Dünya'daki birçok icat,savaş öncesi hazırlık veya savaş dönemlerinde geliştirilmiş.İcatların itici gücü, rekabettir. Günümüzde cebimize giren telefon, ve telefonlara giren fotoğraf makinaları bile ABD ve Rusya arasındaki uzay yarışının eseridir. Tosbağalar da nazizmin eseriydi
⬇️
Halkın aracı, milli otomobil konsepti ile popülist bir trend yakalayan Nazi ideolojisi, Volkswagen'i üretmişti. Manası, "Halkın Aracı" idi. Hitler'in içinde ilk sürüşünü yaptığı bu araçtan önce de almanlar araç üretiyordu ancak pahalıydı. Buysa en ucuz ve ulaşılabilir olandı.
⬇️
Alman işçi cephesi tarafından üretilen VolksWagen, başarılı oldu. O ana dek 50 almandan birinin otomobili varken, daha sonraları bu oran birkaç kat arttı. Almanların bu başarısı, Nazizm'in de güçlenmesini sağladı. Halk, refahı arttıkça faşizmi destekledi.
⬇️
Bir dönemler amblemlerinde nazi sembolü olan fabrika, 2. Dünya savaşından sonra amblemini değiştirdi. Savaş o kadar kesin bir etki bırakmıştı ki, birçok Alman fabrikası, cezalandırılarak silah veya uçak yapmalarına yasak getirilmişti. Kimi fabrikalar da kapanmıştı.
⬇️
Örneğin Messerchmitt uçakları ki bunlar dünyanın gördüğü ilk JET uçakları idi, askeri araç üretme yasağı ile birlikte ayakta kalabilmek için otomobil üretmek istedi. Ancak savaş sonrası Almanya'da kimsenin parası yoktu ve ufak, maliyeti az 3 tekerli araçlar üretildi.
⬇️
O dönem öyle bir furya vardı. Ne millette para vardı ne de yeterli çelik üretimi ucuzdu. Plastik ise o dönemlerde keşfedilecekti. Çünkü bakır, demir, çelik çok pahalıydı. Savaşırken dünyanın metalini tüketen devletler, savaş sonrasında çeliği inşa için harcayacaktı artık.
⬇️
Cezalandırılan birçok fabrika,bu araçlardan üretmek zorunda kaldı ama cezalandırılmayanlar da savaş sonrası ekonomik şartların ağırlığı ile bu araçlara geçmek zorunda kaldı.Bu dönem bubblecar yani balon arabalar dönemi yürüdü. Tabii ki sınırlı bütçeye sınırlı olanaklar sunuldu
⬇️
Messerschmitt jetleri de bunu üretti. Bunlar, normal bir araç çarpmasında tost gibi olsalar da kendi boyutlarında bir araç çarpınca çok etkilenmiyorlardı. Ama işte dediğim gibi plastiğin çağı o dönem başlayacaktı. Günümüzdeki plastik çılgınlığını 2. Dünya savaşına borçluyuz.
⬇️
Önceleri sadece filmlerde kullanılan selüloit, daha sonraları gözlükler, saç tokaları tarak gibi şeylerde yaygınlaştı. Plastik, araçlarda neredeyse hiç kullanılmıyorken sonraları tampon ve iç konsolun ve direksiyonun da ana maddesi haline geldi. Sonrası daha da devam etti.
⬇️
Millet için bir araç üretildiğinde o aracın maliyetine bakılır. Milletin alım gücü düşükse araç da düşük fiyatlı malzemeden olmalıdır. Yok düşük alım gücüne sahip millete yüksek fiyatlı bir araç üretiliyorsa onun milletle çok bir alakası olmazdı.Dönem araçları millete göreydi.
⬇️
Bu furya, 1960'lara dek sürdü. Çünkü o tarihlere dek geçecek 15 senede millet savaşın yaralarını ancak sarıp, fabrikalarını ve üretim bandını ve refahı ancak oluşturabildi. 1960'lardan sonra ise Erkek nüfusunu hayli kaybetmiş ülkeler, işçi alımları ile yabancı işgücü aldılar.
⬇️
Savaş, felakettir. Savaş bir milleti savaşı sürdürdüğü sürenin yanına sıfır katın, o kadar geriye atar. Çocuğunu kaybeden bir baba bizde; "Allah razı olsun beni şehit babası yaptınız" lafını diyebiliyor ama Almanya'da Allah belasını versin bu pis savaşı çıkartanın derlerdi.
⬇️
Günümüzde Almanya ve Japonya'ya hala "Ordu büyütme kotası" uygulanır. Japon silahlı kuvvetlerinin adı hala "Ordu" değildir. Öz savunma gücüdür ve kanunen bir silahlı dövüş kulübü örgütlenmesinin devamı gibidir. ABD, japonları teslim alırken, orduyu yasaklamıştır. Gayrıresmidir
⬇️
Ülkede ABD'nin tam 50 bin askeri, 23 üsse dağılmış vaziyettedir.Eskiden Japonların ABD üslerinde bulunan asker sayısından fazla askeri olamazdı ama bu daha sonra esnetildi. Çin'in artan gücüne karşın ABD kısmen bunu gevşetti. İşte bir ABD üssünün Japon şehri Okinawa'daki alanı
⬇️
Almanya'nın ise bir ordusu vardır. 1950'lerde Ruslara karşı kuruldu.Bizim Ege Ordusundan sayıca hem ufaktır. Ülkedeki Amerikan askeri 35-40 bin kadardır. Buna ek olarak İngiliz ve Fransız işgal kuvvetleri hala Almanya'da bulunur. Bunu değiştirmeyi teklif bile etme hakkı yoktur
⬇️
1990'larda veya 2000'lerin başında eğer Frankfurt'a gitse idiniz, 70'lik amcalar (çoğu savaşı görmüş) size Alman askerleri için "Onları vakti geldiğinde yataklarında boğacağız" derlerdi ancak şimdi bunu diyebilecek benliğe sahip hiçbir Alman görmüyoruz. Artık nesil değişmiştir
⬇️
Yaşadıkları aşağılanma, bizim bir zamanlar Vahdettin döneminde gördüğümüz cinstendi. Ev ev tecavüzler, sokakta dövülmeler vb. İstanbul'da da Senegalli askerlerin yapmadığı rezillik kalmamış. Yazılıdır bunlar. İşte burası Berlin'deki müttefik kontrol noktası. Arkası Rus bölgesi
⬇️
Yaşadığınız şehrin en önemli meydanı,askerlerinizin geçit yaptığı yer. bölünmüş sahaya dönüyor. Brandenburg kapısı,Almanya'nın birleşmesine dek neredeyse doğru dürüst tamir bile edilememişti. Günümüzde iyi durumdadır ancak etrafında yıkılarak boşalan yerlerde tarih kalmamıştır
⬇️
Artık restore edilmiş ve iyi durumda olsa da üzerindeki yamalarda savaşın izlerini görebilirsiniz. Bu izler, taş üzerinde kalan kısmı. Halk üzerinde kalan kısmı ise daha ibretlik. Mavi kısım 1980'lerde erkekleri gösterir. Savaş çağındakileri pembe ile kıyaslayın. Yıkım fecidir
⬇️
Size nüfus piramidi okumasını öğreteyim. Alt çizgi, üzerine denk düşen renkli kısmın ülke nüfusunun yüzde kaçını oluşturduğu ile alakalıdır. Sol çizgi ise yaş aralıklarını verir. İşte 1980. Bu yılda 55-59 yaş arasındakiler(savaşta 20 yaş olanlar) ve yaşlılar resmen budanmıştır
⬇️
Budur işte Almanya'nın İŞÇİ GÖÇÜ için biz gibi ülkelere başvurması.Savaş görmeyen ülkelerden nüfus istemişlerdir işçi olarak.Burada tam anlamazsınız ancak renkleri sağ kısım ile karşılaştırın.Soldaki bir birime karşın sağ kısım kaç kat uzundur bakın. Erkek/kadın dengesi(zliği)
⬇️
Rusya'da halen oturmamıştır Erkek-Kadın dengesi. Kazanmışlardır savaşı ama ne bahasına? 2020 grafiğine bakın. 2020-1945=75 yaş öyleyse 75 yıl önceki savaşta 15-20 yaşında olan 90'lık gruba bakın anlarsınız. Resmen budanmıştır. Almanlardan daha harap durumdadır ülke nüfusu.
⬇️
Her savaş, gençleri tüketir. Tohum dökmemiş gençler toprağa düşer. Onların içerisinde yüksek zekalı ve bu zekasını bir sonraki gene miras bırakacak olanlar da vardır, birçok icadı, buluşu, eseri meydana getirecek yetenekler de. Siz o dalı dal budak vermeden öldürmüş olursunuz.
⬇️
Eskiden gençler, 16-19 yaşlarında evleniyordu. Bir çoğunun savaşta iken geride bıraktığı bir ya da iki çocuğu vardı. Ancak günümüzde evlenme yaşı ilerlemiştir. Kaybettiğimiz gençler ise dünyaya bir tohum bırakmadan göçüp gidiyor. Bir savaşta bu olursa ne yaparız düşündünüz mü?
⬇️
Tutup da Anadolu buğdayı, Anadolu arpası, nohutu, fasülyesi depolar gibi bir tohum bankası kuralım demiyorum ancak olayın boyutlarını bilelim diyorum. Operasyon bölgesine gönderilenlerde "geride çocuğunun olması" en azından tercih unsuru olmalıdır. Aksi halde nüfus yenilenemez
⬇️
Askere eğer çocuğu olanı cepheye göndereceğiz derseniz çocuğu ya yapmayan ya da nüfusa kaydettirmeyen veya erkek kardeşi üzerine kayıt ettiren fırsatçılar da çıkacaktır. Bu durumda profesyonel askerlerde çocuk sahibi olması karşılığı kadro gibi özendirici şartlar konulabilir.
⬇️
Bugün Avrupa ülkelerinin savaşa isteksizliklerinin bir sebebi de "NÜFUSU YERİNE KOYMA SÜRESİNİN" çok uzun olmasıdır. 350, 450 yıl gibi sürelerdir zira nüfus artış oranı düşüktür. Bu, maalesef bizde de düştü. Türkiye'de yüksek görünse de batı bölgelerimizde çok daha düşüktür.
⬇️
Her savaş, halkı cahilleştirir, geriye atar, şehirleri köyleştirir,köyden kente insan çeker. Savaşlarda insan deponuz köyler,kırsal değil, şehirlerdir.Adresi belli olan adam şehirlerdedir. Bu sebepten milli mücadelede Anadolu'da %60'lık kaçak oranları vardı. Şehirleşme düşüktü
⬇️
Adama celb gönderdin herif yaylada yaşıyor. Çıkmış dağa.Nerede bulacaksın? Ama aynı sene GS lisesinin tüm mezunları Çanakkale'de şehit düşüyor. Yüzlerce okuma yazma bilen can gitti. Bu,daha az öğretmen, daha az tabip,daha az eğitimli nüfus demekti. Bu sebepten mübadele yapıldı
⬇️
1924 yılında Türkiye'ye getirilen 400 bine yakın nüfusun çoğu, taze kan hükmündeydi. Ülkedeki birçok atılımı bunların yapması, aralarından çok sayıda ünlü sima çıkması biraz da bu sebeptendir. Savaşta şehirlerden boşalan her sektöre, köylerden akın olur ve şehirler köylüleşir
⬇️
Savaş görmeyen veya bir süre boyunca savaş görmeyen nüfuslar, kendini hem madden hem kültürel olarak toparlar. 1800'lerden beridir savaşamamış Anadolu köylüsü harap haldeydi. Oğlunu okutmayı bırak savaş aralarında durumunu geliştirip çocuğunu doyurması aile kurması mucize idi.
⬇️
Türkiye bu sebepten, Rumeli nüfusuna muhtaçtı. Öğretmen, tabip, mühendisi geçtim okuma yazma bilenler orada da aman aman değildi ama Anadolu'ya göre yine de fazlaydı. Anadolu'da %2-4 okuma yazma oranına karşın oradakilerde %7-12 arasıydı ki göreceli olarak yüksekti denebilir.
⬇️
Ama bu tür göçlerin en ciddi faydası üretimin aksamamasıdır. Tarım ve hayvancılık ile geçinen ülkede sabun, zeytinyağı yapmayı bilen, ayçiçeği ve gülyağı üretimini bilenler yanında taş ustası, debbağ, nalbant, aktar, czacı,saat ustası vb.lazımdı ve bunlar daha çok oradan geldi
⬇️
Yediğimiz en kötü gol, İmparatorluğun en şehirleşmiş ve en yatırım görmüş bölgelerini kaybetmek oldu ve oraların en az 6 yüzyıl boyunca şehirleşmiş ŞEHİR NÜFUSU ve sektörlerini orada bırakmak açığını kapatamıyorduk. Taş ustaları ermeni, esnafın yarısı da rumdu. Bu değişmeliydi
⬇️
Bazılarının deyimi ile "Mustafa Kemal Paşa'nın kendisine destekçi aramak için hemşehrilerini getirmesi" gibi bir saçmalık söz konusu değildi. Gelenlerin yarısı Giritli, Patriyot, Arnavut, Pomak gibi Türkçe bilmeyen Müslümanlardı. Ama bunlar sönmekte olan sektörlere can oldular
⬇️
1950'lerde bizim 6-7 Eylül olayları ile Yugoslavya'daki Türklerin aslında serbest,gerçekte ise "teşvik edilen" göçü, enteresandır. ABD'nin bölgeleri homojenleştirmek için uyguladığı ve Menderes'in ve Rankoviç'in alet olduğu bir dönemde yapılmış bir iştir.
Faydalı mıdır? Hayır.
⬇️
Akademisyenin defterinde "iyi" ve "kötü" yoktur. Menderes için de iyi veya kötü kelimelerini kullanmak bizi aşar. Ancak bir gerçek vardır ki, Rumları İstanbul'dan göndererek bizim de pazarlık şansımızı mahvetmiştir. Bugün Batı Trakya'da ne karar alırlarsa sadece seyrediyoruz.
⬇️
Yunan bize şunu dese "haklıdır".
"Nerede benim İstanbul'da olması gereken 100 bin Rumum?" Bak senin 120 bin Batı Trakyalı duruyor. Eğri oturalım doğru konuşalım. O hata, Menderes'e yaptırıldı ve İstanbul'da boşalan sektörler ve meslekleri de Yugoslavya muhacirleri ile kapadık.
⬇️
Şu anda Batı Trakya Türkleri hakları için bir pazarlık gücümüz yoktur. Yunanın şimarıklığına bir sebebi de biz ellerimizle verdik. Sen benim müftü işlerine karışır, Türk kelimesini yasak edersen bak ben de bunu yaparım diyemiyoruz. Kimseye zararı yoktu o 100 bin kişinin.
⬇️
Eski Türk filmlerini izlerseniz "Kriton İliadis" vb. gibi çok sayıda azınlık mensubunun adını görürsünüz. 1970'lerde sonuncu kalan grubu göndererek Rum azınlığı deporte ettik ve Lozan'a 2. darbe vuruldu. Bu hatalar yapılmadı beyler, yaptırıldı. Bunlar huzuru bozan işlerdir
⬇️
Huzur sürekli bozulacaktı ki BATI, her iki tarafa da silah satsın, borçlandırsın, bakım, onarım ve yedek parça masrafı ile parsayı götürsün. Ne Yunan ne de biz, olgun ve basiretli bir son 70 yıl geçirdik. Yarın da ne olacağını Allah biliyor ama dostluğa yatırım hep cılız kaldı
⬇️
Şahsen Türk/Yunan dostluğuna inanmıyorum. Bizler, dost değil barış halinde olsak yeterlidir. Dost değil doğru dürüst komşu olalım yeterli. Dostluk için din farkı, dil farkı, acı geçmiş vs. Kopan kuyruğun yarası ikimizde de varken dostluk, çiçek böcek edebiyatı olmuyor.
⬇️
Kişiler elbet dost olabilir. Bireysel dostluk Yunan, Türk, İsrailli, Filistinli farkı tanımaz. Ama devletler arası dostluk için ortak çıkar lazımdır. Devletlerin de dostu olmaz, çıkarları olur. Yunanla ortak çıkarımız örtüşmüyor. Çakışıyor. Bu da değişecek bir şey değildir.
⬇️
Zengin yataklara sahip olan bu bölge ne Yunan'da kalacak, ne de bizde. Yazın bunu bir yere. İkimizi de öyle bir yoracaklar ki, o sahayı %10'dan fazla pay vermeyerek kazanan ülkeye çerez parası halinde bölecekler. Bölünmeye karşın tek çözüm birinin diğerinin içinden geçmesidir.
⬇️
Batı 3 şeyle ayakta durur
1-Doğal kaynaklar (Bunu, ergen reflekslerle yönetilen istikrarsız ülkelerden temin ederler)
2-İşgücü (Bunu doğu Avrupa ve Latin Amerika'dan getirebilme şansları var)
3-Sermaye birikimi (Bunun için de istikrarsız ülkelerin yatırdığı hesaplar yeter)
⬇️
Eskiden en yiğit adam, pehlivan ve dövüşçü adamdı. Şimdilerde ise en yiğit adam, ailesini doyuran ve kimseye muhtaç etmeyen adamdır. Bunu makro ölçüde düşünür iseniz savaşlardan uzak duran, ülkesini kalkındıran, sınırını koruyan milletler en yiğit milletlerdir. Gerisi yalandır
⬇️
Siyasi coğrafyada devletlerin yaşam süreleri, bağımsız adaleti, bağımsız kurumları ve ekonomileri ile kaimdir. Güçlü ordun olsa ne yazar? Hepsi pahalı oyuncaklardır. Bir uçağın bir senelik bakımı, uçak uçmasa da değişecek parçalarını yazsam bu flood bitmez.
⬇️
Ekonomi olacak, bağımsız adalet ve şeffaf medya da olacak ki bir problem fark edilsin, müdahale edilsin. Aksi halde beden-beyin arası bağ kopar ve felçli adama döner. Felçli adamı ise değil Yunan, bir çocuk bile döver. Bizler geçen yüzyıl, hasta adamdık. Bir daha hastalanmayalım.
Share this Scrolly Tale with your friends.
A Scrolly Tale is a new way to read Twitter threads with a more visually immersive experience.
Discover more beautiful Scrolly Tales like this.