Bu sayfada Topkapı Sarayı bahçelerinden bu güne kadar bahsetmemiş olmak esasen büyük bir eksiklik. Fakat Topkapı hakkında söylenecekler o kadar çok ki, küçük bir kısmını derlemek bile bir hayli zaman aldı. Gelin yarım adanın en yeşil 699.000 m2'sini birlikte dolaşalım.
Bahsedilen alanın yaklaşık 80.000 m2’si binalara ayrılmıştır geri kalan 539.000 m2 ise bahçeler ve avluların kapladığı alanlardır.
Sur-u Sultani denilen surların çevrelediği yüzlerce dönümlük saray alanı, koruları, hasbahçeleri, ekim alanları, meydanları, köşkleri, koğuşları ile adeta bir kasaba görünümündedir.
Saray bahçeleri, dört ana avludan ve birbirine bağlanan dış bahçelerden oluşuyor. Bahsedilen iç ve dış bahçelerde Türk bahçe sanatında bulunan iki ana yaklaşımın tezahürünü göreceğiz.
Birinci grup olan iç bahçeler mimari geçişi sağlayan, kapalı ve görece daha küçük alanları kapsayan ev, konak ve saray bahçeleridir.
İkinci grup ise dış bahçe ve doğaya geçişi sağlayan mesire, çayır, koru ve bahçelerdir. Topkapı sarayı bu iki grubun da aynı yerde görülebildiği yerlerden biridir.
Burası sultanın evi ve yönetim merkezi işlevini bir arada yerine getiriyor olması nedeniyle tasarımında her daim teşrifat kuralları gözetilmiş bir mekân. Semboller ağıyla örülmüş yapıda birçok şey simgesel bir anlam taşıyor
Bir eksen üzerinde sıralanan üç kapının ilki olan Bab-ı Hümayun Kapısı’ndan itibaren bu sembolleri görmeye başlıyoruz. Kapıda “Hicr” suresinin cennet bahçelerinden bahseden 45-46-47-48. ayetleri bulunmaktadır
Ayetler ön cephede Ali Yahya Sûfî, arka cephede hattat Abdülfettah imzasıyla yazılmıştır. Böylece bu ayetlerle kapıdan girip çıkan herkese ahiret ve cennet hayatı hatırlatılarak sarayın da adeta bir cennet bahçesi olduğu düşündürülmek istenir
Bu bahçeler iç içe avlulardan oluşması ve set bahçelerle kat kat setlendirilmesi gibi yönleriyle de cennet bahçelerini hatırlatmaktadırlar. Hatta birbiri içinden geçilen bahçeler masal içinde masal anlatan Binbir Gece Masalları’nın örgüsünü çağrıştırmaktadır.
Bab-ı Hümayun’dan gireceğimiz I. Avlu Günümüzde yetişkin ağaçlarıyla, 19.yy’daki halinden çok daha bakımlı ve yeşil bir bahçe görüntüsü sergilemektedir. Geçmişteyse sarayın atlarla girilebilen ve törenler yapılan kısmı olması sebebiyle pek yeşil bir alan olmamıştır.
Kaynaklar burasının 20.000 atlı alabilecek büyüklükte olduğunu söylüyor. Nitekim Matrakçı Nasuh’un minyatüründe bu alan yeşil değil sarı renkle boyanarak gösterilmiştir.
Sonradan eklenen yapılarla avlunun yanındaki açıklık alanlar zamanla kapatılmış ve buradan “Dış Bahçeler” seyredilemez olmuştur. Avlu bir zamanlar bu bahçelere sağ ve sol yanlardaki iki dik yokuşla bağlanıyordu.
Yeniçeri Meydanı da denilen bu avlu “Yeniçeri Çınarı” isimli ulu çınarıyla da meşhurdur. Birçok fotoğrafa yansımış olan çınar 1930’lı yıllarda kesilmiştir. (Çınar ile ilgili hikâyeyi merak ediyorsanız Ertan Ünal’ın kaleminden çıkmış bir yazı ekte)
Osmanlıda meydanların vazgeçilmez unsuru olan çınarın bir toplanma yeri olan bu alanda da bulunması oldukça yerinde. Bu avludan bahseden birçok tanık, çınarın altında oturan yeniçerilerden de bahis açar.
Sonradan yapılan düzenleme ile avlu ortasında duran mukarnaslı havuzla, eski Sahil Sarayı’ndan gelen selsebil, I. Avlu'ya konarak çar-bağ(Farsça cehar: 4, bağ: bahçe anlamına gelmektedir) çağrıştıran bir düzende ikinci kapının yanında TürkBahçesi unsurları olarak sergilenmektedir
Böylece Babü’s Selam’ın yanına gelmiş oluyoruz. Bu ikinci kapıda aniden suskunluk çöker. Bu suskunluk daha sonra bütün sarayda gittikçe artan ölçüde hüküm sürer ve arada sırada düzenlenen şölenler dışında bir tapınak kadar sessiz olan üçüncü avluda doruğa erişirdi.
Babü’s Selam isminin saraya gelen görevli ve elçilerin, avlunun ortasında bulunan Divan’a kadar süren protokol alayları sırasında yaptıkları selamlama ile bir ilişkisi olduğu muhakkak.
Fakat aynı zamanda kapının ismi, Kur’an’da geçen ve zarar ziyana karşı güvenlikte olunan ve girenleri meleklerin selamladığı bir yer olarak cennete verilen bir ad olan “Darü’s Selam” a da gönderme yapıyor olabilir.
Kapının dış görüntüsüne hâkim olan askerî güç fikri ile içteki bahçeli avlunun cennetsi görünüşü arasında çarpıcı bir karşıtlık vardır. Kapıdan girince eski divan yeri adı verilen kapının iç yüzünde İstanbul ve meçhul mesirelerin manzaralarının duvarlara nakşedildiği görülür.
Geçmişte birinci avluyu ikinci avludan ayıran kapıdan geçildiğinde, kırmızı boyalı tahta parmaklıklarla çevrili çiçek tarhları ve servilerin, çim kaplı taş yolların arasına sıralandığı ikinci avluya çıkılırdı. Burada ilkindeki meydan etkisi yerini kısmen bahçe havasına terkederdi
Nitekim çeşmeler ve ağaçlar arasında antilop, ceylan, tavus kuşu ve deve kuşu gibi hayvanların dolaştığı bahçe avlusuna bakan kapının iç yüzünde yazılmış ayetler onu cennet bahçesine açılan kapılarla özdeşleştirirdi.
Ayrıca çeşmelerde zincirlerle altın taslar, maşrapalar asılıydı. 2.Beyazıt dönemi tarihçisi Bidlisî, ikinci avludaki divanhaneden “eyvân-ı divân-ı adl” diye söz eder ve cennete benzettiği geniş ikinci avluda adaletiyle ünlü peygamber Süleyman’ın hayvanlarının toplandığını söyler
Bu kapıdan içeri girmeden önce sadrazamın dahi atından inmesi gerekirdi. İkinci kapıdan içeriye yalnızca sultan, atıyla girebilirdi. Bir de özel günlerde yapılan toplantılarda özel atlar ve koşum takımları sergilenirdi.
Girişten yelpaze gibi dağılan patikalarla alan güzelleştirilmiş. Yol kenarlarına ve çimenlik alanlara ağaçlar dikilmiş. Ağaçların dipleri çiçek tarhları haline getirilmiştir. Ayak altında kalmayacak yerlerin çiçeklerle zenginleştirilmesi de düzenlemenin bir parçası olmuştur.
Buradaki yollar ve etrafındaki tarhlarda zorunlu bir doğallık aranmamış, arazinin imkan verdiği ölçüde yollara düz bir istikamet verilmiştir. Bu yollar alanın ulaşılması gereken belirli noktalarını birbirine bağlamaya yarar.
Avluda aynı zamanda iki büyük çınarın gölgelendirdiği daha ziyade mesire yerlerinde görülene benzer bir namazgah da bulunur. Bugün bu namazgahın üzeri ara ara çiçeklendirilip bir çiçek tarhına dönüştürülmektedir.
Yine daha önceki gravürlere nazaran günümüzde, II. Avlu'da ağaçların kapladığı yerin arttığını görebiliyoruz.
Bütün bu anlattıklarımıza rağmen bu alan birun denilen dış alandı. Devlet işlerinin döndüğü ve zaman zaman kalabalık törenlere sahne olan bir yerdi. Bu nedenle her ne kadar I. Avlu’ya nazaran daha çok bahçe görünümü sergilese de aynı zamanda törenlerin yapıldığı bir meydandı
İkinci avludan Bab-ı Saadet kapısı ile sarayın özel kısımlarının bulunduğu III. Avlu’ya geçiliyordu. Yaşama üniteleri bu avluyla başlıyordu. Peyzaj öğelerinin dağılımı asimetrik ve bazen merdiven, güneş saati vb. nin yerini belirleyecek şekildedir.
Avlu, sultanın ailesi ve iç hane halkıyla birlikte ikamet ettiği bölümdür. Bu yüzden Enderun, hem sultanın ailesinin ve hizmetindeki kızların yaşadığı hükümdar konutu hem de yönetici seçkinler için bir saray okuludur.
III. avlu üç ayrı belirgin bölüme ayrılmıştır:
1) Akağaların sorumluluğunda Enderun
2) Karaağaların korumasındaki Harem
3) IV. Avlu olarak bilinen, duvarlarla çevrili asma bahçe
Biz bu avlunun harem(2.) ve IV. Avlu(3.) olarak anılan kısımlarını ayrıca anlatacağız
Oğlanlar avlusu aslında ikinci avlunun yarısı kadar bir alanda, birbirine yakın yükseklikteki binalarla çevrili kare bir bahçeden ibarettir. Burada öncekiler gibi birkaç adet asırlık ağaç, yükseltilmiş, çimenli veya çiçekli bir platform üzerinde yer almaktadır, döşemesi eğimlidir
Bu bahçe doğal bahçe sayılabilecek diğer bahçelerden ölçü itibariyle daha küçük olan ve mimari bahçe özellikleri sergileyen bir bahçedir. Çiçeklerle, ağaçlarla ve fıskiyeli küçük bir havuzla süslenmiştir.
Avluyu bazı önemli devlet adamları dışında hemen hiç kimse göremezdi. Bu devlet adamları yaptırdıkları küçük saraylarında mimari ve süsleme açısından burayı taklit etmeye çalışırlardı. (örnk: İbrahim paşa sarayı)
Ayrıca burası içoğlanların yönetici seçkinler sınıfına yükseltildikten sonra yaptırdıkları konaklara da örnek oluştururdu.
III.Avlu, hakkında çok az şey bilinen yerlerden biridir. Enderun’luların koğuşlarının bulunduğu ve eğitimlerinin verildiği bu bölgede bahçeyi derin bir sessizliğin ve bu sessizliğe eşlik eden kuş seslerinin kapladığını biliyoruz.
Neredeyse hiç konuşulmayan bu bölgede kurallar yüzünden ilerleyen yıllarda bir işaret dili kullanılmaya başlanmıştır.
Sessizlik ancak içoğlanların çıkış töreninde bozulurdu. Bu törenlerde ve askeri zaferlerde oğlanlara; konuşma, türkü söyleme, hayvan postuna sarılıp oyunlar oynama, ellerine boks eldivenine benzer bezler sarıp güreşme vb bir çok çılgınlığı yapma özgürlüğü tanınırmış.
III. Avlu’dan IV. Avlu’ya çıkmadan önce Harem bahçesinden ve harem halkının bu bahçelerdeki eylemlerinden de kısaca bahsedelim
Harem dış mekanlarını ve sefa bahçelerini kendine ait bir alan içerisinde barındıran bir yapılar bütünüdür. Geleneğe uygun olarak bu yapılar içine kapalıdır. Yapılar yalnızca sultanın ve görevli karaağaların kullanabildiği geçitlerle birbirine ve sarayın diğer alanlarına açılır.
Harem içerisinde bazı avlucuklar ve taşlıklar vardır. Bu avluların en önemlileri; Valide Sultan Taşlığı, Cariyeler Taşlığı, III. Osman Avlusu ve Gözdeler Taşlığı’ydı
Bunlardan iki tanesi özellikle dikkati çekiyor. Birincisi, aslında bir asma bahçe olan, ortasında bir havuz ve havuzun iki yanında paternler bulunan III. Osman Taşlığı.
İkincisi ise eğlence ve törenlerde protokol yeri olan Gözdeler Taşlığı. Gözdeler Taşlığı’ndan şimşirlik bahçesine bakılır. Avluyla bahçe arasında ise büyük bir havuz vardır.
Gözdeler dairesi altında, revakın önündeki küçük taşlık çeşmesinin ayağıyla saçak ve avlu sularının toplanmasına mahsus ince bir kanal, oymalı bir menfezle aşağıdaki havuza bağlanmıştır.
Rivayetlere göre bu taşlıkta hareme özgü eğlenceler ve gösteriler sergilenirken etrafa süslü tenteler gerilip; padişah ve valide sultan için özenli tahtlar kuruluyor; kadınefendiler için de yumuşak sedirler hazırlanıyormuş.
Bahsettiğimiz bu iki mekan özellikle hakim manzaraları genişlikleri ve özgünlükleri ile Harem’in diğer mekanlarından ayrılır.
III. Osman taşlığında bulunan paternlere ve saksılara ekilen bitkiler haricinde herhangi bir botanik zenginliği barındırmayan bu avlular, etraftaki bahçe ve Haliç manzaraları sayesinde doğayla etkileşime girmektedir.
Bunun haricindeki diğer harem bahçeleri daha ziyade hapishane avlusunu andıran dört tarafı kapalı taşlıklardır. Zeminde toprak dahi olmaması buraları soğuk ve klostrofobik mekanlar olarak gösterir
Belki geçmişte avlulara atılan sedirler , saksılar, minderler ve içerde cıvıldaşan insanlarla bu mekanlar yaşam sıcaklığı yakalıyordur fakat bugün taş avluların ve dar koridorların soğukluğu özellikle kış aylarında iliklerinize kadar işliyor.
Haremde bahçeli iç avluların olmayışını dengelemek istercesine hünkar odalarına birçok çeşme konmuş ve hepsi çiçek açan bahçeleri temsil eden İznik çinisi panolar, mesire yerleri ve bahçe köşkleri çizilmiş görsellerle kaplanmıştır.
Harem topluluğuna yeşil bir görünüm veren iki alan vardır: Birincisi hastane ile III. Osman Taşlığı arasında kalan Harem bahçesi, ikincisi ise Fil Bahçesi ile III. Osman Taşlığı arasında kalan Şimşirlik Bahçesi’dir.
Her ne kadar İncirlik’ten Fil Bahçesi’ne oradan da Harem ve Şimşirlik bölgesine geçiş varsa da bu bahçeleri IV. Avlu etrafında incelemek daha doğru olacaktır.
Harem bahçesinin kadınlara, Şimşirliğin ise kafes hayatı yaşayan şehzadelere tahsis edildiğini tahmin ediyorum. Zaten kimi kaynaklarda bu bahçeye kafes-şehzade bahçesi de denilmiştir
Yine de Harem halkı, sultanın izni doğrultusunda dış bahçelere ya da Sofa-i Hümayun ve Lale Bahçesi denilen etrafı duvarlarla çevrili alana, bölge Karaağalar tarafından Enderun oğlanları çıkarılarak güvenliğe alındıktan sonra çıkabilirdi.
O zaman hazır saray kadınları IV. Avlu’ya geçerken biz de onlarla beraber geçip IV. Avlu’yu anlatmaya başlayalım.
IV. avlu denilen kısım sarayın Boğaziçi’ne dönük olan yüksek ve seçkin kısmıdır. Bağdat ve Revan Köşkleri ile Kara Mustafa Paşa Köşkü, burada bulunan tanınmış binalardır. Aynı zamanda Lale Bahçesi diye bilinen bahçe de buradadır.
Alanın dört girişi vardır. 1-Altın Yol’un sonundan, sünnet odası yanından bağlanan giriş. 2-Kemeraltı dehlizi denilen ve üçüncü avludan açılan dehliz 3-Fil Bahçesi’nden İncirlik’e bağlanan geçiş 4-Mecidiye Köşkü’nün bahçe kapısı konumunda olan alanı dış bahçelere bağlayan kapı.
Bu alan şimdiki biçimini 19. yüzyılda almıştır. Burası avludan çok, bir setli bahçe durumundadır. Özellikle Sofa-i Hümayun hünkarın özel yaşamına ayrılmış olup enderunlulara dahi açık değildir. Bu yerin hizmetini has odalılar görürler.
Esasen Sofa-i Hümayun, Türk evinin “hayat” denilen doğaya açık mekanının saraya özgü bir formudur. Eski minyatürler burasının hasırlar, halılar, kadife yastıklar ve minderlerle döşendiğini; saray düğünlerinin ve toplantılarının çoğu kez buraya taştığını gösterir @Seda_Ozen
Birbirini kucaklayan bahçeleri, taraçaları ve köşkleri ile bu mekânlar, sarayda dış âlemin görülebildiği yegâne açık alandır. Divan ve Enderun'un entrikalara ve cinayetlere tanıklık etmiş ortamlarından bu ferah dünyaya geçmek; âdeta masalın mutlu sonuna yaklaşmak gibidir.
Burada farklı üsluplu köşkler, terasın bir kenarındaki taht misali İftariye ya da Mehtabiye, garip mimarili Taş Kule, Mecidiye Köşkü ve minyatür Sofa Camii adeta bir masal dekoru sergiler.
II. Mahmud’a kadar sultanlar, Sarayburnu’na özgü sert kışları, serin yazları ve güzel baharları, halvete(bahçeye) çıkan haseki ve ikballeriyle ya da davet edilen bilim, edebiyat, müzik, din, sanat adamları ile; kimi zaman sazlı sözlü söyleşilerle, IV. Avlu'da geçirmişlerdir.
Misal, IV. Murad’ın, Başlala Kulesi’nin yanındaki taş tahta oturup Enderunlu silahşörlerine müsabakalar tertip ettirdiğini; III. Ahmed’in ise gündüzleri Revan Köşkü’nde hat çalışıp; gece Lalezar’da çırağan alemi düzenlettirdiğini biliyoruz.
Kuşluk ve akşam yemeklerini sofada yiyen padişahlar çoğu zaman namazlarını da burada kılarlarmış. Öğleden sonraları ise Şimşirlik’te (Aslanlı bahçe) polo, cirit, ok müsabakaları düzenlenir; kapalı havalarda da köşklerden birinde hokkabaz, meddah gösterileri yapılırmış.
Şimdilik bu kadar. Yoruldum. IV. Avlu'nun kalan kısmı ile Dış Bahçe ve köşklere daha sonra devam ederiz. İyi geceler

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with İstanbul Bahçeleri

İstanbul Bahçeleri Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @Bahceistanbul

Jul 1, 2018
Bugünkü zinciri Alfred Heilbronn botanik bahçesi olarak bilinen İstanbul Üniversitesi’nin Süleymaniye’de bulunan botanik bahçesinin tahliye kararı üzerine yazmaya karar verdim. Gelin öncelikle Botanik bahçesi nedir ne işe yarar mevzuundan başlayalım.
Botanikçi Heywood Botanik bahçelerini “dünyanın doğal ve kültür bitkilerini bahçenin amaçlarına uygun olarak belli bir düzen içinde yetiştiren, bunları çocuklara, ve öğrencilere tanıtarak onları eğiten, bitkiler üzerinde değişik amaçlı bilimsel araştırmalar da yapan kuruluşlar”
Dünyada bugünkü anlamda bilinen ilk botanik bahçesi, 1543’te Pisa şehrinde Luca Gihini tarafından kurulan botanik bahçesidir. Devamında İtalya ve Avrupa’nın diğer şehirlerinde de botanik bahçeleri kurulmaya başlamıştır. (resim: İtalya’nın ikinci B.bahçesi 1545’te kurulan Padova)
Read 32 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Don't want to be a Premium member but still want to support us?

Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal

Or Donate anonymously using crypto!

Ethereum

0xfe58350B80634f60Fa6Dc149a72b4DFbc17D341E copy

Bitcoin

3ATGMxNzCUFzxpMCHL5sWSt4DVtS8UqXpi copy

Thank you for your support!

Follow Us on Twitter!

:(