Zübeyde Hanım öldüğünde Atatürk emir eri Ali’ye sordu:
“Bir haber var mı?”
“Şifre geldi ama çözülmedi” cevabını alınca:
-Annemin öldüğünü biliyorum, dedi. Bir rüya gördüm. Yeşil tarlalarda annemle dolaşıyordum. Birden bire bir fırtına çıktı, anamı alıp götürdü." #AnnelerGünü
1- Atatürk, annesinin mezarı başında şunları söyledi:
“Zavallı validem bütün millet için mefkûre olan İzmir’in mukaddes topraklarına vücudunu vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm yaratılışın en tabii bir kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne hazin tecelliler arz eder.
2-Burada yatan validem, zulmün, cebrin bütün milleti felaket uçurumuna götüren keyfi bir idarenin kurbanı olmuştur. Abdülhamit devrinde idi. 1905 yılında mektepten henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana tesadüf etti.
3-Hakikaten bir gün beni aldılar ve despot idarenin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Validem bundan ancak hapishaneden çıktıktan sonra haberdar olabildi ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç beş gün görüşmek nasip oldu.
4-Çünkü despot idarenin casusları evimizi sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Validem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Beni sürgün yerime götürecek olan vapura bindirirlerken benimle görüşmekten men edilmiş olan validem,gözyaşlarıyla Sirkeci rıhtımında terk edilmiş bulunuyordu.
5-Sürgün yerinde geçirdiğim mücadeleler onun hayatını ıstıraplar ve gözyaşları içinde geçirtmiştir.
Mütareke zamanında Anadolu’ya geçtiğim vakit, validemi mustarip bir halde İstanbul’da terke mecbur olmuştum.
6-Yanımda kendisinin refakatime verdiği bir adamım vardı. Bunu Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim zaman validem, bu adamın yalnız olarak geldiği için benim hakkımda padişah tarafından verilmiş olan idam kararının infaz edildiğini zanneylemiş ve bu zan kendisini felce uğratmıştı.
7-Padişah ve hükümetin ve bütün düşmanların daima baskı ve işkencesi altında kalmıştı. Evi bin türlü sebep ve vesilelerle basılır ve aranır, kendisi rahatsız edilirdi. Validem 3,5 senelik bütün gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi.Bu gözyaşları ona gözlerini kaybettirdi
8-Validemin kaybından şüphesiz çok üzgünüm. Fakat bu üzüntümü gideren ve beni teselli eden bir husus vardır ki, o da anamız vatanı yok olmaya götüren idarenin artık bir daha dönmemek üzere yokluk mezarına götürülmüş olduğunu görmektir.
9-Validemin kabri önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği hâkimiyetin muhafazası için gerekirse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Milli hâkimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.
"Mesnevi'yi okudum, böyle hikayeler yok" diyenler oluyor. Arkadaşlar sizin okuduğunuz tam metin değildir. Sansürlüdür. Bu hikayeler Mesnevi'de var.
1⃣- Şimdi Mesnevi'nin hangi cildinde hangi müstehcen hikayelerin olduğundan bahsedelim.
2⃣- KABAK HİKAYESİ
Mesnevi'de yer alan müstehcen hikayelerin en meşhurudur. Kadın kölesinin eşekle cinsel ilişkiye girmesini kıskanıp kendisi de eşekle cinsel ilişkiye giren ve bunun sonucunda ölen kadının hikayesidir. Nefsin insanı nasıl kötü hallere düşürdüğünü anlatır.
3⃣- Cuha’nın Çarşaf Giyip Kadınlar Kılığında Camiye Girmesi
Mevlana burada Cuha dediği kişinin ahlaksızlıklarından ve kadın kılığına girdiğinden bahseder.
Mikail Bayram'a göre burada eleştirdiği kişi Ahi Evran Nasreddin Hoca'dır.
Atatürk'ün sansürlenen mektubu ve çok tartışılan "İkra, Bismi, Rabbi" meselesi.
Atatürk’e din üzerinden saldıranların en büyük dayanaklarından birisi Tevfik Bıyıkoğlu'na yazdığı mektuptaki ifadelerdir. Bir kaç maddeyle açıklayacağım, sizler de sonuna kadar okuyun lütfen.
Mektupta geçen ifadeler şu şekilde, ancak öncesi ve sonrası var.
"Arabistan Yarımadası’nın kumsal çöllerinden; (ikra, bismi, Rabbi) safsatasını esas tutmuş olan Araplar, uygar dünyada, bilhassa Türk zengin uygar bölgelerinde bu ilkel ve cahiliyet devrinin simgesi olan ilkeye dayanarak yapmadıkları tahrifat kalmamıştır."
1⃣-Atatürk, 1931 yılında liselerde okutulmak üzere akılcı ve bilimsel nitelikte yeni ders kitapları hazırlatılmasını istemiştir. Kitapların İslam tarihi ile ilgili bölümlerinin yazılması işini de Türk Tarih Kurumuna, o zamanki adıyla Türk Tarihi Tetkik Cemiyetine vermiştir.
Cemiyet, İslam tarihi ile ilgili bölümleri hazırlamak üzere Mısır’daki ünlü El Ezher Camii ve Üniversitesi mezunu Zakir Kadiri’yi görevlendirmiştir. Kadiri, ders kitapları için hazırladığı “İslam Tarihi” ve “Türklerin İslam’daki Yeri” konularını, Camii Ezher Medresesi şeyhlerinin kabul ettiği Arap milliyetçiliği düşüncesine göre hazırlamıştır.
Atatürk, Zakir Kadiri’nin hazırladığı bölümlerde Arap milliyetçiliğine ve bilim dışı değerlendirmelere yer verildiğini görüp buna itiraz etmiş ve bazı düzeltmelerin yapılmasını talep etmiştir. Ancak düzeltmeler istediği şekilde yapılmayınca öfkelenerek, fotoğrafta gördüğünüz cemiyet başkanı Tevfik Bıyıkoğlu’na çok sert bir mektup yazmıştır. Aslında Atatürk meşhur “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” sözünü de bu mektupta kullanmıştır.
2⃣-Atatürk akıl ve bilimi göz ardı ederek yazılan, Arap milliyetçiliği ve dinsel bilgilere dayanan yanlı bir İslam tarihi anlatısının liselerde okutulmasına karşı çıkmıştır. Uyduruk tarih yazmayı, hiç yazmamaya tercih etmiş ve Tevfik Bıyıkoğlu’na ateş püskürmüştür:
“Tevfik Beyefendi!
Zakir Kadiri’nin ahmakçasına notlarını düzeltirken bu noktalara da dikkat buyurunuz. Bu münasebetle yüksek heyetinizin başkanı bulunan size hatırlatırım ki, yeni dünya ufuklarına açacağınız yeni tarih semasında dikkatli olunuz. Sonradan, uydurma bir eser meydana getirerek ardından pişman olmaktansa, hiçbir eser meydana getirmemek beceriksizliğini itiraf etmek daha iyidir. İlim alanında şüpheli olmak Mısır’ın Camii Ezher’i mezunlarına inanmaktan daha iyidir.
(…) Her şeyden önce kendinizin dikkatle ve itina ile seçeceğiniz belgelere dayanınız. Bu belgeler üzerinde yapacağınız incelemede her şeyden ve herkesten önce kendi karar verme yetinizi ve ince Millî süzgecinizi kullanınız. Sizi büyük hedefe ancak bu görüşlerden kıskanç olmak ulaştırabilir. Yoksa dünyanın bin bir şarlatanı ve bin bir milletin tarihşinas yaşayan sokak politikacısının ve bunları yüksek ölçekte temsil eden Camii Ezher kaçkınının oyuncağı kılar!
Bana bu kadar söz söyleten nedeni açıklayayım:
Camii Ezher kaçkınını bulan sizsiniz. Eseri diye, Ankara’dan ayrıldığım son gün önüme koyduğunuz örümcek Arap yazılı paçavraları okuduğunuz zaman derhal itirazımı serdetmiştim. Bunu nazarı dikkate alacağınızı vaat etmiştiniz! İncelemenizden sonra bana verilen yazılar o kadar sersem ve cahil ve Camii Ezher kaçkını bu adamın mahsulü olduğunu gördüm ki, sizi rencide edecek bir söz söylemeden bu paçavralar üzerinde yeniden çalışmaya mecbur oldum. Bu sözlerimi sizi utandırmak için yazmıyorum. Bu yazılarımı, bundan sonraki mesainizde dikkat ve intibah dersi olması için yazıyorum. (…) Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtan bir hal alabilir. Siz buna razı mısınız?”
ŞEMS'İN MEVLANA'NIN EVLATLIĞI KİMYA HATUNLA EVLENMESİYLE BAŞLAYAN OLAYLAR (FLOOD)
1⃣- Şems'le tanıştıktan sonra değişen Mevlana'nın ibadeti bırakmasının, halktan uzaklaşıp bütün zamanını Şems’le geçirmesinin dedikoduya neden olduğunu ve Konya ahalisini kızdırdığını yazmıştık...
2⃣- Konya'nın ileri gelenleri Mevlânâ gibi büyük bir âlimin Şems gibi meczup bir dervişin peşine düşüp medreseyi terk ettiğinden yakınarak Sultan’ın huzuruna çıkıp Mevlana'yı tekrar kendilerine döndürmek için aracı olmalarını istemişler, ancak Sultan bu işe sıcak bakmamıştı.
3⃣- "Artık onun yüzünü göremiyoruz, önce olduğu gibi yanına varıp oturamıyoruz. Bu adam büyücü olmalı ki büyüyle, efsunla şeyhi kendisine bağladı." diyen ahali Şems'ten iyiden iyiye rahatsız olmaya başlamıştı.
ŞEMS'İN KONYA'YA GELİŞİ VE MEVLANA'YI DEĞİŞTİRMESİ (FLOOD)
1⃣- Mevlana Şems'i tanımadan önce medresede fıkıh ve din üzerine dersler veren bir âlimdi. Bilim meraklıları ile sohbet edip fikir tartışmaları yapar, aynı zamanda üzerinde uzlaşılamayan dinî meselelerde fetva verirdi.
2⃣- Mevlânâ’yı çok seven Konyalılar onun ibadetlerine, perhizlerine ve ilmini hayran olmuşlardı. Mevlânâ’yı dinin kılavuzu olarak görüyorlar, onun huzuruna çıkıp duasını almayı bereket sayıyorlardı.
3⃣- Tam bu sırada Şems-i Tebrîzî adında tuhaf görünümlü yaşlı bir derviş çıkageldi.
Şems’i gördükten sonra Mevlânâ bambaşka bir kimliğe bürünecek, medresede ders vermeyi bırakacak, vaktinin çoğunu halvette geçiren, şiirler yazan, cezbeli bir sûfîye dönüşecekti.
Necip Fazıl neden Atatürk ve devrimlerin düşmanı oldu? (Arşiv belgeleriyle)
Dikkatle okuyunuz.
1⃣- 1943 yılına kadar Necip Fazıl, bildiğimiz siyasi kimliğinin tam aksi işler yapmış, cumhuriyet düşmanlarına göz açtırmamış, Atatürk ve cumhuriyet devrimlerini hararetle savunmuştu.
2⃣- Necip Fazıl Büyük Doğu Dergisini Aslında CHP İçin Kurdu!
1943 yılının Mayıs ayında Necip Fazıl, Büyük Doğu isimli bir dergi kurduğunu ve CHP ölçülerine uygun yayın yapacağını söyleyerek CHP’den dergi için 5000 lira kefalet ücreti istedi.
3⃣- Bu sürede Atatürk'ü öven yazılar yazdı. Büyük Doğu'nun onuncu sayısında "Atatürk dirilecektir" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
1⃣- 4 Ocak 1938 tarihinde Ankara’dan Paris’e çekilen acele kayıtlı bir telgrafta “Vaccin Enterococcique” adında bir ilaçtan 25 kutunun acilen gönderilmesi istenmişti.
Bu sipariş Atatürk’ün hayatta kaldığı son günlere kadar sürüp gidecek olan ilaç siparişlerinin ilkiydi.
2⃣- Bu gelişmelerin yaşandığı sırada çeşitli vazifelerle yurt dışında olan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a kulak verelim:
"Gerçekten bir müddetten beri sağlık durumu pek iyi değildi...
3⃣- İcabında 24-30 saat aralıksız çalışabilen, saatlerce ayakta durduktan sonra dahi ufak bir yorgunluk eseri göstermeyen, o sağlam vücutlu ve demir iradeli Büyük Adam’ın son zamanlarda pek çabuk yorulduğunu ve bunu gizleyemediğini, hayretle karışık bir üzüntü ile görüyorduk."