Baba 3.dür ama 2 yani çocuk ve anne babanın araya girmesiyle ayrışır. Erkeğin kadınlara bakışı kendi dişilliğine de bakışıdır. Kendi dişilliğine bakışı da annesiyle ilişkisine bakışıdır. Bu yüzden kadın sevmez erkek kendini de sevemez ki zaten sorunun kökenine giden yol burasıdır
Erkeklerin kendilerini yüceltmeleri kendilerini sevemeyişlerinin acısının üzerine örtülen ince bir battaniyedir.
Annesinden beklentilere uyarak ayrılırken annesiyle ilişkisinde kazandığı özellikleri bastırarak farklılaşmak yani erkek kimliğini edinmek yükünün erkek çocuğunun üzerinde oluşu onun 2. (erkek) başlangıcına ve gecikmesine yol açar. Bu fay erkek egosunun kırılganlığını da açıklar.
Bu mutsuz düzende bazı şeyler değişecekse, bu erkeklerin dişillikleriyle barışmalarıyla birlikte olacaktır. Bu değişim erkeklerin kadınlardan özerkleşmelerinin de imkan şartıdır. Şu anda erkek görünenin aksine kendi dişilliğiyle temas kurabilmek için bir kadına bağımlıdır.
Bu ihtiyaç hem arzuyu hem de arzu duyulana (çünkü erkeğin kendisiyle daha doğrusu kendi dişilliğiyle temasının başka yolu yoktur) bağımlılığı üretir ve kaygı da üreten bu zor ikiliğin kontrolü de kırılgan iktidar mekanizmalarıyla sağlanır.
Bu yüzden yani kendi dişilliğiyle ancak bir "harici kadın" dolayımıyla temas kurabilen erkekler için terk edilmek egolarını çok yaralayıcı bir olaydır zira hem sözü edilen faydan ve gecikmeden ötürü core egoları kırılgandır hem de kendileriyle dişil teması tamamen yitirirler.
Dolayısıyla, tüm cinsiyetlerin özgürleşmesi ancak erkeklerin kendi dişillikleriyle barışmasıyla elde edecekleri özerkliklerinin inşaa edilmesiyle mümkündür. Yoksa erkeklerin kadınların yakasından düşmesi pek kolay değil.
Söylemeden geçemeyeceğim: erkeklerin kendi dişillikleriyle veya (anneleriyle ilişkilerinde oluşan) ilksel benlikleriyle barışmaları ve böylece özerkleşmeleri daha iyiyken kadınlar giderek erilleşiyor çünkü girdikleri kamusal alan eril özellikli bir alan.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Bu kez ve burada da sanatçılar, aydınlar, bilim insanları milletin yükselişinin önündeki engeller gibi yazılmış. Bu bakış açısı da kutuplaştırıcı. İtham etmeye ve küçümsemeye şimdi gelmeyelim ama toplum da gelenek de eleştirilebilir. Bunu da en başta başta sayılanlar yapar.
Bilindik biçimiyle politik seçimlerde seçmenlerin kime veya neye oy verdiğini anlayabiliriz ama niye verdiğini anlamak imkansıza yakın ölçüde zor. Bu seçmen de Türk lirasının değeri düşüyor diye Akp'ye oy veren ama muhtemelen listelere milliyetçi-muhafazakar diye geçecek birisi.
Tr gayet amorf bir ülke. Anayasanın bırakın toplumu siyaseti bile kurma gücü yok. Siyasette de toplumsal yapıda olduğu gibi düzen içinde düzen var. "Düzenli anarşi" gündelik hayatı niteliyor. Kaç tane farklı hatta çelişik Akp gördük. Bu kadar çelişkiyi çözme gereksinimi bile yok.
Normal hayat koşullarının nesnel hukuka patinaj çektirdiği bir ülke Tr.
Böyle bir ortamda, analiz için kullanılan birçok kavram ve nosyon da zemine tutunamayacak ve boşa dönecektir. Bunların arasında milliyetçi muhafazakar da var. Tr'de devletin fiziki şiddet tekeli bile oturmadı
Toplumlarda gelir dağılımı akli kriterlere göre yapılmıyor.
Konuyu akademisyenlik üzerinden düşünelim. Öğretim üyeliğinin en profesyonel meslek olduğuna itiraz edenler az olur sanırım. Sorun sabit gelirli akademisyenlere yönelik popülist politikalar.
Öğretim üyeleri hiç bir zaman üst düzey maaş geliri olan bir kesim olmadı. Statüyle gelir düzeyi örtüşmez ama bazen de gelirin düşmesi statüyü etkiler. Hadi statü de düşsün. Fakat ortada ciddi emek var. Bu emeğin karşılığı pekala istenebilir ama bu değil istenen. GEÇİNEMİYORUZ.
Pulitzer'inki gibi kitaplarda, sosyal komünist bir rejim için herkese ihtiyacına göre, sosyalizmde herkese katkısına göre ilkesi savunulurdu. Maaş karşılaştırması da katkıya yönelik diye düşünülebilir pekala. Ama katkıya göre ilkesi de akli bir ilke. Katkıyı nasıl belirleyeceğiz?
Karikatürleştirecek denli kuşbakışıyla 3 ana benlik modelini ayırabiliriz. İlkine uçan balon modeli diyelim: Sınırları belli ve geçirmez, özerk, kendi bacağından asılan benlik. 2. ve Tr'de yaygın olduğunu düşündüğüm tipte benlik olimpiyat halkaları gibi diğerleriyle iç içe.
Fakat bu bir benlik his ve algısının olmadığını göstermez. 3. tipi ise psikotik yani kimliğini Napolyon ile karıştıran bilindik figür örnekliyor. Tr'de kaynaşma bu derecede ileri değil. Yani insanlara psikotik diyemeyiz. Sembiyozda da bir ayrışma vardır, olmayan özerkliktir.
Aşık, ayrıştığı yani dünyanın kendinden ibaret olmadığını anladığı ama "henüz" özerkleşmediği hâli canlandırır: "Ben sensiz yaşayamam; sen benim her şeyimsin". Ama bunu demek için azıcık da olsa ayrışmak gerekir. Olmayan ayrışma (differentiation) değil ayrılmadır (separation).
Bu söylemin çalışmadığı aşikâr.
Aksine, Akp sert seçmeni koruyup kollandığını düşünüyor ve bunun karşılığında liderine sadakatini sürdürüyor. Bu ilişkiyi tek yönlü olarak hiyerarşik değil, karşılıklı ve tamamlayıcı görüyor. Veren eli üstün kabul ediyor. Demek ki bir şey alıyor.
En başta, özdeğerinin desteklendiğini hissediyor. Yoksulluğunu da onur kırıcı kabul etmiyor. Gelirini toplumsal adalet değil geçim meselesi olarak değerlendiriyor. İşçiliğine bir sınıfa aidiyet üzerinden değil bir meslek olarak bakıyor.
Onun için, soyut Milli topluluğun bireylere hem normatif hem ontolojik üstünlüğü ve önceliği demek olan kolektivistik sadakat, temel hak ve özgürlüklerinden daha önemli. Dine de bir hak çerçevesinde ("din ve vicdan özgürlüğü") değil bir cemaatsel iyi yaşam biçimi olarak bakıyor.
"Chp zulmü" ibaresi dillerden düşmüyor ama sanki Abdülhamit dönemi Osmanlısında özgürlük topraktan fışkırıyordu. Mezkur ahali baskıya karşı çıkmıyor; kendine demokrat. Cumhuriyetle devlet, toplum ve insanların adı değişti ama bu üçlünün aralarındaki ilişkiler ne kadar değişti?
Güç mesafesi Osmanlıda da çok yüksekti. Devlet kutsaldı; meşruiyeti kendinden kaynaklanıyordu. Cumhuriyete de ister istemez örtük olarak taşınan bu anlayış, devlet eliyle yapılan dönüşümlere rağmen isyan edilmesini önlemeye yetti. Yani bazı şeylerin elbisesi değişti, içi kaldı.
Cumhuriyetin kültürel sıfır noktası ilan edilmesi bir hataydı ve karşı devrimcilerin eline koz verilmiş oldu. Böylece başta modernleşme olmak üzere Osmanlıdan Cumhuriyete taşınan kültürel ve siyasi sürekliliklerin üstünün örtülmesi kolaylaştı. Güç mesafesi şimdi de çok yüksek.