Merkez Bankası'nın Haziran sonu swap sonrası net rezervleri -27 milyar dolar. Yani kasa ekside, fakat yükümlülükler ileri tarihli olduğu için kırılgan yapı sürdürülebiliyor. Tabii her ay daha da bozulmak kaydıyla. Bu veri en son 2002 başında eksi düzeydeydi. +
Esasında bu yapılanlar para politikası değil, hukuk işlese Danıştay'a başvurup TCMB'ye rahatlıkla geri adım attırabilirsiniz. Peki neden uzun vadede TL için bu kadar karamsarız? Çünkü en nihayetinde dış borçların ödenebilmesi için klasik merkez bankacılığına dönülmek zorunda.+
İşte o zaman bu swapların kapatılması gerekecek, üstüne belirli bir miktar net rezerv de lazım. Düşünün ki piyasadan 60 milyar dolar alıp geleneksel politikaya geçmek isteseniz dolar kuru kaç olurdu? Tabii bu kadar basit değil. Faiz de artacak ve IMF anlaşması da olacak.
Ekonominin siyasetle iyi ve kötü tarafta bütünüyle ilişkili olduğu bir dönemdeyiz. Çok kez belirttiğim gibi 1 Temmuz itibarıyla yepyeni bir Türkiye ekonomisine girdik; önümüzdeki 1 yıl önce bunun sarsıntıları ardından da yıkımını yaşamakla geçireceğiz. Geriye dönüş artık yok!
Not: Swap diye bir rezerv politikası yok. Bu yüzden de muhasebeleştirme standardı yok. Vade yapısına ve kaynağına bağlı olarak birbirine yakın farklı net rezerv hesaplamaları olabilir; bu farklar sonucu etkilemez.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
BORSADA KAYBEDENLERE TAVSİYELER
Öncelikle geçmiş olsun. Anaparanızı koruyorsanız daha sakin olun. Paranın zaman değerinden ötürü, ilk yatırımınızı mevduata koyduğunuzda ulaşacağı değeri hesaplayın. Onun yarısına kadar inmemişseniz oyuna devam edebilirsiniz.+++
2-Bu miktarın da altındaysanız; buradan kazanıp dışarıda yiyenlerin kaynağı siz olmuşsunuz. Gurur yapmayın, direkt borsadan çıkın, bu başarısızlıkla kalanı da yitirirsiniz. Borsa herkese uygun değildir. Bunu kötü top oynayan çocuğun sahaya artık gelmemesi gibi görün.
3-Olan oldu, ne kadar kaybetmiş olursanız olun, yüzleşmedikçe aynı kayıplar sürer. Yüzleşmek demek, kaybettim demek değildir. O zaten malum, hesap bakiyesinde görülüyor. İyi bir strateji kurmuş olsanız bile, bunun çalışmadığını kabul edin. Teoride iyi pratikte kötüyse, kötüdür.
Bugün Bloomberg'teki Türkiye'nin BRICS'e resmi başvuru haberiyle, Türkiye'nin dış politik tercihleri ve haliyle dış finans bulma kapasitesine dair yeni soru işaretleri oluştu. Önce BRICS'e, ardından Türkiye'nin ilgisine ve en sonda da piyasalara etkisine değinelim.+
BRICS; S harfinin ifade ettiği Güney Afrika olmadan, BRIC ismiyle Rusya'da 2009 yılındaki liderler zirvesiyle kuruldu. BM'de daimi temsil edilmeyen ama belirli ekonomik büyüklüğe ulaşan Brezilya ve Hindistan küresel güç sahnesine çıkmak istediler. 2010'da Güney Afrika da katıldı+
ABD'nin başını çektiği ve Soğuk Savaş dönemindeki kadar sıkı bağları olmayan Batı baskınlığı dengeleyecek bir yapı amaçlandı. Fakat BRICS üyelerinin aralarındaki uyumsuzluğu ve çıkar çatışmaları; NATO gibi askeri veya AB gibi siyasi, iktisadi ve kültürel birliğe imkan tanımadı.+
Değerli arkadaşlar, enflasyon ile kur ve faiz ilişkisi konusunda kafanız epey karışık. Bu konuyu çözmemiz gerekiyor. Yoksa hatalı ekonomi politikaları yüzünden düştüğümüz çukurun içinden hiç çıkamayız. Ayrıntılı anlatıyorum. Ardından genel soruları yanıtlayacağım.+
Mart 2018'de iktisadi buhrana girene kadar; ana sorunumuz dış borç ve ona bağlı döviz kuru artışlarıydı. Daha Nas yoktu. Enflasyonun büyük ölçüde nedeni dövizdeki artışlardı. Henüz büyük şoklar yaşamamıştık ve ekonomi yönetimine karşı önyargı azdı. Döviz rezervleri de yeterliydi+
Zaten Temmuz 2018'de başlayan büyük kur şoku da faiz artırımları ile bertaraf edilebildi. Bunun enflasyon etkisi sınırlı oldu. Çünkü 2019'da döviz rezervlerinin gizli satışıyla kur hızla düşürüldü. Başka teknik nedenler de var. Böylece enflasyon yükseldi ama patlamadı.+
1- TÜİK'in gelir dağılımı istatistikleri yayınlandı. Verilerle oynanmadığını varsaysak bile sonuçları dikkate alamıyorum. İlk neden beyana dayalı olması ki bizde kayıt dışı çok ve varlıklı kesim gelirini saklıyor. İkincisi en yüksek gelirli %1'lik kesime dair veri yok. Ama asıl neden başka+
2- Çünkü gelir adaletsizliği değil, asıl servet adaletsizliği önemli. Maalesef bu Türkiye'de ölçülemiyor, Pikketty'nin başını çektiği araştırma grubunun bulguları ise artık güncel değil. Servet ve gelir arasında büyük fark var ancak son birkaç yıldaki anlam farkı iyice büyüdü.
3- Enflasyon ve döviz kuru artışının üzerinde maaş zammı dahi alsanız; hatta ölçülen değil hissedilen enflasyonu dahi aşsanız; varlıkların değeri çok yukarı gittiği için, eğer mülk sahibi değilseniz yoksullaştınız. Yani evi ve arabası veya büyük şirketleri olmayanlar kaybettiler.
Türkiye'de çalışanların asgari ücretlileştirildiğini, orta sınıfın yok edilerek herkesin yoksullukta birleştirildiğini çok kez yazdım. Buna dair en açık gösterge olan kazanç istatistikleri yayınlandı. Sonuçlar aşağıda. Ücretler gittikçe birbirine yakınsıyor ama dahası var.+
Bu veri 4 yılda 1 yayınlanıyor. 2006'dan 2022'ye ücret artışlarını kıyaslayalım. 2022'de asgari ücret 10,8 katına çıkarken, ortaokul mezunları 10,5 kat ile bu artışa yakın kalabildiler. Yüksekokul mezunları ise 7,4 kat ile çok gerideler.+
Fakat gerçek bu durum görünenden çok daha kötü. Çünkü bu ücretler ortanca değil ortalama. Yani az sayıdaki çok yüksek ücretli tepe yöneticileri de buna dahil ediliyor. Muhtemelen bu pozisyondakiler dışarıda bırakılırsa fark daha da açılacak.+
1.Mart 2017’de, anayasa referandumu öncesinde, bu manşetle bir blog yazısı yayınlamıştım. Yıllar geçti ve süreç tam da böyle ilerledi. Bunun sebeplerini ve sonuçlarını ise yeterince irdelemedik. Önce siyasi altyapısını ayrıntılandıralım.
2.Türkiye’de 1980 sonrasında sendikasızlaşma yaygınlaştı ve toplu sözleşme hakkı çok dar bir alana sıkıştı. Toplumsal birliktelik yerine bireysel mücadele ağırlık bastı. İş dünyası işçi hakları konusunda ortaklık gösterebildi, iktidarlar da seçimler hariç dengeleyici olmadılar.
3.Çoğunlukla beyaz yaka olarak tanımlanan yöneticilik, tecrübe, teknik bilgi vb. gerektiren alanlar ise çalışan örgütlenmesi için zaten kolay alanlar değildi. Çünkü çok sayıda farklı kurum, pozisyon ve iş tanımında çalışıyorlardı. Sendikalı olmak da ‘havalı’ bir duruş değildi.