AHİ EVRAN'IN ÖLDÜRÜLMESİNDE MEVLANA'NIN ROLÜ VAR MIDIR?
1) Ahi Evran (Evren) Nasîrüddin Mahmûd Azerbaycan’ın Hoy kasabasından doğmuştur.
2)Horasan ve Maveraünnehir’de eğitim almış, Fahruddin Razi’nin talebesi olmuştur. Bağdat’ta Fütüvvet Teşkilatı’na girmiştir.
3)Kayınpederi Şeyh Ehvadüddin Kimrani ile Anadolu’ya gelerek Kayseri’ye yerleşmiş, ilk Ahi teşkilatını burada kurmuştur.
1255’te I. Alaeddin Keykubad’ın isteği üzerine Konya’ya gitmiştir.
4)Günümüzde “tabak” dediğimiz “debbağ” yani dericilerin piri olan Ahi Evren’in atölyesinin mahzeninde yılan beslediği ve yılan derisinden kırbaç ve kemer ürettiği ifade edilmektedir.
5)Ahi Evren dağlara çıkıp yılan yakalamakta ustadır ve yılanların zehrinden panzehir üretmektedir. Tıp alanında Kitabü’l Efai (Yılanlar Kitabı) adlı eseri yazmıştır. Yılanlar konusundaki ustalığı ona yılan ve ejder anlamına gelen “Evren” denilmesine sebep olmuştur.
6)20 kadar eserinin olduğu bilinen Ahi Evren, Hacı Bektaş-ı Veli ve Sadreddin Konevi’nin yakın dostu, Eflaki’nin verdiği bilgiye göre Mevlana’nın baş düşmanıdır.
7)Ahi Evren, bildiğimiz Nasreddin Hoca mıdır?
Prof.Dr. Mikail Bayram, Ahi Evren’in latifeler içeren iki kitabını ortaya çıkarıp Nasreddin hoca fıkraları ile karşılaştırmıştır. Bazı fırkaların bizzat aynı olduğunu, bazılarının arasında da büyük benzerlik olduğu görmüştür.
8)Nasreddin Hoca fıkralarında Ahi Evren’in hayatından izler bulunması, Ahi Evren’in bir dönem Akşehir’de yaşamış olması, Mevlana’nın Mesnevi’de onu Cuha (komik, güldüren kimse) diye nitelendirip hicvetmesi bu görüşü kuvvetlendirmektedir.
9)Mevlana ile Ahi Evren mücadelesinin başlaması II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde başladı. Mevlana ve çevresindekiler II. Gıyaseddin’e yakın bir siyasi çizgide iken, Türkmenler ve Ahiler Sultan’a muhalif bir tutum içindeydiler.
10)Sultan Alaeddin Keykubad Türkmen ve Ahi çevrelerin koruyucusuydu. Sultan Alaeddin’e büyük bir bağlılıkları bulunan Ahiler II. Gıyaseddin’in babası Alaeddin’i zehirleyerek tahta geçtiğini düşünüyorlardı.
11)Nitekim Ahi Evren II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde Babai Hareketi’ne dahil olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Bu sırada Baycu Noyan komutasındaki Moğollar Anadolu’ya girdi. Moğol işgali başladı.
12)Keyhüsrev’in ölümünden sonra saltanat naibi olan Celaleddin Karatay tutuklanan Ahi ve Türkmenler için af çıkardı. Ahi Evren’de böylece serbest bırakıldıktan sonra Denizli’ye gitti.
13)Moğol hakimiyetini istemeyen II. İzzeddin Keykavus tahta geçince Ahi Evren’i Denizli’den tekrar Konya’ya getirdi. Vezir ve atabek yaptı. Ahi ve Türkmenler Moğollara başkaldıran Keykavus’un etrafında toplandılar.
14)Şems-i Tebrizi’nin öldürülmesi olayı bu dönemde gerçekleşti. Eflaki’nin Vezir Nasreddin diye bahsettiği Ahi Evren’in dergahında yapılan bir törende Konya’nın şeyh ve alimleri bir araya gelmişlerdi.
15)Törenden sonra Şems, içlerinde Mevlana’nın oğlu Alaüddin Çelebi’nin de bulunduğu yedi kişi tarafından öldürüldü. Cesedi de Ahi Bedrüddin diye bilinen bir zatın bahçesindeki kuyuya atıldı.
16)Alaüddin Çelebi, Mevlana’nın oğlu olmasına rağmen bir Ahi idi ve Ahi Evren’in tarafında yer alıyordu. Mikail Bayram, Alaüddin Çelebi’nin Şems’i öldürenler arasında yer almasını Sipahsalar’ı kaynak göstererek Kimya Hatun ile ilişkilendirmektedir.
17)Buna göre Mevlana’nın Şems’e nikahladığı 15 yaşındaki cariye Kimya Hatun, 60-65 yaşlarındaki Şems’i istemiyordu. O aslında Mevlana’nın oğlu Alaüddin Çelebi’yi seviyordu. Alaüddin Çelebi’de ona aşıktı.
18)Mikail Bayram’ın Sipehsalar’dan naklettiğine göre Alaüddin Çelebi’nin dergaha gelip gitmesini Şems istemiyordu ve bir keresinde “Hey delikanlı, buradan geçersen ayağını kırarım” diyerek tehdit etmişti.
19)Eflaki’nin anlattığına göre ise Kimya Hatun zaman zaman Şems’ten uzaklaşıyor, Mevlana Kimya Hatun’u aratıp bulduruyor ve Şems’in yanına getirtiyordu.
20)Kimya Hatun, yine bir gün Şems’ten izinsiz bir yerlere gidip geri getirildikten üç gün sonra vefat etti. Bunun üzerine Şems Konya’yı tek edip Şam’a gitti.
21)Mevlana’nın diğer oğlu Sultan Veled, Şam’a giderek Şems’i buldu. Mevlana için tekrar Konya’ya getirdi. İşte Şems, bu gelişinden bir yıl kadar sonra öldürüldü.
22)Öteden beri Moğol taraftarı olan Şems’in, Mevlana’nın kendi oğlunun da aralarında olduğu Ahiler tarafından öldürülmesi ile Mevlana ile Ahi Evren’in arasını iyice açılmış olmalıdır.
23)Nitekim Alaüddin Çelebi Şems’i öldürenler arasında olduğu için babasına asi olmuş, aile ocağından ve evlatlıktan atılmıştır. Şems’in öldürülmesinin ardından Ahi Evren ve Alaüddin Çelebi Kırşehir’e yerleştiler.
24)Bu arada Moğol hakimiyetini istemeyen II. İzzettin Keykavus’un yerine Moğol yanlısı hükümdar 4. Kılıçarslan tahta oturdu. Alıncak Noyan’ın gözetiminde Taceddin Mutez gibi Moğol idarecileri göreve başladılar.
25)Bu durumu istemeyen Türkmen ve Ahiler Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ayaklandılar. Kırşehir’de de Ahi Evren ve çevresindekiler Moğol yanlısı bu iktidara karşı isyan başlattılar.
26)Mevlana oğlunu Kırşehir’den geri getirmek için girişimlerde bulundu. Oğluna yazdığı şiirde Ahi Evren’e (yılana) uyup gittiği için şöyle sitem ediyordu:
27)“Ey sevgili hata ettin, bir başka sevgiliye koşulup gittin. (…) Dedim sen bir balıksın, YILANLA NİYE ARKADAŞSIN? Ey yanlış iş yapan yine yalana koşulup gittin.”
28)Bir başka şiir de açıkça dönmesini istiyordu:
“Ey can, gurbet illerde daha ne kadar duracaksın, dön gel artık. (…) Geri dön, çünkü o mecliste senin kıymetin bilinmez. Yüreği taş kesilenlerle oturma. Çünkü sen benim soyumun incisisin.”
29)Mevlana oğlu Alaüddin Çelebi’ye Konya’ya dönmesi için üç mektup yazdı. Bir mektuplardan birinde Kırşehir Emiri Seyfüddin Tuğrul’a on kez ricada bulunduğunu söyler ve evinden ayrılmamasını söyleyip geri dönmesini ister
30)Alaüddin Çelebi babasının bütün çabasına rağmen Kırşehir’den ayrılmamıştır. Moğol yönetimi, Kırşehir’de Ahi ve Türkmen isyanının bastırılması için Cacaoğlu Nureddin’i (Cacabey, Nureddin Caca) görevlendirir.
31)Cacaoğlu Nureddin, emrindeki orduyla Kırşehir üzerine yürür ve ay tutulmasının olduğu bir gecede Kırşehir’deki Ahileri katleder. Bu katliamdan Ahi Evren ve Mevlana’nın oğlu Alaüddin Çelebi’de sağ çıkamamışlardır.
32)Aksarayî bu katliamı şöyle anlatır: “Kırşehir emirliği Nuruddin Caca’ya verildi. Orduyla onun üzerine geldi. Bir süre muhasara edildi. Onu kaleden söküp attılar+++
33)+++Hariciler ki ona uymuşlardı kamilen öldürüldüler.” Burada "hariciler" diye tabir edilen Türkmenlerdir. İsyancı denilen Türkmenlerin Nureddin Caca’yı bir süre şehre sokmadıkları, şehir düşünce de öldürüldükleri anlaşılıyor.
34)Mevlana Ahi Evren’in öldürülmesinden duyduğu memnuniyeti dile getiren bir şiir yazmıştır:
35)Alaüddin Çelebi’nin cenazesi Konya’ya getirildiğinde Mevlana oğlunun cenaze namazını kıldırmamıştır.
36)Abdülbaki Gölpınarlı ve bazı araştırmacılar bunun sebebini Mevlana’nın oğluna Şems’in ölümünde rol oynadığı için kırgın olmasına bağlarlar. Ancak Mevlana’nın oğluna yazdığı mektuplar onu affettiğini açıkça göstermektedir.
37)Mikail Bayram ise Şems’i ölümünde rol almasının Alaüddin Çelebi’yi sadece katil yapacağını ve İslam hukukunda katillerin değil “baği” yani devlete isyan edenlerin cenaze namazının kılınmayacağını söyler.
38)Mikail Bayram’a göre Mevlana’nın oğlunun cenaze namazını kıldırmayışının sebebi “Moğol yönetimini meşru devlet, oğlunu da meşru devlete isyan eden” olarak görmesidir.
39)Mevlana’nın Hacı Bektaş-ı Veli ile de iyi ilişkiler içinde olmadığı görülmektedir.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayatı hakkında bilgi veren ana kaynak durumundaki Vilayetname’de geçen bir anekdot şu şekildedir:
40)Hacı Bektaş-ı Veli, Cacaoğlu Nureddin’e böyle şikayet edilir:
"Saru Kırşehri’ne doğru yola çıktı. Nureddin Hoca’ya vardı. ‘Sultanım’ dedi, ‘kardeşimin evine bir derviş geldi, garip halli bir kimse. Kalkıp bir yere gitmez. Bir adam gönderin de bu dervişi ordan yollasın.’
41)Cacaoğlu Nureddin, bir adamını gönderir. Adam Hacı Bektaş'ın gitmesini ister.
Hacı Bektaş adama "mülk sahibi gibi konuşuyorsun, beni buradan kimse çıkaramaz. Var git yoluna” diye cesaretli konuşunca Cacaoğlu Nureddin bu kez kendisi atına atlar, Hacı Bektaş’ın yanına gelir.
42)Cacaoğlu Nureddin Hacı Bektaş’a namaz kılalım der. Caca’nın adamları Hacı Bektaş’a abdest alması için su getirirler. Getirdikleri su kıpkırmızı kan olur. Hikayenin devamı Mevlana'nın hayatı hakkında bilgi veren ana kaynak durumundaki Ariflerin Menkıbeleri'nde yer almaktadır:
43)Cacaoğlu Nureddin, Mevlana’nın yanına gidip başından geçeni anlatır. Burada Mevlana Hacı Bektaş-ı şeytanın kardeşi olarak niteler.
44) Ariflerin Menkıbelerinde Hacı Bektaş-ı Veli’nin namaz kılmadığı ve şeriata uymadığının vurgulandığı görüyoruz.
45)Peki Caca’nın adamlarının Hacı Bektaş-ı Veli’ye abdest alması için döktüğü suyun kan olması ne anlam ifade ediyor? Hacı Bektaş, Caca’ya yaptığı katliamlardan dolayı “kanla abdest alıyorsun” mesajı vermiş olabilir mi?
46)Ariflerin Menkıbeleri’nde Hacı Bektaş-ı Veli’nin Mevlana’yı kıskandığını iddia eden bir anekdot yer almaktadır. Kıskanma iddiasından daha önemlisi ise Hacı Bektaş’ın Mevlana’ya yazdığı mektuplardaki ifadeleridir:
47)Hacı Bektaş-ı Veli bir mektubunda Mevlana’ya “Ne iştesin, ne istiyorsun? Dünyada kopardığın bu kıyamet nedir? diye sormuştur.
48)Bir başka mektupta ise Hacı Bektaş Mevlana’ya diyor ki:
“Eğer aradığını buldunsa sus, bulmadınsa saldığın bu gürültü nedir? Kendini insanoğullarının manzuru yaptın. Halkın bu kadar hanümanını (evini barkını) yıktın. Nedir bu hal?”
49)Anekdot’un devamı küfür ve hakaret içerdiği için burada yazmayı uygun görmüyorum. Dileyenler Eflaki/Ariflerin Menkıbeleri'nden bakabilirler.
50)Burada akıllara gelen soru şu:
Hacı Bektaş’ı Veli Mevlana’ya “Dünyada kopardığın bu kıyamet nedir?” ve “Halkın bu kadar evini barkını yıktın” derken Moğol istilasını kast etmiş olabilir mi?
51)Zihnimizi biraz daha yoralım.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin “Eline, diline, beline hakim ol” sözünü hepimiz biliriz.
Elinle kimseye zarar verme, dilinle yalan söyleme veya kimseyi incitme ve zina etme gibi anlamları olan güzel bir sözdür.
52)Peki buraya kadar anlatılan Moğol istilası, Karamanoğlu Mehmed Bey’in Farsça'nın yerine Türkçeyi resmi dil ilan etmesi ve Türkmenlerin direnişini göz önünde aldığımızda bu sözün bildiğimizin dışında bir başka anlamı olabilir mi?
53)Hacı Bektaş-ı Veli bu sözü, eline yani vatanına sahip çık, beline sahip ol yani toprağını terk etme, diline yani Türkçe’ne sahip çık anlamında da söylemiş olabilir mi?
54)Daha ötesi Nasreddin Hoca fıkraları Moğol baskısı altında ezilen Türkmenlerin moralini yüksek tutmak için yazılmış olabilir mi?
Ben öyledir veya öyle değildir demiyorum, ama bir düşünün bakalım.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
YOZGAT KÖYLÜSÜNÜN OSMANLI VERGİ ZULMÜNE BAŞKALDIRISI: "CELALİ İSYANLARI" (FLOOD)
1⃣- Yozgat'tan yükselen seslere şaşıranlar için paylaşıyorum. Yozgat tarih boyunca direnişin şehri olmuştur. Osmanlı'ya karşı meşhur Celali İsyanları yine Yozgat'ta patlak vermiştir.
2⃣- 1519'da başlayan Bozoklu Celal'in İsyanı çıkmıştır. Bu isyandan sonra meydana gelen ayaklanmalar Bozoklu Celal'e ithafen Celali İsyanları olarak anılmaktadır. Bu isyanlar Osmanlı tarihinin en uzun süren ve en geniş alana yayılan isyanlarıdır.
3⃣- Celali İsyanları ağır vergi yükü altında ezilen ve vergi zulmüne uğrayanların ayaklanmasıdır. İsyanın temelini köylerini terkeden çift bozanlar oluşturur. Çİftbozanın ne demek olduğunu açıklayacağız.
Rize'de tarih öğretmeninin Abdülhamid kostümüyle ders anlatması üzerine tekrar paylaşıyorum.
1⃣- Okuyucularım bilirler. Üzerinde çalışmadığım, yeterli bilgi sahibi olmadığım konularda yazmamaya, fikir beyan etmemeye özen gösteririm. Sultan Abdülhamid konusunu araştıran, bu konuda kitap yazan bir tarihçi olarak adı sık sık siyaset sofrasına meze edilen II. Abdülhamid hakkında bir iki cümle yazmak istiyorum.
2⃣- 1940’lı yılların sonuna kadar devam eden olumsuz Sultan Abdülhamid algısının bu tarihten sonra yavaş yavaş kırılmaya başladı. Son yıllarda ise durumun tam tersine döndüğünü, Sultan Abdülhamid adının gereğinden fazla yüceltildiğini, onun bir devlet adamının ötesinde fevkalade bir şahsiyet olarak bizlere sunulduğunu görüyoruz.
3⃣- Sultan Abdülhamid, Osmanlı’nın buhranlı bir zamanında tahta geçmiş, her padişahın yapması gerektiği gibi yaparak devletinin toprak bütünlüğünü korumaya çalışmış ancak bunda başarılı olamamış bir hükümdardır.
Atatürk "Gökten İndiği Sanılan Kitaplar" dedi mi? (FLOOD)
Atatürk’e din üzerinden saldıranların en büyük dayanağı 1 Kasım 1937 tarihli Meclis açılış konuşmasında geçen şu sözlerdir:
“Aziz milletvekilleri, Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla (değişmez kurallarıyla) asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.”
Burada geçen “Gökten indiği sanılan kitapların dogmaları” ifadesi malum çevreler tarafından dini reddiye olarak yorumlanıp saldırı argümanı olarak kullanılmakta, güya Atatürk’ün dinsizliğine kaynak olarak sunulmaktadır.
Biraz zamanı geri sarıp bu konuşmanın hangi gelişmeler neticesinde yapıldığını inceleyelim.⬇️
1⃣- Atatürk, Türkiye’nin kalkınmasında önemli yer tutacak olan ekonomik kalkınmanın köklü şekilde hayata geçirebilmesi için devletçi ekonomi anlayışında değişiklikler yapılması gerektiğini düşünüyordu.
Celal Bayar, genel müdürlüğünü yaptığı İş Bankasını kısıtlı olanaklara rağmen güzel yerlere getirmesiyle Atatürk’ün dikkatini çekmiş, devletçi ekonomi politikasının özel teşebbüsü engellediğini gören Gazi’nin gözüne girmeyi başarmıştı. Bu dönemde İsmet İnönü kadrolarıyla İş Bankası kadroları her alanda çatışma hâlindeydi. 1932 yılında bir kâğıt fabrikası kurulmasına karar verilmiş, İktisat Vekili Mustafa Şeref Bey ihaleyi İş Bankasının almasına sıcak bakmadığı için buna engel olmuştu.
Yaşanan gelişmeler sonucunda Bayar, Atatürk tarafından İktisat Vekili yapılmış ama bu durum kâğıt fabrikası meselesinde Mustafa Şeref Bey’den yana tavır koyan İsmet İnönü’nün hoşuna gitmemişti.
2⃣-1937 yılına gelindiğinde Atatürk ve İnönü arasında başka bir anlaşmazlık yaşandı.
Türk dış politikasının en önemli ayağını oluşturan Hatay meselesi hakkındaki fikrini açıkça ifade eden Atatürk, Fransız büyükelçisine “Hatay benim şahsî davamdır. Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz.” diyerek bu konudaki tavrını ortaya koymuştu. Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması için çalışmalar yapılmasını isteyen Atatürk, Başbakan İnönü ile Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın da hazır bulunduğu bir pazar günü toplantısında Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması gerektiğini söyledi.
Atatürk, bu konuda diplomatik nota hazırlanmasını ve Fransız elçisiyle görüşülüp Türkiye’nin kararlı tutumunun bildirilmesini istedi.
Ancak İnönü, Hatay meselesinin Türkiye ile Fransa arasında soruna yol açacağını, hatta savaşa sebep olacağını düşünüyordu.
Bazı bakanlar da İnönü ile aynı doğrultudaydılar. Şükrü Saraçoğlu “Bir Hatay için savaşı göze almak, Fransa’yı karşımıza çekmek ne demek? Bizim nüfusumuz her yıl Hatay ölçüsünde zaten büyüyor.” diyordu.
Hükûmetle görüş ayrılığı yaşayan Atatürk, Fransa ile müzakerelerin yumuşak tavırdan uzak, kesin ve netice alacak kararlılıkla yürütülmesini emretti.
Atatürk'ün Annesi Zübeyde Hanım'a Atılan Çirkin İftira
Hatırlarsınız…
1️⃣-İyi Müslüman olmanın yolunun Atatürk’e saldırmaktan geçtiğini zanneden sözde tarihçiler ve bazı hacı hoca takımı Zübeyde Hanım’ın namusuna dil uzatacak kadar alçalmışlardı.
Bu alçakça iftiraların ana kaynağı Rıza Nur’un hatıratında hiçbir dayanak göstermeksizin yazdığı hezeyanlardır. Hezeyanlar diyorum, çünkü Rıza Nur hatıratında ruhsal rahatsızlığı olduğunu da itiraf etmiştir.
Hatıratın tamamı incelendiğinde Rıza Nur’un sözlerinde çelişki ve tutarsızlıklar olduğu ve kendisinin neyin gerçek neyin hezeyan olduğunu ayırt edemediği görülecektir. Bir başka önemli nokta da şudur ki, Rıza Nur hatıratını Atatürk onu iktidardan uzaklaştırdıktan sonra yazmaya başlamıştır.
2️⃣-Bir takım siyasiler tarafından itibar gören fesli tarihçi bozuntusu başta olmak üzere Atatürk'e saldırmak için fırsat kollayan güruh, bu iki önemli noktayı görmezden gelerek, salyalı ağızlarıyla milli mücadele liderinin mübarek anasının namusuna dil uzatmaya devam ettiler.
Öte yandan, Rıza Nur’un iftiralarını doğrulamak için, onun hezeyanlarla dolu hatıratında yazdıklarının aynısını gösteren düzmece bir arşiv belgesi bile hazırlandı.
Uyduruk belgede Zübeyde Hanım ile Abduş adındaki hayalî bir kişinin ilişkisinden bahsediliyordu. Detayları yazmayı uygun bulmuyorum.
3️⃣-1980’lerin ortasında elden ele dolaşmaya başlayan uyduruk belge 1988’de “Ümmet” isimli bir derginin yayınladığı “M. Kemal’in Babası Kim?” isimli küçük bir kitapta da yer aldı.
1994’te uyduruk belgenin fotokopisi ve yeni harflerle basılmış hali Meclis’te milletvekillerinin odalarının kapısının altından atıldı ancak bu alçaklığı kimin yaptığı ortaya çıkarılamadı.
Neden düzmece belge diyoruz. Çünkü belge aslında amatörce hazırlanmıştı ve belirgin hatalar yapılmıştı. Murat Bardakçı’nın konuyla ilgili köşe yazısında belirttiği gibi belge dönemin Osmanlıcasını yansıtmıyordu.
Dersim Olaylarının temelinde Koçgiri İsyanı yatar. Etno-mezhepsel kökenli Koçgiri isyanını diğer isyanlardan ayıran özellik, çoğunlukla Türkmen olan bölge halkının kandırılıp Kürdistan kurmak amaçlı isyan etmiş olmasıdır. Halkı kışkırtan kim? Tabi ki İngilizler.
İsyanın kaynağını oluşturan Koçgiri aşireti Zara, Hafik, İmranlı, Su Şehri, Refahiye, Kemah, Divriği, Kangal, Ovacık, Kuruçay ve bunları kapsayan bölgeye yerleşmiş durumdadır.
2- Aşirete bağlı olan İbolar, Zazalar, Balular, Kereteliler ve Sarular olmak üzere beş büyük kabilenin katılımıyla ‘Batı Dersim’ denilen bölgede patlak veren bu isyan esasen Ekim 1920’de başlamıştır.
"Mesnevi'yi okudum, böyle hikayeler yok" diyenler oluyor. Arkadaşlar sizin okuduğunuz tam metin değildir. Sansürlüdür. Bu hikayeler Mesnevi'de var.
1⃣- Şimdi Mesnevi'nin hangi cildinde hangi müstehcen hikayelerin olduğundan bahsedelim.
2⃣- KABAK HİKAYESİ
Mesnevi'de yer alan müstehcen hikayelerin en meşhurudur.
Kadın kölesinin eşekle cinsel ilişkiye girmesini kıskanıp kendisi de eşekle cinsel ilişkiye giren ve bunun sonucunda ölen kadının hikayesidir. Nefsin insanı nasıl kötü hallere düşürdüğünü anlatır.
Mevlana burada Cuha dediği kişinin ahlaksızlıklarından ve kadın kılığına girdiğinden bahseder.
Mikail Bayram'a göre burada eleştirdiği kişi Ahi Evran Nasreddin Hoca'dır.
"Sözü kuvvetli, cerbezesi yerinde bir vazeden vardı. Minbere çıkmış vaiz ediyordu. Kadın, erkek herkes minberin dibine toplanmıştı. Cuha da bir çarşaf giyip yüzünü örttü, kadınlar arasına karıştı. Kimse onu tanımıyordu. Bir kadın, vaaz edene gizlice sordu: Kasıktaki kıllar, namazın bozulmasına sebep olur mu? Vaiz dedi ki: Uzun olursa namaz mekruh olur. Ya hamam otuyla ya ustura ile tıraş etmen lazım ki namazın tamam olsun, kabul edilsin. Kadın: Ne kadar uzun olursa namazın kabul olmaz dedi. Vaaz eden dedi ki: Bir arpa boyu uzun olursa tıraş etmek farzdır. Cuha, hemen kız kardeş dedi, bak bakalım, benim kasığımın kılı o kadar olmuş mu? Tanrı rızası için elini uzat da bir yokla. Bakalım, mekruh olacak kadar uzamış mı? Yanındaki kadın, Cuhanın şalvarına el atar atmaz eline aleti geldi. Derhal şiddetli bir nara attı. Hoca, sözüm gönlüne tesir etti dedi. Cuha dedi ki: Hayır, gönlüne tesir etmedi, eline tesir etti. A akıllı adam, gönlüne tesir etseydi vay haline!”