Anadolu'nun son İskitler (Selçuklular) tarafından fethini hep Selçuklu kaynaklarından okuduk, bu kitapta ise dönemi yaşayıp tanık olan (Gürcü,Ermeni,Romalı/Bizanslı tarihçilerin) gözünden okuyup, öğreneceksiniz. Hiç bitmesin istediğim bir kitap oldu. TEŞEKKÜRLER @ProfDrTellioglu
1-"Ermeni Tarihi" isimli eserinde Selçuklular için İskit tabirini kullanan Ermeni tarihçi Genceli Kiragos idi. ...
NOT: anlayan anlamayana anlatsın bunu...
2-Bizans İmp. Komnenos'un damadı asker-tarihçi Nikephoros Bryennios; TARİHİN ÖZÜ adlı eserinde, Alparslan ile Diogenes'in yaptığı anlaşmaya Bizans'ın uymaması ve Diogenes'in öldürülmesi üzerine Alparslan, Anadolu'yu fethedin talimatı verdi der, YANİ; Anadolu İşgali Hukukidir der.
3-Nikephoros'un eşi Anna Komnena'da, Selçuklular Anadolu'da ilerlerken PEÇENEK ve NORMANLARIN BALKANLARDAKİ faaliyetlerini de ayrıntılı olarak aktarıp, Romalıların nasıl iki ateş arasında kaldığını anlatır.
1081'deki Dragos Anlaşması'nın hangi şartlar altında oluştuğunu da yazar.
4-Babasının tahta oturduktan sonra ülkeye düzen verdiğini de anlatan Anna, bunlar olurken barbar olarak andığı Selçukluların babasına nasıl yardım ettiğini de yazmaktan geri durmaz. Yine; Babasına duyduğu hayranlığı ve yaptığı işleri yazarken Türklerin yardımıyla kargaşalara son+
5-++ verdiğini yazarken, Selçukluların, Malazgirt Zaferi'nin hemen ertesinde Trabzon'u fethettiği gibi başka hiç bir kaynakta geçmeyen kayıtlar, Anna'nın ne kadar mahrem bilgilere ulaştığını ve onun sayesinde pek çok gerçeğin karanlıkta kalmaktan kurtulduğunu gösterir.
6-Romalı tarihçilerden TARİHLERİN ÖZETİ eserini yazan ZONARAS ile, Türklerin Anadolu'ya tekrar ve güçlü bir şekilde geri dönüşünü anlatırken hiç bir kaynakta geçmeyen bilgileri veren SKYLİTZES'den bir çok konu aydınlanmaktadır.
Tuğrul Beyin 1054 seferiyle Pasinler Savaşı hak.+++
7-en geniş bilgiyi vermesi onu da önemli kılar.
Tuğrul Bey'in amcasının oğlu Hasan'ın ZAP SUYU civarında Roma ordusu tarafından pusuya düşürülerek öldürülmesini ve ertesi yıl gerçekleşen PASİNLER SAVAŞI arasındaki ilişkiyi kurabilen tek tarihçidir. (Aynı zamanda üst bürokrattır)
8-Anadolu'nun yeniden fethine ait Hıristiyan kaynakları içerisinde meselelere en soğukkanlı yaklaşan tarihçiler Süryanilerdir. Çünkü onlar Selçuklularla Romalılar arasındaki mücadelede taraf olmamışlardır.
Meseleyi ele alırken Türk korkusuyla veya Roma sempatisiyle yazmazlar.
9-Bu açıdan emsalleri içerisinde en objektif duruş Süryani tarihçilerdir demek mümkündür.
Süryani Mihail, Anadolu'nun fethine tanıklık yapan en önemli şahitlerden biridir. Türkleri çok iyi tanıyan Mihail, Göç Destanını bile farklı bir versiyonla kitabında yayınlamıştır.
10- Mihail, Selçukluların Anadolu'daki faaliyetlerini 1050'de Malatya'yı kuşatmalarıyla başlatır.
Geç dönem Süryani kaynakları içerisinde yer alan Ebu'l Faraç Tarihi, Anadolu'nun fethini en iyi tasvir eden eserlerin arasında yer alır.
11- 1243'te Antakya'da Hıristiyanlığı benimseyen Gregory Ebu'l Farac, Malatyalı bir Yahudi olup 1226'da doğmuştur.
22 yıl Hülagû'nun yanında kalması Ebu'l Farac'ın şöhret bulmasında büyük rol oynamıştır. Arap ve Fars kaynaklarından yararlanması ise diğer Hıristiyan kay. yoktur.
12-Ebu'l Faraç tarihinde, Ermeni ve Romalı tarihçiler gibi dini abartma ve tepeden bakma yoktur.
Anadolu'nun fethini kronolojik bütünlük içinde en iyi takip edilecek eserlerden biridir.
13-Ebu'l Faraç Tarihi,
Çağrı Bey'in Anadolu keşfi ve dönüşte Tuğrul Bey'e söylediği sözler vesilesiyle Doğu Anadolu'nun siyasi ve askeri konumu hakkında başka kaynaklarda geçmeyen önemli değerlendirmeler yapar.
14-1037'de Yabguluların Doğu Anadolu'daki faaliyetleriyle Türklerin bölgeye yeniden geldiğini bildiren Ebu'l Farac, 1043'ten itibaren Selçukluların bölgede faaliyete başladığını yazar, Tuğrul Bey'in D. Anadolu seferini etraflıca aktarır.
15-Ve yine; 1058'de Malatya'nın ele geçirilmesi gibi başka tarihçilerin üzerinde fazla durmadığı olaylara dikkat çeker. Abartıdan kaçınıp yalın gerçekleri aktarması, dönemi objektif yansıtması tarih açısından fevkalade iyidir.
16-Yine; Selçukluların Kafkaslardan ilerleyişini en iyi Gürcü kaynakları aktarır. Daha Büyük Selçuklular ortaya çıkmadan önce Türkmenlerin, Kafkasya ve Anadolu'daki faaliyetlerini Anonim K'art'lis Chovreba (Kartli Hayatı) efraflıca aktarır.
17-Özellikle Malazgirt Zaferinden sonra bölgede kurulan Türk Beyliklerine ayrıntılı yer verir.
Anonim K'art'lis Chovreba dışında Kral David (1089-1125) dönemindeki,
"Kralların Kralı David'in Tarihi" adlı eser de, Anadolu'nun fethi sırasında Kafkasya'daki durumu anlamaya yarar.
18-Eser özellikle Kıpçakların faaliyetleri dönemin tanıklarıyla anlatılırken, 786 'dan itibaren Melikşah'ın Gürcü seferine kadar olan dönemi de anlatır.
Bu eserden Selçukluların Gürcüler üzerindeki faaliyetleri izlenebilir.
19-Çağrı Bey'in keşif seferleri Anadolu'nun fethine ilk adımdır.
Bu seferin gerçekleşmesindeki temel sebep, Gaznelilerle Karahanlılar arasında sıkışıp kalan Oğuzların Kınık Boyuna mensup Türkmenlere yurt bulmaktır.
20-Samanoğullarıyla ittifak yaparak bu arzularına kavuşan Kınıklar, Samanoğullarının yıkılmasından sonra onları ortadan kaldıran Karahanlılar ve Gazneliler tarafından baskı altına alınmıştı. İşte bu baskıdan kurtulma ve boyuna yurt bulabilmek amacıyla Çağrı Bey sefere çıkmıştı..
21-1016 da başlayıp 1021'de biten bu seferden sonra Selçuklular Anadolu'nun kendilerine yurt olabileceğini anlamışlardı.
Çağrı Bey'in seferi hakkında en ayrıntılı bilgiyi Süryani tarihçi Ebu'l Farac veriyor...
22-Devam ediyor/2. Bölüm
Ermeni ve Roma kaynaklarına göre, Doğu Anadolu'da Selçuklu/İskitli/Türkmen/Yabgulular tehlikesi belirince Ermeni kralı Senekerim kederlenir ve Roma imparatorundan daha güvenli yer isteyip topraklarını takas etmek isteğini bildirir. Bu talep kabul görür.
23-İmparator, Fırat boylarından Sivas'a kadar olan yerleri ona bırakacağını bildirmiştir. İki taraf arasında yapılan anlaşma icabınca Senekerim, 1022 yılında 10 şehir, 72 kale ve 4.000 köyü boşaltarak maiyetindeki 14.000 kişiyle birlikte iç Anadolu'ya doğru göçmüştür.
24-Bölge 1023'ten itibaren Nikephoros Komnenos komutasındaki Roma kuvvetleri tarafından korunmaya başlanmıştır. Böylece Çağrı Bey'in akınından önce Van bölgesinde bulunan Ermeniler İç Anadolu'ya göç etmek suretiyle bölge tarihinden çekilmişlerdir.
25-Sultan Mesut zamanında Gazneliler ile yapılan savaşlarda güçlenen Selçuklular,
nihayetinde 1040'da yapılan "Dandanakan Savaşı" sonrası kurdukları "Büyük Selçuklu Devleti", Doğu Anadolu'dan Ermenilerin çekilmesi üzerine Roma imparatorluğuyla karşı karşıya gelmiştir.
26-1045'te Gence önlerindeki ilk karşılaşmayla Romalılar (Bizans) ile Selçukluların Kafkasya ve Doğu Anadolu için hakimiyet mücadelesi başlamış oldu.
Esasen bu mücadele çok uzun zamandan beri devam etmekteydi. Sadece şimdi aktörler değişmişti.
(Daha önce Medler, Sasanî, +++
27-+++Müslüman Araplarla Helenler ve Romalılar arasında geçen iktidar çekişmesinin tarafı değişmiş, doğuda rakip olarak Selçuklular ortaya çıkmıştı.)
Selçuklara karşı direnecek gücü olmayan bölge halkları da (Gürcü, Ermeni) Roma İmp. ile işbirliği yapmak yoluna gitmişlerdi...
28-Gürcü, Süryani, Roma ve Ermeni tarihçilerin naklettiğine göre Ermeniler prensleri sürekli bölgenin güçlü aktörleriyle işbirliği yapmışlar ama kendi içlerinde de hiç bir zaman birlik kuramadılar. Ermeni derebeyleri rakip güçlerle işbirliği yaparak kendilerini korumayı umdular.
29-Bu politika Ermeniler arasında Roma, Abbasi ya da İran yanlısı grupların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
NOT: en az bin yıl öncesinden bahsediyoruz ama bölgede bir Kürt varlığının esamesi bile okunmuyor. Roma, Süryani, Gürcü, Ermeni kaynakların hiç birinde geçmiyorlar.
30-Roma imp Ermenileri iç bölgelere alınca, oralara atadığı komutanlar yardımıyla Gürcülere sefer düzenleyip Trabzona kadar olan bölgeyi, Oltu ve çevresini de Roma imp katmıştır.
Konstantinos Monomakhos'un bu politikayı devam ettirmesi sonucu 1045'te Ani'nin ele geçirilmesiyle++
31+++Doğu Anadolu'daki Ermeni prenslikleri Romalılar tarafından ortadan kaldırıldı.
O yüzden Türkler Anadolu'ya girdiğinde karşılarındaki muhatap Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) idi.
32-Çağrı Bey'in keşif seferi sırasında (1016-1021) karşılaştığı Ermeni prenslikleri artık yoktu.
Bir yandan bağımsızlıklarını kaybetmeleri, diğer yandan yurt değiştirmeleri, bölgedeki Ermeni halkının da kimyasını bozmuştu.
Ermeni tarihçilere göre Roma imp anlaşıp Sivas ve +++
33-+++ havalisine gidip yerleşmeleri Doğu Anadolu bölgesini savunmasız bırakmış, Roma da, bölgeye atadığı Hadım edilmiş komutanlar ve korkak paralı askerlerle bölgeyi yeterince iyi savunamamıştır. Bu yüzden Romalılara da kızgınlıkları olduğu Ermeni kaynaklarına yansımıştır.
34-Ve yine; Romalıların MONOFİZİT ERMENİ ve GÜRCÜLERİ, DİYOFİZİT İSTANBUL KİLİSESİNE bağlama çabası da büyük tepkiye sebep olmaktaydı.
Romalılar, Ermeniler, Gürcüler iç kavgalarıyla boğuşurken bölgeye Selçukluların gelmesiyle kerhen de olsa bir ittifak yapmak zorunda kaldılar.
35-Zira Selçukluları, Hıristiyanlığı ortadan kaldıracak bir düşman olarak kabul ettikleri gibi Çağrı Bey'in keşfi sırasında çok güçlü olduklarını da görmüşlerdi.
36-Haliyle bütün bu olumsuzluklara , tüm yaptıklarına rağmen Romalıların yanında yer alarak Hıristiyanlık temelinde işbirliği yapmayı en doğru yol olarak gördüler. Ermeni, Süryani ve Gürcü tarihçilerinin bu olanlardan etkilenmemesi de imkansızdı...
Abartılarının sebebi buydu.
37-1045'te Gence önünde Romalılarla Selçuklular karşılaştığında Ermeni ve Gürcüler de müttefiklerinin yanında yer almıştır.
İmparator Konstantinos Monomakhos, Şeddadilerin hakimiyetindeki Dovin şehrine Gürcü Prensi Liparit komutasında bir ordu yollamıştı. Tuğrul bey Romalıların,
38-+++bu hamlesine karşı amcası Arslan Yabgu'nun oğlu Şihâbu'd-Devle Kut'almış önderliğünde bir orduyu bölgeye yollayarak Kafkasya ve Anadolu'ya yönelik hassasiyetini göstermişti.
39-Kut'almış o sırada Diyarbakır-Musul havalisinde faaliyet gösteren Yabgulu Oğuzlarını da yanına alarak bölgeye doğru harekete geçmiştir. Gence surları önüne geldiğinde Gürcü ve Ermenilerle takviye edilmiş Roma ordusuyla karşılaşmış ve onları büyük bir bozguna uğratmıştır.
40-Selçuklular ile Romalılar arasındaki bu ilk çatışma Kafkasya'nın ve Anadolu'nun fethi açısından büyük önem taşımaktaydı.
1045'te Türkistan'dan çok sayıda askerin ülkelerine geldiğini yazan Aristakes, onların "arslan gibi hızlı ve güçlü, yaylarının gergin, oklarının sivri +++
41-olduğunu, atlarının da bir kartal sürüsüne benzediğini" ifade ederek duyduğu korkuyu eserinden anlamak mümkündür.
Selçuklulardan daha önce bölgede varlıklarını hisssettiren ve Ermenileri bir kaç kez ezen Türkmenler için de Ermeni tarihçinin tasfirleri aynıdır.
42-1045'te Roma imp Konstantinos'un Ermenilerce kutsal sayılan Ani şehrini almasına öfkeli Ermeniler, Gence'de Roma ordusuna komutanlık eden Ermenileri yazarken, Rum/Roma ordusunun büyük bir bozguna uğradığını da çekinmeden ve etraflıca yazmıştır.
43-Savaşta Başkomutan Wahram Pahlawuni ile oğlu Grigor'un hayatını kaydettiğini de Aristakes yazar. Bu savaştaki yenilgi üzerinde de Roma imp 'na ağza alınmayacak en büyük hakaretleri eder. Bunda hem yenilginin hemde Ani şehrinin Ermenilerden alınmasında yatan derin öfke vardır.
44-Ve yine; Rum ordusu şehri almayı başaramışken babası GAGİK'le yapılan anlaşma gereği onun ölümünden sonra şehri Romalılara bırakma sözünü yerine getiren oğlu bir daha kente geri dönmeyince, ahali de Ani'yi Romalı General Baragamanos'a teslim etmiştir.
45-Teslimden önce halk, eski krallarının mezarlarında gözyaşı dökerek, BAGRATLI Hanedanı için ağlamış, kendilerine ihanet eden yöneticilerine lanetler yağdırmış, daha sonra da çaresiz vaziyette Roma kumandanına mektup yazarak şehri teslim ettiklerini bildirmişlerdi.
46-Buradan anlaşılmaktadır ki; Ermenilerce büyük öneme sahip olan Ani şehrinin Bağratlılar tarafından Rumlara/Romalılara bırakılması hiç bir şekilde kabul görmemiştir.
47-ANADOLU'DAKİ İLK BÜYÜK ZAFER: PASİNLER SAVAŞI
Anadolu'nun fethinde dönüm noktası olaylardan birisi, İbrahim Yınal'ın 1048'deki Pasinler'de (Erzurum) Rum ordusuna karşı kazandığı zaferdir.
48-Bu savaş hakkında en ayrıntılı bilgi dönemin önemli Romalı tarihçilerinden SKYLİTZES'in kayıtlarında yer alır.
Romalı tarihçi, 1047'de Zap suyu civarında Selçuklu ordusunun yenilmesi ve tuzağa düşen Hasan Bey'in ölmesinin Tuğrul Bey'i çok üzdüğünü yazar.
Bunun üzerine,
49-Türklerden ve Deylemlilerden oluşan 100.000 kişilik büyük bir ordu hazırlatır ve üvey kardeşi İbrahim Yınal'ı bu ordunun başına geçirerek Romalılar üzerine yollar. Bu ordu büyük bir başarı gösterip, Rum ordusunun ittifakı olan güçlü İber birlikleri komutanı Liparit'i esir alır
50-Komutan Liparit'i geri almak için Roma imp büyük para ganimet vb şeyler teklif eder. Ama Tuğrul bey biz alacağımızı aldık sizde dersinizi diyerek Liparit'i bedelsiz ve büyük paralar da verip harçlıklayıp geri gönderip azat eder.
51-Roma imp da yanına ulaşan Liparit'e makamlar ve armağanlar vererek onurlandırır.
Bu olaydan sonra Romalılar ve Selçuklular arasında elçiler gönderilerek diplomatik ilişkiler kurulduğunu ATTALİATES'in eserinden öğreniyoruz.
52-Attaleiates, bazı Oğuz gruplarının Rum ülkesine akınlar yapmayı sürdürdüğünü, Sultanın da bu unsurların kendine bağlı olmadığını beyanla yapılanları tasvip etmediğini söyleyerek kendisini haklı çıkarmaya çalıştığını da yazar. Bunlar muhtemelen YABGULULAR olmalıdır ki +++
53-+++ onların Tuğrul Bey'e bağlı olmadığı doğrudur.
ZONARAS, Selçuklu ordusunun 100.000 gibi kalabalık bir sayıya ulaştığını yazarken hem de ilk olarak NİKEPHOROS BRYENNİOS'un yazdığı savaşın sebebinden bahseder.
Zonaras'a göre İbrahim Yınal, bir yıl önce Anadolu'da +++
54-+++fetihler yapmakla görevlendirilen ancak Romalılar tarafından pusuya düşürülerek öldürülen Tuğrul Bey'in amcazadesi olan Hasan'ın intikamını almak üzere HASANKALE'ye gelmişti...
Bu bilgiler Ermeni ve İslam kaynaklarınca da doğrulanmaktadır.
Erzen'in kaybedilmesi ve tahrip edilmesi Ermeniler için bir milattı, "Ermenistan'ın mahvolmasının başlangıcıydı. Bundan sonra şark milleti seneden seneye devamlı bir suretle mahvedildi" der URFALI MATEOS.
56-Xlll. Yy da yaşamış bir diğer Ermeni tarihçisi, eserinde Erzen'in kaybedilmesini anlatırken, öncüleri gibi Selçukluların kentte büyük yıkım yaptıklarını, şehirdeki yedi yüz kiliseyi tahrip ettiklerini ve büyük zenginlik elde ettiklerini yazar.
Çarpıcı bir örnek vererek;
57-Selçuklular, sadece Korepiskopos Davit'in evinden 40 deve ve 80 öküz tatafından ancak taşınabilen bir hazine götürmüşlerdi der.
(NOT: demek ki din adamları her dönem Karun gibi zenginmiş, dinin adı da hiç mühim değilmiş.)
58-Ermeni tarihçi ÇEMİÇYAN,
Erzen için verdiği bilgi de, Erzen'in nüfusunun 300 bin ve 800 kilisesi olduğunu yazar.
O da, Erzen'in kaybedilişinin Ermenileri moral olarak çökertmiştir der.
59-Çemiçyan'a göre 300 bin kişilik Erzenin 140 binini Selçuklular yok etmiştir. O da, şehri ve Ermenileri koruyamayan Roma imp öfke kusar.
Eserinde, Roma imparatorunun bölgeye yeterince önem vermediğinin altını çizer.
60-Ve Yine;
Süryani tarihçi MİHAİL,
1050 yılındaki, 3.000 kişilik bir Türkmen grubu o senenin kışında ciddi bir direnişle karşılaşmadan MALATYA'yı teslim alıp yağmaladıklarını yazar.
61-Ancak ganimeti götürürken Batman/SASON civarında kar fırtınasına yakalandıklarını ve bunların büyük bir kısmı soğuktan ve açlıktan kırılmış, kalanlar da etraflarını kuşatan Sasonlular tarafından öldürülmüştür der.
62-MİHAİL'in verdiği önemli bir başka bilgi de,
1056'da, Roma imp MİKHAEL zamanında Türkmen akınları dolayısıyla Doğu Karadeniz ahalisi daha güvenli yerlere göç ettirilmiş olduğunu öğreniyoruz. İmp'un yolladığı at ve arabalarla Hıristiyanlar denizin öbür kıyısına nakledilirken++
63-+++ onların boşalttığı yerler de Türklerin eline geçmekteydi der.
64-Devam edecek.
65-Tuğrul Bey, Doğu Anadolu seferiyle ilk kez Anadolu'yu tanıma ve keşfetme şansına sahip olmuştu. Çevre illeri aldıktan sonra 8 günlük kuşatmayla Erciş'i de teslim almış, şehri teslim eden Ercişliler Sultana, Malazgirt'i zapt ederse tüm Ermenilerin kendisine tabi olacağını+++
66-söylediğini ve bunun üzerine Tuğrul Bey'in de Malazgirt Kalesini kuşattığını ama almadığını yazan Aristakes, bunun sebebini de, Selçuklu araç gereçlerini etkisiz hale getiren şehrin Romalı komutanı, Surlarda gedik açan büyük mancılıkları da bir sıvı ile yakarak kullanılmaz +++
67-+++hale getirdiği için başarısızlık kaçınılmaz olur ve Tuğrul bey çok üzülür İran'a geri döner. Ermenilerin de bu duruma çok sevindiklerini yazar Ermeni tarihçiler.
68-Ermeni tarihçilerin Türkmen ve Selçuklu fetihleriyle ilgili yaklaşımı da ilginçtir.
Bir kısmı Romalıları yukarıda anlatılan gerekçelerle suçlarken, bir kısmı da Ermenilerin dinden uzaklaşıp sapıttıkları için Tanrı Ermenileri cezalandırmak için Türkleri gönderdiğini yazarlar.
69-1057'de Malatya'da,
1059'da Sivas'ta yaşananlardan sonra Ermeni tarihçi Mateos'un ilk önce Romalılardan umudunu kestiğini aşağıdaki satırlardan anlıyoruz.
70-Şöyle der Mateos;
''Ermeni milletinin, Türk askerlerinin öksüzlüğün, yalancı hamilerin ve korkak Grek milleti yüzünden çektiği ızdırapları kim birer birer tasvir edebilecektir? Çünkü onlar (yani Grekler), Ermeni milletinin kumandanlarını kendi ev ve eyaletlerinden çıkarıp+++
71-+++götürmüşler ve Ermenistan'ın krallık tahtını devirmekle askerin ve kumandanların desteği olan suru kendi elleriyle yıkmışlardı.
Kaçmayı kendileri için bir zafer ve kahramanlık addeden bu Grekler, kurdu görür görmez kaçmaya başlayan kötü çobanlara benzediler...
72-Grekler, Ermenistan kalesini tamamen yıkmak işinde büyük gayretle çalıştılar ve İranlılar tekrar taarruz ettikleri vakit kazanılan zaferleri kendilerine mal ettiler! onlar utanmaksızın hadım kumandanlar ve harem ağası askerlerle Ermenistan'ı müdafaa etmeye çalıştırlar...
73-Urfalı Mateos'un fazla bir yorum gerektirmeyen bu satırlarda, Rumlara karşı beslenen umutların nasıl yok olduğu, Selçuklular karşısındaki çaresizlik çok açık ve edebi bir üslupla dile getirilmekteydi.
74-Urfalı Mateos'un bu satırları, aynı zamanda, Ermeni prenslerinin Türklere karşı savaşmaktan korkup yurtlarını Roma imp ile takas edip boşaltmasının ve Roma/Bizans imp güvenmenin bedelini acı bir şekilde ödeyeceklerinin de, pişmanlığı ve acı bir itirafıdır.
75- Özetle, Tuğrul Bey döneminde Anadolu'nun fethine yönelik çok önemli faaliyetler yürütülmüştü. 1048 de kazanılan PASİNLER ZAFERİ ve ardından yapılan akınlar Romalıların Doğu Anadolu'daki savunma hattına önemli darbeler vurmuştu ama Anadolu'daki siyasi hakimiyet Alparslan ile++
76_++Alp Arslan döneminde gelişen olaylarla hız kazanacaktır. ..
77-Tuğrul Bey'in ölümünden sonra Selçuklu tahtını ele geçirmek üzere Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış, Çağrı Bey'in oğlu Alp Arslan ve Tuğrul Bey'in halefi olarak başa geçen Çağrı Bey'in diğer oğlu Süleyman arasında bir mücadele oldu. Bu mücadeleyi kazanan Alp Arslan oldu ve +++
78-+++ ikinci Selçuklu hükümdarı olarak iktidara geldi.
O, tahta oturduktan kısa bir süre sonra Kafkasya seferine çıktı. 1064 Şubat ayında Tiflis'ten batıya doğru ilerlemeye başlayan Selçuklu hükümdarı ciddi bir direnişle karşılaşmadan Nahcivan'a kadar olan bölgeyi ele geçirdi.
79-Alp Arslan buradan Ermeniler için çok önemli bir şehir olan Ani'ye yöneldi. 16 Ağustos 1064'te Ani şehrini de fetheden Alp Arslan, Ermenileri de moralman tamamen çöketmiştir.
80- Erzen'den sonra Ani'nin de kaybedilmesi hem Romalıları ürkütmüş hem de Ermenilerin Romalılara karşı güvensizliğini açığa vurmuştur.
81- Ani'nin kaybedilmesiyle ilgili olarak Xl. yüzyılın tarihçileri Aristakes ve Mateos'tan geç dönem Ermeni kaynaklarına kadar ayrıntılı bilgi bulmak mümkündür.
Aristakes, 1045'te Kral Gagik'i, ölümünden sonra Ani'yi kendilerine bırakmaya ikna eden Roma imparatorunu hain olarak,
82-++ nitelemekte ve şehrin Ermenilerin elinden çıkmasını hiç unutmadıklarını yazmaktaydı.
1064'te ise onbinlerce askerini toplayan Selçuklu hükümdarının Ani'yi kuşattığını, uzun süren çarpışmalardan sonra büyük kayıplar veren Ermenilerin daha fazla dayanamadığını, +++
83-+++şehri savunanların iç kaleye çekilirken kargaşa oluştuğunu ve kentin düştüğünü yazar.
84-Urfalı Mateos, Ani'de Alp Arslan'ın katliam yaptığını yazarken, Anili Samuel 1064'te şehrin Alp Arslan'ın eline geçtiğini, kadın ve çocukların esir alındığını yazar katliamdan bahsetmez.
Çamiçyan da Samuel gibi Ani şehrinin kaybedilişini anlatırken diğer kaynaklardan daha+++
85-+++yalın bir dil kullanır.
onun tasvirinde en öne çıkan, kenti idare edenleri sayıp Sulçukluların, şehri Rum yöneticilerden aldığını aktarır.
86-Dük ünvanlı Bagarat ve yardımcısı Gürcü Gregory,
Alp Arslan şehri kuşattığında Ani'yi idare etmekteydi. Yerli soylular büyük bir gayretle şehri savunmakta iken bu ikisinin yanlış idaresi yüzünden kargaşa çıkmış ve Selçuklular bu yüzden kente girebildi der Çemiçyan.
87- Mikhael Attaleties ve Skylitzes Ani'nin kaybedilişi ile Roma imparatorluğunun Doğu Anadolu'daki askeri gücünün büyük darbe aldığının altını çizerler.
Burada tarihe çok ilginç bir olay da geçer...
88-Mateos ve onu takip eden pek çok Ermeni kaynağı, Ani şehrinin düşmesinden sonra Selçuklu kuvvetlerinin Kars'a yöneldiğini, ancak bölgedeki Ermeni Prensi Gagik'in büyük bir oyun yaparak şehrin idaresini eline aldığını yazarlar. Gagik'in bu ilginç oyununu Simbat şöyle aktarır.
89-Alp Arslan Gagik'e elçi göndererek teslim olmasını istemişti. Elçi huzura vardığında, Gagik'i yas elbiseleri giymiş vaziyette bulur.
Böyle giyinmesinin sebebini sorduğunda, Gagik, Sultan Tuğrul öldüğünden beri matem tuttuğunu ifade etmiştir. Haber, Alp Arslan'a ulaştığında...
90-Alp Arslan şehre gelerek Gagik ile görüşür ve onun Kars'ı idare etmesine izin verir.
Böylece Selçuklu Devleti içerisinde Ermeniler de idareci olarak görev yapmaya başlamıştır.
91-Çok müstahkem bir mevkide bulunan Ani'nin düşmesinden sonra Selçuklular G. D. Anadolu'ya seferlerini artırmış, Romalılarla çeşitli kereler savaşmışlar, Urfa ve Antakya'nın fetih planları içerisinde olduğunu ortaya koymuşlardı. Bu seferlerde Ermeniler Romalıları suçlarlar yine.
92- Mayıs 1067'de İmparator Konstantin Dukas'ın ölümünden sonra Anadolu büyük bir Selçuklu akınına maruz kaldı. Maaşları düzenli ödenmeyen Roma ordusu Selçuklular karşısında hiç bir varlık gösteremeyince de...
(Romanos Diogenes'in (1068-1071) Doğu Seferiyle Devam Edeceğim)
93-Şimdiye kadar okuduğumuz Malazgirt Zaferinin nasıl kazandığına dair bilgiler varken öncesine ve sonrasına dair hemen hiç bir bilgi okumamıştık. İşte bu kitap bu eksik olan bilgileri veriyor hem de Fethedilenlerin tarihinden.
94-Özetle; Doğu Roma İmp. Konstantinos Dukas'ın ölümü üzerine, Andronikos Dukas'ın onun yerine geçmesi beklenirken İmparatoriçe Evdoksiya (Eudokia) ile evlenerek Romanos Diogenes İmp. olmuştu. (Bunun ağır sonuçları Malazgirtte yaşanacaktı...)
95-Anadolu seferi hazırlıkları yapıp Selçuklulara ağır bir ders vermek isteyen Diogenes'in, Anadolu ordularına başkomutan olarak atadığı Manuel Komnenos,
Alp Arslan'ın azılı muhalifi Emir Erbasan'a Sivas dolaylarında yenilip esir düştü...
96- Lakin Komnenos, Erbasan'ı Alp Arslan'a karşı işbirliği yapmaya ikna edip, esaretten kurtulup Emir Erbasan'ı da yanına alıp İstanbul'a götürdü.
Erbasan, Romalılara sığınıp işbirliğine girmişti. Amacı Alp Arslan'ı Romalılarla bir olup yenip, Selçuklu tahtını ele geçirmekti...
97-İstanbul'dan çıktıktan sonra kaldığı çadırın direklerinin kırılması, atlarının yanması gibi bir sürü olumsuz olayla karşılaşan Diogenes, Sivas'a gelene kadar kendisinin ve ordusunun morali bozuktu. Sivastan Erzurum'a yönelen Diogenes, ordusunun yarısını da Ahlat'a gönderir...
98-Bryennios komutasındaki bu ordu Selçuklulara yenilip esir düşer. Haber Roma ordusunun moralini iyice bozar...
26 Ağustos 1071 de Selçuklu ordusundan toptan intikam almak için Alp aarslan'ın karargahının bulunduğu Malazgirt'e yönelen Diogenes burada da büyük bir ihanete uğrar.
99-Ordusundaki Hıristiyan Türk askerleri, Uzların, Peçeneklerin karşı tarafa geçmesiyle ilk sarsıntıyı yaşayan imparatora en büyük ihaneti ise tahtında gözü olan rakibi, ihtiyat kuvvetleri komutanı Andronikos Dukas yapar...
100-Andronikos Dukas, darbe yiyen ordunun sol tarafını toparlayıp destek vermek yerine, geri çekilip, Diogenes'in yenildiği şayasını da yayınca ordu dağıldı, sağ tarafı toparlamak için dalan Diogenes ise Selçuklulara esir düştü...
101-Alp Arslan, Diogenes'e yine bir İmp. gibi davrandı, onunla yemek yedi ve sonra da şartsız teslim edip yanına kuvvet de katıp İstanbul'a geri yolladı. Lakin, Diogenes, yolda öğrendi ki İstanbul'da darbe olmuş, kendisine ihanet eden rakibi
Andronikos Dukas imparator olmuştu...
102-A. Dukas, İstanbul'a dönmek için Amasya'da yolda olan Diogenes'in üzerine kuvvet yolladı. Diogenes bu kuvvetlerden korunmak için Adana'ya kaçsa da, orada da yanına ulaşan imp elçilerine manastıra kapanacağına dair söz vererek anlaşma yapıp teslim olmuştur...
103- Teslim olan Diogenes, İstanbul'a götürülürken Kütahya civarında kör edilmiş daha sonra da hayatını kaybetmiştir.
Diogenes'e yapılan bu muamele en çok Alp Arslan'ı üzmüş ve Anadolu'yu Romalılardan alma yemini etmiştir... Anna Komnena'nın bahsettiği olay budur.
104-Burada ilginç bir kaç kent ismi detayı vereyim;
Romalılardan asırlarca önce Sakaların bir kolu olan Hattilerin Hattuşaşlıların kenti olan Çorum, Tokat, Niksar gibi şehirlere Romalılar Yunan isimleri vermişlerdi. Örneğin; Niksar'a Neokaisareia, yine Maraş'a Germanikeia, +++
105-Malatya'ya Meliténe, İskenderun'a Alexandros,
Yine tarihi Saka/İskit kenti Denizli/Honaz bölgesine de Khones ismini vermişler. O dönem Roma hakimiyetine geçen Anadolu'nun eski yer isimlerini Romalılar Yunanca'ya çevrilmiştir.
106-Eski çağlar saklı kalmak kaydıyla...son bin yıldır Anadolu'nun kesintisiz ve tek hakimi olan Türkler de bu Yunanca isimleri ancak Cumhuriyetin kuruluşunda Türkçe isimlerle değiştirmeyi akıl edebilmişti! O da Başbuğ Atatürk sayesinde tabi.
107-Cumhuriyet idaresi bu Ermenice ve Yunanca isimleri Türkçeleriyle değiştirince sorun olmamıştı ta ki son 15 yıla kadar! Ama Atatürk'ün yaptığı tüm devrimlerden eahatsız olan kripto yöneticilerimiz bundan da rahatsız oldular!!!
108-Hatırlarsanız, Güroymak olan Türkçe ismini, Norşin ismiyle değiştirmek için! Ankara'dan Bitlis/Güroymak'a gidip kendi elleriyle Norşin ismini çakan "AB-Dullah Gül" adında bir Cumhurbaşkanımız bile olmuştur! ...
Üstüne yorum yapmayayım lafın tamamı deliye denirmiş çünkü...
109-Roma tarihçileri (Nikephoros, Anna, Zoranas, Skylizes, Attaliatesi, Psellos), Gürcü (Kartlis'i),
Süryani (Mihail ve Gregory Ebul Farac Tarihi) Ermeni Kiragos, Çemiçyan, Urfalı Mateos gibi dönemin tarihçilerinden Anadolu'nun Fethini okudunuz @ProfDrTellioglu hocamıza tşk ler
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Yurttaşın ‘eşitlik’ içerdiğini falan reddediyorum. Biz barış, demokrasi, özgürlük istiyoruz.
Onurlu bir yaşam, bir hırka bir lokma…
Giderken de ‘önder’ gibi uğurlanalım arzusundayız.
Ne diyordu Ceren Hanım, babası Sırrı Süreyya Önder’in cenaze töreninde:
“Bir tek mülk edinmeden, ikinci bir kazağı almadan, kimseden bir şey istemeden, borçsuz ve harçsız, boğazını değil onurunu besleyerek yaşadığın bu dünyadan gidiyorsun baba.”
Biz de böyle gitmek istiyoruz.
Hastane masraflarımız devletimiz tarafından karşılansın, en iyi doktorlar tarafından ameliyat edilelim istiyoruz mesela.
Terörist Abdullah Öcalan’a ‘baba’ demek, ‘Ölene kadar Apocu’yum’ deyip kahraman sayılmak, Hendek teröründe talimatı getiren kişi olup da vicdanı sızlamayan biri olarak kalmak ve bunları yapmamıza rağmen Türk bayrağına sarılı bir şekilde bu dünyadan göçmek mesela…
Ama öncesinde neler yapmak istiyorum biliyor musunuz?
Tatile gitmek!
Şimdi size, sizin de unutamayacağınız bir tatil planımı anlatacağım.
Rüyamda gördüm…
***
Lütfen zinciri Okuyun
Sonra zaten paylaşacaksınız 🌿🌿🌿
1- Dedim ya, tatil yapma hevesindeyim.
Önce Alaçatı’ya gitmek istiyorum.
‘Ahali Alaçatı’da denize sıfır bir meyhanede Ege’nin en taze balıkları ve mezeleri eşliğinde rakımı içmeyi…
İskeledeyken kafam çakırkeyif olduğunda mis gibi deniz kokusu çarpmalı yüzüme…
Hissetmeliyim rüzgarın beni okşamasını…
Ahali Alaçatı
***
2- Sevdiklerimle kafaları bir güzel çektik ya… Artık uyku zamanı…
Hemen 5 bin 500 metrekarelik, denize sıfır, yemyeşil bir otelde ‘Alaçatı Beach Resort’a gitmek ve oranın kral dairesinde sızmak istiyorum.
Prof Dr İbrahim Tellioğlu: Türk Tarih Tezinde "İskit Türk İmparatorluğu" deniyordu bugün ispatlandı.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun Taşbabaları, Balbalları, Anadolu'daki Kurganlar, Türklerin Anadolu'da 5 bin yıldır var olduklarını gösteriyor. İZLE-ÖĞREN
1- Prof Dr İbrahim Tellioğlu'nun kitaplarından özetler :
@ProfDrTellioglu
Sultan 2. Abdülhamid, Amerikan Elçisi A. W. Terrell ile yaptığı söyleşinde, Osmanlı'nın Türkleri savaşlara sürüp, Ermenileri nasıl baştacı ettiklerini anlatıyor.
Önce yazıdan bir bölüm:
6)Ermenilere Çok Önemli Makamlar Verdik
Batı kamuoyunda Ermenilere kötü muamele yapıldığı ve ırki sebeplerle cezalandırıldıkları iddialarına da Sultan Abdülhamid çok çarpıcı açıklamalar yaparak yanıt verdi.Devlet hizmetinde görev yapan çok sayıda Ermeni olduğunu belirtti ve uzun bir listeyi elçiye ileteceğini bildirdi. Sultan çok önemli ve kritik makamlardaki Ermenilerden birkaç isim saydı:
•Dadyan: Ermeni kökenli Dadyan’a babam Sultan Abdülmecid tarafından imparatorluk barut fabrikasının tüm kontrolü verildi. Çok zengin oldu.
Sultan burada Ermenilere ne kadar çok güvendiklerini vurgulamak için Dadyan’ın saraya danışmadan istediği büyüklükte top/barut yapabildiğini söyledi ve şöyle devam etti: “Yani ordu onun insafına kalmıştı.”
•Kuetzroglou: Saray'ın her türlü mobilya, mücevher ve giyim eşyasını temin etmek için görevlendirildi. Büyük bir servet kazandı. Boğaz'ın Asya kıyısındaki Çengelköy’de çok sayıda evi ve muhteşem bir köşkü vardı. Babam her hafta dinlenmeye oraya giderdi.
•Agop Efendi: Darphane'nin bütün sorumluluğu Agop Efendi'nin elindeydi. Servet yapma fırsatları elbette çok fazlaydı ve kendisi de çok zengin oldu.
•Gümüşgerdan: Ermeni Gümüşgerdan ise Saray Harem'inin kadın kıyafetleri tasarımcısı ve yapımcısıydı. Hâlâ burada yaşıyor ve son derece zengindir.
•Balian (Ermeni) ailesi: Sultan Mahmud'un zamanından beri babadan oğula geçerek padişahlar için saraylar ve binalar için seçkin mimarlar olmuştur. Dolmabahçe, Çırağan, Beylerbeyi, Yıldız, Ihlamur Kasrı ve Asya kesimindeki Göksu ve Küçüksu vb. sarayları inşa ettiler ve biri hâlâ benim imparatorluk mimarımdır.
•Michael Portakal Paşa: Bir Ermenidir ve şu anda Hazine-i Hassa’dan sorumlu Bakanımdır. Padişaha ait tüm kamu arazileri ve tüm gayrimenkuller üzerinde münhasır kontrole sahiptir.
Sultan Abdülhamid’in elçiye sözünü ettiği Osmanlı hizmetinde Ermeniler listesine baktığımızda gerçekten de 106 Ermeni’nin çok önemli makamlarda çok iyi maaşlarla istihdam edildiği görülmektedir.
Ermeni olaylarının en kritik dönemlerinde bu kadar kişinin Osmanlı devletinde çeşitli kadrolarda görev yapması Osmanlı devletinin Ermenilere ikinci sınıf vatandaş muamelesi yaptığı iddialarını çürütecek boyuttadır. Ayrıca batıda eli kanlı bir diktatör olarak anılan Sultan’ın da Ermenilerle kişisel bir sorunu olmadığını göstermektedir.
7)Ermeniler Nankörlük Yaptı ve Hükümeti Yok Etmeye Kalkıştılar
Sultan Ermenilere karşı ırki veya dini nedenlerle bir nefret duymadıklarını bu örneklerle açıkladıktan sonra Ermeni olaylarının çıkış sebeplerine değindi. Sultan Abdülhamid’e göre Sarayın Ermeni ırkına yaptığı onca iyiliklere rağmen ihtilalci Ermeni komiteleri ve devletin zenginleştirdiği Ermeniler hükümeti yok etmeye kalkışmışlardı ve bu durumda işler değişmişti.
Sultan Ermenilerin onca iyilik yapılmasına karşılık nankörlük göstermelerine epey içerlemiş olmalıydı ki elçinin de iyi tanıdığı bir Ermeni cilt ustası ile ilgili şu anısını aktardı:
Bu (cilt ustası) adam, geçen yıl 26-27 Ağustos'taki karışıklıklardan sonra korkup Amerika’ya kaçmış. İngilizce konuşamadığı ve iş bulamadığı için geri dönmek istediğini söyleyerek Saray'a bir mektup yazdı ve Sultan’ın sağ salim dönmesine izin verilmesi için talimat vermesini istedi. Daha sonra doğrudan padişaha mektup yazarak parasının olmadığını bildirdi. (Elçi Terrell’in naklettiğine göre burada Sultan gülmeye başladı ve şunları söyledi): “Şimdi Amerika'nın Hıristiyan halkı buna pek inanmayacak, ama ben onun iyi bir adam olduğundan emin olarak adama evine dönmesi için 1000 frank gönderdim.”
Prof Dr Kemal Çiçek hocanın Türk Yurdu Dergisine (Nisan 2025) yazdığı yazıyı aynen paylaşıyorum. Geniş araştırma yapmak isteyenler ekteki kitabı edinebilirler.
Lütfen dikkatle okuyup
paylaşalım 🌿🌿🌿
1- II. ABDÜLHAMİD’İN ERMENİ SORUNUNA BAKIŞI
Prof. Dr. Kemal Çiçek
Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi ANKARA
Bu makalemizde Ermeni Sorununun uluslararası bir sorun olmaya başlaması evresinde Sultan II. Abdülhamid’in Ermeniler ve Ermeni sorununa bakışını değerlendireceğiz.
Abdülhamid döneminde Ermeni sorunu hakkında çok sayıda kapsamlı çalışmalar yapılmasına rağmen Sultan’ın bakış açısı hakkında oldukça az araştırma yapılmıştır. Fikrettin Yavuz’un Abdülhamid döneminde Amerikan elçisi olan Alexander Watkings Terrell hakkındaki enfes eseri ve Baha Gürfırat’ın çok kısa bir makalesi dışında konu ele alınmamıştır. Ayrıca bu akademik çalışmalar da kamuya mal olmamış, başka bir deyişle Sultan Abdülhamid’in Ermeni sorununa kişisel yaklaşımı yeterince dikkat çekmemiştir. Halbuki Abdülhamid’in bu konudaki kişisel görüş ve tespitleri kanaatimizce son derece önemli ve değerlidir.
Zira Ermeni Sorununun uluslararası bir boyut kazanması da, ilk önemli Ermeni olayları da onun zamanında yaşanmıştır. İşte bu bakımdan Sultan’ın Ermeni sorununa kişisel yaklaşımı daha fazla ilgiyi hak etmektedir. Burada kişisel bakışı tespitimin altını çizmek isterim, çünkü onun fikirlerinin tam anlamıyla Osmanlı dış politikasına yön verdiğini de iddia etmek doğru değildir. Bununla birlikte özellikle Batılı devletler ve Osmanlı-Ermeni sorunu araştırmacıları Ermeni sorununun çıkışını Sultan Abdülhamid’in siyasetine bağlama eğilimindedirler ki bu doğru değildir.
Sultan Abdülhamid, Ermenilerin ayaklanmasını gerektirecek ve haklı çıkartacak hiçbir siyaset izlememiştir. İzlediği iddia edilen İslam birliği siyasetinin –ki ne kadar etkili olduğu tartışmalıdır- Ermenileri isyana yönelttiği tezleri dayanaksızdır. Bu konuyu detaylı tartışmak bu kısa makalenin kapsamını aşarsa da kısaca Ermeni sorunu ve uluslararasılaşma sürecini hatırlatmak Sultan’ın soruna yaklaşımının anlaşılmasına katkı yapacaktır.
Ermenilerin Uluslaşma Süreci Nasıl Başladı?
Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihçesi Ermeni sorununun temelinde, 19. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı toplumuna da sirayet eden uluslaşma ve milli devletlerin kurulma sürecinin hızlanmasının yattığını göstermektedir. Bununla birlikte Ermeni milli kimliğinin filizlenmesinde en büyük paya sahip olan Sultan Fatih Sultan Mehmet’tir. Sultan Mehmet adeta Ermenilerin siyasi, sosyal ve ekonomik bakımdan kaderlerinideğiştiriştir. Şöyle ki; Bizans tarafından Van ve civarında yaşadıkları topraklardan 11. yüzyıldan itibaren sürekli Orta ve Batı Anadolu’ya sürgün edilen ve hor görülen Ermeniler, Fatih Sultan Mehmet tarafından taltif edilmişlerdir. 1461 yılında,Fatih Ermeni ileri gelenlerinden altı aile ile birlikte Hovakim’i “Patrik unvanıyla” Bursa’dan İstanbul’agetirtmiştir. Ayrıca Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden çok sayıda Ermeni’yi İstanbul’a taşıyarak, burada altı cemaatlik bir Ermeni toplumu meydana getirmiştir. 1478 tahrir defterinde İstanbul’da yaklaşık 1000 hane Ermeni cemaati yaşadığı görünmektedir. Ermeni dini liderlerinin Patrik unvanını kullanması ise muhtemelen Kanuni Sultan Süleyman zamanında olmuştur. Aynı tarihte gerçekleşen ilginç bir tarihi olay da, Kozan’daki Ermeni Patrikliğinin Eçmiazin’e taşınmasıdır.
Bu tarihten sonra zımmi statüsündeki Osmanlı milletlerinden birisi olarak Ermeniler çok huzurlu bir dönem yaşamışlar vedevlete önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Orta Anadolu bölgesinden yeni getirilenlerle nüfusu sürekli artan Ermeniler, İstanbul’da ilk matbaalarını 1587 yılında kurmuşlardır. Devlete bağlılık ve hizmetlerinden dolayı “millet-i sadıka” olarak anılmışlardır. Nitekim 1835-1839 yılları arasında Türkiye’de bulunan Helmut von Moltke İstanbul’da Ermeni seraskeri Husrev Paşa’nın Ermeni tercümanı Mardiraki ve ailesinden “Hıristiyan Türkler”şeklinde söz etmiştir. Pek çok gözlemci ve seyyah da Ermenilerin Türkçeden başka dil bilmediklerini kaydetmişlerdir. Amerikan misyonerleri de aynı nedenle mezhep değiştirttikleri Ermenilere bile Türkçe olarak ayin yapmak zorunda kalmışlardır.
2-İşte bu şekilde Türklerle iyi kaynaşmaları ve kurdukları dostluk sayesinde Ermeniler Osmanlı bürokrasisinde de önemli görevler üstlenmişlerdir.
Osmanlı arşiv belgeleri Ermenilerin tercüman, vergi toplayıcısı, mimar, zanaatkâr, hazinedar, meclis üyesi ve hatta bakan olarak her türlü göreve ön yargısız olarak tayin edildiklerini göstermektedir. Böylece amira olarak bilinen sınıflar arasında çok sayıda aristokrat Ermeni ailesi ortaya çıkmıştır.
Ermeniler arasından 17. yüzyılda GrigorDaranaghtsi ve 18. yüzyılda Eremia Çelebi Kömürciyan gibi ünlü tarihçi, şair ve edebiyatçılar yetişmiştir . 18. yüzyıl başlarında İstanbul’da sayıları dörde ulaşan Ermeni matbaalarında 40 cilt, çoğu dini içerikli kitap basılmıştır. Askerlik hizmetinden muaf oldukları için ticarete ve sanat hayatına atılan Ermeniler, bu alanda da çok başarılı aileler çıkarmışlardır. Kuyumcu olan Düzyan ailesi, mimar olan Balyan ailesi, tekstilci Bezciyan ailesi, ressam Manus ailesi, mühendis ve diplomat çıkaran Dadyan ailesi bunlar arasında akla ilk gelenlerdir. Ayrıca özellikle Tanzimat sonrasında pek çok Ermeni de bakanlık seviyesine kadar yükselerek Osmanlı İmparatorluğunu dış ülkelerde temsil etmişlerdir. Osmanlı sultanlarının özel hekimleri arasında Bogos (1744-1814), Manuel (1775-1858) ve Pavlaki (1806-1887) gibi pek çok Ermeni vardır.
Ne var ki bu dostluk ve iyi komşuluk havası Ermeniler arasına yabancı misyonerlerin yerleşmesi ile bozulmaya başlamıştır. Bir yandan 1816 yılında Moskova’da kurulan Ermeni Şark Dilleri Enstitüsünün ajanları diğer taraftan Batı kiliselerine mensup misyonerlerin çalışmaları Ermenilerle Türkler arasında ilişkileri yavaş yavaş kopma noktasına getirmiştir. Özelikle Katolik, Protestan ve Rusya kökenli misyonerlerin Ermeniler arasında yürüttüğü ayrılıkçı çalışmaların etkisi vurgulanmalıdır. Çünkü misyonerlerin farklı mezhepler adına yürüttükleri faaliyetlerin sonucunda sadece Türk-Ermeni ilişkileri zarar görmemiştir. Ermeniler de farklı mezheplere bölündüğü için birbirlerine yabancılaşmışlardır.
Osmanlı Millet Sisteminin Çöküşü ve Ermeni Milletinin Parçalanması
Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren Osmanlı devletinin Ermenileri bir millet çatısı altında toplama gayretlerine karşılık, özellikle Amerikan ve İngiliz Protestan misyonerleri 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren emellerine ulaşmışlardır. 1850’de İngiltere hükümetinin siyasi desteği sayesinde Ermeniler arasından bir Protestan Ermeni milleti çıkartmışlardır.
Sayı bakımından az olmakla beraber, Amerikan misyonerleri vasıtasıyla akan paralar sayesinde Protestan Ermeniler toplum içinde ağırlıklarını gitgide arttırmışlardır. Böylece büyük çoğunluğu Gregoryen Ortodoks ve az sayıda Katolik Ermeni cemaatlerine, Protestanlar da ayrı bir kilise ve cemaat olarak katılmışlardır.
Avusturya, İtalya ve Fransa’nın Katolik Ermenileri, Rusya’nın 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından itibaren Ortodoks Ermenileri ve İngiltere, Almanya ve Amerika’nın Protestan Ermenilerini himaye altına almaları, Osmanlı millet sisteminin toplumda oluşturduğu hassas dengelerini bozmuştur. Kendi ülkelerinde etnik, kültürel ve dinsel ayrımcılık yaşayan misyonerler, Osmanlı coğrafyasına da “öteki” anlayışını taşımışlardır. Ermenilere aşılanan bu yeni bakış, dinsel ve etnik farklılıkların ilişkilerde belirleyici olmasına sebep olmuştur.
Şunu hatırlatalım ki Osmanlı Devleti’nin egemenliği altındaki uluslara tanıdığı, “millet statüsü”,onlara özerk yaşama hakkı veriyordu; bu hak, devletin güç kaybetmeye başladığı dönemlerde Batılı devletler ve Rusya tarafından istismar edilmiş; kapitülasyonlar sayesinde Batılı büyük devletler, Osmanlı gayrimüslim ahaliyi örgütleyerek Osmanlı Devleti’ni parçalama stratejisini uygulamaya başlamışlardır.
Nitekim İngiltere, Fransa ve Rusya, Berlin anlaşması sonrasında Osmanlı hükümetini iç işlerini reformlarla iyileştirmeye zorladı. Osmanlılar, birkaç askeri yenilgiden sonra isteksizce de olsa pes ettiler.
Latin Alfabesi dediğimiz eski Türk alfabesidir. Etrüskler de kullanmıştır,
Atatürk bunu fark edip gününüze uyarladı ve Dünya'nın en güzel alfabesini ortaya çıkarttı, adına da Yeni Türk Alfabesi dedi.
Arapcı Zübüklerin kavranması boşunadır.
TÜRKLERİN GENETİK TARİHİ VE TAKİBATI.
Türk halklarında çoğunlukla görülen Y-DNA haplogrupları, MÖ 46.000-65.000‘de ortak atalarda birleşmektedir. Bu bağlamda Türklerin binlerce yıl içerisinde farklı haplogruplara bölünerek oluşmuş kültürel, tarihi ve lisani bir soy birliği olduğu görülmektedir.
Genetik araştırma verileri, Türklerin tek bir haplogruptan değil, en az 14 haplogruptan müteşekkil olduğunu göstermektedir. Aşağıda listesini verdiğimiz bu haplogrouplardan yaklaşık 12 tanesi (G, H, I, J, K, L, N, O, P, Q, R, T), 48.000 yıl önce F haplogrubu idi. F haplogrubundan türeyen erkeklerin binlerce yıl içerisinde y-str değerlerinde mutasyon gerçekleşmesiyle yeni haplogruplar oluşmuştur. F haplogrubu, Moğollarla ortak atamızdan 65.000 yıl önce ayrılmıştır. Bugünkü Türklerin ataları MÖ 65.000 ilâ 46.000 yılları arasında F haplogrubu idi. Aynı tarihlerde Moğolların ataları ise C haplogrubu idi. Türklerin ata haplogrubu (F), MÖ 46.000 ilâ 20.000 yılları arasında çeşitli mutasyonlara uğrayarak alt kollara ayrılmış ve yeni haplogruplar oluşmuştur.[F] Teknik olarak 48.000 yıl önceki atalarımız temel alınırsa, şuan F’nin alt dallarındaki tüm Türkler için F haplogrubundan türeme denilebilir.
F haplogrubundan türeyen alt haplogruplar (özellikle G, H, I, J, K, L, N, O, P, Q, R, T), Orta Asya Türklerinde görülen Y-DNA haplogruplarıdır. Bazı Türk boylarında da görülen C haplogrubu ve alt dalları ise en fazla Moğollarda ve Tunguzlarda görülmektedir. Bu iki haplogrup (C ve F), 65.000 sene önceki CF haplogrubundan türemiştir.[CF] Bununla birlikte C, D ve E haplogruplarının bazı alt dalları da, F haplogrubu kadar yoğun olmasa da Türkler arasında görülmektedir ve Türk toplumunu oluşturan ön Türkler arasında yer almışlardır. +++
Foto: Türk Tarih Tezi'nde
Türk İskit imparatorluğu 🔽
1-++Türklerin atayurdu olarak bilinen Orta Asya’da Türk kabilelerinde F haplogrubu ve alt kollarını yoğun miktarda görmek mümkündür. Alt grupların dağılma yönleri dikkate alındığında, F haplogrubunun dağılma noktasının Orta Asya olduğu tahmin edilmektedir. Nitekim F haplogrubunun kolları Afrika’da pek görülmemektedir. Ayrıca F paragrubunun Kazaklarda, Sarı Uygurlarda, Özbeklerde, Tibet, Çin ve Himalayalarda görülmesi, bu ata haplogrubunun Orta Asya’dan dağılmış olduğunu ortaya koymaktadır.[2, 26]
İnsanlık kültürünün ilk yaşam tarzlarının izlerini taşıyan Ön Türk olarak tabir edebileceğimiz Türklerin ataları, savaşçı ve yarı göçebe olmaları nedeniyle binlerce yıl içinde çok geniş bir coğrafyaya dağılmış, bu göç dalgalarıyla çok sayıda haplogrup dünyaya dağılmıştır. Nitekim F’nin mutasyona uğramasıyla Türklüğün oluşum sürecinde farklı haplogruplar ortaya çıkmaya başlamış ve Türklerin yaşadığı aynı coğrafyada birden çok haplogrup (F’nin varyasyonları) bir arada görülmeye başlamıştır. Ancak Türklerin budunlar (Kıpçak, Kırgız, Karluk, Oğuz gibi) halinde ayrı gruplarda yaşamaları nedeniyle her bir budunda farklı haplogruplar baskın durumda olmuştur.
Günümüzde sondan eklemeli dillerin konuşulduğu halklarda ve coğrafyalarda C, D ve F haplogruplarından türeyen alt dalların görülüyor olması, sondan eklemeli dillerin (dolayısıyla Ön Türkçe’nin) doğuş noktasını, çok daha eski zamanlara götürmektedir. F haplogrubunun türevi olan günümüz haplogrupları (G, J, N, Q, R gibi), sondan eklemeli dil konuşan diğer uluslarda (Kafkas dilleri, Ural-Altay dilleri) ve antik halklarda (Sümerce, Etrüskçe, Hattice, Elamca, Hurrice) en fazla görülen haplogrup kümesini oluşturmaktadır. F’nin yeni haplogruplara bölünme sebebi de farklı coğrafyalara dağılmalar sırasında veya öncesinde yaşanan zamana bağlı olarak mutasyonların gerçekleşmiş olmasıdır. Ancak sondan eklemeli dil konuşanların dillerinde mekanın değişmesine paralel olarak zamanla farklılaşma ve ayrışma gerçekleşmiştir; ancak bu diller sondan eklemeli olma özelliğini korumuştur. En eski Ön Asyalılar (Hattiler, Sümerler vb), Orta Asyalılar, Kafkasyalılar ve İdil-Ural bölgesi halklarının sondan eklemeli diller konuşması da bu köken birliğine işaret etmektedir. Yine F’nin kardeşi diyebileceğimiz C ve D haplogruplarının yaygın görüldüğü Moğol, Tunguz, Kore, Mançu ve Japon halkları da yapı itibariyle sondan eklemeli dil konuşan kadim halklardandır. Genetik tahminlerden yola çıkılırsa sondan eklemeli diller, yaklaşık 65.000 sene önce büyük ihtimalle benzer bir dil konuşuyordu.
Haplogruplara paralel olarak binlerce yıl zarfında otozomal genlerin mutasyona uğramasıyla farklı gen bileşenleri oluşmuş ve insanların fiziksel görünümünde bazı değişiklikler olmuştur. Otozomal bileşenler mukayese edildiğinde Türki halkların ortak genlere sahip olduğu görülmektedir. Ancak ortak otozomal genler her bir Türki toplulukta farklı oranlarda görülebilmektedir. Bu da fiziksel görünümde bir takım değişiklikleri ortaya çıkarmıştır. Y-DNA haplogrupları otozomal genlerden farklıdır.
Aşağıdaki listede Türk ırkını oluşturan Y-DNA haplogrupları ve alt dallarının, yurtdışı Türki topluluklardaki oranlarına yer verilmiştir:
C haplogrubu, Kazaklar, Moğollar ve Tunguzlarda yüksek oranlarda görülmesi nedeniyle Kuzey Doğu Asya özelliği olarak adlandırılmaktadır. C haplogrubunun Batı/Güney/Kuzey Türklerinde çok az görülmesi, bu haplogrubun Moğol istilası ile Türkler arasında yayıldığına işaret edebilir. Ancak C haplogrubunun bazı alt grupları çok daha eski zamanlarda Ön Türkler arasında yer almıştır.
2- Özellikle Afrika, Orta Doğu ve Yunanistan’ın güney kesimlerinde görülen E haplogrubu, Ural-Volga bölgesinde yaşayan Türk halklarında da yaklaşık %14’e varan oranlarda görülmektedir. Aslında bu oran azımsanamayacak kadar fazladır. Türklerde E haplogrubunun hangi varyasyonunun görüldüğü henüz belirlenemese de bu haplogrubun çok eski zamanlarda Ön Türkler arasında yer aldığı Ural-Volga örneklerinden açıkça anlaşılmaktadır.
F haplogrubu: Özbekler, Türkmenler [26], Kazaklar %4.8 [2], Sarı Uygurlar %6.2 [2]
45.000 yaşındaki F haplogrubu, G, I, J, K, L, M, N, O, P, Q, R, S, T temel haplogruplarının atasıdır. F haplogrubunun bir kaç alt grubu fazla mutasyona uğramadığı için temel haplogrup F altında F*, F1, F2, F3 şeklinde sınıflandırılmaktadır. Orta Asya’da Kazaklarda ve Kuzey Çin’de Sarı Uygurlarda F* haplogrubunun ortalama %5 civarında görülmesi dikkate değer bir durumdur. Bu haplogrup Balaresque et al’in 2015 çalışmasına göre Özbekistan ve Türkmenistan’da da görülmektedir.
Ayrıca F1, F2 ve F3 şeklinde sınıflandırılan F haplogrubu örneklerinin özellikle Hindistan, Tibet, Nepal, Çin, Sibirya gibi bölgelerde görülmesi, ilgili haplogrupların İç Asya’dan dünyaya dağılmış olma ihtimalini güçlendirmektedir.[25]
G haplogrubu temelde G1 ve G2 şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Kazaklar (özellikle Orta Cüz kabilelerinden Argunlar)’da en fazla G1 görülürken, Kuzey Kafkasya çevresinde, Orta Asya ve Güney Orta Asya’da G2a’nın alt dalları mevcuttur. Kazakistan’da Tatarlar ve Nogaylarda G2a daha yüksek oranlarda görülmektedir. Avrupalı Macarlarda ve Kazakistan’nın yerlisi Madjar boyunda G1 haplogrubu aynı 12 STR değerlerine sahiptir. Haber et al ve Cristofaro et al çalışmalarına göre Afganistanlı Türkmenler ve Hazaralarda G2a ‘nın P303 dalı mevcuttur.
H Haplogrubu: Uygurlar %8[2], Türkmenler %6 [3], Özbekler %3.1[9]
Güney Asya’da daha yoğun bulunan H haplogrubu, belirli oranlarda Orta Asya Türklerinde de bulunmaktadır. Hindistan’da daha yaygın olan bu haplogrubun, özellikle Uygur Türklerinde %8 oranında görülmesi dikkat çekicidir.
I1 haplogrubu, Kuzey Avrupa’da en çok %37 ile İsveç, %31.6 ile Norveç, %29 ile İzlanda, %28 ile Finlandiya’da görülüyor. Bu haplogrup, Kuzeye yakın Türklerde görülmekle birlikte Orta Asya’da da cüz’i miktarda bulunmaktadır.
I2 haplogrubu, %55.5 ile en fazla Bosna Hersek’te, %26 oranında Romanya’da görülmekte ve Balkanlarda ağırlıkta olan bir haplogruptur. Gagauzlarda ve Balkan Türklerinde yaygın bir haplogruptur. I2a, Orta Asya’da Kazaklarda ve Tatarlarda görülen bir haplogruptur.
30.000 yaşında olan J1 haplogrubu, her ne kadar Orta Doğu’da daha fazla görülen bir haplogrup olsa da Orta Asya’da ve Türkçe konuşan topluluklarda mevcuttur. J1 haplogrubunun alt dalları konusunda henüz çalışmalar yeterli değildir. J1 haplogrubu geniş bir alana yayılmış olmakla birlikte yurtdışı akraba Türklerde belirli oranlarda görülmektedir. J1, özellikle Oğuz grubu Türklerde, Tatarlar, Nogaylar ve Kafkasyalı Türklerde görülmektedir. Türklerde ve Kafkasyalılarda görülen J1 alt dalları, Semitik topluluklarda görülen J1 alt dallarından genel olarak farklıdır.
Onbinlerce insanın kanını ellerinde taşıyan PKK lideri Artin Agopyan (APO) ermenidir.
“Parmaksız Zeki” kod adlı Şemdin Sakık, Ermeni’dir. Nenesinin Ermeni olduğunu kendisi açıklamıştır.
Bölücü Kürt partisi milletvekili Sırrı Sakık Ermeni’dir.
Bölücü Kürt partisi sözde “eş başkanı” Emine Ayna, katıksız bir Ermeni’dir.
PKK’nın önderlik ettiği, şimdi pek adı duyulmayan “sürgünde Kürdistan hükümeti” delegesi, 1959-Silvan doğumlu Semra Bakır, Ermeni’dir. Semra’nın kardeşi Orhan Bakır’ın asıl adı Armenak’tır. Ermeni terör örgütü TİKKO mensubu idi, Örgütün merkez komitesine kadar yükselen Orhan Bakır, güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada Bingol’de öldürülmüştür.
1977-Silvan doğumlu Bülent Bakır Ermeni’dir.
“Zazan Bertin” kod adlı 1980-Silvan doğumlu Ruşen Tapancı Ermeni’dir. Dedesinin adı Ohannis’tir. “Mavi Çarşı”nın yakılması eylemine katılmıştır.
1975 doğumlu Yusuf Cihangir Ermeni’dir. Dedesinin adı Vartan’dır.
1965-Karakaçan doğumlu Adnan Dizin Ermeni’dir. Dedesinin adı Kirkor’dur.
1970-Siirt doğumlu Nihat Türksoy, hiç de TÜRK soylu değildir, Ermeni’ dir. Dedesinin adı Serkis, nenesinin adı Zerdo’dur.
1977-Bozova doğumlu Mehmet Güzel Ermeni’dir. Dedesinin adı Mıgırdıç, nenesinin adı İlsevik’tir.
“Cihan” kod adlı, 1974-Pertek doğumlu Akif Yadigâroğulları Ermeni’dir. Büyük dedesi Apkar, nenesi Maryam’dır.
1973-Ömerli doğumlu Metin Gümüş Ermeni’dir. Büyük dedesi Artin, ninesi Dihram’dır.
1948-Palu doğumlu Zülküf Demirtaş Ermeni’dir. Bu hıristiyan herif, “HADEP İmamlar Birliği” üyesi olmuştur!..
1978-Silvan doğumlu Sidar Şimşek Ermeni’dir. DEHAP ilçe teşkilatında görev yapmıştır. Büyük dedesi Bedros, nenesi Luşin’dir.
1977-Diyarbakır doğumlu Mehmet Sami Geniş Ermeni’dir.
Uyuşturucu madde kaçakçısıdır. Yakalanıp, 11.12.2002 tarihindeİstanbul; 6.DGM mahkemesinde CK/405 ve CK/403: Uyuşturucu madde ticaretinden yargılanarak 6 yıl 8 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır. Büyük dedesi Serkis, nenesi Şuşi’dir.
1975-Afşin doğumlu Özgür Erbil Ermeni’dir. Sahte belgeler ile yurtdışına çıkmıştır. Almanya’da, uyuşturucu tâciridir. Büyük dedesi Akup (agop), nenesi Lüsye’dir.
Devam ediyor...
Devamı: 1977-Silvan doğumlu Orhan Olsen Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı İliyo, nenesinin adı Mari’dir. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1968-Muş doğumlu Kutbettin Akşula Ermeni’dir. 1992 yılında Muş ilinde PKK terör örgütüne maddî yönden destek sağlamak amacıyla silah kaçakçılığı yapmaktan tutuklanmıştır Büyük dedesi Vartan, nenesi Zelha’dır. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1979-Yurtbeyi doğumlu Barış Başak Ermeni’dir. Büyük nenesinin adı Kotine’dir. DTP kurucu üyesidir.
1953-İdil doğumlu Abdülaziz Özdemir Ermeni’dir. Dedesi Yusuf, ninesi Kazo’dur. 21.2.1991 günkü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.
1972-Siverek doğumlu Levent Kayadağ Ermeni’dir. Dedesi Migdat, ninesi Havuş adındadır. 16.10.1993 günü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.
1954-Beştüşşebap doğumlu Mehmet Öztunç Ermeni’dir. Dedesinin adı Musa, nenesinin adı Miran’dır. PKK’ya yardım ve yataklıktan tutuklanmış, daha sonra HADEP Antalya İl Kurulu’na seçilmiştir.
1977-Karayazı doğumlu İdris Sefil Ermeni’dir. Terörden hapis yatmış, sonra bir ara Konya HADEP Gençlik Komitesi üyeliği yapmıştır. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
İdris’in akrabası Ersin Sefil de Ermeni’dir. Kuzey ırak’ta çatışmada öldürülmüştür.
1974-Hazro doğumlu Haci İçer’in hacılıkla hocalıkla alâkası yoktur, Ermeni’dir. Dedesi Ali, nenesi Gule’dir. HADEP Hazro İlçe Yönetim Kurulu üyesi idi. O da sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1973-Yaylayanı doğumlu Dilâver Öncü Ermeni’dir. HADEP Konak Şubesi Yönetim Kurulu üyesi idi. Izmir’de misyonerlik faaliyetinde bulunmuş, kilisede vaaz vererek hıristiyanlık propogandası yapmıştır.
1965-Firke doğumlu Edip Yıldız Ermeni’dir. Büyük dedesi Gaço, nenesi Rihan’dır. HADEP Parti Meclisi üyesi idi. PKK’lı suçluların avukatlığını yapmaktadır. Nevşehir E tipi cezaevinde yatan PKK terör örgütü mensubu Nimet Can’ın avukatlığını yapmıştır.
1964-Benek doğumlu Haşim Benek Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı Şiho, nenesinin adı Kitro’dur.
16.03.1985 günü Şırnak ilçesi Dereler Köyü civarında, Eşek Mağaraları mevkiinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında çıkan çatışmada sağ olarak ele geçirilmiş ve Diyarbakır mahkemesinde CK/ 1 68 : yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmıştır. Hapis yatmış, sonra DEP Antalya-Muratpaşa Belediye Encümeni adayı olmuştur.
1954-Kamberşeyh doğumlu Mahmut Hakkı Eşiyok Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı Hokar, nenesinin adı Haykanuş’tur. HADEP İstanbul il teşkilatı sekreterliği yapmıştır.
1959-Urfa doğumlu İzzettin Kalaycı Ermeni’dir. 11.7.1986 tarihinde Diyarbakır 1. As. mahkemesinde CK/168 : Yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmış 8 yıl 8 ay hapis yatmış, sonra Şanlıurfa HADEP il teşkilatında görev almıştır.
23.06. 1 996 tarihinde Ankara’daki HADEP 2. olağan kongresinde Türk bayrağının indirilerek PKK bayrağı asılması olayına karışmıştır.
1948-Kölük doğumlu Mehmet Cantekin Ermeni’dir. Büyük dedesi Bedros, nenesi Meryem’dir.
Diyarbakır merkez Kayapınar Belediye başkanlığı yapan Mehmet Cantekin, 1995 tarihli milletvekili seçimlerinde Diyarbakır HADEP Milletvekili adayı olmuştur.
Mehmet Cantekin Kulp Karpuzlu da köy koruyucularını yönlendirerek terör örgütü PKK’ya lojistik destek sağlamaktadır. 2003 yılında PKK’nın 1978′de kurulduğu Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde DEHAP ve Göç-Der yöneticileri ile birlikte ‘barış ağacı’ adı altında ağaç dikmek töreni düzenlemiştir. Törende bölücü başı Öcalan’ı övücü sloganlar atılmıştır.
1953-Siirt doğumlu Maruf Altın Ermeni’dir. Büyük dedesi Ohanis, ninesi Pori’dir. Ama babasının dönme adı Hüseyin, anasının dönme adı Nafiye’dir. Böylece pek çok kişinin yaptığı gibi Ermeni olduklarını gizlemişlerdir. DEP İzmir-Konak ilçe teşkilatı üyesi idi. 23 Eylül 1998 tarihinde TCK 1 68 : Yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 1 2 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkûm olmuştur.
Devam ediyor...
Devamı: 1973-Urfa doğumlu Mehmet Sait Yalçın Ermeni’dir. Dedesi Girbuş, ninesi Varti’dir.
Ancak babasının dönme adı Mehmet Kerim, anasının dönme adı Mevlude’dir. 1997′deki Bodrum bombalı saldırısının sorumlusudur.
Müebbet hapse mahkûm olmuştur.
1975-Hazro doğumlu Zanamazak Yezidî’dir.
1973-Nusaybin doğumlu Mehmet Zeki Şaşmaz Yezidî’dir.
1971-Nusaybin doğumlu Abdullah Şaşmaz, kendini hiç de ALLAH’ın kulu saymaz, Yezidî’dir.
1975-Hazro doğumlu Nevzat Tedik Yezidî’dir.
Halit-Revzete’ den olma Nevzat Tedik’in nenesi Hüsna Tedik Diyarbakır il teşkilatı HADEP üyesi de olan PKK’nın gençlik örgütlenmesi içinde yer alan Nevzat Tedik, 11 Ekim 2001 tarihinde TCK 1 68: Yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır.
PKK’nın Avrupa’daki kasası Nuriye Kesbir Yezidî’dir.
Aynı zamanda Kongra-Gel PKK’nın cephe örgütü Avrupa Kürt Demokratik Toplum Koordinasyonu (CDK) sözde meclis üyesidir. Eylül 200 1 ‘de Hollanda’ya yasadışı yollardan girmek isterken yakalanmıştır.
1980-Midyat doğumlu Şevkiye Atalan Yezidî’dir.
1966-Midyat doğumlu Fahrettin Şahin Yezidî’dir.
Adana’da yakalanan PKK’lı canlı bomba Hatice Arat Yezidî’dir. Dedesi Hasso, nenesi Meryem de Yezidî’dir.
1955-Beşin doğumlu Osman Ergin Yezidî’dir. DTP Merkez Yönetim Kurulu üyesidir.
Batılılar’ın aleyhimize kullanmak için sözüm ona “Türkler” arasından seçtirdiği, Avrupa Parlamentosu üyesi Feleknaz Uca, Yezidî’dir.
Feleknaz’ın babası Abdullah Uca, “Yezidî Kürdistan Birliği” başkanıdır, Elbette o da Yezidî’dir.
Televizyonlarda boy gösteren Metin Uca nedir, size kalmış… Çünkü bu bölücü-militanların yumuşak uzantısı tüm medya, bürokrasi, parlamento ve hatta asker içindedir.
1971 -Midyat doğumlu Seyithan Alpar Süryânî’dir, yani SEYYİT Peygamber torunu) falan değil, düpedüz Hıristiyan’dır.
1976-Midyat doğumlu Metin Kesenci Süryânî’dir. “Beth Nehrin” adlı Süryânî ve Asurî örgütünün kurucusudur.
1975-Midyat doğumlu Adnan Kesenci Süryânî’dir.
1983-Nusaybin doğumlu Bilal Yürek Süryânî’dir.
1980-Pervari doğumlu Salih Boğdu Süryânî’dir.
1937-Ceylanpınar doğumlu Şemsi Emen Süryânî’dir. HADEP üyesi idi.
1969-Kurtalan doğumlu İhsan Kaya Süryânî’dir. Romanya’da PKK insan, silah, ve uyuşturucu kaçakçılığı yapmaktayken sahte pasaport ve kimlikle yakalanmıştır. Büyük dedesi Görgis, nenesi Şemuni’dir.
1962-Siirt doğumlu Basri Kaysi Süryânî’dir. Büyük dedesi Gorgis, ninesi Şemuni’dir. İHD Siirt Şubesi üyesi, ve DEHAP Siirt il teşkilatı delegesi idi.
1980-Siirt doğumlu Ayhan Kaysi Süryâni’dir. Büyük dedesi Gorgis, ninesi Şemuni’dir. Pek çok olaya karışmış, 1997′de teslim olmuştur.
Itirafçı olmuş, 1999′da tahliye edilmiştir.
1952-Nusaybin doğumlu Mehmet Zeki Kanşiray Süryânî’dir. Büyük dedesi Zeytun, ninesi Meryem’dir. İzmir Köy Hizmetleri soygununa katılmıştır. 16.7.1990 günü Bornova Tarım ve Orman Bakanlığı İzmir İl Müdürlüğü Personeli maaşlarının silah zoruyla gasp edilmesi olayında tutuklanmıştır. Hapis yatmış, sonra HADEP Gaziemir İlçesi Yönetim Kurulu üyesi olmuştur.
1968-Derik doğumlu Fethi Oktay Süryânî’dir. Dedesi Turnas, nenesi Mennuş’tur. 1997′de yakalanmış, müebbed hapse mahkûm olmuştur.
1948-Palu doğumlu Zülküf Demirtaş Ermeni’dir. Büyük dedesi Kinkos, ninesi Nazlı’dır. Ikisi de Ermeni idi.
Hala bu ermenilerin peşinden giden kürtlere şaşarım….!
Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu