1882 - 83 yıllarında basılmış olan "Ev Kadını"nın yazarı Ayşe Fahriye(!) ciddi bir kitlenin onayı ve desteğini almak için kitabın önsözünde oldukça popülist yaklaşımlarda bulunmuştur.
Bunlar genellikle kitaba göz atan her erkeğin kafa sallayarak onaylayacağı söylemlerdir.
Bu cümlelerden bir kaçını sunalım ki konu net anlaşılsın;
"Mevsimine ve arzuya göre latif ve nefis yemeklere ulaşmak ise ancak evin iç idaresi vazifesiyle sorumlu hanımlardan beklenir"
Bu giriş taksiminden sonra vitesi ağır ağır büyütmeye başlıyor Ayşe(!).
"böyle mühim bir asli vazifeyi üstlenmek 1.sınıf büyük ailelerden olan hanımefendilerin göreviyken, çoğu işlere tenezzül şöyle dursun meydana gelen israfa bile dönüp bakmadıklarından, insafsızlığa alışan erkek aşçılardan arzu etmedikleri sürece nefis yemekler görülemediği gibi +
+ gerçek masrafın bir kaç mislini harcamak zorunda kalan maazallah evin erkeği başka başka işler yapar veya borç içinde türlü felaketlere uğrar.
İkinci sınıf aileler de aynı bu halde olmalarının dışında erkek işçilere de güçleri yetmediğinden Arap işçiler ve ....+
+ derme çatma hizmetçilerin ellerindedir. Bunlar israfla beraber ağız tadıyla da yemek hazır hazırlayamadıkları gibi tarifle de yemek yapamazlar.
+ Üçüncü sınıf ailelerin yemek pişirme konusunda bilgileri gayet sınırlı ve düzensiz olduğundan, ayda yılda bir fevkalade yemek pişirmek istediklerinde hem beceremezler hem de bir kap yemeği hazırlamak ve pişirmek için sabahtan akşama kadar mutfaktan çıkamazlar"
Daha baştan gelinlerini beğenmeyen, ev idaresindeki titiz kaynanaları ve eli sıkı beyleri yanına alır Ayşe Fahriye. Daha sonra kitabı yazma eylemini anlatırken "bu vazifeyi kendime hemcinslerim arasında bir şeref bildim" diyerek kadın olduğuna inancı sağlamlaştırmaya çalışır.
Dediğine göre bu işe başlamaya "Şehirli hanımların çoğu yemek pişirmek ve ev düzenini üst baş süsüne tercih ettikleri için" karar vermiş. Ayşe hanım bu noktadan sonra eleştirinin dozunu iyice artırıyor.
"Yemek pişirmek ve düzenlemek yoluna girmeden terzilere başvurarak sürekli mükemmel bir şekilde gezip durmak ve oturup kalkmak isteyen hanımlar bu hayallerinin boş hayallerden ibaret kalacağını ince düşünürlerse onaylayacak ve bu çeşit çabalar başladığında bize hak vereceklerdir"
Böylece doğru düşünme şeklini ve yolunu da verir Ayşe Fahriye(!). Başka bir yere olta atar ve müjde verir;
(Böyle olduğunda erkeklerin) ...Kendi eşleri hakkında içten sevgileri artacağı gibi hatta eşleri çirkin olsa bile kendilerinden daima hoşnut kalacakları tecrübeyle sabittir.
Bakmış bu çirkin edebiyatı işe yarar, tutabilene aşk olsun Ayşe Fahriye'ciği, başlamış veryansın etmeye;
"Onun için kendini, rahatını ve namusunu bilen erkekler daima hanım hanımcık, sadık ve iffetli eşler ararlar hatta güzel olmasın da güzel huylu ve terbiyeli olsun derler"
"Fakat bir erkek ne kadar soysuz ve alçak olsa bile yine "Bir kız bulun kirli etekli ve avare olsa da güzel olsun" demez çünkü övülmeye değer ahlakı, güzellik ve çekiciliğe hayvan bile tercih eder, onun gösterdiği tavır ve hareket insan olana büyük ibrettir"
Güzel kadınlardan soysuz ve alçak erkekler hoşlanır"dan sonra da salvolar devam eder;
"Söylediklerimizin ne kadar izahına girişilse de parasını ve vaktini gezmeye ayıran, AŞÇI DÜKKANINDAN YEMEK GETİREN, terzilere esir olan, evi gelişigüzel idare eden hanımlara tesiri olanaksızdır
Ve öldürücü darbeyi vurur;
"Müslüman kadınlarımızın yaratılıştan gelen yetenekleri, dinen borçlu oldukları iffetleri gereğince bu gibi örnekler nadiren görülmekte olduğundan söylediklerimin diğerlerince dinlenmemesi bizi pek de üzmez"
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
1)Evinizi herhangi bir konuda sigorta ettirmeden önce iki kere, "EUREKO Sigorta Anonim Şirketi"ne ettirecekseniz bir kaç kere daha düşünün
Çünkü sigorta şirketinin davranış şekli sizi, komşularınızla karşı karşıya getirebilecek durumlara sebep olabilir
Bizim apartmandaki gibi+
2) Olayın başlangıcı şöyle: Apartmanın su giderinde bir arıza oluyor ve alt kata su akmaya başlıyor.
Tesisatçı geliyor, onarım yapılıyor. Giderler, apartmana bölünüyor. Herkes kendine düşen kısmı ödüyor. Daire sahibi evini sigortalatmış olmanın rahatlığıyla hasar gören bölgeyi boyatmak için sigortaya haber veriyor. EUREKO Sigorta adam gönderip problemli yeri boyatıyor.
3)Haftalar sonra icra dairesinden "İlamsız takiplerde ödeme emri" geliyor. Su akan daire haricindeki herkese. Bütün apartman sinirleniyor, çok yıllık tanıdık ve samimi bir ev sahibi olmasa çoğun kişi o öfkeyle kapıya dayanacak. Ne olduğunu anlamak için telefon açılıyor. Komşu son derece samimi ve mahçup.
"Böyle bir şey olacağını bilsem asla sigortaya gitmezdim. Ben niye 3000 lira için bütün komşularımla kötü olayım? Ben onca zaman sigortaya neden prim ödedim o zaman" diyor +
Bizim bir lafımız vardır. "Ağzını büzüşünden Ömer diyeceği belliydi". Bu atağı daha önceden konuşmuştuk. Dünya et pazarı yıllık 1 trilyon dolar civarı. Şimdi bakalım böcekle beslenmeyi tavsiye edenlerden nasıl bir atak gelecek? Yani iş #CnnTürkHaddiniBil ile bitecek falan değil
Bu konu yakında çok daha sık gündeme gelecek. Asıl eğlence "böcek ile bütün protein ve mineral ihtiyacı alınır ve lezzetlidir. Böylece dünya kaynakları daha az kullanılır"cılar ile "yapay et en hijyeni, lezzetlisi ve yararlısıdır"cılar arasında geçecek
Böcekçilerin ortaya koyacağı savları bilmiyoruz ama yaratılan trendlerle suni etin destekçileri artıyor. Şu anda suni et tüketicileri arasında "fleksitaryen"ler olarak adlandırılan bir grup da var. Fleksitaryen "esnek" ve "vejetaryen" kelimelerinin bileşiminden oluşuyor.
Salah Birsel'in "Bülbül Şakaşukaları"nda alkol ve bülbül hakkında şöyle bir bölüm var;
Bülbüller bir de içkiye düşkündür. Buldular mı bir dolu içerler. Ama bu gerçeği bilginler değil, tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun annesi Hacı Fatma Hanım saptamıştır.
Bunun için de bülbülleri günlerce, Göztepe’deki evinin bahçesinde, dürbünüyle gözetlemiştir. Fatma Hanım gözlemlerini şöyle dile getirir:
— Bir bülbül ala sabah, sözgelişi bir vişne ağacına gelip konar. Yirmi otuz kadar vişneyi gagasıyle deştikten sonra çekip gider.
Akşam, yine gelir. Vişnenin kuş gagasıyle deşilen yerinde meyve suyu mayalanmış, bir likör ya da şarap oluşmuştur. Kuş, akşamın “garipler sersemliği” denilen bu son saatinde bir iki vişneden kendi elceğiziyle hazırlanmış içkinin ilk yudumlarını içince şöyle bir silkinir, .....+
Dün "Alkol hakkındaki Gerçekler" belgeselini izledim. Yanılıyor olabilirim ama İngiliz Devletinin kişi başı alkol tüketimini azaltmak için desteklemiş olduğu hissi doğdu içime. Programın “zokası” yani insanları yakaladığı nokta ise “Fransız paradoksu”ydu. Nedir Fransız paradoksu?
Fransızlar doymuş yağı çok tüketmelerine rağmen Fransız halkında koroner kalp hastalığının görülme sıklığının nispeten düşük olması.
1990’ların başlarında 2 bilim adamı Fransızların içtiği şarabın beslenmelerinin sağlıksız yönlerini ortadan kaldırdığına dair bir tez sunmuş.
Kırmızı şarabın damarlarını genişlettiği ve kan basıncını düşürdüğünü ileri sürmüşler. Sebebi ise polifenol denilen maddeler. Şaraba rengini ve tadını veren üzümün tomurcuklarından ve kabuğundan gelen doğal kimyasallar. Sonuçta büyük bir kadeh kırmızı şarap dediklerini onaylıyor.
Bu hafta da kaçak içkiden ölenlere dair haberler çıktı. İçki fiyatının, konulan vergiler nedeniyle çok yüksek olması, bir takım kişilerin bundan ciddi kazanç sağlayabileceklerini düşünmesine neden oluyor. Bu da seri ölümlere. Peki Osmanlıda da benzer şeyler yaşanıyor muydu?+
2)İmparatorlukta içkiden alınan vergi ne miktardaydı? Kaçak içki yapımı var mıydı? Evlerde alkol üretimi yapılıyor muydu? Hatta daha da ileri gidelim, 2. Abdülhamid döneminde, basılan yemek kitaplarında, sansüre rağmen içki yapımının öğretildiği yemek kitapları basılıyor muydu? +
Cevabımız: Evet. Devlet alkol yüzünden insan kaybındansa alkol ve içki yapımını öğreten yemek kitabı baskısına izin vermişti. Ayşe Fahriye'nin "Ev Kadını" kitabında şaraptan şampanyaya, rakıdan mastikaya bir çok içkinin tarifi bulunmaktadır
Matbah-ı Amire yani saray mutfağı. Türk yemek kültürüne büyük katkı yapan Osmanlı saray mutfağının ilk örneğinin kalıntıları 19. yüzyıla kadar var olan Bursa Bey Sarayında olduğu anlaşılmaktadır
"ilk örneğinin"den sonra olması gereken virgül yok, kusura bakılmasın
Osmanlı sarayında en çok tüketilen et, koyun etidir. Bunu tavuk eti takip eder. Tavukların alımından mutfaklara dağılmasına kadar olan süreçle tavukçular (mâkiyâniyân) ilgilenirdi. Hasbahçe’de kurulmuş olan mâkiyân kârhânesinin idarecisi "sermâkiyân" yani tavukçubaşıydı.