Atatürk'ün İslam dinine bakış açısını belgeler ışığında inceleyelim.
Ona dinsiz diyenlere, din düşmanı iftirasını atanlara gösteriniz efendim.
LÜTFEN RETWEET YAPALIM.
Başlıyoruz.
1-"Atatürk'ün din düşmanı olmadığını ispata ne gerek var?" dediğinizi duyar gibiyim ama görmezden gelemeyeceğimiz bir gerçek var. İki kişiden biri bu yalana inanıyor ve memleketin hali ortada. Zamanında elini taşın altına koyup gerçekleri anlatan biri çıksaydı böyle olmayacaktı.
2- Atatürk'e karşı bilinçli ve sistemli bir şekilde yapılan kara propagandanın en büyük ayağını din meselesi oluşturur. Müslüman bir toplumu Atatürk'ten soğutmak için kullanılacak en iyi malzemenin "din olgusu" olduğuna şaşırmamak gerekir.
3- Derin tarihe göre Atatürk Hilafeti yok etmek için İngilizlerle işbirliği yapmış, Osmanlıyı yıkıp cumhuriyeti kurmuştur.
Ancak Atatürk'ün milli mücadele boyunca İngilizlerle olan ilişkisini incelediğimizde durumun öyle olmadığını rahatlıkla görürüz:
4- Utanmazların dinsiz dediği Atatürk, Balıkesi Hutbesi'nde şöyle demiştir: Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hz. Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur.
5- Din düşmanı dedikleri Atatürk'ün 21 Nisan 1920 Çarşamba günü bütün vilayetlere gönderdiği ve TBMM'nin açılacağını duyurduğu yazıda nelerden bahsettiğini inceleyelim.
a) Allah’ın yardımıyla Nisanın 23. cuma günü, cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır
b) Hacı Bayram camisinde cuma namazı kılınarak Kuran’ın ve namazın nurlarından ışıklanılacak ve güç kazanılacaktır. Namazdan sonra, Peygamberimizin kutlu sakalı ve kutsal sancak alınarak Meclisin toplanacağı yere gidilecektir.
c)Bu günün kutsallığını pekiştirmek için bugünden başlayarak il merkezinde, Vali Bey'in düzenleyeceği üzere, hatim indirilmeye ve Buhari (hadis) okunmaya başlanacak ve hatimin son bölümleri, uğur için cuma günü namazdan sonra Meclisin toplantı yeri önünde okunup bitirilecektir.
d) Kutsal ve yaralı yurdumuzun her köşesinde, yukarda belirtildiği gibi şimdiden hatim indirilmeye ve Buhari okunmaya başlanacak; cuma günü ezandan önce minarelerde salâ verilecektir.
6- TBMM'nin açılışıyla ilgili bu yazıyı gösterdiğiniz zaman size şunu söyleyecekler.
"Önceleri İslam adına hareket eden Atatürk, cumhuriyeti kurup gücü ele geçirince değişti."
İşte böyle dedikleri zaman şimdi sunacağımız belgeleri göstereceksiniz:
7- Siz hiç memleketin dört bir köşesinde bakıma muhtaç camileri tamir ettiren bir "din düşmanı" gördünüz mü?
Evet. Camileri ahıra çevirmedi. Tamir ettirdi, ibadete açtı.
Atatürk'ün tamir ettirdiği camilere dair arşiv belgeleri.
9- Peki bir din düşmanı çocukların İslam dinini öğrenmesini ister mi?
Atatürk istiyordu. Çocukların İslamı en gerçek haliyle öğrenmesini istiyordu. Bunun için bir kitap hazırlanmış ve Atatürk zamanında okullarda okutulmuştu.
10- Atatürk Kuran-ı Kerim'in Türkçe mealini bastırıp, Türk milletinin kutsal kitabı okuyup anlamasını sağladı. İnsan ile Allah (cc.) arasındaki "şeyh" köprüsünü yıktı. Böylece dinimizi hurafelerden arındırdı, İslam'a en büyük hizmetlerden birini yaptı.
12- Yurt gezisinden dönen Atatürk Ankara'da müderrisleri sofrasında topladı. Seyahat izlenimlerini anlattı. Din adamlarının zayıflığından yakındı ve durumun düzeltilmesini istedi.
Dikkat edin "içki sofrası" dedikleri sofrada oluyor bu olay.
14- Atatürk Kur’an ve Mevlüt okuturdu. Camilerde secdeye baş secdeye baş konan yerleri ayak basılan yerlerden ayırıp temiz kalması için tertipler hazırlamıştı.
1⃣- Mevlânâ, Cengiz Han’ın Hârizmşahlar üzerine yürümeden önce bir mağarada inzivaya çekilip uzun süre ibadet ettiğini, bunun üzerine Allah’ın “Dışarı çık. Her nereye gidersen, muzaffer ol!” diyerek Cengiz Han’a yetki verdiğini ve Moğolların bu şekilde Allah’ın buyruğuyla yola çıktıkları için karşılarına çıkan herkesi yendiklerini ifade etmektedir:
Tanrı’dan “Senin dileğini, yalvarışlarını kabul ettim. Dışarı çık. Her nereye gidersen, muzaffer ol!” diye bir ses erişti. Bu şekilde Hak buyruğuyla yola çıktıklarından, karşılarında bulunanları yendiler ve bütün yeryüzünü kapladılar.
2⃣- Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu’yu harabeye çeviren Moğol komutan Baycu Noyan’ın 1256 yılında ikinci defa Anadolu’yu istila ettiğinde Konya’ya kadar gelmiş, Konyalılar katırlar dolusu hediyeler hazırlayıp şehir dışındaki Baycu’ya göndermek suretiyle canlarını kurtarabilmişlerdi.
Mikail Bayram, Âriflerin Menkıbelerine atıfta bulunarak Mevlânâ’nın şehir dışında Baycu Noyan ile görüşmeler yaptığını ve şehre döndüğünde Baycu Noyan’ın Allah’ın evliyalarından olduğunu Konyalılara telkin etmeye çalıştığını söyler. Mevlânâ’nın torunu Ulu Ârif Çelebi’nin hizmetine giren Ahmed Eflâkî tarafından 35 yılda yazılan ve Mevlânâ hakkındaki en önemli kaynaklardan sayılan Âriflerin Menkıbeleri’nde Mevlânâ’nın Baycu Noyan’ın evliyâ olduğunu sık sık dile getirdiğinden bahsedilir:
Mevlânâ hazretleri de adı geçen (kumandan) hakkında defalarca: Baçu (Baycu) veli idi fakat o bunu bilmezdi, derdi.
3⃣- Moğol tahtına şirin gözükme çabasıyla tanınan Muîneddin Pervâne bile bir noktadan sonra izlediği Moğol yanlısı siyaseti bir Müslüman olarak kendine yakıştıramaz, öz eleştiri yapar ve bir sohbet esnasında Mevlânâ’ya der ki:
Bundan önce kâfirler, putları öperler, putlara secde ederlerdi. Biz de şu zamanda onun tıpkısını yapıyoruz. Gidiyor, Moğollara secde ediyoruz; sonra da kendimizi Müslüman sayıyoruz. Ayrıca içimizde hırs, istek, kin, haset gibi bunca put var; bunların hepsine de itâat etmedeyiz; hem içten, hem dıştan biz de aynı işi yapıyoruz; sonra da kendimizi Müslüman sayıyoruz.”
ATATÜRK'ÜN DİN, ALLAH VE HZ. MUHAMMED HAKKINDAKİ BİLİNMEYEN SÖZLERİ.
1⃣-Müslüman bir toplumu Atatürk’ten soğutmak için kullanılacak en iyi malzemenin “din olgusu”olduğu muhakkaktır. Atatürk’e karşı bilinçli ve sistemli bir şekilde yürütülen kara propagandanın, dolayısıyla Cumhuriyet tarihi hurafelerinin en büyük ayağını tahmin edeceğiniz üzere Atatürk’ün dini inancına yönelik iftiralar oluşturur. “Atatürk’ün Müslüman olduğunu veya İslam düşmanı olmadığını ispata ne gerek var?” dediğinizi duyar gibiyim. Atatürk’ün Müslüman olup olmaması önemli midir? Ben de sizler gibi düşünüyorum. Bana göre hiç ama hiç önemli değildir. Ben onun vatana, Türk milletine ve bütün insanlığa yaptığı hizmetleri önemsiyorum.
Bununla birlikte görmezden gelemeyeceğimiz bir gerçek var. Maalesef şer odakları Atatürk’ün dinî inancı üzerinden, özellikle dindar insanlarımızı etkilemeye çalıştılar. Uzun yıllardır bunu yaptılar ve açık söylemek gerekirse başarılı da oldular. Atatürk’ün İslam dinine zarar verdiği, ibadet etmeyi yasakladığı yönündeki hurafeler bu şer odakları tarafından ortaya atıldı ve milyonlarca insanımız yalanlarla kandırılıp Atatürk’ten ve yakın tarihimizden soğutuldu. Özellikle tarikatların elindeki genç nesiller bu söylemlerle zehirlenip birer Atatürk karşıtı olarak yetiştirildi.
Atatürk’ün dostlarına yazdığı mektuplar, resmî makamlara gönderdiği yazılar, halka yaptığı konuşmalar ya da basına verdiği demeçler; bunların tamamı onun Allah inancına dair izler taşımaktadır. Birlikte inceleyim.
Devamı için bir sonraki tviti okuyunuz.⬇️
2⃣- "Bakalım Allah ne gösterecektir? İnşallah dönüş nasip olursa size günlerce anlatacak hikâyelerimiz var."
(Trablusgarp’tan Salih Bozok'a yazdığı mektup. 15 Kasım 1911)
Çanakkale Savaşı’nın en ateşli günlerinde, 30 Nisan 1915’te emri altındaki kumandanları Kemalyeri’nde toplayan Atatürk, onlara Allah’ın yardımına sığınarak bu gece taarruza kalkmak istediğini bildirir:
“Karşımızda bulunan düşmanı mutlaka ölerek denize dökmek lazım olduğu kanaatindeyim. İçimizde ve komuta ettiğimiz askerlerde Balkan utancının ikinci bir safhasının görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını katiyen kabul etmem. Bu gece katılacak taze kuvvetlerle Cenab-ı Hakkın yüce yardımına sığınarak yarın düşmana taarruz eylemek niyetindeyim.”
Konya Mevlevi Dergahında Şampanya Ziyafeti ve Şeyh'e Sunulmak Üzere Gönderilen Fransız Kadınlar
1⃣- "Mühim ve dini bir görevin başında bulunmakla beraber Çelebi Efendi adamakıllı içkiye meraklı bir insandır. Yanaşılması kolay genç Avrupalı kadınlara düşkünlüğü fazladır."
2⃣- Osmanlı’nın çöküş dönemine denk gelen zamanda uzun müddet Anadolu’da yaşamış, Osmanlı Bankası ve Reji İdaresinde müdürlük dahil birçok görevde bulunmuş İsviçreli Lui Ramber, 1895-1905 yılları arasında tuttuğu notlarda Konya’daki Mevlevi Dergahından ve Mevlevi Şeyhi Çelebi Efendi’den (Abdülvahid Çelebi) bahsetmiştir.
3⃣- Çelebi Efendi’nin içki ve kadın düşkünlüğüne vurgu yapan Ramber şunları söylemiştir:
"Konya’ya akşamın yedisinde vardık. (...) Usul gereği Mevlevi dervişlerinin reisi olan Çelebi Efendi’yi ziyaret etmek icap ediyor. Kendisi şehre üç çeyrek uzaklıkta oturuyor.
Atatürk'ün sansürlenen mektubu ve çok tartışılan "İkra, Bismi, Rabbi" meselesi.
Atatürk’e din üzerinden saldıranların en büyük dayanaklarından birisi Tevfik Bıyıkoğlu'na yazdığı mektuptaki ifadelerdir. Bir kaç maddeyle açıklayacağım, sizler de sonuna kadar okuyun lütfen.
Mektupta geçen ifadeler şu şekilde, ancak öncesi ve sonrası var.
"Arabistan Yarımadası’nın kumsal çöllerinden; (ikra, bismi, Rabbi) safsatasını esas tutmuş olan Araplar, uygar dünyada, bilhassa Türk zengin uygar bölgelerinde bu ilkel ve cahiliyet devrinin simgesi olan ilkeye dayanarak yapmadıkları tahrifat kalmamıştır."
1⃣-Atatürk, 1931 yılında liselerde okutulmak üzere akılcı ve bilimsel nitelikte yeni ders kitapları hazırlatılmasını istemiştir. Kitapların İslam tarihi ile ilgili bölümlerinin yazılması işini de Türk Tarih Kurumuna, o zamanki adıyla Türk Tarihi Tetkik Cemiyetine vermiştir.
Cemiyet, İslam tarihi ile ilgili bölümleri hazırlamak üzere Mısır’daki ünlü El Ezher Camii ve Üniversitesi mezunu Zakir Kadiri’yi görevlendirmiştir. Kadiri, ders kitapları için hazırladığı “İslam Tarihi” ve “Türklerin İslam’daki Yeri” konularını, Camii Ezher Medresesi şeyhlerinin kabul ettiği Arap milliyetçiliği düşüncesine göre hazırlamıştır.
Atatürk, Zakir Kadiri’nin hazırladığı bölümlerde Arap milliyetçiliğine ve bilim dışı değerlendirmelere yer verildiğini görüp buna itiraz etmiş ve bazı düzeltmelerin yapılmasını talep etmiştir. Ancak düzeltmeler istediği şekilde yapılmayınca öfkelenerek, fotoğrafta gördüğünüz cemiyet başkanı Tevfik Bıyıkoğlu’na çok sert bir mektup yazmıştır. Aslında Atatürk meşhur “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” sözünü de bu mektupta kullanmıştır.
2⃣-Atatürk akıl ve bilimi göz ardı ederek yazılan, Arap milliyetçiliği ve dinsel bilgilere dayanan yanlı bir İslam tarihi anlatısının liselerde okutulmasına karşı çıkmıştır. Uyduruk tarih yazmayı, hiç yazmamaya tercih etmiş ve Tevfik Bıyıkoğlu’na ateş püskürmüştür:
“Tevfik Beyefendi! Zakir Kadiri’nin ahmakçasına notlarını düzeltirken bu noktalara da dikkat buyurunuz. Bu münasebetle yüksek heyetinizin başkanı bulunan size hatırlatırım ki, yeni dünya ufuklarına açacağınız yeni tarih semasında dikkatli olunuz. Sonradan, uydurma bir eser meydana getirerek ardından pişman olmaktansa, hiçbir eser meydana getirmemek beceriksizliğini itiraf etmek daha iyidir. İlim alanında şüpheli olmak Mısır’ın Camii Ezher’i mezunlarına inanmaktan daha iyidir. (…) Her şeyden önce kendinizin dikkatle ve itina ile seçeceğiniz belgelere dayanınız. Bu belgeler üzerinde yapacağınız incelemede her şeyden ve herkesten önce kendi karar verme yetinizi ve ince Millî süzgecinizi kullanınız. Sizi büyük hedefe ancak bu görüşlerden kıskanç olmak ulaştırabilir. Yoksa dünyanın bin bir şarlatanı ve bin bir milletin tarihşinas yaşayan sokak politikacısının ve bunları yüksek ölçekte temsil eden Camii Ezher kaçkınının oyuncağı kılar!
Bana bu kadar söz söyleten nedeni açıklayayım: Camii Ezher kaçkınını bulan sizsiniz. Eseri diye, Ankara’dan ayrıldığım son gün önüme koyduğunuz örümcek Arap yazılı paçavraları okuduğunuz zaman derhal itirazımı serdetmiştim. Bunu nazarı dikkate alacağınızı vaat etmiştiniz! İncelemenizden sonra bana verilen yazılar o kadar sersem ve cahil ve Camii Ezher kaçkını bu adamın mahsulü olduğunu gördüm ki, sizi rencide edecek bir söz söylemeden bu paçavralar üzerinde yeniden çalışmaya mecbur oldum. Bu sözlerimi sizi utandırmak için yazmıyorum. Bu yazılarımı, bundan sonraki mesainizde dikkat ve intibah dersi olması için yazıyorum. (…) Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtan bir hal alabilir. Siz buna razı mısınız?”
Bana bu kadar söz söyleten nedeni açıklayayım: Camii Ezher kaçkınını bulan sizsiniz. Eseri diye, Ankara’dan ayrıldığım son gün önüme koyduğunuz örümcek Arap yazılı paçavraları okuduğunuz zaman derhal itirazımı serdetmiştim. Bunu nazarı dikkate alacağınızı vaat etmiştiniz! İncelemenizden sonra bana verilen yazılar o kadar sersem ve cahil ve Camii Ezher kaçkını bu adamın mahsulü olduğunu gördüm ki, sizi rencide edecek bir söz söylemeden bu paçavralar üzerinde yeniden çalışmaya mecbur oldum. Bu sözlerimi sizi utandırmak için yazmıyorum. Bu yazılarımı, bundan sonraki mesainizde dikkat ve intibah dersi olması için yazıyorum. (…) Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtan bir hal alabilir. Siz buna razı mısınız?”
Bana bu kadar söz söyleten nedeni açıklayayım: Camii Ezher kaçkınını bulan sizsiniz. Eseri diye, Ankara’dan ayrıldığım son gün önüme koyduğunuz örümcek Arap yazılı paçavraları okuduğunuz zaman derhal itirazımı serdetmiştim. Bunu nazarı dikkate alacağınızı vaat etmiştiniz! İncelemenizden sonra bana verilen yazılar o kadar sersem ve cahil ve Camii Ezher kaçkını bu adamın mahsulü olduğunu gördüm ki, sizi rencide edecek bir söz söylemeden bu paçavralar üzerinde yeniden çalışmaya mecbur oldum. Bu sözlerimi sizi utandırmak için yazmıyorum. Bu yazılarımı, bundan sonraki mesainizde dikkat ve intibah dersi olması için yazıyorum. (…) Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtan bir hal alabilir. Siz buna razı mısınız?”
Madde Madde Abdülhamid Gerçekleri (Sonuna kadar dikkatle okuyunuz)
1⃣- Okuyucularım bilirler. Üzerinde çalışmadığım, yeterli bilgi sahibi olmadığım konularda yazmamaya, fikir beyan etmemeye özen gösteririm. Sultan Abdülhamid konusunu araştıran, bu konuda kitap yazan bir tarihçi olarak adı sık sık siyaset sofrasına meze edilen II. Abdülhamid hakkında bir iki cümle yazmak istiyorum.
2⃣- 1940’lı yılların sonuna kadar devam eden olumsuz Sultan Abdülhamid algısının bu tarihten sonra yavaş yavaş kırılmaya başladı. Son yıllarda ise durumun tam tersine döndüğünü, Sultan Abdülhamid adının gereğinden fazla yüceltildiğini, onun bir devlet adamının ötesinde fevkalade bir şahsiyet olarak bizlere sunulduğunu görüyoruz.
3⃣- Sultan Abdülhamid, Osmanlı’nın buhranlı bir zamanında tahta geçmiş, her padişahın yapması gerektiği gibi yaparak devletinin toprak bütünlüğünü korumaya çalışmış ancak bunda başarılı olamamış bir hükümdardır.
"Mesnevi'yi okudum, böyle hikayeler yok" diyenler oluyor. Arkadaşlar sizin okuduğunuz tam metin değildir. Sansürlüdür. Bu hikayeler Mesnevi'de var.
1⃣- Şimdi Mesnevi'nin hangi cildinde hangi müstehcen hikayelerin olduğundan bahsedelim.
2⃣- KABAK HİKAYESİ
Mesnevi'de yer alan müstehcen hikayelerin en meşhurudur.
Kadın kölesinin eşekle cinsel ilişkiye girmesini kıskanıp kendisi de eşekle cinsel ilişkiye giren ve bunun sonucunda ölen kadının hikayesidir. Nefsin insanı nasıl kötü hallere düşürdüğünü anlatır.
Mevlana burada Cuha dediği kişinin ahlaksızlıklarından ve kadın kılığına girdiğinden bahseder.
Mikail Bayram'a göre burada eleştirdiği kişi Ahi Evran Nasreddin Hoca'dır.
"Sözü kuvvetli, cerbezesi yerinde bir vazeden vardı. Minbere çıkmış vaiz ediyordu. Kadın, erkek herkes minberin dibine toplanmıştı. Cuha da bir çarşaf giyip yüzünü örttü, kadınlar arasına karıştı. Kimse onu tanımıyordu. Bir kadın, vaaz edene gizlice sordu: Kasıktaki kıllar, namazın bozulmasına sebep olur mu? Vaiz dedi ki: Uzun olursa namaz mekruh olur. Ya hamam otuyla ya ustura ile tıraş etmen lazım ki namazın tamam olsun, kabul edilsin. Kadın: Ne kadar uzun olursa namazın kabul olmaz dedi. Vaaz eden dedi ki: Bir arpa boyu uzun olursa tıraş etmek farzdır. Cuha, hemen kız kardeş dedi, bak bakalım, benim kasığımın kılı o kadar olmuş mu? Tanrı rızası için elini uzat da bir yokla. Bakalım, mekruh olacak kadar uzamış mı? Yanındaki kadın, Cuhanın şalvarına el atar atmaz eline aleti geldi. Derhal şiddetli bir nara attı. Hoca, sözüm gönlüne tesir etti dedi. Cuha dedi ki: Hayır, gönlüne tesir etmedi, eline tesir etti. A akıllı adam, gönlüne tesir etseydi vay haline!”