Hilton, mimari açıdan hep bir şekilde yargılanır. Önemini çeşitli şekillerde ortaya koyarak tartışmak, genellikle her tartışmada olduğu gibi "iyi-kötü" kavramları ile birlikte tartışmaktan çok daha mantıklı olur, ki iki ucu olan tartışmalar hiçbir zaman anlamaya yardımcı olmazlar
Oldukça net ve rasyonel ilkeler ile tasarlanan bina, Türkiye'de mimari kültür açısından "modern" mimarinin kendisini kamusal alanda, silüette belli eden ilk uygulamalarından biridir. Daha önce görülmemiş malzemeler, pratikler ve uygulamalar bu proje ile deneyimlenmiştir.
İstanbul'da önemli bir noktaya uygulanan bina için aynı zamanda 1950'lerde mimari kültürün "Batı" etkisinde geliştiğini gösteren en önemli örnek olduğunu söyleyenler de vardır.Modern tarzı Türkiye'de öğreten yapı olduğunu veya coğrafyaya uygunsuzluğunu +
+ en ilkel rasyonalist şemaların kullanıldığını söyleyen çeşitli görüşler mevcut. Eldem'in yapıya olan eklerinin çelişkili veya iyi bir kontrastta olduğu da tartışılmıştır. Yine iki ucu olan bir soru sorarak bir çıkmaz yaratma derdinde değilim, meraktan bir soru, fikriniz nedir?
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Son günlerdeki Perpa linci hakkında ben de eksik kalmayıp kısaca bir şeyler yazayım bari.
Perpa 1980'li yılların belediyeciliğinin en büyük eserlerinden. O kadar büyük ki toplam kapalı alanı 700 bin metrekare civarında. Bu alan hesabı pek bir anlam ifade etmeyebilir, zaten
400 metre boyunca uzanan monoblok kütlesinden ne kadar büyük olduğu anlaşılıyor. Yapının hedeflediği şey, kendi içinde bir çarşıdan ziyade mahalle kurmak diyebiliriz belki.
Aslında 7. kattan 8. kata çıkmak için 11. kata inip oradan inmek geyiği bence de komik. Ama bu mekansal
bir tercih olarak karşımıza çıkıyor günün sonunda. Sevkiyatları, nakliyatı bir anlamda kolaylaştırmak için katlar arasında farklı geçişler düzenlemiş. Yani burada bir sorun bulmaya çalışıyorsak, katlar arasındaki yönlendirmenin eksikliğini söyleyebiliriz belki.
İstanbul'un haritalanması için emek harcayan Jacques Pervititch'in 1922-45 yılları arasında ürettiği sigorta haritalarının ve Pervititich'in hikayesi, 2000 yılında Müsemma Sabancıoğlu'nun çalışmaları sonrasında açıklık kazanmıştı. Bilgilere göre, aile 1880 yılında İstanbul'a
geliyor. Pervititch'in haritacılık eğitimini nerede aldığı bilinmese de, 1939 tarihli bir haritasını bağışladığı okulu Saint-Joseph'ten 1894 yılında mezun olduğu biliniyor. 23 yıl boyunca İstanbul'u haritalayan Pervititch'in tek başına çalışmamış olma ihtimali üzerinde duruyor
ve 1946-52 yılları arasında Beyoğlu haritalarını çizen Suat Nirven'in de kendisi ile çalışmış olma ihtimalinden bahsediyor Sabancıoğlu: "1922 Mart'ına tarihlenen ve Beşiktaş bölgesine ait 15 harita bölümünü tek başına, bir ayda tamamlayamazdı."
İstinye'nin şimdiye kadar ulaşabildiğim en eski fotoğrafı, 19. yy ikinci yarısından olduğu kesin.
1. Dünya Savaşı sırasında, tersanenin de öneminin artması ile sahil hattında yapılaşma ve nüfus artıyor. Özellikle 19. yy sonundan itibaren bölgedeki taş ocakları ve tersane çok etkili.
Istinye'ye dair birçok fotoğrafın tersane/gemi içerikli olması da tersanenin ve koyun önemini gösterir.
En bilindik ismi ile Erbilgin Yalısı. Arsadaki ilk konutu kimin yaptığı bilinmese de 18. yüzyılda gayrimenkul zengini Düzoğlu'nun bir yalısı olduğu bilgisi mevcuttur. Diğer sahipleri; kayıtlarda Hristo (1810), Misak Bedros (1841), Münir Paşa ve Şehzade Burhaneddin Efendi (1908) +
Yalının karşısında yalıya ait bir bahçe bulunur. Bahçenin içerisindeki 2 adet köşk de yalıya aittir. Fakat bu köşkler her ne kadar eski gibi görünseler de Erbilgin Ailesi'nin yalıya sahip olduğu dönemde bahçenin içerisine yapılmışlardır. 1982'de olmayan köşklerin 2006 görüntüsü +
Yolun diğer tarafındaki bahçeye geçiş için kullanılan kemerli köprü, Menderes döneminde 1957'de sahil yolu yapım çalışmalarında yıkılmıştır. Yalıdan bahçeye geçiş bugün direkt olarak olmasa da, yıkılan köprünün kemer kalıntıları bugün hala mevcuttur. +
İstanbul'da özellikle 19. yüzyılda yaşanmış salgın hastalıkların yayılma sebepleri mahallelerin içinden geçen derelerdi. Kanalizasyon sisteminin eksikliği sebebiyle mahallelerde çukurlar açılır ve çöpler bu çukurlara boşaltılırdı. 19. yüzyılda Kasımpaşa mahallesi ve deresi.
Abdülhamit döneminde Saray Başkimyageri olarak görev yapan Bonkowski Paşa, pislik ve hastalık barındıran bu dere ve çukurların ıslah edilmesini öneriyordu. 1892 salgını ile birlikte çalışmalar hız kazandı ve derelerin ıslah çalışmaları başladı. Bu dönemde bir diğer önemli figür+
Münih'te bakteriyoloji alanında uzman olan Prof. Rudolf Emmerich'tir. 1895 yılında İstanbul ikinci bir dalga salgın yaşayınca padişahın isteği ile uzmanlardan İstanbul için raporlar istendi. Emmerich bizzat kente gelip raporlarını, yapılması gerekenleri saraya sundu.
1930'larda modernizmin Türkiye içerisine de kendini göstermeye başlaması ile çeşitli eleştiriler de yapılmıştır. Aynı dönem karikatürlerinden biri;
-Senin şu köşkün planını verir misin?
-Ne o, aynısını mı yaptıracaksın?
-Hayır, kapıyı bulmak için şimdiden tetkikata başlayayım
Polis: Gecenin bu saatinde elalemin evinin pencerelerini yokluyorsun ha?
-Yok yahu, burası kendi evim, kapının nerede olduğunu unuttum da onu arıyorum...
-Pardon monșer, yanlış oturdunuz, o iskemle değil masadır!