Kuzey Barok sanatının önemli isimlerinden olan Brouwer genellikle içki içen ve sigara içen köylüleri, barlardan ve illegal yerlerden çıkmayan kavgacıları, bu kavgacıların ettikleri bıçaklı ve vahşi kavgaları resmeder. Bugün sizlere 'Kavga Eden Köylüler' eserini anlatacağım.
1625 yılında yaptığı bu resminin adı da ‘Kavga Eden Köylüler’. Burada sanatçının resim sanatının temelini oluşturan anti-kahramanları görüyoruz yine. Brouwer bu resimde de açık bir şekilde göreceğimiz gibi, bu figürleri asla asil bir şekilde resmetmez.
Aksine, köylüleri ve suçluları resmederken alaycı bir üslup kullanmaktan kaçınmaz. Bu sahneler bizlere 17.yy Kuzey Avrupa'sındaki gece hayatı, köy yaşamı ve onların küçük dertleri ile ilgili bilgiler verir.
Özelliklede suçluların ve kavgacıların çok sık resmini yapan sanatçı oldukça zeki bir gözlemcidir de diyebiliriz. Kuzey Avrupa’da çok üst seviyeye çıkan gündelik yaşam sahneleri yani ‘janr’ resimlerinin önemli temsilcilerinden biridir.
Bu dönemde oldukça ilgi çekici gelmiş olabilir. Hangimiz yüzyıllar önce yaşanmış, tarihin asla konuşmayacağı insanları izlemek istemeyiz ki? Ancak o dönemde de bu tip resimler oldukça popüler olmuş.
Sokaklardan ve köylerden izole yaşayan soylu sınıfı, ‘ya bu insanlar ne yer ne içer? dertleri nelerdir? Nasıl hayatta kalırlar? Gibi sorularının cevabını bu gibi resimlerde bulurlar. Bir dönem kuzey Rönesans ustası Pieter Bruegel de benzer sebeplerden köylü resimleri yapıyordu.
Zenginler bu tip resimleri satın alıp; ‘aa fakirlere bak, kavga da ediyorlar ahah’ diyerek resimleri izliyor ve gülüşüp çaylarını yudumluyorlardı. Bu konuda herhangi bir abartıya kaçmadığımı da belirteyim. Hatta biraz yumuşatarak bile anlatıyor olabilirim.
Soylu insanlar, bu resimlerde gördükleri karşısında kimi zaman şaşırıyor, kimi zamanda kahkahalarla gülüyorlardı. Yani köylüleri resmeden ressamların atölyeleri zenginler için bambaşka bir dünya demekti.
Asla muhatap olmadıkları ve olmak istemedikleri fakir insanları görebilmek için süper bir fırsat... E tabi bu da pek çok dönem ressamının işine geldi. Özellikle sanatçımız Brouwer bu gibi sahneleri yaparak geçiniyordu.
Aynı zamanda onun da bu köylü ve suçlulara karşı çok sevecen olmadığını belirtmek gerek. Özellikle figürlerin nasıl deforme edildiklerine, nasıl karikatürize edildiklerine bakarsak bu sonuca varabiliriz.
Aslında bu resimler, gençler için de önemli birer ‘kötü örnekti’.
‘Kimse bu şekilde yaşamamalı’ diyerek bu insanları uzaktan izlemenin en doğrusu olduğuna karar vermişlerdi.
Fahişeler, psikopatlar, kabadayılar, kumarbazlar, dilenciler, meyhanelerden ayrılmayan sarhoşlar, meczuplar, dibi görmüşler ve üç kuruşa hayatını devam ettirmeye çalışan köylüler...
Evet, mesaj oldukça basitti aslında, ‘bunlardan biri olmamalısınız...’
Resimdeki insanların kaba saba olduklarını hem figüratif bir şekilde hem de teknik olarak bize hissettirmeye çalışıyor ressam. Renklere bakın...
Kahverengi tonları ve özellikle de toprak rengi resmin genel kompozisyona ciddi bir şekilde hakim. Figürlerin de biçimlerinin bozulmuş olması ile bu durum iyice güçlendirilmiş.
Resimde de bir kavgaya şahitlik ediyoruz. Kavga nedenleri kimi resimlerde belli değilken bu resimde ortada, açık bir şekilde görülmektedir. Bir kumar oyununun sonucunda herkes birbirine girmek üzere.
Hareket az önce gerçekleşmiş ve bir başka kavga sebebi sayılabilecek olan içki şişesi devrilmiş.
Soldaki oturan figür bıçağını çekmiş ve ayağa kalkmak üzere.
Ancak masanın diğer tarafında oturan bir adam yerinden fırlayarak bu adamın saçlarına yapışmış. Son derece çirkefçe bu saldırıya, saçını çeken adamın kollarını tutarak tepki veren bu figür ise son derece çirkin resmedilmiş.
Belki de kumar masasında hile yaptı ve bütün bunlar yetmez gibi bir de içkiyi döktü kim bilir...
Arka planda yine saç saça baş başa girmiş figürler yığını olduğunu görüyoruz.
Yaşlı bir kadın ise bu adamın kılıcı çekmesine engel olmaya çalışarak muhtemelen ‘dövüşmen guzum’ diyor. Masanın diğer ucundaki iki figür ise muhabbete kaldıkları yerden devam ediyor hatta belki de kimin haklı kimin haksız olduğu konusunda fikir alış verişi yapıyorlar...
Tüm bu kargaşanın içinde domuz ile çiftleşmeye çalışan köpek ise resme bambaşka bir hava katmış. Ressamın mesajı çok basit aslında. Domuzlar ve köpekler...
Tamamen içgüdüsel yaşayan ve derinlikten yoksun olan bu insanların mantıksızlıkları bir köpeğin domuz ile çiftleşme çabasına benzetiliyor. Öyle boşuna, öyle alakasız, öyle mantık dışı, öyle kirli, öyle aşağılık...
Evet bu oldukça sert bir yorum gibi gelebilir. Hatta öyle de, ancak bu insanlar bir kumar ortamında bulunan, içki içen, küfür eden günahkarlardır soyluların gözünde.
Kaba saba tavırları, cehaletleri, saldırganlıkları, kontrolsüz davranışları ile Hollanda ve Belçikalı zenginlerin ilgi merkezi olmuşlardır.
Kavgaya yakın durumda olan insanların çoğu kavgaya bakıyor.
Hatta sol tarafa biri evden çıkmış şaşkınlık içinde olacakları izliyor. Diğer insanların da pencerelerden bakarak olan biteni şaşkınlık içinde izlediklerini görüyoruz. Onlar da bizim gibi bir saniye sonrasını merak ederek, sahnenin içindeki ‘biz’ oluyorlar...
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Sanatla ve sevgiyle kalın. 🖤
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Bundan sonra sanatçıların hayat hikayelerini, eğitimlerini ve sanat stillerini anlatacağım bir seriye başlıyorum. Bu yeni serinin ilk sanatçısı ise altınlarla kaplı eserleriyle tanıdığımız Avusturyalı ressam Gustav Klimt olsun istedim…
14 Temmuz 1862 tarihinde Viyana’nın bir banliyösü olan Baumgarten’de doğan Klimt, kuyumcu bir ailenin çocuğuydu.
Küçük yaşlarda resme olan yeteneği ailesi tarafından fark edilen sanatçı 1876 yılında Viyana’daki Sanat ve Zanaat Okulu’na kayıt oldu. Kayıt olmasından kısa süre sonra yeteneği ve hayal gücü ile öne çıkan Klimt, okulun popüler öğrencileri arasına girdi.
Küçücük bir ana çok büyük duygular sığdırırız bazen. İşte böyle anlardan birini muhteşem bir şekilde görselleştirmeyi başaran Frederic William Burton’un ‘Kule Merdivenlerinde Buluşma’ adlı eserinden bahsedeceğim size.
Eser konusunu bir orta çağ Danimarka şarkısında adı geçen Hellelil ve Hildebrand’ın hikayesinden alıyor.
Bu şarkıda, Danimarka Kralının kızı Prenses Hellelil ile Kraliyet ailesinin şövalyesi olan Hildebrand imkansız bir aşkın içine düşerler. Prensesi koruması gereken şövalye ve prenslere layık görülen prenses gizlice bir ilişki yaşamaya başlar.
Bu akşam saat 20.30'da online olarak Salvador Dali'nin hayatı ve eserleri ile ilgili bir seminer vereceğim. Detaylı bilgi ve kayıt için İnternet sitemizi ziyaret edebilirsiniz. kopruatolye.com/etkinlik/celil…
Michelangelo Buonarroti'nin 1487-1488 yılları arasında 13 yaşında yaptığı "Aziz Antonio'nun Azabı" adlı eseri. Aziz Antonio, manastırcılığın babası olarak bilinir. Ona göre dünyevi zevklerden uzak durmak günahlardan uzak durmak demekti.
Aziz Antonio dünyevi zevklerden uzak durmak için insanlardan uzak durması gerektiğini düşünür ve kırsal hayatta inzivaya çekilir. Ancak ifrit ruhlar onu sürekli günaha davet ederler. Ona güzel yiyecekler sunlar. Ancak Aziz bunları reddeder.
Ona güzel kadınlar sunarlar ancak Antonio onları da reddeder. Ne yaparlarsa yapsınlar Antonio'yu günaha çekemeyen kötü ruhlar Azize saldırır ve onu vahşice döverler ancak Aziz Antonio yine de bu yaşam tarzından vazgeçmez.
Sir Joshua Reynolds, Jacques Lois David’in ‘Sokrates’in Ölümü’ adlı eseri için ‘Sistina Şapelinden sonra ortaya çıkmış en başarılı eser’ diye bahsetmiştir. Elbette tartışılır. Ancak bu eserin 18. yüzyılda yapılan en başarılı eserlerden biri olduğu çok açık..
Yeni-Klasikçilik akımının en güçlü isimlerinden biri olan David’in 1787 yılında bitirdiği ve günümüzde New York’daki Meropolitan Museum of Art’da sergilenen bu muhteşem eserde Antik Yunan filozofu Sokrates’in idam edilmek üzere olduğu anı görüyoruz.
Sokrates, Atina şehrine hükmeden tanrılara değil de daha önce duyulmamış ruhani kavramlara olan inancı ve halkı kötü etkilemesi sebebiyle idam cezasına çarptırılmıştır. İdamının ise baldıran bitkisinden yapılan bir zehirli içecek ile yapılmasına karar verilir.
Bugün sizlerle hem korkunç hem de fantastik bir yolculuğa çıkacağız. Bugün inceleyeceğimiz eser Horace Vernet’in 1836 yılında yaptığı ‘Lenore Baladı’ ya da diğer adıyla ‘Ölüler Hızlı Seyahat Ederler’ adlı eseri olacak.
Eser konusunu Alman yazar Gottfried August Bürger’in 1774 yılında yayınlanan gotik ve romantik bir balad olan ‘Lenore Baladı’ adlı eserinden alıyor. Bu hikaye ise bizleri 1757 yılına, Prusya ve Avusturya’nın Prag için savaştığı zamanlara götürüyor...
Bu savaşta büyük Frederich’in ordusu Avusturya’yı geri püskürtmeyi başarsa da çok ciddi kayıplar verdi. Prusyalı insanlar savaşa gidenleri beklemeye koyulduklarında bunlar arasında Lenore adında genç bir kadın da vardı.