Anadolu'nun son İskitler (Selçuklular) tarafından fethini hep Selçuklu kaynaklarından okuduk, bu kitapta ise dönemi yaşayıp tanık olan (Gürcü,Ermeni,Romalı/Bizanslı tarihçilerin) gözünden okuyup, öğreneceksiniz. Hiç bitmesin istediğim bir kitap oldu. TEŞEKKÜRLER @ProfDrTellioglu Image
1-"Ermeni Tarihi" isimli eserinde Selçuklular için İskit tabirini kullanan Ermeni tarihçi Genceli Kiragos idi. ...
NOT: anlayan anlamayana anlatsın bunu...
2-Bizans İmp. Komnenos'un damadı asker-tarihçi Nikephoros Bryennios; TARİHİN ÖZÜ adlı eserinde, Alparslan ile Diogenes'in yaptığı anlaşmaya Bizans'ın uymaması ve Diogenes'in öldürülmesi üzerine Alparslan, Anadolu'yu fethedin talimatı verdi der, YANİ; Anadolu İşgali Hukukidir der.
3-Nikephoros'un eşi Anna Komnena'da, Selçuklular Anadolu'da ilerlerken PEÇENEK ve NORMANLARIN BALKANLARDAKİ faaliyetlerini de ayrıntılı olarak aktarıp, Romalıların nasıl iki ateş arasında kaldığını anlatır.
1081'deki Dragos Anlaşması'nın hangi şartlar altında oluştuğunu da yazar.
4-Babasının tahta oturduktan sonra ülkeye düzen verdiğini de anlatan Anna, bunlar olurken barbar olarak andığı Selçukluların babasına nasıl yardım ettiğini de yazmaktan geri durmaz. Yine; Babasına duyduğu hayranlığı ve yaptığı işleri yazarken Türklerin yardımıyla kargaşalara son+
5-++ verdiğini yazarken, Selçukluların, Malazgirt Zaferi'nin hemen ertesinde Trabzon'u fethettiği gibi başka hiç bir kaynakta geçmeyen kayıtlar, Anna'nın ne kadar mahrem bilgilere ulaştığını ve onun sayesinde pek çok gerçeğin karanlıkta kalmaktan kurtulduğunu gösterir.
6-Romalı tarihçilerden TARİHLERİN ÖZETİ eserini yazan ZONARAS ile, Türklerin Anadolu'ya tekrar ve güçlü bir şekilde geri dönüşünü anlatırken hiç bir kaynakta geçmeyen bilgileri veren SKYLİTZES'den bir çok konu aydınlanmaktadır.
Tuğrul Beyin 1054 seferiyle Pasinler Savaşı hak.+++
7-en geniş bilgiyi vermesi onu da önemli kılar.
Tuğrul Bey'in amcasının oğlu Hasan'ın ZAP SUYU civarında Roma ordusu tarafından pusuya düşürülerek öldürülmesini ve ertesi yıl gerçekleşen PASİNLER SAVAŞI arasındaki ilişkiyi kurabilen tek tarihçidir. (Aynı zamanda üst bürokrattır)
8-Anadolu'nun yeniden fethine ait Hıristiyan kaynakları içerisinde meselelere en soğukkanlı yaklaşan tarihçiler Süryanilerdir. Çünkü onlar Selçuklularla Romalılar arasındaki mücadelede taraf olmamışlardır.
Meseleyi ele alırken Türk korkusuyla veya Roma sempatisiyle yazmazlar.
9-Bu açıdan emsalleri içerisinde en objektif duruş Süryani tarihçilerdir demek mümkündür.

Süryani Mihail, Anadolu'nun fethine tanıklık yapan en önemli şahitlerden biridir. Türkleri çok iyi tanıyan Mihail, Göç Destanını bile farklı bir versiyonla kitabında yayınlamıştır.
10- Mihail, Selçukluların Anadolu'daki faaliyetlerini 1050'de Malatya'yı kuşatmalarıyla başlatır.
Geç dönem Süryani kaynakları içerisinde yer alan Ebu'l Faraç Tarihi, Anadolu'nun fethini en iyi tasvir eden eserlerin arasında yer alır.
11- 1243'te Antakya'da Hıristiyanlığı benimseyen Gregory Ebu'l Farac, Malatyalı bir Yahudi olup 1226'da doğmuştur.
22 yıl Hülagû'nun yanında kalması Ebu'l Farac'ın şöhret bulmasında büyük rol oynamıştır. Arap ve Fars kaynaklarından yararlanması ise diğer Hıristiyan kay. yoktur.
12-Ebu'l Faraç tarihinde, Ermeni ve Romalı tarihçiler gibi dini abartma ve tepeden bakma yoktur.
Anadolu'nun fethini kronolojik bütünlük içinde en iyi takip edilecek eserlerden biridir.
13-Ebu'l Faraç Tarihi,
Çağrı Bey'in Anadolu keşfi ve dönüşte Tuğrul Bey'e söylediği sözler vesilesiyle Doğu Anadolu'nun siyasi ve askeri konumu hakkında başka kaynaklarda geçmeyen önemli değerlendirmeler yapar.
14-1037'de Yabguluların Doğu Anadolu'daki faaliyetleriyle Türklerin bölgeye yeniden geldiğini bildiren Ebu'l Farac, 1043'ten itibaren Selçukluların bölgede faaliyete başladığını yazar, Tuğrul Bey'in D. Anadolu seferini etraflıca aktarır.
15-Ve yine; 1058'de Malatya'nın ele geçirilmesi gibi başka tarihçilerin üzerinde fazla durmadığı olaylara dikkat çeker. Abartıdan kaçınıp yalın gerçekleri aktarması, dönemi objektif yansıtması tarih açısından fevkalade iyidir.
16-Yine; Selçukluların Kafkaslardan ilerleyişini en iyi Gürcü kaynakları aktarır. Daha Büyük Selçuklular ortaya çıkmadan önce Türkmenlerin, Kafkasya ve Anadolu'daki faaliyetlerini Anonim K'art'lis Chovreba (Kartli Hayatı) efraflıca aktarır.
17-Özellikle Malazgirt Zaferinden sonra bölgede kurulan Türk Beyliklerine ayrıntılı yer verir.

Anonim K'art'lis Chovreba dışında Kral David (1089-1125) dönemindeki,
"Kralların Kralı David'in Tarihi" adlı eser de, Anadolu'nun fethi sırasında Kafkasya'daki durumu anlamaya yarar.
18-Eser özellikle Kıpçakların faaliyetleri dönemin tanıklarıyla anlatılırken, 786 'dan itibaren Melikşah'ın Gürcü seferine kadar olan dönemi de anlatır.
Bu eserden Selçukluların Gürcüler üzerindeki faaliyetleri izlenebilir.
19-Çağrı Bey'in keşif seferleri Anadolu'nun fethine ilk adımdır.
Bu seferin gerçekleşmesindeki temel sebep, Gaznelilerle Karahanlılar arasında sıkışıp kalan Oğuzların Kınık Boyuna mensup Türkmenlere yurt bulmaktır.
20-Samanoğullarıyla ittifak yaparak bu arzularına kavuşan Kınıklar, Samanoğullarının yıkılmasından sonra onları ortadan kaldıran Karahanlılar ve Gazneliler tarafından baskı altına alınmıştı. İşte bu baskıdan kurtulma ve boyuna yurt bulabilmek amacıyla Çağrı Bey sefere çıkmıştı..
21-1016 da başlayıp 1021'de biten bu seferden sonra Selçuklular Anadolu'nun kendilerine yurt olabileceğini anlamışlardı.
Çağrı Bey'in seferi hakkında en ayrıntılı bilgiyi Süryani tarihçi Ebu'l Farac veriyor...
22-Devam ediyor/2. Bölüm

Ermeni ve Roma kaynaklarına göre, Doğu Anadolu'da Selçuklu/İskitli/Türkmen/Yabgulular tehlikesi belirince Ermeni kralı Senekerim kederlenir ve Roma imparatorundan daha güvenli yer isteyip topraklarını takas etmek isteğini bildirir. Bu talep kabul görür.
23-İmparator, Fırat boylarından Sivas'a kadar olan yerleri ona bırakacağını bildirmiştir. İki taraf arasında yapılan anlaşma icabınca Senekerim, 1022 yılında 10 şehir, 72 kale ve 4.000 köyü boşaltarak maiyetindeki 14.000 kişiyle birlikte iç Anadolu'ya doğru göçmüştür.
24-Bölge 1023'ten itibaren Nikephoros Komnenos komutasındaki Roma kuvvetleri tarafından korunmaya başlanmıştır. Böylece Çağrı Bey'in akınından önce Van bölgesinde bulunan Ermeniler İç Anadolu'ya göç etmek suretiyle bölge tarihinden çekilmişlerdir.
25-Sultan Mesut zamanında Gazneliler ile yapılan savaşlarda güçlenen Selçuklular,
nihayetinde 1040'da yapılan "Dandanakan Savaşı" sonrası kurdukları "Büyük Selçuklu Devleti", Doğu Anadolu'dan Ermenilerin çekilmesi üzerine Roma imparatorluğuyla karşı karşıya gelmiştir.
26-1045'te Gence önlerindeki ilk karşılaşmayla Romalılar (Bizans) ile Selçukluların Kafkasya ve Doğu Anadolu için hakimiyet mücadelesi başlamış oldu.
Esasen bu mücadele çok uzun zamandan beri devam etmekteydi. Sadece şimdi aktörler değişmişti.
(Daha önce Medler, Sasanî, +++
27-+++Müslüman Araplarla Helenler ve Romalılar arasında geçen iktidar çekişmesinin tarafı değişmiş, doğuda rakip olarak Selçuklular ortaya çıkmıştı.)
Selçuklara karşı direnecek gücü olmayan bölge halkları da (Gürcü, Ermeni) Roma İmp. ile işbirliği yapmak yoluna gitmişlerdi...
28-Gürcü, Süryani, Roma ve Ermeni tarihçilerin naklettiğine göre Ermeniler prensleri sürekli bölgenin güçlü aktörleriyle işbirliği yapmışlar ama kendi içlerinde de hiç bir zaman birlik kuramadılar. Ermeni derebeyleri rakip güçlerle işbirliği yaparak kendilerini korumayı umdular.
29-Bu politika Ermeniler arasında Roma, Abbasi ya da İran yanlısı grupların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
NOT: en az bin yıl öncesinden bahsediyoruz ama bölgede bir Kürt varlığının esamesi bile okunmuyor. Roma, Süryani, Gürcü, Ermeni kaynakların hiç birinde geçmiyorlar.
30-Roma imp Ermenileri iç bölgelere alınca, oralara atadığı komutanlar yardımıyla Gürcülere sefer düzenleyip Trabzona kadar olan bölgeyi, Oltu ve çevresini de Roma imp katmıştır.
Konstantinos Monomakhos'un bu politikayı devam ettirmesi sonucu 1045'te Ani'nin ele geçirilmesiyle++
31+++Doğu Anadolu'daki Ermeni prenslikleri Romalılar tarafından ortadan kaldırıldı.
O yüzden Türkler Anadolu'ya girdiğinde karşılarındaki muhatap Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) idi.
32-Çağrı Bey'in keşif seferi sırasında (1016-1021) karşılaştığı Ermeni prenslikleri artık yoktu.
Bir yandan bağımsızlıklarını kaybetmeleri, diğer yandan yurt değiştirmeleri, bölgedeki Ermeni halkının da kimyasını bozmuştu.
Ermeni tarihçilere göre Roma imp anlaşıp Sivas ve +++
33-+++ havalisine gidip yerleşmeleri Doğu Anadolu bölgesini savunmasız bırakmış, Roma da, bölgeye atadığı Hadım edilmiş komutanlar ve korkak paralı askerlerle bölgeyi yeterince iyi savunamamıştır. Bu yüzden Romalılara da kızgınlıkları olduğu Ermeni kaynaklarına yansımıştır.
34-Ve yine; Romalıların MONOFİZİT ERMENİ ve GÜRCÜLERİ, DİYOFİZİT İSTANBUL KİLİSESİNE bağlama çabası da büyük tepkiye sebep olmaktaydı.
Romalılar, Ermeniler, Gürcüler iç kavgalarıyla boğuşurken bölgeye Selçukluların gelmesiyle kerhen de olsa bir ittifak yapmak zorunda kaldılar.
35-Zira Selçukluları, Hıristiyanlığı ortadan kaldıracak bir düşman olarak kabul ettikleri gibi Çağrı Bey'in keşfi sırasında çok güçlü olduklarını da görmüşlerdi.
36-Haliyle bütün bu olumsuzluklara , tüm yaptıklarına rağmen Romalıların yanında yer alarak Hıristiyanlık temelinde işbirliği yapmayı en doğru yol olarak gördüler. Ermeni, Süryani ve Gürcü tarihçilerinin bu olanlardan etkilenmemesi de imkansızdı...
Abartılarının sebebi buydu.
37-1045'te Gence önünde Romalılarla Selçuklular karşılaştığında Ermeni ve Gürcüler de müttefiklerinin yanında yer almıştır.
İmparator Konstantinos Monomakhos, Şeddadilerin hakimiyetindeki Dovin şehrine Gürcü Prensi Liparit komutasında bir ordu yollamıştı. Tuğrul bey Romalıların,
38-+++bu hamlesine karşı amcası Arslan Yabgu'nun oğlu Şihâbu'd-Devle Kut'almış önderliğünde bir orduyu bölgeye yollayarak Kafkasya ve Anadolu'ya yönelik hassasiyetini göstermişti.
39-Kut'almış o sırada Diyarbakır-Musul havalisinde faaliyet gösteren Yabgulu Oğuzlarını da yanına alarak bölgeye doğru harekete geçmiştir. Gence surları önüne geldiğinde Gürcü ve Ermenilerle takviye edilmiş Roma ordusuyla karşılaşmış ve onları büyük bir bozguna uğratmıştır.
40-Selçuklular ile Romalılar arasındaki bu ilk çatışma Kafkasya'nın ve Anadolu'nun fethi açısından büyük önem taşımaktaydı.
1045'te Türkistan'dan çok sayıda askerin ülkelerine geldiğini yazan Aristakes, onların "arslan gibi hızlı ve güçlü, yaylarının gergin, oklarının sivri +++
41-olduğunu, atlarının da bir kartal sürüsüne benzediğini" ifade ederek duyduğu korkuyu eserinden anlamak mümkündür.
Selçuklulardan daha önce bölgede varlıklarını hisssettiren ve Ermenileri bir kaç kez ezen Türkmenler için de Ermeni tarihçinin tasfirleri aynıdır.
42-1045'te Roma imp Konstantinos'un Ermenilerce kutsal sayılan Ani şehrini almasına öfkeli Ermeniler, Gence'de Roma ordusuna komutanlık eden Ermenileri yazarken, Rum/Roma ordusunun büyük bir bozguna uğradığını da çekinmeden ve etraflıca yazmıştır.
43-Savaşta Başkomutan Wahram Pahlawuni ile oğlu Grigor'un hayatını kaydettiğini de Aristakes yazar. Bu savaştaki yenilgi üzerinde de Roma imp 'na ağza alınmayacak en büyük hakaretleri eder. Bunda hem yenilginin hemde Ani şehrinin Ermenilerden alınmasında yatan derin öfke vardır.
44-Ve yine; Rum ordusu şehri almayı başaramışken babası GAGİK'le yapılan anlaşma gereği onun ölümünden sonra şehri Romalılara bırakma sözünü yerine getiren oğlu bir daha kente geri dönmeyince, ahali de Ani'yi Romalı General Baragamanos'a teslim etmiştir.
45-Teslimden önce halk, eski krallarının mezarlarında gözyaşı dökerek, BAGRATLI Hanedanı için ağlamış, kendilerine ihanet eden yöneticilerine lanetler yağdırmış, daha sonra da çaresiz vaziyette Roma kumandanına mektup yazarak şehri teslim ettiklerini bildirmişlerdi.
46-Buradan anlaşılmaktadır ki; Ermenilerce büyük öneme sahip olan Ani şehrinin Bağratlılar tarafından Rumlara/Romalılara bırakılması hiç bir şekilde kabul görmemiştir.
47-ANADOLU'DAKİ İLK BÜYÜK ZAFER: PASİNLER SAVAŞI

Anadolu'nun fethinde dönüm noktası olaylardan birisi, İbrahim Yınal'ın 1048'deki Pasinler'de (Erzurum) Rum ordusuna karşı kazandığı zaferdir.
48-Bu savaş hakkında en ayrıntılı bilgi dönemin önemli Romalı tarihçilerinden SKYLİTZES'in kayıtlarında yer alır.
Romalı tarihçi, 1047'de Zap suyu civarında Selçuklu ordusunun yenilmesi ve tuzağa düşen Hasan Bey'in ölmesinin Tuğrul Bey'i çok üzdüğünü yazar.
Bunun üzerine,
49-Türklerden ve Deylemlilerden oluşan 100.000 kişilik büyük bir ordu hazırlatır ve üvey kardeşi İbrahim Yınal'ı bu ordunun başına geçirerek Romalılar üzerine yollar. Bu ordu büyük bir başarı gösterip, Rum ordusunun ittifakı olan güçlü İber birlikleri komutanı Liparit'i esir alır
50-Komutan Liparit'i geri almak için Roma imp büyük para ganimet vb şeyler teklif eder. Ama Tuğrul bey biz alacağımızı aldık sizde dersinizi diyerek Liparit'i bedelsiz ve büyük paralar da verip harçlıklayıp geri gönderip azat eder.
51-Roma imp da yanına ulaşan Liparit'e makamlar ve armağanlar vererek onurlandırır.
Bu olaydan sonra Romalılar ve Selçuklular arasında elçiler gönderilerek diplomatik ilişkiler kurulduğunu ATTALİATES'in eserinden öğreniyoruz.
52-Attaleiates, bazı Oğuz gruplarının Rum ülkesine akınlar yapmayı sürdürdüğünü, Sultanın da bu unsurların kendine bağlı olmadığını beyanla yapılanları tasvip etmediğini söyleyerek kendisini haklı çıkarmaya çalıştığını da yazar. Bunlar muhtemelen YABGULULAR olmalıdır ki +++
53-+++ onların Tuğrul Bey'e bağlı olmadığı doğrudur.

ZONARAS, Selçuklu ordusunun 100.000 gibi kalabalık bir sayıya ulaştığını yazarken hem de ilk olarak NİKEPHOROS BRYENNİOS'un yazdığı savaşın sebebinden bahseder.
Zonaras'a göre İbrahim Yınal, bir yıl önce Anadolu'da +++
54-+++fetihler yapmakla görevlendirilen ancak Romalılar tarafından pusuya düşürülerek öldürülen Tuğrul Bey'in amcazadesi olan Hasan'ın intikamını almak üzere HASANKALE'ye gelmişti...

Bu bilgiler Ermeni ve İslam kaynaklarınca da doğrulanmaktadır.
55-ÇÖKÜŞÜN BAŞLANGICI: ERZEN ŞEHRİNİN KAYBEDİLİŞİ
(Erzen=Siirt/Kurtalan)

Erzen'in kaybedilmesi ve tahrip edilmesi Ermeniler için bir milattı, "Ermenistan'ın mahvolmasının başlangıcıydı. Bundan sonra şark milleti seneden seneye devamlı bir suretle mahvedildi" der URFALI MATEOS.
56-Xlll. Yy da yaşamış bir diğer Ermeni tarihçisi, eserinde Erzen'in kaybedilmesini anlatırken, öncüleri gibi Selçukluların kentte büyük yıkım yaptıklarını, şehirdeki yedi yüz kiliseyi tahrip ettiklerini ve büyük zenginlik elde ettiklerini yazar.

Çarpıcı bir örnek vererek;
57-Selçuklular, sadece Korepiskopos Davit'in evinden 40 deve ve 80 öküz tatafından ancak taşınabilen bir hazine götürmüşlerdi der.
(NOT: demek ki din adamları her dönem Karun gibi zenginmiş, dinin adı da hiç mühim değilmiş.)
58-Ermeni tarihçi ÇEMİÇYAN,
Erzen için verdiği bilgi de, Erzen'in nüfusunun 300 bin ve 800 kilisesi olduğunu yazar.
O da, Erzen'in kaybedilişinin Ermenileri moral olarak çökertmiştir der.
59-Çemiçyan'a göre 300 bin kişilik Erzenin 140 binini Selçuklular yok etmiştir. O da, şehri ve Ermenileri koruyamayan Roma imp öfke kusar.
Eserinde, Roma imparatorunun bölgeye yeterince önem vermediğinin altını çizer.
60-Ve Yine;
Süryani tarihçi MİHAİL,
1050 yılındaki, 3.000 kişilik bir Türkmen grubu o senenin kışında ciddi bir direnişle karşılaşmadan MALATYA'yı teslim alıp yağmaladıklarını yazar.
61-Ancak ganimeti götürürken Batman/SASON civarında kar fırtınasına yakalandıklarını ve bunların büyük bir kısmı soğuktan ve açlıktan kırılmış, kalanlar da etraflarını kuşatan Sasonlular tarafından öldürülmüştür der.
62-MİHAİL'in verdiği önemli bir başka bilgi de,
1056'da, Roma imp MİKHAEL zamanında Türkmen akınları dolayısıyla Doğu Karadeniz ahalisi daha güvenli yerlere göç ettirilmiş olduğunu öğreniyoruz. İmp'un yolladığı at ve arabalarla Hıristiyanlar denizin öbür kıyısına nakledilirken++
63-+++ onların boşalttığı yerler de Türklerin eline geçmekteydi der.
64-Devam edecek.
65-Tuğrul Bey, Doğu Anadolu seferiyle ilk kez Anadolu'yu tanıma ve keşfetme şansına sahip olmuştu. Çevre illeri aldıktan sonra 8 günlük kuşatmayla Erciş'i de teslim almış, şehri teslim eden Ercişliler Sultana, Malazgirt'i zapt ederse tüm Ermenilerin kendisine tabi olacağını+++
66-söylediğini ve bunun üzerine Tuğrul Bey'in de Malazgirt Kalesini kuşattığını ama almadığını yazan Aristakes, bunun sebebini de, Selçuklu araç gereçlerini etkisiz hale getiren şehrin Romalı komutanı, Surlarda gedik açan büyük mancılıkları da bir sıvı ile yakarak kullanılmaz +++
67-+++hale getirdiği için başarısızlık kaçınılmaz olur ve Tuğrul bey çok üzülür İran'a geri döner. Ermenilerin de bu duruma çok sevindiklerini yazar Ermeni tarihçiler.
68-Ermeni tarihçilerin Türkmen ve Selçuklu fetihleriyle ilgili yaklaşımı da ilginçtir.
Bir kısmı Romalıları yukarıda anlatılan gerekçelerle suçlarken, bir kısmı da Ermenilerin dinden uzaklaşıp sapıttıkları için Tanrı Ermenileri cezalandırmak için Türkleri gönderdiğini yazarlar.
69-1057'de Malatya'da,
1059'da Sivas'ta yaşananlardan sonra Ermeni tarihçi Mateos'un ilk önce Romalılardan umudunu kestiğini aşağıdaki satırlardan anlıyoruz.
70-Şöyle der Mateos;
''Ermeni milletinin, Türk askerlerinin öksüzlüğün, yalancı hamilerin ve korkak Grek milleti yüzünden çektiği ızdırapları kim birer birer tasvir edebilecektir? Çünkü onlar (yani Grekler), Ermeni milletinin kumandanlarını kendi ev ve eyaletlerinden çıkarıp+++
71-+++götürmüşler ve Ermenistan'ın krallık tahtını devirmekle askerin ve kumandanların desteği olan suru kendi elleriyle yıkmışlardı.
Kaçmayı kendileri için bir zafer ve kahramanlık addeden bu Grekler, kurdu görür görmez kaçmaya başlayan kötü çobanlara benzediler...
72-Grekler, Ermenistan kalesini tamamen yıkmak işinde büyük gayretle çalıştılar ve İranlılar tekrar taarruz ettikleri vakit kazanılan zaferleri kendilerine mal ettiler! onlar utanmaksızın hadım kumandanlar ve harem ağası askerlerle Ermenistan'ı müdafaa etmeye çalıştırlar...
73-Urfalı Mateos'un fazla bir yorum gerektirmeyen bu satırlarda, Rumlara karşı beslenen umutların nasıl yok olduğu, Selçuklular karşısındaki çaresizlik çok açık ve edebi bir üslupla dile getirilmekteydi.
74-Urfalı Mateos'un bu satırları, aynı zamanda, Ermeni prenslerinin Türklere karşı savaşmaktan korkup yurtlarını Roma imp ile takas edip boşaltmasının ve Roma/Bizans imp güvenmenin bedelini acı bir şekilde ödeyeceklerinin de, pişmanlığı ve acı bir itirafıdır.
75- Özetle, Tuğrul Bey döneminde Anadolu'nun fethine yönelik çok önemli faaliyetler yürütülmüştü. 1048 de kazanılan PASİNLER ZAFERİ ve ardından yapılan akınlar Romalıların Doğu Anadolu'daki savunma hattına önemli darbeler vurmuştu ama Anadolu'daki siyasi hakimiyet Alparslan ile++
76_++Alp Arslan döneminde gelişen olaylarla hız kazanacaktır. ..
77-Tuğrul Bey'in ölümünden sonra Selçuklu tahtını ele geçirmek üzere Arslan Yabgu'nun oğlu Kutalmış, Çağrı Bey'in oğlu Alp Arslan ve Tuğrul Bey'in halefi olarak başa geçen Çağrı Bey'in diğer oğlu Süleyman arasında bir mücadele oldu. Bu mücadeleyi kazanan Alp Arslan oldu ve +++
78-+++ ikinci Selçuklu hükümdarı olarak iktidara geldi.
O, tahta oturduktan kısa bir süre sonra Kafkasya seferine çıktı. 1064 Şubat ayında Tiflis'ten batıya doğru ilerlemeye başlayan Selçuklu hükümdarı ciddi bir direnişle karşılaşmadan Nahcivan'a kadar olan bölgeyi ele geçirdi.
79-Alp Arslan buradan Ermeniler için çok önemli bir şehir olan Ani'ye yöneldi. 16 Ağustos 1064'te Ani şehrini de fetheden Alp Arslan, Ermenileri de moralman tamamen çöketmiştir.
80- Erzen'den sonra Ani'nin de kaybedilmesi hem Romalıları ürkütmüş hem de Ermenilerin Romalılara karşı güvensizliğini açığa vurmuştur.
81- Ani'nin kaybedilmesiyle ilgili olarak Xl. yüzyılın tarihçileri Aristakes ve Mateos'tan geç dönem Ermeni kaynaklarına kadar ayrıntılı bilgi bulmak mümkündür.
Aristakes, 1045'te Kral Gagik'i, ölümünden sonra Ani'yi kendilerine bırakmaya ikna eden Roma imparatorunu hain olarak,
82-++ nitelemekte ve şehrin Ermenilerin elinden çıkmasını hiç unutmadıklarını yazmaktaydı.
1064'te ise onbinlerce askerini toplayan Selçuklu hükümdarının Ani'yi kuşattığını, uzun süren çarpışmalardan sonra büyük kayıplar veren Ermenilerin daha fazla dayanamadığını, +++
83-+++şehri savunanların iç kaleye çekilirken kargaşa oluştuğunu ve kentin düştüğünü yazar.
84-Urfalı Mateos, Ani'de Alp Arslan'ın katliam yaptığını yazarken, Anili Samuel 1064'te şehrin Alp Arslan'ın eline geçtiğini, kadın ve çocukların esir alındığını yazar katliamdan bahsetmez.
Çamiçyan da Samuel gibi Ani şehrinin kaybedilişini anlatırken diğer kaynaklardan daha+++
85-+++yalın bir dil kullanır.
onun tasvirinde en öne çıkan, kenti idare edenleri sayıp Sulçukluların, şehri Rum yöneticilerden aldığını aktarır.
86-Dük ünvanlı Bagarat ve yardımcısı Gürcü Gregory,
Alp Arslan şehri kuşattığında Ani'yi idare etmekteydi. Yerli soylular büyük bir gayretle şehri savunmakta iken bu ikisinin yanlış idaresi yüzünden kargaşa çıkmış ve Selçuklular bu yüzden kente girebildi der Çemiçyan.
87- Mikhael Attaleties ve Skylitzes Ani'nin kaybedilişi ile Roma imparatorluğunun Doğu Anadolu'daki askeri gücünün büyük darbe aldığının altını çizerler.
Burada tarihe çok ilginç bir olay da geçer...
88-Mateos ve onu takip eden pek çok Ermeni kaynağı, Ani şehrinin düşmesinden sonra Selçuklu kuvvetlerinin Kars'a yöneldiğini, ancak bölgedeki Ermeni Prensi Gagik'in büyük bir oyun yaparak şehrin idaresini eline aldığını yazarlar. Gagik'in bu ilginç oyununu Simbat şöyle aktarır.
89-Alp Arslan Gagik'e elçi göndererek teslim olmasını istemişti. Elçi huzura vardığında, Gagik'i yas elbiseleri giymiş vaziyette bulur.
Böyle giyinmesinin sebebini sorduğunda, Gagik, Sultan Tuğrul öldüğünden beri matem tuttuğunu ifade etmiştir. Haber, Alp Arslan'a ulaştığında...
90-Alp Arslan şehre gelerek Gagik ile görüşür ve onun Kars'ı idare etmesine izin verir.
Böylece Selçuklu Devleti içerisinde Ermeniler de idareci olarak görev yapmaya başlamıştır.
91-Çok müstahkem bir mevkide bulunan Ani'nin düşmesinden sonra Selçuklular G. D. Anadolu'ya seferlerini artırmış, Romalılarla çeşitli kereler savaşmışlar, Urfa ve Antakya'nın fetih planları içerisinde olduğunu ortaya koymuşlardı. Bu seferlerde Ermeniler Romalıları suçlarlar yine.
92- Mayıs 1067'de İmparator Konstantin Dukas'ın ölümünden sonra Anadolu büyük bir Selçuklu akınına maruz kaldı. Maaşları düzenli ödenmeyen Roma ordusu Selçuklular karşısında hiç bir varlık gösteremeyince de...

(Romanos Diogenes'in (1068-1071) Doğu Seferiyle Devam Edeceğim)
93-Şimdiye kadar okuduğumuz Malazgirt Zaferinin nasıl kazandığına dair bilgiler varken öncesine ve sonrasına dair hemen hiç bir bilgi okumamıştık. İşte bu kitap bu eksik olan bilgileri veriyor hem de Fethedilenlerin tarihinden.
94-Özetle; Doğu Roma İmp. Konstantinos Dukas'ın ölümü üzerine, Andronikos Dukas'ın onun yerine geçmesi beklenirken İmparatoriçe Evdoksiya (Eudokia) ile evlenerek Romanos Diogenes İmp. olmuştu. (Bunun ağır sonuçları Malazgirtte yaşanacaktı...)
95-Anadolu seferi hazırlıkları yapıp Selçuklulara ağır bir ders vermek isteyen Diogenes'in, Anadolu ordularına başkomutan olarak atadığı Manuel Komnenos,
Alp Arslan'ın azılı muhalifi Emir Erbasan'a Sivas dolaylarında yenilip esir düştü...
96- Lakin Komnenos, Erbasan'ı Alp Arslan'a karşı işbirliği yapmaya ikna edip, esaretten kurtulup Emir Erbasan'ı da yanına alıp İstanbul'a götürdü.
Erbasan, Romalılara sığınıp işbirliğine girmişti. Amacı Alp Arslan'ı Romalılarla bir olup yenip, Selçuklu tahtını ele geçirmekti...
97-İstanbul'dan çıktıktan sonra kaldığı çadırın direklerinin kırılması, atlarının yanması gibi bir sürü olumsuz olayla karşılaşan Diogenes, Sivas'a gelene kadar kendisinin ve ordusunun morali bozuktu. Sivastan Erzurum'a yönelen Diogenes, ordusunun yarısını da Ahlat'a gönderir...
98-Bryennios komutasındaki bu ordu Selçuklulara yenilip esir düşer. Haber Roma ordusunun moralini iyice bozar...
26 Ağustos 1071 de Selçuklu ordusundan toptan intikam almak için Alp aarslan'ın karargahının bulunduğu Malazgirt'e yönelen Diogenes burada da büyük bir ihanete uğrar.
99-Ordusundaki Hıristiyan Türk askerleri, Uzların, Peçeneklerin karşı tarafa geçmesiyle ilk sarsıntıyı yaşayan imparatora en büyük ihaneti ise tahtında gözü olan rakibi, ihtiyat kuvvetleri komutanı Andronikos Dukas yapar...
100-Andronikos Dukas, darbe yiyen ordunun sol tarafını toparlayıp destek vermek yerine, geri çekilip, Diogenes'in yenildiği şayasını da yayınca ordu dağıldı, sağ tarafı toparlamak için dalan Diogenes ise Selçuklulara esir düştü...
101-Alp Arslan, Diogenes'e yine bir İmp. gibi davrandı, onunla yemek yedi ve sonra da şartsız teslim edip yanına kuvvet de katıp İstanbul'a geri yolladı. Lakin, Diogenes, yolda öğrendi ki İstanbul'da darbe olmuş, kendisine ihanet eden rakibi
Andronikos Dukas imparator olmuştu...
102-A. Dukas, İstanbul'a dönmek için Amasya'da yolda olan Diogenes'in üzerine kuvvet yolladı. Diogenes bu kuvvetlerden korunmak için Adana'ya kaçsa da, orada da yanına ulaşan imp elçilerine manastıra kapanacağına dair söz vererek anlaşma yapıp teslim olmuştur...
103- Teslim olan Diogenes, İstanbul'a götürülürken Kütahya civarında kör edilmiş daha sonra da hayatını kaybetmiştir.
Diogenes'e yapılan bu muamele en çok Alp Arslan'ı üzmüş ve Anadolu'yu Romalılardan alma yemini etmiştir... Anna Komnena'nın bahsettiği olay budur.
104-Burada ilginç bir kaç kent ismi detayı vereyim;
Romalılardan asırlarca önce Sakaların bir kolu olan Hattilerin Hattuşaşlıların kenti olan Çorum, Tokat, Niksar gibi şehirlere Romalılar Yunan isimleri vermişlerdi. Örneğin; Niksar'a Neokaisareia, yine Maraş'a Germanikeia, +++
105-Malatya'ya Meliténe, İskenderun'a Alexandros,
Yine tarihi Saka/İskit kenti Denizli/Honaz bölgesine de Khones ismini vermişler. O dönem Roma hakimiyetine geçen Anadolu'nun eski yer isimlerini Romalılar Yunanca'ya çevrilmiştir.
106-Eski çağlar saklı kalmak kaydıyla...son bin yıldır Anadolu'nun kesintisiz ve tek hakimi olan Türkler de bu Yunanca isimleri ancak Cumhuriyetin kuruluşunda Türkçe isimlerle değiştirmeyi akıl edebilmişti! O da Başbuğ Atatürk sayesinde tabi.
107-Cumhuriyet idaresi bu Ermenice ve Yunanca isimleri Türkçeleriyle değiştirince sorun olmamıştı ta ki son 15 yıla kadar! Ama Atatürk'ün yaptığı tüm devrimlerden eahatsız olan kripto yöneticilerimiz bundan da rahatsız oldular!!!
108-Hatırlarsanız, Güroymak olan Türkçe ismini, Norşin ismiyle değiştirmek için! Ankara'dan Bitlis/Güroymak'a gidip kendi elleriyle Norşin ismini çakan "AB-Dullah Gül" adında bir  Cumhurbaşkanımız bile olmuştur! ...
Üstüne yorum yapmayayım lafın tamamı deliye denirmiş çünkü...
109-Roma tarihçileri (Nikephoros, Anna, Zoranas, Skylizes, Attaliatesi, Psellos), Gürcü (Kartlis'i),
Süryani (Mihail ve Gregory Ebul Farac Tarihi) Ermeni Kiragos, Çemiçyan, Urfalı Mateos gibi dönemin tarihçilerinden Anadolu'nun Fethini okudunuz
@ProfDrTellioglu hocamıza tşk ler

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with Sakalar İskitler(Gizlenen Eski Anadolu Halkı)

Sakalar İskitler(Gizlenen Eski Anadolu Halkı) Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @Saka_larr

Jun 14
Truva Atı Bahçeli / Zahide UÇAR

Bahçeli’nin tutumuna hala şaşıranlara çok şaşırıyorum. Nedenlerine gelince;

Kendisini “Arka Bahçeli” olarak tanımladığım bu şahsın karnesine bir bakalım:

1.  Cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan Gül’ü aday yapmayacak, o günün koşullarında daha kabul edilebilir bir aday gösterecekti. Bahçeli sahneye çıktı. Erdoğan’ı Gül’ü aday yapmaya mecbur bıraktı. Partilileri de; “-Gül seçilirse, Erdoğan-Gül çatışması çıkar. Parti bölünür. O nedenle Gül’ün adaylığını destekliyoruz” diye kandırdı.

2.  F-CİA kumpaslarını meşrulaştırarak, Ergenekon-Balyoz- Casusluk ve türevi kumpasları;

“Yargıya saygılıyız” korosuna katılarak destekledi. Partililerin kumpasla esir alınanlara destek vermesini engelledi. AKP bile kumpası itiraf etti. Bahçeli utanmadan; “darbeciler temizlensin” demeye devam etti. Kendi partisinin vekili olan Engin Alan ve ailesi bu ihanete isyan etti.

3.  Erdoğan hastalandı. Bahçeli geçmiş olsun demenin çok ötesinde; “Erdoğan’a bir şey olursa ülkede kaos çıkar” dedi. Biz bir muhalefet liderinin, iktidar partisi liderine bir şey olursa bu ülkeyi yönetemeyiz açıklamasını Cumhuriyet tarihinde ilk defa duyduk. O açıklama aslında Bahçeli’nin siyaseten görevli olduğunun açık itirafıydı.

4.  Bahçeli Cumhuriyet düşmanı, İngiliz istihbaratı okulundan mezun olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Cumhurbaşkanlığına aday gösterdi.

5.  Bahçeli, seçimlerin sonucu alınır alınmaz; “yeniden seçim” diyerek AKP’ye yol gösterdi. AKP’nin tek başına iktidar olmasını sağladı.

6.  Meclis başkanlığı seçiminde, bir Cumhuriyet düşmanının meclis başkanı olmasını sağladı. CHP’nin tekliflerine kapıyı kapadı. MHP’nin adayını destekleyelim teklifini bile reddetti. AKP’nin elini rahatlattı.

7.  AKP’ye karda zincir, yağmurda şemsiye, fırtınada paravan oldu. İktidara talip olmayarak muhafazakar seçmeni çaresiz bıraktı. Daha doğrusu, seçmeni AKP’nin kucağına iteledi.

Oysa AKP’nin tek alternatifi MHP idi. Muhafazakar seçmen CHP’ye oy vermez. Bu bilinen bir durumdur. AKP siyasetinden bıkan seçmenin tek gideceği adres MHP’dir. MHP gerçek bir muhalefet olsaydı birinci parti olma şansı bile vardı. Bahçeli MHP’yi bitirme görevini almış olmalı ki, kimsenin yapamayacağı bir yöntemle, MHP’yi bitiriyor.

Yeni misyonu da AKP ile birlik olup, adı kalan Türkiye Cumhuriyeti Devletini, “İmam darbesiyle” Ortadoğu karanlığına gömmektir.

Soğuk savaş döneminde Amerikan milliyetçiliği desteklendi. MHP Türkçülükten Türk İslam sentezine evrildi. Türklük bir ırk bilincidir. Din ise sadece bir millete ait olmayıp, evrensel niteliği olan bir inanç sistemidir. İkisini bir araya getirmek Türk milletine yapılan büyük bir Amerikan oyunudur. İnanan insanların din üzerinden tuzağa düşürülmesidir. Dinin karşısına veya yanına başka simgeleri koyarsanız, o simgenin silinmesi kaçınılmazdır. O nedenle de din ile Türklük aynı torbaya atılarak, Türklük şuurunun eritilmesi hedeflenmiştir. Eritemediklerini eritme görevini de ARKA Bahçeli üstlenmiştir. Türk İslam sentezi ,“ılımlı İslam’ın” bir başka versiyonudur. Bütün Türklerin ortak simgesi olan bozkurt yerini üç hilal aldı. “Tanrı dağı kadar Türk” sözünün yerini; Hizbullah, El Kaide, Milli Görüşçüler ve şimdilerde İŞİD terör örgütünün bile kullandığı bir slogan aldı. Neydi o slogan?

“Kanım aksa da zafer İslam’ın”…

Yalnız her üretimin defolu ürünleri de vardır. MHP ABD milliyetçiliğine, ılımlı İslam’a evrilirken, milli refleksleri yüksek olan, Türklük şuuruna sahip bir kesimin doğmasına da engel olamadı. Bu kesim Türk Devletleri ile ilişkiye geçiyor, ekonomik, kültürel alanda bir birlikteliği savunuyordu.

Küreselleşme Baronları, ulusalcılık ve milliyetçiliği hedef alırken, mikro milliyetçiliği kaşıyarak, ulus devletleri hedef alıyordu. Türkiye’de Türk Milliyetçiliği ve ulusalcılığın hedef alınmasının nedeni, devleti din ve mikro milliyetçilik üzerinden parçalarken, direniş merkezlerini de yok etmektir. Bahçeli küresel çetenin hedefi olan Türk milliyetçiliğini tasfiye etmekle görevli bir Truva atıdır. (1)Image
2-+++ Gerçek milliyetçiler, Türklük şuuruna sahip olanlar, bu alçak oyunu bozmakla yükümlüdür.

Sizlere 21.09.2006 yılında yazdığım bir yazıyı sunuyorum. Bahçeli daha o günlerde parti simgelerini AKP’ye teslim etmişti. İşte o yazım:
guncelmeydan.com/pano/truva-ati…
Image
3- 1969 seçimlerinde MHP %3 oy alıp bir milletvekilini (Türkeş) Adana'dan çıkartabilmişti.
1969'da Konya'dan Bağımsız milletvekili seçilen Erbakan ise 17 arkadaşıyla Milli Nizam Partisini kurmuştu.
İki kurucu lider de ilk defa 1969'da
ilk seçimine giriyor ve ancak kendilerini seçtirebiliyorlar o da zar zor...
Bunlardan biri zaman içinde büyüyor ve türev partilerle %50'lere kadar oyunu arttırıyor. Diğeri ise onun getir götür işlerini yapan sarayın taşeron partisi pozisyonuna düşürülüyor...
Bu işte bir gariplik yok mu?...
_____________
--------------
MHP, 30 yıl sonra 1999 seçimlerinde %18 oy alıp DSP'nin arkasından 2. Parti olup Ecevit ile koalisyonu kurmuştu.
Bugün Türk Milliyetçilerinin oy potansiyeli %30'u aştı ancak bölünmeler yüzünden etkisi azaldı. Bu da bizim ayıbımızdır.
Zira bugün mecliste 47 milletvekili bulunduran 7 Parti'nin toplam oy oranı sadece 2.48 'dir. Yani MHP kadar vekil çıkarttılar İYİ Parti'den fazla vekil çıkarttılar ve hepsi %2.5 bile değil. ...
______________
---------------
Günümüz Türkiye'sinde kendisini Atatürkçüyüm, Türk Milliyetçisiyim diye tarif eden kitle %65'tir (Area araştırma).

2022 rakamlarına göre partiler bazında kendisine Atatürkçüyüm, Türk Milliyetçisiyim diyen AKP seçmeni %40,
MHP seçmeni %94,
İYİ Parti seçmeni %80,
CHP seçmeni ise %70'dir.

Açıkça görülüyor ki, büyümek isteyen parti, kendisine Atatürkçüyüm ve Türk Milliyetçisiyim diyen havuzdan oy alabilir (Diğer %35'de ise kısmi azınlıklar, kürdistancılar ile Tarikatçılar var).

Hem %35 lik, hemde %65 lik havuzdan oy alınamayacağı ortadadır. Bazı partilerde ki kırılmalar, oy kaymaları her iki havuza birden saldırmaları yüzündendir (Örnegin İYİ Parti; Hem Atatürk'ün yolunda hem Hz Ömer'in, Saidi Nursi'nin yolunda olunamayacağını %17 lere çıkan oylarını önce %8 sonra %4'e düşürerek acı bir şekilde tecrübe ettiler).

Gelinen bu noktada gerçek Atatürkçüler ve Türk Milliyetçileri samimi ve sapasağlam fikirleriyle hangi siyasi ve kültürel kuruluşta olurlarsa olsunlar birlik olmalıdır. Hatta bu birlik zorunluluktur düşüncesindeyim.

Atatürkçülük ve Türk Milliyetçiliği iddiasında bulunan siyasi partiler ve liderleri, fikirlerinde "SAMİMİ" olup aralarındaki parti rekabetini,
"benim dediğim olacak düşüncesini", "dediğim dedik tavırları" bir kenara bırakarak bir araya gelip,
"MİLLİ BİRLİK MUTABAKATI" hazırlamalı ve yeni Anayasa Projesini reddetmelidir.
Bu mutabakata, başta MHP, Zafer Partisi, İyi Parti ve CHP olmak üzere bütün Atatürkçü, Ulusalcı, Türk Milliyetçisi partiler, gruplar ve oluşumlar destek vermelidir ve özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir çatı kurulmalı, Atatürkçü ve Türk Milliyetçisi birini Cumhurbaşkanı seçmelidir (Örneğin Mansur Yavaş, Ümit Özdağ).

Aksi halde,
Umutsuz, bölünmüş, parçalanmış Atatürkçüler ve Türk Milliyetçileri slogan atarak, "Irmağın akışına ölürüm Türkiyem" ile "İzmir Marşı" söyleyerek yok olup gideceğiz.!Image
Read 4 tweets
Jun 14
GİRİŞ:
İngiliz-Arap işbirliğiyle, 1. Dünya Savaşı'nın tam ortasında Arapların Osmanlı ordusunu türlü çeşitli hilelerle, işkencelerle çölde yok etmesi, hatta Hastanelerdeki yaralı Türk askerlerinin bile diri-diri karnının yarılması sonrası yaşanan büyük vahşetten kahrolan bütün Osmanlı subayları Araplardan nefret etmiştir. İşte bu yüzden "ne Şam'ın şekeri ne Arabın yüzü" denilmiştir.
İşte bu yüzden,
"Türk çocuğu artık Arap çölleri için kanını dökmeyecektir." demişti Kut'lu Bilge, Mustafa Kemal Atatürk
________________________________
ÖZET:
Tarih ders kitaplarımız
Anadolu'daki binlerce yıldır varolan, Kuganlarıyla, Taş Babalarıyla, Balballarıyla, Kaya Resim ve Yazıtlarıyla, Tümülüsleriyle var olan, Ön Türkleri anlatılmadığı gibi... Emevilerin, özellikle Kuteybe Bin Müslim'in Türk katliamlarını da anlatılmaz.. .
Özellikle 670 ile 740 arasındaki Türk-Arap savaşları sansürlüdür! ...
Ama Mengü Han'ın emriyle Hülagü Han'ın ordusu 1258 yılında Bağdat'ı ve Abbasileri ezmesi Halife el-Müstasım'ı atlara çiğnetip öldürtmesi hep anlatılır. ...

"Sözde din kardeşlerimiz Araplar" tarafından 670-740 yılları arasındaki 70 yılda yapılan Türk katliamları "Türkistan Fetihleri" diye sunulmaktadır! Maalesef bizim yazarlarda Araplardan aynen alarak, "Emevilerin Türkistan Fetihleri" diye konuyu pazarlamaktadır! (Örneğin: İslam Ansiklopedisi).

O dönem kendi içinde iç kavga yaşayan Türk Kağanlıkları,
Türkişler, Uygurlar ve Kırgızlar, Araplara karşı birlik olmak yerine Arapların işini kolaylastırdıkları için (detay ekte), o dönem Araplar tarafından:

1. 100.000'in üstünde Türk katledilmiştir.

2. 50.000'in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.

3. Şehirler yağmalanmış, "ganimet" diye halkın her şeyi talan edilmiştir.

4. Tüm zenginlikler, tarihi eserler yok edilmiş, yağmalanmış, çalınmıştır.

5. Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan Talkan Katliamı'nda 40.000 Türk'ün kafası kesilerek 24 km yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.

6. Aynı şekilde Curcan Katliamı'nda da en az 40.000 Türk'ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkırmızı olup cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.

7. Teslim olan Oğuzların tamamı bağırsakları deşilerek katledilmiş, sağ kalan az sayıda insan köle edilmiş, çocuklar da zorla din değiştirilmiştir.

8. Kütüphaneler yağmalanmış ve mezalim "Cihannüma" dahi görülmemiştir.

9. Bu katliam ve zulümlerle ilgili tek bir cümle ne ders kitaplarında ne de genel tarih ansiklopedilerinde bahsedilmemektedir, lakin faşist dini baskıya rağmen korkmadan yazabilenler, bağımsız Arap ve İran kaynaklarında bu konuya çok geniş yer verildiğini göreceklerdir.

751 yılındaki Talas Savaşı'ndan sonra kısmen Müslüman olan Türkler ile Şaman ve Hırıstiyan Türkler arasında süren iç savaşın adı kafitlik savaşıydı! Müslüman olan Türkler olmayanları kafirlikle suçlayıp yine savaşıyorlardı. Çok uzun ve yıkıcı olan bu savaşları bitirmek için önce Satuk Buğra han sonra 963 yılında toplanan büyük Türk kurultayı ile güneye inen Türklerden 200 bin çadır toplamı islsma geçmiş kendi aralarındaki kafitlik iç savaşını bitirme kararı almışlardır. (Detay için bakınız Türk Tarih Tezine).

Konuya dair daha geniş araştırma yapmak isteyen arkadaşlar İran ve Arap kaynaklarını ekteki bilgiselden alabilirler.

GELİŞME VE SONUÇ
EKTEKİ
"TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLUŞU" ADLI BİLGİ SELİNDE.
Bu bilgisel 2018 yılında Bahtiyar Aydın tarafından Arif Cengiz Erman'ın Şamanizm ve sonra da Göktanrı kitabından alınmıştır.Image
Anlaması hiç zor değil aslında.
#dolu dolu #banamüsade
Read 7 tweets
Jun 12
AKP'NİN YENİ ANAYASASI KİME HİZMET EDECEK?

Türkiye’yi eyaletlere ayırarak bölme ve böylece daha kolay yönetme stratejisi ABD tarafından 1896 yılında kabul edilerek meclisler tarafından onaylanmıştır.

ABD Kongresi'nin 100 yıl önce aldığı gizli Türkiye kararı!

Emekli amiral İlker Güven’in Maya dergisinde yayınlanan “Dostumuz Amerika ve Avrupa” başlıklı bir makalesini okudum. Konuyu Yeniçağ televizyonunda da anlatan Güven, İtalya’daki NATO kolejinde ortaya çıkarılan ve Türkiye’yi bölünmüş gösteren harita ile ilgili olarak şöyle diyor:
“Söz konusu haritayı, kıymetli arkadaşım Emekli Hava Orgeneral Cumhur Asparuk, 1975 yılında İncirlik Hava Üssü subay kafeteryasında bizzat gördüğünü söylemiştir.”

* * *
Güven bir tarihi gerçeği daha açıklıyor:
“Bilindiği üzere, ABD Senato ve Temsilciler Meclisi gizli kararları 100 yıl geçmeden açıklanmamaktadır. 1996 yılında 100’üncü yılını dolduran ve ancak bugünlerde elimize geçen 31 Ocak 1896 tarihli 54. Kongre gizli kararı inanılmaz gerçeği karşımıza çıkarmaktadır. Özet olarak Türkçesi şöyledir:
KARAR: ABD’nin belirleyeceği bir temsilci ile her hristiyan ülkeden bir temsilcinin Osmanlı İmparatorluğu adındaki kabul edilemez ve inatla devam eden devletin şeytani hareketlerinin düzene sokulması. Bu karara göre; ABD temsilcisi mutlaka ABD vatandaşı olacaktır. Temsilci, Hıristiyan ülke yöneticileriyle işbirliği yaparak aşağıdaki görevleri yerine getirecektir;
a) Tüm Hıristiyan ülkelerden ABD temsilcisi ile beraber çalışacak, benzer özelliklerde birer hükümet temsilcilerinin atanması sağlanacaktır.
b) Uluslararası Hıristiyan Komitesinin uygun bir bölgede organizasyon çalışmalarına başlaması sağlanacaktır.
c) Uluslararası Hıristiyan Komitesince din, mezhep ve milliyetçi özelliklere bakılmaksızın geçici bir Hıristiyan yöneticiye Türkiye’nin başkanı olarak seçilmesini mütakip, Osmanlı İmparatorluğu’nun mevcut bölgelerinin sınırlarla ayrılması, bu bölgelerin Hıristiyan eyaletleri kabul edilip, Hıristiyan gücünün Türkiye Birleşik Devletleri adında toplanması, Utah Eyaleti yönetimi örnek alınarak ve çok eşlilik, kılıçla fethetme gibi dini vaazların ve hareketlerin yasaklanması sağlanacaktır.
d) Geçici hükümet Türkiye Birleşik Devletlerinin sınırlarının içerisindeki etnik özelliklerine uygun olarak oluşacak Ermeni devleti müttefikimize tüm Hıristiyan devletlerinin askeri destek sağlamaları istenecektir.
e) Daha önce bahsi geçen geçici hükümetin süresini tamamlamasından sonra müttefik güçler tarafından kısa zaman içinde Türkiye Birleşik Devletleri’nin Uluslararası Hıristiyan Komisyonu tarafından tanınması sağlanacaktır. Türkiyedeki ülke yönetiminin hiçbirzaman Sultan, Halife veya Peygamber Muhammed’in dini (şeriat) yöneticileri tarzında olmaması ancak ılımlı dini fikirleri olan ve insanlara olumlu yaklaşan yönetimlerin kurulmasına özen gösterilecektir.

* * *
Görüldüğü gibi, Türkiye’yi eyaletlere ayırarak bölme ve böylece daha kolay yönetme stratejisi ABD tarafından 1896 yılında kabul edilerek meclisler tarafından onaylanmıştır.
Bush yönetimi terörist olarak ilan ettiği PKK terör örgütünü illegal yollardan besliyor, himaye ediyor ve maalesef siyasal olarak da destekliyor! PKK terörü de başta ABD desteği sayesinde Türkiye’de masum insanların canlarını almaya devam ediyor. Yine Bush yönetimi, kuzey Irak’ta barınan PKK terör örgütüne karşı operasyon yapmak isteyen Türk Silahlı Kuvvetlerinin karşısına dikiliyor ve hatta tehdit ediyor.”
Demek ki ABD’nin, Süleyman Demirel’e, Turgut Özal’a ve Tayyip Erdoğan’a eyalet sistemini dayatmasının ardında 100 yıl önce Kongre’nin aldığı bir karar vardır. Erdoğan’ın “Türkiye kimliği” lafları da işte bu 100 yıllık Amerikan projesinin psikolojik hazırlığıdır!

Yazının kaynağı:
Arslan Bulut /27 Eylül 2007 Yeniçağ


Ekteki bu harita,
ABD Başkanı Wilson'un hazırlattığı ve Sykes-Picot Anlaşmasının 100. Yıldönümünde (2006) Amerikan Medyası tarafından arşivden çıkarılan Osmanlı Devleti'nin bölünmüş haritasıdır.
Dikkatli bakınca anlaşılıyor zatenyenicaggazetesi.com.tr/abd-kongresini…Image
1-ABD'li emekli subayın çizdiği ve Türkiye'yi bölen harita NATO brifinginde dinleyicilere gösterildi.
Star Ana Haber'in haberine göre, Roma'da yaşanan gergin dakikalar, ABD'li Albay'ın verdiği brifingde Türkiye'yi bölünmüş olarak gösteren ve bir Kürdistan devletine yer veren haritayı kullanmak istemesiyle yaşandı. Geçtiğimiz aylarda da krize neden olan yarı resmi Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi'nde (Armed Forces Journal) yayınlanan haritayı kullanmak isteyen ABD'li subay, Türk subaylarının tepkisiyle karşılaştı.

Aynı haritanın Roma'daki toplantıda Türk subayların önüne konması yeni bir krize neden oldu. ABD'li subayın bölünmüş Türkiye haritası üzerine konuşma yapmasına fırsat vermeyen Türk subaylar, salonu hemen terk ederek durumu komutanlarına bildirdiler. Ankara'ya gelen bu bilgi Genelkurmay'ı alarma geçirdi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, ABD Genelkurmay Başkanı Org. Peter Pace'i arayarak olayı sert bir dille kınadı. Genelkurmay İkinci Başkanı, kara, hava ve deniz kuvvetleri komutanları da muhattaplarını arayarak olayı protesto etti. Türk komuta kademesinin bu girişimleri karşısında Amerikalı yetkililer 'yanlışlık oldu' diyerek özür diledi.28.09.2006Image
2-KARBON VERGİSİ VE BÜYÜK İSRAİL!
Arslan Bulut
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Dünya gazetesinin düzenlediği “İklim Ekonomisi Sürdürülebilirlik Finansmanı Zirvesi”inde, iklim değişikliğinin artık tartışılmadığını ve hangi yönden bakılırsa bakılsın önceden yapılan öngörülenlerden çok daha hızlı ilerleyen bir gerçeklik olduğunu iddia etti.
Bu doğru değil... Bir defa düzenlenen “zirve”nin adı iyi anlaşılmalıdır! Kimin, neyin zirvesi?
Dünyada bir iklim ekonomisi kurgulanıyor ve bunun da pilot bölge olarak Türkiye’de para karşılığında uygulanması söz konusu!
***
Haziran ortasında hava sıcaklıklarının yüksek seyretmesi, medya yoluyla abartılıyor. Oysa bu yılki Mayıs ayı, kış gibi geçti. Ardından sıcak hava dalgasının gelmesi normal... Dünyada iklim değişikliği iddialarının artık tartışılmadığı iddiası ise “tartışılmasın” anlamına geliyor.
Şimşek, iklim değişikliği ile mücadele için yoğun finansal kaynak gerektiğini belirterek Türkiye’nin bu ihtiyacını yurt dışından karşılayabileceğini ve bu çerçevede önümüzdeki 3 yıllık süreçte muhtemelen 60 milyar dolarlık bir kaynak söz konusu olduğunu da söyledi.
Aslında bu da bir itiraftır!
İklim projelerinin uygulanması için “çok taraflı bankalar” ve Dünya Bankası, Türkiye’ye 60 milyar dolar verecek! Anlaşılan o ki Türkiye’yi Türklerden fazla düşünüyorlar!
Öyle ki Türkiye’nin Avrupa’dan iki kat fazla karbon ürettiğini iddia eden bile var! Yalan tabii...
***
Şimşek, “Bütün ülkelerin mevzuat düzenlemesine gitmesi gerekiyor. Ortaya koydukları vaatler, hedeflere varmak için gerçekten bağlayıcı mevzuata ihtiyaç var. Bu alana ciddi bir şekilde bir AR-GE yatırımı, harcaması gerekiyor. Fosil yakıt sübvansiyonlarının azaltılması ve tamamen kaldırılması gerekiyor. Bu bahsettiğim bütün dünya için geçerli olan hususlar. Karbon salımının, ayak izinin vergilendirilmesi gerekiyor.” diyerek asıl hedefin ne olduğunu açıklamış oldu.
Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, “Bakınız, dünyada birileri karbon salınımından ve iklim değişikliğinden sorumluysa bu başta ABD, gelişmiş batı ve Çin’dir. 250 yıldır birikimli karbon salınımları hangi ülkelere aittir, bu bellidir. Önce bu ülkeler sanayileşmenin ve zenginleşmenin vergisini ödesin. Biz Zafer Partisi olarak bu konuda AKP’nin küresel talepler doğrultusunda yapacağı bütün girişimlerin karşısındayız” dedi.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı eski müdürü Bartu Soral ise “Karbon ayak izi vergisi küresel elitlerin dünyayı kontrol altına almak için ortaya attığı bir zırvadır. 250 yıllık sanayileşme süreciyle karbon salınımının esas sorumlusu ABD ve gelişmiş batıdır. Bu süreçte kişi başı gelirleri 6-7 bin dolardan 60-70 bin dolara ulaşmış ve kalkınmışlardır. Bugün sanayileşme çabasına giren veya girecek olan ülkelerde bu konunun konuşulması bile abesle iştigaldir. Sn. Şimşek o kadar meraklı ise bu vergiyi, hem de geçmiş sorumlulukları ile birlikte önce ABD, İngiltere ve AB’den tahsil etmeyi düşünmelidir.” diye mesaj yayınladı.
Eski AKP milletvekili Metin Külünk de Bartu Soral’ın bu mesajını paylaştı...
***
Metin Külünk’ün de karbon vergisini zırva olarak kabul etmesi, AKP iktidarının küresel güçlerin dayatmalarını kabul ederek iklim kanunu hazırlamasını ve “karbon kredisi” uygulaması başlatarak halktan “karbon vergisi” almak istediği gerçeğini kapatmıyor...
Zaten AKP iktidarı bir taraftan Büyük Orta Doğu Projesi’nin eş başkanlığını sürdürüyor diğer taraftan da Gazze’de soykırım yapan İsrail’e karşı laf üretiyor!
Oysa Suriye’nin iç savaşa sürüklenmesi için bu ülkeye terörist geçişine izin veren AKP iktidarıdır. Suriye’yi parçalayan BOP projesini uygulayan AKP iktidarıdır.
BOP demek Büyük İsrail demektir. Suriye’yi parçalayıp Türkiye’yi milyonlarca göçmenle istikrarsızlaştıran AKP iktidarı, böylece Büyük İsrail projesine hizmet ederken, +++Image
Read 9 tweets
Jun 9
Uçak veya gemi yapılamaz denilen yıllarda, TÜRKİYE hem uçağını hem gemisini yapıyor hem de Osmanlı borçlarını ödüyordu.
Teğmen olarak mezun olup mühendislik stajını Hollanda'da yapan, Türkiye Gemi İnşa Enstitüsü kurucularından Büyük Başkan
Ord. Prof Dr Ata Nutku'ya saygılarımla
1920'lerde Kurtuluş Savaşı yapıp, 1926'larda Uçak fabrikası kurup, 1935'lerde uçak ihraç eden bir ülke kurmuştu, O büyük Bilge, Önder, Mustafa Kemal Atatürk. Image
Atatürk'ün yerli yolcu uçağımıza binişi.
Atatürk'ün ve ürettiğimiz gerçek uçağın resimlerini bile ancak 90 yıl sonra görebiliyoruz.
İlk uçağın resimleri böyleyken, şimdi sanki önceden hiç bir şey yoktu diye konuşmalar çok saçma gelmiyor mu?.. Image
Read 5 tweets
Jun 8
Ankara'ya Saray yaparlar açılışını Vatikan'dan gelen Papa yapar.
Sümela'dan Akdamar'a onlarca kilise restore edip Bartalameos'a ayın yaptırırlar.
O Bartalameos'un ihanet kilisesi 1821 yılında ihanet eden Patriğinin yasını tutar, kilisesinde KİN KAPISI yapar,
O Bartalameos'un kilisesi Yunan işgalini destekler, Bizans hayalini açıkça bildiri yapar, Anadolu'daki Hırıstiyan Türkleri fikren zehirleyip, iç barışı bozup, Türkleri mübadele ile Yunanistan'a göndertir.
Bu kilise istedi diye 2005 yılında Vakıf İhanet yasası çıkartıp, Lozan'daki mütekabiliyeti tek taraflı olarak bozup azınlık kiliselerini mala mülke boğarak ihya eder, Fenerin Katolik ve Ermeni kiliseleri devlet eliyle zenginlesip her ilçeye kurdukları apartman kiliseleriyle müslümanları Hırıstiyan yapar.
Şimdi de sözüm ona Müslüman Milli Eğitim Bakanı (sözde milli/adı Müslüman) Yusuf Tekin Heybeliada Ruhban okulunu açıp Papaz yetiştirmek ister. Daha sayayım mı ihanetlerini...
Talimat kimden geliyorsa bunlar emir telakki ediyorlar. Yaptıklarını görmesek Müslüman olduklarına da inanacağız...
Fener Rum Patrikhanesindeki kin kapısı 200 yıldır neden kapalı?
hakikat.com/takvim-yapragi…
Read 6 tweets
Jun 2
1935 yılında tüm Mason localarını kapattığı için önce tehdit edilip sonra zehirlenen Mustafa Kemal Atatürk, Talat Paşa ve diğer İttihat Terakki üyeleri gibi bir dönem
ll. Abdülhamid'in istibdat ve casusluk zulmünden kaçmak için Mason olmuştu.
ll. Abdülhamid dönemi ve tahttan indirilmesi bu zincirin konusudur.

Altıncı Kısım

Mustafa Kemal, 3. Ordu'ya tayin edilmişti. Görevleri kısmen Selanik'te kalmasını kısmen de demiryolu boyunca denetlemeler yaparak seyahat etmesini gerektiriyordu.

Selanik'teyken annesi ve kız kardeşiyle birlikte yasıyordu. Zübeyde Hanım şimdi iyi durumdaydı; ikinci kocası şehrin merkezinde bulunan büyükçe, derme çatma bir ev ve biraz para bırakarak vefat etmişti.

Mustafa Kemal, askeri birliğinde Harp Okulu'ndan tanıdığı pek çok subayla karşılaştı ve onlarla Vatan'ın yeni bir kolunu kurabilmek için çabaladı ancak gelişme sağlayamadı. Mustafa ile tartışma ve zıtlaşma olmaksızın dinliyor ve Mustafa'ya şüpheyle yaklaşıyorlardı.
Bazen grup olarak konuşurken, Mustafa Kemal yanlarına geldiğinde bir ajan ya da casusmuş gibi aniden susuyorlardı. Bir şey peşinde olduklarından emindi fakat onu dışlıyorlardı.

Sonunda grup içinden biri kapalı kapılar ardında, gizli kalması suretiyle dile gelmişti. Selanik'te "İttihat ve Terakki" adında büyük bir devrimci örgüt zaten mevcuttu. Şehirde pek çok Yahudi bulunuyordu; bunların çoğu İtalyan uyruklu ve İtalyan Mason localarının üyeleriydi.
İtalyan tebaası olarak, verilen kapitülasyonlar ve yapılan anlaşmalar sayesinde padişah tarafından tevkif (tutuklanma) edilmekten korunuyor, evleri polis tarafından aranamıyor ve yalnızca kendi konsolosluk mahkemelerince yargılanabiliyorlardı.

Aralarında Makedonyalı Fethi'nin de bulunduğu ve Mustafa Kemal'in pek çoğunu tanıdığı bir grup subay Mason olmuştu. Mason localarına ait tüm imtiyazları ve sağladığı güvenliği kullanarak "İttihat ve Terakki 'yi" kurmuşlardı. Bu sayede Yahudi veya Mason evlerinde güvenli bir şekilde buluşup plan hazırlayabiliyorlardı. Fazla fazla yetecek bağış topluyorlar, padişahın (ll. Abdülhamid) sürgün ettiği ve başka ülkelerde yaşayan önemli siyasi muhaliflerle iletişimde kalabiliyorlardı.

İttihat ve Terakki yetkilileri, Mustafa Kemal'i bir süredir izleyip sınıyordu, şimdiyse aralarına katılması için davet etmişlerdi.

Mustafa Kemal, Vedata Locasında kardeşliğin bir üyesi olarak kabul edildi. Kendisini hoşlanmadığı bir ortamın içinde bulmuştu zira Loca, uluslararası nihilist bir örgütün parçasıydı ve Yahudilerin ezildiği Rusya'nın kötülüklerinden ve Yahudilerin para kazanmasına müsaade edilen Viyana'dan memnuniyetle bahseden ulusal kimliği olmayan kişilerle doluydu.
Cemiyettekiler sinsi, zararlı, sırlarla dolu ve şifreli konuşmaları olan adamlardı.
Mustafa Kemal, uluslararası finans tarafından desteklenen yıkıcı yeraltı örgütlerinin ağına yakalandığının bilincindeydi; ancak bunların tam olarak ne olduğunu anlayamamıştı.

Mustafa Kemal, Yahudilerin uluslararası amaçları ve sorunlarıyla hiç ilgilenmedi. Masonların ritüellerini önemsemiyor, bu ritüeller hakkında hakir bir edayla konuşuyordu. O bir Türk'tü, Türk olmaktan gurur duyuyor, yalnızca Anadolu'yu padişahın yetersizliğinden, zorba yönetiminden ve yabancı milletlerinin doyumsuz elinden kurtarmakla ilgileniyordu.

Kaldı ki locaya çok sonradan katılan biriydi. İttihat ve Terakki'yi kontrol eden kişiler kendilerini Masonların karmaşık ritüel perdelerinin arkasına gizlemislerdi. O ise kardeşliğin sadece yeni ve küçük bir üyesiydi ve ondan beklenen emirleri yerine getirmesini, oysa doğası gereği ya olayları kontrol eden kişi olmalıydı ya da hiç bir rolü olmayacaktı.
(Devamı edecek)
1-Şimdiye kadar sakince emirlere uymaktan ziyade hep acımasız bir biçimde eleştireldi.
Eleştirileri sert ve saygısızcaydı, bunlara karşı çıkan olursa da acımasızlaşıyordu.
İttihat ve Terakki örgütlenmesinin üstünkörü yapılmış ve yetersiz olduğu kanaatindeydi, konuştukları kadar eyleme geçmiyorlardı.
İstanbul'da bulunan Harp Okulu'ndaki kızgın bir demir gibi olan hevesli öğrenciden çelik bir silaha dönüşüyordu. Teorileri değil, gerçekleri istiyordu; titizlikle planlanmış eylemleri istiyordu. İttihat ve Terakki'de ona uymayan, iyice düşünülmemiş, özümsenmemiş çok fazla düşünce vardı.

İttihat Terakki'nin liderlerine saygı duymuyor, hepsiyle tartışıyordu. Enver lakayt bir adam; Cemal kambur duruşlu, esmer ve çarpık düşünceleri olan bir doğulu; Cavit, Selanik Yahudisiyken Müslüman olmuş bir dönme, Niyazi Garibaldi'nin vahşi ve dengesiz hali gibi bir Arnavut; Talat ise posta kâtibi ve hantal bir yağmacıydı. İşte cemiyetin liderleri bunlardı.

Mustafa Kemal hepsine küçümseyici bir tavırla yaklaştı. Sanki o öğretmen, liderler de onun öğrencisiymişcesine konuşuyordu.
Bir keresinde, Kafe Gnogno'da oturmuş Cemal'in bir vatansever olduğundan söz ediyorlardı. Mustafa Kemal onların konuşmasını alaycı tavır ile keserek gerçek azamet hakkında uzunca bir nutuk çekti. Ertesi sabah, işe gitmek üzereyken trende Cemal'e rastladığında onu popülerlik peşinde koşan biri olarak gördüğünü söylemiş ve tatsız kelimelerle doldurduğu o azamet hakkındaki konuşmasını usandırana kadar tekrarlamıştı.

İttihat ve Terakki uyesi-subay arkadaşları Mustafa Kemal'i kendini beğenmiş ve alaycı olarak gördüklerinden ondan hoşlanmıyorlardı.
Eleştirilerini her zaman iğneleyici ve sertliği yumuşatacak bir mizah anlayışından yoksun buluyorlardı. Yahudiler ise ona hiç güvenmiyordu. Mason kardeşliğinde hiç bir zaman yüksek rütbeli bir üye olamamıştı bu yüzden hep heyetin merkezindeki grubun dışında tutuldu.

Evde de durumlar aynı derecede zorlayıcıydı; eleştirilerini kabul edebileceği tek kişi Zübeyde Hanımdı ama o bile gururuna dokunacak şeyler söylediğinde, kaskatı kesiliyor ve içe kapanık biri haline geliyordu.

Hiç kimsenin, hatta Zübeyde Hanım'ın bile, eylemlerine müdahale etmesine izin vermezdi. Bir keresinde örgüt arkadaşlarından birkaçını eve getirdiğinde hizmetliler konuşmalarına kulak misafiri olmuş ve Zübeyde Hanım'a haber vermişlerdi. Bunun üzerine sessizce Mustafa'nın odasına yaklaşarak anahtar deliğinden onları dinlemişti.

Arkadaşları gittiğinde oğluna şiddetle karşı çıktı. Mustafa Kemal onu kabullenmesi için ikna etmeye çalışsa da bir türlü anlaşamadılar. Zübeyde Hanım, kesin inançları ve sarsılmaz sadakati bulunan eski kuşağa ait bir kadındı; Mustafa ise çok az şeye inanç besleyen ve hiçbir şeye saygı duymayan yeni nesle aitti. İkisi de sinirlenmişti. En sonunda Zübeyde Hanım oğluna yardım etmeye razı oldu. Sonuçta evin reisiydi, dünyanın nasıl bir yer olduğunu biliyordu ve belki de düşüncelerinin haklılık payı vardı. Gerçekte ise Mustafa'nın hata yaptığından emindi ancak evi terk etmesinden korkuyordu. Kendi düşüncelerine ters düşmesine rağmen Mustafa'ya yardım etti fakat tam kadının yapacağı gibi sürekli şikayet edip Sultan'a ve inançlara karşı kumpas kurmanın çılgınlık olduğu konusunda oğlunu uyarıyordu.

Annesiyle yaşadığı bu anlaşmazlık Mustafa Kemal'in kadar vermesini sağladı. Ev hayatının kısıtlamaları onu kızdırıyordu; ailevi bağlar, akrabaların gevezelikleri, kadınların bitmek bilmeyen meraklı ve askıntı halleri ve kaçınılmaz baskılar sinirine dokunuyordu.
Karşılıklı fedakarlık yapmayı ve uzlaşmayı gerekli bulmuyordu; istediğine ulaşmalı ancak karşılığında bir şey vermesi gerekiyordu. Hürriyetine yönelik en ufak bir kısıtlamaya müsamaha gösterecek biri değildi, ne pahasına olursa olsun kendi kendisinin efendisi olmalıydı. Mustafa Kemal, bir oda kiralayarak evden ayrıldı. Bu süreçte annesini sık sık ziyaret ediyordu, şimdi sürekli dip dibe olmadıklarından annesini dinlemeye daha yatkındı.Image
2-Gündüzleri askeri görevinde olağanüstü bir enerjiyle çalışarak geçirirken akşamlarının çoğunu yemek yediği kafelerde, örgütten arkadaşlarıyla görüştüğü Kafe Gnogno'nun arka odalarında ya da polis ile hafiyelerinin gözetlemelerine karşı kapıları kilitli, panjurlari kapatılmış gizli evlerde geçiriyordu.
Bu mekânlarda, bir mum ya da gaz lambasının ışığında içki ve sigara içerek gecenin ilerleyen saatlerine kadar oturup konuşuyor ve yaklaşan devrimin planını yapıyorlardı.

Mustafa Kemal toplantılara katılmaya ve örgütün içinde kalmaya devam etti fakat zaman geçtikçe yavaş yavaş daha az etkin rol almaya başladı. Liderler hala yakın çevrelerine girmesine izin vermiyorlardı. Bir ast gibi onların emrinde olan biri olamazdı. Her zamankinden daha yalnız ve suskun biri haline geldi ...

Yedinci Kısım

Uğruna çalıştıkları devrim, ansızın ve herhangi bir haber vermeksizin gün yüzüne çıkmıştı. Her zamanki gibi tez canlı ve vahşi olan Niyazi, öncesinde hazırlanmış planları olmaksızın bir kaç adamını toplayarak Resne'den Güney Makedonya dağlarına doğru yürüdü ve hükümete meydan okudu. Enver bey ise hemen bir devrim beyannamesi yayınlayarak aynısını Doğu Makedonya için de yapmıştı.
Henüz hiç bir şey hazırlanmamış ve organize edilmemişti. İttihat ve Terakki'nin fakat üye sayısı üç yüze ulaşmıyor, askerlerin ise bu konudaki tavrı bilinmiyordu.

Mustafa Kemal, sûkûnet içinde askerlik görevine devam ederek bekledi. Böylesine çılgın ve hazırlıksız bir maceraya atılacak kadar ahmak bir kumarbaz değildi. Harekete geçecekse bu hayli makul bir başarı şansı taşıyan, dikkatlice düşünülmüş bir plan ile
olmalıydı.

Ne var ki bu "çılgın macera" başarılı olmuştu. Sonraki bir kaç ayın tarihi kayıtları hayli karmaşıktı ve fantastik bir hayali andırıyordu. Dağların tepelerinde bir kaç yüz isyancı bulunuyordu ve bu isyancılarla mücadele etmesi için gönderilen askeri birlikler yıllarca ihmal edilip aylıkları ödenmediği için asilere katılmıştı.
Subayları tarafından yönetilen pek çok alay ardı ardına harekete geçmeyi reddediyordu. Dahiliye Nazırlığından gönderilen özel birlikler de aynı eylemi tekrarladı.
İttihat ve Terakki ve diğer herkesin hayretleri içerisinde padişahın kudreti, rüzgara yakalanan yapraklar gibi uçup gitmişti.

İstanbul'daki yaşlı kurnaz aldığı hızlı bir kararla geri adım attı; anayasal bir hükümet ilan etti ve danışmanlarını geçmişteki tüm yanlış yönetimlerden sorumlu tuttu, casusluğu ortadan kaldırarak devrimcileri kucakladı. Niyazi ve Enver bunun üzerine zaferle Selanik'e geri döndüler. Selanik'te onları bin yıllık refah döneminin geldiğine inanan coşkulu Hıristiyan ve Türklerin kalabalığı karşıladı.

Mustafa Kemal ve onun gibi bu harekatta aktif rol almamış diğer İttihat ve Terakki üyeleri de kalabalığın içinde onları karşıladı.
Yeni Anayasa, Enver Bey tarafından Selanik'in ana meydanında Olympus Palas Otel'in balkonunda duyurulmuştu. Enver Bey'in arkasında bulunan subay grubu içinde cemiyetin önemsiz ve silik bir kaç üyesi dışında kimsenin tanımadığı ve fark etmediği Mustafa Kemal ayakta duruyordu.

Abdülhamid'in 20 yıl önce sürgüne gönderdiği politikacılar, şehzadeler, eski sadrazamlar, her kademeden nazırlar pek çok yabancı ülkeden bir anda hızlıca geri dönmeye başladı.
Genç subayları öteleyerek İttihat ve Terakki'nin yönetimini ele geçirdiler; iktidar için mücadele etmek ve entrikalar çevirmek üzere ivedilikle İstanbul'a geldiler.
Niyazi, Arnavutluk'a geri dönmüş ve orada öldürülmüştü. Enver, Berlin'e askeri ateşe olarak atanırken Mustafa Kemal ise Trablusgarp'taki askeri birlikler hakkında rapor hazırlamak üzere Kuzey Afrika'ya gönderilmişti.

Yaşanan kargaşa artmaktaydı, her şey ters gitmeye başlamıştı. Avusturya, Bosna-Hersek'i ilhak etmiş, Yunanistan Girit'i ele geçirmiş, Rusya tarafından desteklenen Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmişti. Kalan topraklar içinde tepkiler gelmeye başlamıştı. Arnavutluk ve Arabistan'da ayaklanma baş göstermiş, Hırıstiyanlar ile Müslümanlar birbirine girmişti.Image
Read 8 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Don't want to be a Premium member but still want to support us?

Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal

Or Donate anonymously using crypto!

Ethereum

0xfe58350B80634f60Fa6Dc149a72b4DFbc17D341E copy

Bitcoin

3ATGMxNzCUFzxpMCHL5sWSt4DVtS8UqXpi copy

Thank you for your support!

Follow Us!

:(