1⃣- 4 Ocak 1938 tarihinde Ankara’dan Paris’e çekilen acele kayıtlı bir telgrafta “Vaccin Enterococcique” adında bir ilaçtan 25 kutunun acilen gönderilmesi istenmişti.
Bu sipariş Atatürk’ün hayatta kaldığı son günlere kadar sürüp gidecek olan ilaç siparişlerinin ilkiydi.
2⃣- Bu gelişmelerin yaşandığı sırada çeşitli vazifelerle yurt dışında olan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a kulak verelim:
"Gerçekten bir müddetten beri sağlık durumu pek iyi değildi...
3⃣- İcabında 24-30 saat aralıksız çalışabilen, saatlerce ayakta durduktan sonra dahi ufak bir yorgunluk eseri göstermeyen, o sağlam vücutlu ve demir iradeli Büyük Adam’ın son zamanlarda pek çabuk yorulduğunu ve bunu gizleyemediğini, hayretle karışık bir üzüntü ile görüyorduk."
Abdullah Öcalan'ın affının konuşulduğu tuhaf bir süreçten geçtiğimiz şu günlerde, Atatürk'ün terörle mücadelede uyguladığı tavizsiz ve sağlam yöntemlerden bahsetmek istiyorum.
1⃣- Atatürk terörle müzakere değil mücadele etti. Analar ağlamasın diyerek taviz vermedi, teröristleri Meclis'e davet etmedi, el yükseltip onlara devlet vermeyi de vaad etmedi. Kararlı bir mücadeleyle Pontus terörünün kökünü kuruttu. Nasıl yaptığını anlatıyım.
2⃣- Atatürk, Pontus Terörüne karşı uyguladığı yöntemlerle kısa sürede sonuç almış ve terörün kökünü kurutmuştu.
Neden terör ifadesini kullandım? Terör kelimesi etimolojik olarak “korku salarak dehşete düşürmek” anlamına gelen Latince “terrere” sözcüğünden türemiştir. Arapça kökenli “tedhiş” sözcüğü de Türkçede aynı anlamda kullanılmaktadır. Mondros Mütarekesi sonrasında Karadeniz Bölgesi’ndeki Rum çetelerin yaptığı eylemler, tam anlamıyla birer terör faaliyetidir. Nasıl mı? Gelin beraber inceleyelim.
3⃣- Mondros Mütarekesinin getirdiği ağır şartlar ve asayişteki bozulmayı fırsat bilip bölgedeki Türk nüfusu yok etmek isteyen Pontus çeteleri Müslüman köylerini basıp kadın, yaşlı ve çocuk demeden katliam yapmışlardır.
Siyasi emellerini kanlı eylemlere dönüştürmek için uygun bir ortamın oluşmasını fırsat bilerek kasaba ve köylerinde eli silah tutan herkesi silahlandırmışlardır. Bölgedeki çetelerin en tehlikelisi olan, Bafra civarında konuşlanmış ve mevcutları iki bin46 kişiyi bulan “Nebyan Çeteleri”, Nebyan Dağı bölgesindeki 11 Rum köyünde yaşayan isyancılar tarafından kurulmuştur. İlk kanlı eylemlerini de Kasnakçımermer köyünden iki Müslüman köylü üzerinde tatbik etmişler, bu iki zavallıyı sırt sırta bağlayarak diri diri yakmak suretiyle senelerce devam edecek olan kanlı sahneyi açmışlardır.
Nebyan çeteleri, bu mıntıkada bulunan 6 İslam köyü arasından 150 haneli Çağşur köyüne ani bir baskın düzenlemiştir. Bu baskın, Nebyan çetelerinin giriştikleri ilk toplu faciadır. Bundan sonra yüzlerce benzer katliam yapacaktır bu çeteler. Yalnız Bafra yöresi değil tabiki. Bütün Karadeniz bölgesinde yaşanacaktır bu katliamlar.
Türk Köylüsünü Canından Bezdiren Osmanlı Vergi Sistemi (FLOOD)
1⃣- Osmanlı’da 40 adım uzunluğunda ve genişliğinde olan toprak parçasına DÖNÜM, 60 ila 150 dönüm arasındaki toprak parçasına ise ÇİFT (ÇİFTLİK) denirdi.
Toprağın sahibi devletti. Halk ise, ektiği toprağın sahibi olmayıp bir nevi kiracısı durumundaydı.
2⃣- TAPU VERGİSİ: Köylü, devlete ait toprağı (çiftliği) kiralayıp ekip biçebilmek için Tapu Vergisi öderdi.
Tapu Vergisi kiralanan toprağın bir yıllık ürününün getirdiği gelir kadardı. Bir kez ödeyen toprağı ömür boyu ekip biçebilirdi.
3⃣- ÇİFT VERGİSİ: Tapu Vergisini ödeyip toprağı ömür boyu ekip biçme hakkına sahip olan köylü, evli olmak koşuluyla ayrıca her yıl Çift Vergisi ödemek durumundaydı. Çift Vergisi genellikle 50 Akça olarak alınırdı.
Kurtuluşa Giden Yolda Atatürk'ün Hacı Bektaş Dergahı Ziyareti (FLOOD)
1⃣- Millî Mücadele’nin ilk günlerinde direnişin hangi merkezden yürütüleceği kesinleşmemekle birlikte, Mustafa Kemal başta olmak üzere milliyetçilerin kafasında stratejik ve güvenlik bakımından belirli özelliklere sahip bulunan Ankara hakkında bazı kanaatler oluşmuştu.
2⃣- Ankara’nın halkı vatansever olduğu gibi, yönetici sınıfında Vali Muhittin Paşa hariç Damat Ferit taraftarı hiç kimse yoktu. Bunun yanında Ali Fuat Paşa’nın kontrolünde güvenli bir yer olması, İnebolu limanıyla irtibat imkânı, demir yolu ve telgraf şebekesinden yararlanma kolaylığı, stratejik yollar üzerinde bulunması, işgal altında bulunan yerlere olan mesafesi gibi nedenler Ankara’nın merkez olarak seçilmesinde etkili olmuştu.
3⃣- Sivas’taki çalışmalarını tamamlayan Mustafa Kemal, önceden karar verildiği gibi Ankara’ya gitmek üzere Temsil Heyetiyle birlikte 18 Aralık 1919’da Sivas’tan ayrıldı. Üç otomobille yola çıkan kafile Mustafa Kemal’in yanı sıra Rauf Bey, Temsil Heyeti İstişari Üyesi Ahmet Rüstem Bey ve Yaver Yüzbaşı Cevat Abbas, Mazhar Müfit ve Hakkı Behiç Beyler, Sivas Kongresi Delegeleri İbrahim Süreyya Bey ve Sekreterler, Dr. Binbaşı Refik Bey, Hüsrev Bey ve hizmetlilerden oluşuyordu.
KIBRIS’I İNGİLTERE’YE KİM VERDİ? SULTAN ABDÜLHAMİD Mİ? İNÖNÜ MÜ? (FLOOD)
1⃣- 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda ağır yenilgi alan Osmanlı Devleti Ayastefanos Antlaşması'yla büyük toprak kaybetmişti.
2⃣- Ayastefanos antlaşmasının Rusya'ya sağladığı kazanımlardan rahatsız olan Avrupa devletleri Berlin kongresini düzenlemeye ve antlaşma şartlarını yeniden görüşmeye karar verdiler.
Bu karar II. Abdülhamid'e umut oldu. Sultan, Berlin Kongresi'nde Ayastefanos'un ağır şartlarının yumuşatılacağını, Osmanlı'nın daha az kayıpla süreci atlatacağını düşünmeye başladı. Osmanlı, kongrede yalnız kalmamak için İngiltere’ye başvurdu.
İngiltere ise bir taraftan Rusya ile kendi menfaatlerini korumak amacıyla antlaşma yapmaya çalışırken, diğer taraftan da Osmanlı’nın çaresiz durumundan yararlanmak istiyordu.
3⃣- Osmanlı’nın çaresizliğinden sonuna kadar faydalanmakta kararlı olan İngiltere, olası bir Rus işgali sırasında askerî yardım yapma karşılığında II. Abdülhamid’den Kıbrıs’ın geçici olarak kendilerine verilmesini ve Anadolu’daki Hristiyanlar için ıslahat yapılmasını isteyecekti.
23 Mayıs 1878’de İstanbul Elçisi Henry Layard’a İngiliz Dışişleri Bakanlığından gönderilen bir tel yazısında Abdülhamid’e Kıbrıs’a ilişkin öneriyi kabullenmesi için 48 saat süreli bir ültimatom verildi.
Tel yazısında Abdülhamit'e teklifi kabul etmezse İngiltere’nin dostluğunu geri çekeceğinin ve bunun sonucunda devletin hızla parçalanacağının bildirilmesi isteniyordu.
Bugüne kadar Atatürk'e atılan iftiralara cevap vermeye çalıştım. Sizler de bu mücadeleye destek veriyorsunuz. Peki, Atatürk'e atılan iftiraların tarihi gelişimini biliyor musunuz? Nasıl ortaya çıktı, kimler tarafından yayıldı? Biraz da bundan bahsedelim mi?
1⃣- Atatürk’e karşı sistemli ve bilinçli şekilde yürütülen kara propagandanın temelinde; tarihi olayları çarpıtarak Ata’nın şahsiyetini ve ömrünü adayarak milleti için inşa ettiği Cumhuriyeti, Cumhuriyet devrimlerini itibarsızlaştırma gayreti yatmaktadır.
2⃣- Üzücü olan şudur ki Atatürk’e yönelik algı operasyonu ve kara propaganda sonucunda üretilen efsanelere, uydurma hikâyelere, safsatalara ve hurafelere toplumun belli bir kısmı inanmaktadır.
3⃣- Atatürk döneminde camilerin ahır yapıldığı mevzusundan tutun Kur’an-ı Kerim okumanın yasaklandığına, Atatürk’ün İngiliz ajanı olduğundan validesi Zübeyde Hanım’a atılan iftiralara kadar onlarca, hatta yüzlerce yalan, hurafe, iftira....