱İsrail'i tek bir millet gibi görseniz de içerisinde birbirinden farklı ana 7 yahudi grup ile ufak 108 ayrı etnik ve kültür grubu mevcuttur. Aralarında tamamen Avrupalı ideolog ve kurucu halk Aşkenazlar olmakla birlikte savaşla alakasız milletler de bulunur. Biraz tanıyalım.
⬇️
Bunlar Aşkenazlardır. Eğitim oranları geriye doğru 5. nesilde bile (100 yıl) yüksektir. Siyonizm'in ilk kurulduğu ve ona ilk sahip çıkan gruptur. Türk, Alman, Macar,Rus ve Yahudi melezi bir topluluktur. Sarışın ve açık tenliler genelde bunlardır. Şu bölgelerde çokturlar.
⬇️
Bunların dedelerinin genelde hiçbiri boş tipler değildir. Ya bir dedesi ülkenin kurucu kadrosundandır ya da bir örgütün lideri, gençlik yapılanmacısı, ilk sinema tv kurucusu, ilk basın, hastane, kurucusu, üniversite hocaları vb. şeklindedir. En asil zümredir ve saygı görürler
⬇️
Bazı Türk kabilelerini tanıyalım. Nerelisin? Eskişehir! Tatar mısın? Yok Manav. Mesleği sormadım köken nedir? Manav! Türklerde alçak bölgelere yerleşen kimselere denirdi Manav. Tarımla uğraşanlar Manav, hayvanla uğraşan ise Yörüktü. Biri eker, diğeri beslerdi. Burada yaşarlar
⬇️
Benzeri bir durum Almanlarda da vardır. Hochdeutsch yani Yüksek almanca ile Platdeutsch denilen ova almancası konuşulur. Onlar da düze yerleşen ve dağlık bölgelere yerleşenler gibi iki ana yerli milletten oluşurdu. Bu o kadar belirgindir ki haritada yeşil bölge ovalara bakınız ⬇️
Buraya yerleştikleri dönemde tarım topraklarında çalışmak üzere ilk gelen ve ovayı kapanlar bunlar oluyor. Bizans'a sebze ve meyve yetiştiriciliği yapan ve sonrasında Anadolu'daki verimli nehir kenarlarını ilk tutup göçebeliği bırakan toplum bunlar.%60'ında açık tenlilik hakim ⬇️
Zeka seviyesi ve devlete bağlılık arasında farklı ilişkiler söz konusu. Düşük zekada biri devlete sadık olabilirken devlete asi de olabiliyor. Sadakat ve asi olmak arasındaki çizgiyi göremiyorlar. Yani devlete sadık olduğunu düşünürken aslında o devletin altını oyabiliyorlar.⬇️
Birazdan konu ilginç bir yere gidecek. İQ seviyesi yükseldikçe ya da düştükçe bir manevi mefhuma sadakat için kriterlerimiz değişiyor. Bunu devletler için yapmamışlar manevi kavramlara bağlılık ve sadakat için yapılmış kimi çalışmalardan çıkardığım sonuçtur. Başlıyorum.⬇️
140 üzeri İQ seviyesinde iki tutunma noktası mevcut. Birisi amigdala yani beyindeki risk ve tehlikede hayatta kalma kısmının aktivasyonu ile karar değerlendirmesi ama çok uzak görüşlü bir amigdala bu yani adam öldükten sonraki neslinin, çocuğunun esareti ihtimaline bakıyor.
⬇️
Anadolu'daki Yunan bozgununun sebeplerinin analizi için Yunanistan'da 1922'de yüzeysel, 1927'de detaylı, 1932'de ise yabancı uzmanlara ihale ettirilen üç rapor hazırlanmış. Yunan bozgununun sebeplerini özellikle İngilizler incelemiş ve Yunan genel kurmayına sunmuş.⬇️
Bunlarla alakalı 1500 sayfa fotoğraf belge, fotokopi ve arşiv ile rapor var. Sonuç şu: Geldikleri coğrafyayı askeri olarak da olsa tanıyorlar ama tecrübe etmedikleri için büyük zorluklar yaşıyorlar. Buna dair uzun bir çalışma için şu anda vaktim olmadığından bu floodu yazıyorum⏬
Çünkü bu aralar meşgulüm. Kıymetli Selim @HarpCografyasi üstadımızın yaptığı çalışmalara yetişmese de bunu diğer cenahtan doğrulayacak onca enteresan şey yakaladım. Bunlar arasında özellikle Yunan'a saç baş yolduracak tarzda hareketler gözüme çarptı. En basitinden örnekler⏬
🔸Biliyorsunuzdur. Tarikatlardan ve şu tasavvuf hocalarından çoğumuz haz etmiyoruz. Ben birçoklarını yakinen tanıdığım için ayrıca sevmiyorum ama bir gerçeği itiraf edeyim, reformist bakan ve yazdıkları en okunur şeyler diyebileceğimiz arkadaşlar Emre Dorman, Mehmet Okuyan, Caner… https://t.co/Z5psnEEr5ntwitter.com/i/web/status/1…