Enver Paşa "Bizim en büyük günahımız, hatamız Sultan Hamid'i anlayamamaktır." dedi mi?
Bu bir derin tarih yalanıdır. Derin tarih yalnız Atatürk'e değil, İttihatçılara da düşmandır. Dolayısıyla yalanlar zincirinden Enver Paşa'da nasibini almıştır.
1- Enver Paşa’nın ülkeyi terk ederken, yâveri Mersinli Cemal Paşa'ya şu sözleri söylediği iddia edilir:
-"Paşam, bütün ef’âlimin (eylemlerimin) hesabını vermeye hazırım.. Turan yapacaktık, viran olduk. Bizim en büyük günahımız, hatamız Sultan Hamid'i anlayamamaktır.
2- Uyduruk iddiaya göre devam eder Enver Paşa ve der ki:
"Yazık paşam, çok yazık! Siyonistlerin oyununa âlet olduk ve onların hıyanetine uğradık!"
3- Bu iddiayı doğrulayacak herhangi bir arşiv belgesi ortaya konulmamış olmakla birlikte, Mustafa Armağan Enver Paşa tarafından söylendiği iddia edilen bu sözlere “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı” isimli kitabında yer vermiştir.
4- Mustafa Armağan Enver Paşa'nın bu sözleri söylediğine kaynak olarak Vehbi Vakkasoğlu’nun “Köprü” dergisinde yayınlanan “31 Mart Oyunu” isimli yazısına atıfta bulunmuştur.
5- Vehbi Vakkasoğlu ise Köprü dergisindeki yazısında Enver Paşa'ya yapıştırılan bu sözlere herhangi bir kaynak göstermemiştir.
6- Enver Paşa’nın II. Abdülhamid pişmanlığı iddiasının esas kaynağı ise, Mersinli Cemal Paşa’nın yaveri Cevat Rifat Atilhan’ın Kasım 1948 tarihli “Sebilürreşad” dergisinde çıkan “Abdülhamit ve Siyonizm” başlıklı yazısıdır.
7- Yazıda Atilhan, Mersinli Cemal Paşa ve Enver Paşa’nın bu konuşmayı yaptıkları sırada yanlarında olduğunu belirtmektedir. Ancak dönemin kaynaklarında Atilhan’ın bu iddiasını destekleyen, iki paşa arasında böyle bir konuşma geçtiğini gösteren başka bir bilgi bulunmamaktadır.
8- Ancak Enver Paşa'nın II. Abdülhamit'e karşı olumsuz tutum içinde olduğu sözleri mevcuttur.
9- Bakınız bir örnek:
“Bu hâin herif, istese bir anda her şeyi yapar; memleketi bahtiyar eder, etrafındaki alçakları dağıtır, hem memleket ve millet bahtiyar olur, hem kendisi' diyordum. ++
10- "Fakat bu adamın senelerden beri kan içmeğe alışmış olduğunu ve insanın alışkanlıklarından vazgeçemeyeceğini
hatırladıkça, şahsına karşı fevkalâde bir düşmanlık hissediyor (...)"
Kaynak: Şükrü M.Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, İstanbul 1989,
11- Detaylı bilgi için Derin Sultan Abdülhamid kitabıma göz atabilirsiniz.
YOZGAT KÖYLÜSÜNÜN OSMANLI VERGİ ZULMÜNE BAŞKALDIRISI: "CELALİ İSYANLARI" (FLOOD)
1⃣- Yozgat'tan yükselen seslere şaşıranlar için paylaşıyorum. Yozgat tarih boyunca direnişin şehri olmuştur. Osmanlı'ya karşı meşhur Celali İsyanları yine Yozgat'ta patlak vermiştir.
2⃣- 1519'da başlayan Bozoklu Celal'in İsyanı çıkmıştır. Bu isyandan sonra meydana gelen ayaklanmalar Bozoklu Celal'e ithafen Celali İsyanları olarak anılmaktadır. Bu isyanlar Osmanlı tarihinin en uzun süren ve en geniş alana yayılan isyanlarıdır.
3⃣- Celali İsyanları ağır vergi yükü altında ezilen ve vergi zulmüne uğrayanların ayaklanmasıdır. İsyanın temelini köylerini terkeden çift bozanlar oluşturur. Çİftbozanın ne demek olduğunu açıklayacağız.
Rize'de tarih öğretmeninin Abdülhamid kostümüyle ders anlatması üzerine tekrar paylaşıyorum.
1⃣- Okuyucularım bilirler. Üzerinde çalışmadığım, yeterli bilgi sahibi olmadığım konularda yazmamaya, fikir beyan etmemeye özen gösteririm. Sultan Abdülhamid konusunu araştıran, bu konuda kitap yazan bir tarihçi olarak adı sık sık siyaset sofrasına meze edilen II. Abdülhamid hakkında bir iki cümle yazmak istiyorum.
2⃣- 1940’lı yılların sonuna kadar devam eden olumsuz Sultan Abdülhamid algısının bu tarihten sonra yavaş yavaş kırılmaya başladı. Son yıllarda ise durumun tam tersine döndüğünü, Sultan Abdülhamid adının gereğinden fazla yüceltildiğini, onun bir devlet adamının ötesinde fevkalade bir şahsiyet olarak bizlere sunulduğunu görüyoruz.
3⃣- Sultan Abdülhamid, Osmanlı’nın buhranlı bir zamanında tahta geçmiş, her padişahın yapması gerektiği gibi yaparak devletinin toprak bütünlüğünü korumaya çalışmış ancak bunda başarılı olamamış bir hükümdardır.
Atatürk "Gökten İndiği Sanılan Kitaplar" dedi mi? (FLOOD)
Atatürk’e din üzerinden saldıranların en büyük dayanağı 1 Kasım 1937 tarihli Meclis açılış konuşmasında geçen şu sözlerdir:
“Aziz milletvekilleri, Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla (değişmez kurallarıyla) asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.”
Burada geçen “Gökten indiği sanılan kitapların dogmaları” ifadesi malum çevreler tarafından dini reddiye olarak yorumlanıp saldırı argümanı olarak kullanılmakta, güya Atatürk’ün dinsizliğine kaynak olarak sunulmaktadır.
Biraz zamanı geri sarıp bu konuşmanın hangi gelişmeler neticesinde yapıldığını inceleyelim.⬇️
1⃣- Atatürk, Türkiye’nin kalkınmasında önemli yer tutacak olan ekonomik kalkınmanın köklü şekilde hayata geçirebilmesi için devletçi ekonomi anlayışında değişiklikler yapılması gerektiğini düşünüyordu.
Celal Bayar, genel müdürlüğünü yaptığı İş Bankasını kısıtlı olanaklara rağmen güzel yerlere getirmesiyle Atatürk’ün dikkatini çekmiş, devletçi ekonomi politikasının özel teşebbüsü engellediğini gören Gazi’nin gözüne girmeyi başarmıştı. Bu dönemde İsmet İnönü kadrolarıyla İş Bankası kadroları her alanda çatışma hâlindeydi. 1932 yılında bir kâğıt fabrikası kurulmasına karar verilmiş, İktisat Vekili Mustafa Şeref Bey ihaleyi İş Bankasının almasına sıcak bakmadığı için buna engel olmuştu.
Yaşanan gelişmeler sonucunda Bayar, Atatürk tarafından İktisat Vekili yapılmış ama bu durum kâğıt fabrikası meselesinde Mustafa Şeref Bey’den yana tavır koyan İsmet İnönü’nün hoşuna gitmemişti.
2⃣-1937 yılına gelindiğinde Atatürk ve İnönü arasında başka bir anlaşmazlık yaşandı.
Türk dış politikasının en önemli ayağını oluşturan Hatay meselesi hakkındaki fikrini açıkça ifade eden Atatürk, Fransız büyükelçisine “Hatay benim şahsî davamdır. Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz.” diyerek bu konudaki tavrını ortaya koymuştu. Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması için çalışmalar yapılmasını isteyen Atatürk, Başbakan İnönü ile Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın da hazır bulunduğu bir pazar günü toplantısında Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması gerektiğini söyledi.
Atatürk, bu konuda diplomatik nota hazırlanmasını ve Fransız elçisiyle görüşülüp Türkiye’nin kararlı tutumunun bildirilmesini istedi.
Ancak İnönü, Hatay meselesinin Türkiye ile Fransa arasında soruna yol açacağını, hatta savaşa sebep olacağını düşünüyordu.
Bazı bakanlar da İnönü ile aynı doğrultudaydılar. Şükrü Saraçoğlu “Bir Hatay için savaşı göze almak, Fransa’yı karşımıza çekmek ne demek? Bizim nüfusumuz her yıl Hatay ölçüsünde zaten büyüyor.” diyordu.
Hükûmetle görüş ayrılığı yaşayan Atatürk, Fransa ile müzakerelerin yumuşak tavırdan uzak, kesin ve netice alacak kararlılıkla yürütülmesini emretti.
Atatürk'ün Annesi Zübeyde Hanım'a Atılan Çirkin İftira
Hatırlarsınız…
1️⃣-İyi Müslüman olmanın yolunun Atatürk’e saldırmaktan geçtiğini zanneden sözde tarihçiler ve bazı hacı hoca takımı Zübeyde Hanım’ın namusuna dil uzatacak kadar alçalmışlardı.
Bu alçakça iftiraların ana kaynağı Rıza Nur’un hatıratında hiçbir dayanak göstermeksizin yazdığı hezeyanlardır. Hezeyanlar diyorum, çünkü Rıza Nur hatıratında ruhsal rahatsızlığı olduğunu da itiraf etmiştir.
Hatıratın tamamı incelendiğinde Rıza Nur’un sözlerinde çelişki ve tutarsızlıklar olduğu ve kendisinin neyin gerçek neyin hezeyan olduğunu ayırt edemediği görülecektir. Bir başka önemli nokta da şudur ki, Rıza Nur hatıratını Atatürk onu iktidardan uzaklaştırdıktan sonra yazmaya başlamıştır.
2️⃣-Bir takım siyasiler tarafından itibar gören fesli tarihçi bozuntusu başta olmak üzere Atatürk'e saldırmak için fırsat kollayan güruh, bu iki önemli noktayı görmezden gelerek, salyalı ağızlarıyla milli mücadele liderinin mübarek anasının namusuna dil uzatmaya devam ettiler.
Öte yandan, Rıza Nur’un iftiralarını doğrulamak için, onun hezeyanlarla dolu hatıratında yazdıklarının aynısını gösteren düzmece bir arşiv belgesi bile hazırlandı.
Uyduruk belgede Zübeyde Hanım ile Abduş adındaki hayalî bir kişinin ilişkisinden bahsediliyordu. Detayları yazmayı uygun bulmuyorum.
3️⃣-1980’lerin ortasında elden ele dolaşmaya başlayan uyduruk belge 1988’de “Ümmet” isimli bir derginin yayınladığı “M. Kemal’in Babası Kim?” isimli küçük bir kitapta da yer aldı.
1994’te uyduruk belgenin fotokopisi ve yeni harflerle basılmış hali Meclis’te milletvekillerinin odalarının kapısının altından atıldı ancak bu alçaklığı kimin yaptığı ortaya çıkarılamadı.
Neden düzmece belge diyoruz. Çünkü belge aslında amatörce hazırlanmıştı ve belirgin hatalar yapılmıştı. Murat Bardakçı’nın konuyla ilgili köşe yazısında belirttiği gibi belge dönemin Osmanlıcasını yansıtmıyordu.
Dersim Olaylarının temelinde Koçgiri İsyanı yatar. Etno-mezhepsel kökenli Koçgiri isyanını diğer isyanlardan ayıran özellik, çoğunlukla Türkmen olan bölge halkının kandırılıp Kürdistan kurmak amaçlı isyan etmiş olmasıdır. Halkı kışkırtan kim? Tabi ki İngilizler.
İsyanın kaynağını oluşturan Koçgiri aşireti Zara, Hafik, İmranlı, Su Şehri, Refahiye, Kemah, Divriği, Kangal, Ovacık, Kuruçay ve bunları kapsayan bölgeye yerleşmiş durumdadır.
2- Aşirete bağlı olan İbolar, Zazalar, Balular, Kereteliler ve Sarular olmak üzere beş büyük kabilenin katılımıyla ‘Batı Dersim’ denilen bölgede patlak veren bu isyan esasen Ekim 1920’de başlamıştır.
"Mesnevi'yi okudum, böyle hikayeler yok" diyenler oluyor. Arkadaşlar sizin okuduğunuz tam metin değildir. Sansürlüdür. Bu hikayeler Mesnevi'de var.
1⃣- Şimdi Mesnevi'nin hangi cildinde hangi müstehcen hikayelerin olduğundan bahsedelim.
2⃣- KABAK HİKAYESİ
Mesnevi'de yer alan müstehcen hikayelerin en meşhurudur.
Kadın kölesinin eşekle cinsel ilişkiye girmesini kıskanıp kendisi de eşekle cinsel ilişkiye giren ve bunun sonucunda ölen kadının hikayesidir. Nefsin insanı nasıl kötü hallere düşürdüğünü anlatır.
Mevlana burada Cuha dediği kişinin ahlaksızlıklarından ve kadın kılığına girdiğinden bahseder.
Mikail Bayram'a göre burada eleştirdiği kişi Ahi Evran Nasreddin Hoca'dır.
"Sözü kuvvetli, cerbezesi yerinde bir vazeden vardı. Minbere çıkmış vaiz ediyordu. Kadın, erkek herkes minberin dibine toplanmıştı. Cuha da bir çarşaf giyip yüzünü örttü, kadınlar arasına karıştı. Kimse onu tanımıyordu. Bir kadın, vaaz edene gizlice sordu: Kasıktaki kıllar, namazın bozulmasına sebep olur mu? Vaiz dedi ki: Uzun olursa namaz mekruh olur. Ya hamam otuyla ya ustura ile tıraş etmen lazım ki namazın tamam olsun, kabul edilsin. Kadın: Ne kadar uzun olursa namazın kabul olmaz dedi. Vaaz eden dedi ki: Bir arpa boyu uzun olursa tıraş etmek farzdır. Cuha, hemen kız kardeş dedi, bak bakalım, benim kasığımın kılı o kadar olmuş mu? Tanrı rızası için elini uzat da bir yokla. Bakalım, mekruh olacak kadar uzamış mı? Yanındaki kadın, Cuhanın şalvarına el atar atmaz eline aleti geldi. Derhal şiddetli bir nara attı. Hoca, sözüm gönlüne tesir etti dedi. Cuha dedi ki: Hayır, gönlüne tesir etmedi, eline tesir etti. A akıllı adam, gönlüne tesir etseydi vay haline!”