Sakalar İskitler(Gizlenen Eski Anadolu Halkı) Profile picture
Bahtiyar Aydın-Eski Çağ Tarihi Uzmanı Sakalar/İskitler (Gizlenen Kök Atalarımız) kitabının yazarıdır. Atatürkçü, anti-Partizan, 'Türk Milleti'nden yanadır.
erdemnacar Profile picture Uyanan Beyinler Profile picture Muhsin Öztürk Profile picture Sadi Özgül 🇹🇷 🌤️ Profile picture RΛHMI Profile picture 28 subscribed
Aug 20 11 tweets 7 min read
Jandarma görmesin diye Kuran-ı Kerim’leri tarlalara saklardık...

Atatürk döneminde jandarmalar köy köy gezip kimlerin Kur’an okuduğunu kontrol ediyor ve “Sen misin din dersi veren?” diyerek hocaları alıp götürüyormuş.

Tamamen hayal ürünü olan bu anlatıyı belgelerle çürütelim ve Atatürk döneminde dini kitapların okutulmasından bahsedelim. Lütfen sonuna kadar dikkatle okuyun.

Birazdan belgeleriyle göreceğiniz üzere Atatürk, Kuran-ı Kerim'i ve din kitaplarını yasaklamak bir tarafa, hem askerler için hem köylüler için ayrı ayrı din kitabı hazırlatmıştır. Köylerde her evde mutlaka bir Kur’an-ı Kerim ve din kitabı bulundurulması için resmî adımlar atmıştır. Okullarda din ve Kuran-ı Kerim dersleri okutulmuştur. Başlıyoruz.Image 1⃣- Askere Din Kitabı

26 Mart 1925’te Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Diyanet İşleri Başkanlığından askerlerin İslam dinini öğrenmeleri için kışlaların uygun yerlerine asılmak maksadıyla ayet-i kerime ve hadis-i şerif yazılı levhalar hazırlanıp gönderilmesini ve askerlere okutulmak üzere bir din kitabı hazırlanmasını istemiştir. Bunun üzerine Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Ahmet Hamdi Akseki tarafından görmüş olduğunuz Askere Din Dersleri kitabı hazırlanmış ve silah altındaki tüm askerlere okutulmaya başlamıştır.Image
Image
Aug 11 8 tweets 15 min read
ÖZEL DOSYA-NED
Biraz uzun ama önemli bilgi güçtür

ABD'nin fonlayıp, hedef ülkelerde iç karışıklıkları organize ettirdiği,
Ulusal Demokrasi Vakfına DİKKAT

Ulusal Demokrasi Vakfı (NED), ABD hükümetinin "beyaz eldivenleri" gibi hareket ediyor. Uzun zamandır diğer ülkelerdeki devlet gücünü baltalamak, diğer ülkelerin iç işlerine karışmak, bölünme ve çatışmayı kışkırtmak, kamuoyunu yanıltmak ve ideolojik sızma yapmakla uğraşıyor, hepsi de demokrasiyi teşvik etme bahanesiyle. Sayısız kötü eylemi ciddi zararlara yol açtı ve uluslararası toplumdan güçlü bir kınama aldı. 

Son yıllarda NED taktiklerini değiştirmeye devam etti ve barış, kalkınma ve kazan-kazan iş birliği tarihi eğilimine karşı hareket etmede daha da ileri gitti. Diğer ülkelere yönelik sızma, yıkıcılık ve sabotaj girişimleriyle daha da kötü bir üne kavuştu. NED'in maskesini düşürmek ve tüm ülkeleri gerçek yüzünü görme, onun yıkıcılık ve sabotaj girişimlerine karşı koruma ve mücadele etme, ulusal egemenliklerini, güvenliklerini ve kalkınma çıkarlarını koruma ve dünya barışını ve kalkınmasını ve uluslararası adaleti ve hakkaniyeti savunma ihtiyacı konusunda uyarmak zorunludur.

Ⅰ. NED—ABD hükümetinin “beyaz eldivenleri”

NED, yurtdışında demokrasiye destek sağlayan bir STK olduğunu iddia ediyor. Aslında, dünya çapında yıkıcılık, sızma ve sabotaj yapmada ABD hükümetinin "beyaz eldivenleri" gibi davranıyor.

1. NED, CIA'nın gizli operasyonlarının uygulayıcısıdır. Soğuk Savaş'ın ilk günlerinde CIA, "barışçıl evrimi" ilerletmek için "özel gönüllü örgütler" aracılığıyla Doğu Avrupa'daki sosyalist ülkelerdeki muhalif faaliyetleri destekledi. Bu tür faaliyetler 1960'ların ortalarında ve sonlarında ortaya çıktıktan sonra, ABD hükümeti benzer faaliyetler yürütmek için sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapmayı düşünmeye başladı. Dolayısıyla bu tür bir örgüt kurma fikri ortaya çıktı. Amerikalı bir akademisyen olan William Blum'un yazdığı gibi, "Fikir, NED'in CIA'nın onlarca yıldır gizlice yaptığını biraz açıkça yapması ve böylece umarım CIA'nın gizli faaliyetleriyle ilişkilendirilen damgayı ortadan kaldırmasıydı." Ⅰ

2. NED, ABD hükümetinin himayesinde kuruldu. 1981'de göreve geldikten sonra Başkan Ronald Reagan, "Proje Demokrasi"sini yurtdışında tanıtmayı amaçladı ve "yurtdışındaki demokratik hareketleri" açıkça desteklemek için hükümet tarafından finanse edilen ve özel olarak işletilen bir vakıf önerdi. 1983'te kurulan NED'in amaçlarından biri, hem ABD ulusal çıkarlarının geniş endişeleriyle hem de NED tarafından finanse edilen programlarla desteklenen diğer ülkelerdeki demokratik grupların özel gereksinimleriyle tutarlı bir şekilde demokratik gelişimin kurulmasını ve büyümesini teşvik etmektir.

3. NED, ABD hükümeti tarafından finanse edilmektedir. 22 Kasım 1983'te ABD Kongresi, NED'in amaçlarını yineleyen ve kongre ödenekleri, hükümet tarafından mali denetim ve Kongre ve Başkana rapor verme zorunluluğu gibi konuları açıklığa kavuşturan NED Yasasını geçirdi. NED'in kurulduğu 1983 yılında Kongre, NED'e 18 milyon ABD doları sağladı. Son 40 yılı aşkın süredir, kongre ödeneklerinin hacmi genel olarak artmaya devam etti. 'dan alınan verilere göre, NED 2023 mali yılında 315 milyon ABD doları tutarında ödenek aldı. Carnegie Endowment for International Peace'in bir raporunun ortaya koyduğu gibi, "NED'in fonlarının neredeyse tamamı ABD Kongresi'nden geliyor." II  

4. NED programları ABD Dışişleri Bakanlığı ve yurtdışındaki büyükelçiliklerin rehberliğinde yürütülür. NED için yetki veren mevzuatın gerektirdiği gibi, NED dış politika rehberliği almak için program planları konusunda Dışişleri Bakanlığı'na danışmalıdır. USAID'in "ABD Hükümeti Tarafından Finanse Edilen Demokrasi Tanıtım Programları" raporuna göre, NED programatik konularda Dışişleri Bakanlığı, Demokrasi, İnsan Hakları ve Çalışma Bürosu, USIA ve yurtdışındaki ABD büyükelçilikleriyle sürekli olarak istişarelerde bulunmaktadır. 

5. NED, ABD hükümetine çalışmaları hakkında rapor verir ve +++USAspending.govImage 1-+++ hükümet tarafından yapılan denetim ve gözetimi kabul eder. NED Yasası'na göre, NED her yılın 31 Aralık tarihinden geç olmamak üzere önceki mali yıl için Başkana yıllık bir rapor sunacaktır. Rapor, NED'in operasyonlarını, faaliyetlerini ve başarılarını içermelidir. NED'in denetimi, ABD Hükümeti Genel Muhasebe Ofisi tarafından yıllık olarak gerçekleştirilir. Her denetimin bir raporu Kongre'ye sunulacak ve her raporun bir kopyası Başkana sunulacaktır.

6. ABD hükümeti, NED tarafından finanse edilen tüm programlara ilişkin bilgilere erişebilir. NED Yasası'na göre, NED veya yetkili temsilcilerinden herhangi biri, NED aracılığıyla sağlanan yardıma ilişkin alıcının tüm defterlerine, belgelerine, evraklarına ve kayıtlarına erişebilir. ABD Sayıştay Başkanı veya yetkili temsilcilerinden herhangi biri de bunlara erişebilir.

7. NED'in yetkisi ABD hükümeti tarafından onaylanmıştır. Eski bir CIA görevlisi olan Philip Agee, 1995'te bir TV programında, "Günümüzde, sadece CIA'in perde arkasında dolaşıp süreci gizlice manipüle etmeye çalışması yerine, buraya para ve oraya talimatlar ve benzeri şeyler yerleştirmek yerine, artık bir yandaşları var, o da bu Ulusal Demokrasi Vakfı, NED." Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Kim Holmes, "Ulusal Demokrasi Vakfı: Geleceğe Akıllıca Bir Yatırım" başlıklı bir raporda, "NED'i finanse etmek akıllıca bir yatırımdır çünkü dost demokratlara yardım etmek, düşman diktatörlüklere karşı savunmaktan çok daha ucuzdur." diyor. 

II. Diğer ülkelerde devlet gücünü devirmek için renkli devrimleri kışkırtmak

1. İran hükümetini devirmeye teşebbüs. Eylül 2022'de İran'da başörtüsü kurallarına karşı protestolar patlak verdi. Voice of America Farsça Servisi muhabiri Masih Alinejad, kamuoyunu kışkırtmak için doğrulanmamış bilgi ve fotoğraf grupları yayınladı. Lübnanlı bir haber kanalı olan Al Mayadeen'e göre, Masih Alinejad 2015-2022 yılları arasında NED ve diğer bazı Amerikan kurumlarından 628.000 ABD doları fon aldı. Iran Daily,  İran Devrim Muhafızları'ndan alınan bir belgeye atıfta bulunarak, NED'in başörtüsü protestoları sırasında Masih Alinejad ile olan bağlarını kullanarak İran'ın içişlerine müdahale ettiğini söyledi. Bu arada NED, İran İnsan Hakları Merkezi'ni (CHRI) ve İnsan Hakları Aktivistleri Haber Ajansı'nı (HRANA) sahte haber üretmelerinde destekledi ve muhaliflerin karalama kampanyaları düzenlemek için hükümet karşıtı örgütler ve medya kuruluşlarıyla çalışmasını destekledi. NED, İran'da insan hakları hareketi aracılığıyla bir rejim değişikliği çağrısında bulunmak için Journal of Democracy'de düzenli olarak yorumlar yayınladı . NED, İran medyası tarafından "Demokrasi İçin Ulusal Düşman" ve "NED Truva Atı" olarak adlandırılıyor, İran'da düzeni bozuyor ve huzursuzluk yaratıyor.

2. Arap ülkelerine sızmak için çeşitli taktikler kullanmak. Arap Baharı'nın başlangıcından bu yana NED, renkli devrimleri kışkırtmak amacıyla sosyal medya platformlarını kapsamlı bir şekilde kullandı ve multimedya içerik yayınlamak ve çevrimiçi eğitim sağlamak için STK'lara fon sağladı. NED ayrıca bölgede demokratik geçiş için bir yetenek rezerv programı yürüttü, sürgündeki "demokrasi destekçilerine", "insan hakları aktivistlerine" ve "muhaliflere" yardım etmek için STK'lara fon sağladı, yerel sendikaları kapasite oluşturmayı güçlendirmeye teşvik etti ve çeşitli ülkelerde "anayasal reformlar" planlamak için akademisyenleri ve aktivistleri destekledi.

3. Ukrayna'nın "renkli devriminde" rol oynamak. 2004 Turuncu Devrimi sırasında, NED Ukrayna muhalefetine 65 milyon ABD doları sağladı. 2007 ile 2015 yılları arasında, NED Ukrayna STK'larını desteklemek ve "sivil katılımı" teşvik etmek için 30 milyon ABD dolarından fazla ayırdı. 2013-2014 Euromaidan sırasında, NED kışkırtıcı bilgileri yaymak için Kitle İletişim Enstitüsü'nü finanse etti. NED ayrıca dezenformasyon yaymak, Ukrayna'daki etnik gerginlikleri artırmak ve doğu Ukrayna'da etnik düşmanlığı kışkırtmak için +++
Jul 11 4 tweets 10 min read
1501 yılından itibaren, Anadolu’dan giden Türkmenler, İran’da Safevi Devleti’ni kurdular.
Bu devleti daha 15 yaşında kuran Şah İsmail, Hatayi mahlasıyla şiirler yazıp deyişler söylüyordu. O, bugün bile Anadolu Alevileri için çok kutsal bir kişiliktir. Cem törenlerinde Hatayi’nin üç nefesi okunmazsa tören yürütülemez.

Şah İsmail, İran’daki devleti, Anadolu’da bulunan şu Türkmen boylarının yardımı ile kurmuştur: Ustaclu, Şamlu, Bayat, Afşar, Beğdili, Döğer, Yüreğir, Kınık, Bayındır, Salur, Eymir, Halep Türkmenleri, Rumlu, Çepni, Musullu, Tekelü, Bayburdlu, Karadağlu, Çapanlı, Turgutlu, Karamanlı, Dulkadırlı, İspirli, Hınıslı, Tokaçlı, Varsaklar…

Bu aşiretlerin büyük bölümü Alevi idi.
➡️➡️➡️(Bu konudaki ayrıntılar için Bakın: Prof. Faruk Sümer; Safevi Devleti’nin Kuruluşunda Anadolu Türklerinin Rolü, TTK Yayını).

1514 yılında Çaldıran Ovası’nda Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim ile İran’daki Türk Safevi Devleti’nin sultanı Şah İsmail kapıştılar. Savaşı; Osmanlı kesimi kazandı.
Bu çatışmada Anadolu’daki göçebe Türkmenler (Alevi Türkmenler), Şah İsmail’in yanında yer almışlardı.

Kürt aşiretleri ise Osmanlı Devleti’nin tarafında kılıç sallamışlardı. Kürtlerin bu yardımı yüzünden Yavuz Sultan Selim, İdrisi Bitlisiyi Diyarbakır Kadıaskeri yaparak (1517-1520) Doğu ve Güney Doğu Anadolu’yu aşiret reislerine taksim etti. Yavuz ve İdrisi Bitlisi, İran'dan sünnileşmek şartıyla getirttiği Kürt aşiretlerine büyük imtiyazlar verdi.
Akkoyunlu Türkmenlerin topraklarına el koyuldu, sünnileşmek şartıyla İrandan getirilen Kürtler, Araplar ve Acemlere verildi. Gelen Kürt beyleri artık bulundukları şehrin hâkimi olacaklar; bu mülkiyet hakkı babadan oğula kalacak ve dışarıdan kimse onlara karışamayacaktı .

Fakat Yavuz Sultan Selim’in bir isteği vardı: Kürt aşiretleri Şah İsmail adlı Kızılbaş’a (Şii Türkmenlere Kızılbaş diyorlardı) yardım eden bu Türk aşiretlerin hakkından gelecekler; onlara aman vermeyeceklerdi .

Bugün Alevi Kürt denilen aşiretlerin büyük bölümünü işte bu Osmanlı Devleti ile Kürt aşiretlerinin ezdiği Alevi Türk aşiretleri oluşturmaktadır .
Örneğin, Prof Yusuf Halaçoğlu'na göre Türkiye'nin 1/7 si olan Afşarların Doğu’da kalan bir kolu zaman içinde Kürtleşmiştir. Hatta bir kısmı da Ermenileşti. Çünkü onların da askerlik ve vergi imtiyazı vardı.
Afşarlar Türk, Fars ve Arap kaynaklarında geçen ve padişah çıkartan çok büyük bir Türk boyudur. Afşarların bu özelliğini öğrenmek isteyenler
➡️➡️➡️Prof. Faruk Sümer’in
“OĞUZLAR (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanlar” isimli kitaba bakabilirler.

Hülya Avşar, ailesi Afşar boyundan ise, kesinlikle Türk’tür. Ailesinde Kürtçe konuşuluyor olması, sözünü ettiğimiz bu tarihsel değişimin ürünüdür.

Diğer bir örnek de Beğdili (Beydili: Badıllı) aşiretidir. Alevi olan bu aşiret de Oğuz boylarından birisidir. Bu aşiretin Balaban Kolu tarihsel kayıtlarda 100 aile olarak yer almaktadır. İşte bu Balabanlı kolundan olan ve DTP’den milletvekili seçilen Sabahat Tuncel de bugün kendisini Kürt sanmaktadır. Kürt Alevisi denilen bu insanlar aslında Türk Alevisidir.

Bugün Doğu Anadolu’daki kolları Kürtleşmiş olan Iğdır, Bayat, Eyva (Yıva) gibi boylar da hakiki Türk topluluklarıdır .

Bugün Kürt sayılan Şikak aşireti, Kürt tarihi Şerefnâme’de, Türk aşireti gösterilmiştir. Bu aşiretin sol kolunu oluşturan ve Hakkâri yöresinde bulunan Ertuşîler de Türk’tür. Ertuşlu demek olan bu isim; İrtişli anlamına gelir. İrtiş, Türklerin anayurdundaki ırmaklardan birisidir.

Günümüzde Tunceli yöresinde yaşayan Aleviler ise Türkler’in Hun kolundandır. Tunceli halkı ile Bitlisli İdrisinin getirttiği Kürtler arasında ne dil, ne kültür ne tarih bağı vardır.

Ünlü Türkmen boylarından Karakeçili aşiretinin Batı’daki kolu Türkçe konuşurken Urfa bölgesindekiler Kürtçe konuşmaktadırlar.

Küresinliler Samsun bölgesinden Van civarına yerleştirilmiş Türkler olmalarına karşın zamanla dillerini yitirmişlerdir.
Kürt kökenliler ile sonradan Kürtleşenler arasında bir statü farkı bile oluşmuş idi. (1)

(Devamını da oku)Image (2)- +++Van çevresindeki Kürt aşiret reislerinden Kinyas Kartal, Kürtleşmiş Türkler ile ilişki kurmadıklarını, onlara kız vermediklerini dile getirmiştir. ➡️➡️➡️(Bakınız: Macit Gürbüz; Kürtleşen Türkler, s. 149).

Örneğin, Türkan adı Türkler anlamına gelen aşiret bile Kürtleşmiş bulunuyor. Kürdili oymağının da Barak Türkmenlerine bağlı olduğu biliniyor. Öz Türk boyu olduğu adından bile anlaşılan Döğer aşireti de Urfa bölgesinde Kürtleşmiştir.

Ayrıca Gaziantep ve Kilis dolaylarında Musabeyli, İlbeyli, Okçu İzzeddin boyları; Şanlıurfa’da Torunlar; Sincar Dağı çevresindeki Saçlılar; Sekiz Büklüler, Amik Ovası’ndaki Kırıklar ve hatta Akkoyunlu, Karakoyunlu gibi büyük Türk boyları bugün Kürtleşmiş durumdadır.

Sivas yöresinde Koçgiri diye bilinen büyük aşiret de bâzılarınca Kürt sayılıyor. Gel gör ki dünya çapında bir otorite olan Türkiyatçı İrene Melikoff bu bölgede yaptığı araştırmada bunların Türk kimliğini net biçimde tespit etmiştir.

Ermeni halkı, milâttan öncesinden beri Kuzeydoğu Anadolu ile Kafkas hattında yaşamaktadır. En eski Hristiyanlardan biri Ermeni halkıdır ve bunlar dinlerini asla terk etmemişlerdir. Türkler bölgeyi ele geçirdikten sonra Ermenilerle dost olarak yaşamaya başlamışlardır. Osmanlı Devleti, Türkmenleri topluca katlederken; Ermenileri “Millet-i Sâdıka (Sâdık Millet)” ilan etmiş, devletin yönetim katında bunlara her türlü olanağı tanımıştır. Meşhur 1915 sürgünü; Ermenilerin devlet içinde olay çıkarmaması için yapılmıştır. Zaten İstanbul'da sefa süren 100 binin üzerindeki Ermeni tehcirden muaf tutulmuştur ve hatta Anadolu'da bulunan akrabasını da İstanbul'a getirmişlerdi.

Doğu'da çok az sayıda Ermeni ise Kürt ve Alevi aşiretler içinde saklanmıştır. Bunların sayısı da 40 bin kadar olduğunu Kürtleşen Ermeniler kitabından öğreniyoruz.
Yani tehcirden kaçanlar, kendilerini gizleyenler, oldukça sınırlı sayıdadır. Kalan Ermeniler, devletin ve halkın bilgisi dâhilinde kalan ailelerdir. Bunları Alevilerin içine gizlenmiş olarak göstermek tarihi çarpıtmaktır.

Kürtler ise tarihte, adı çok az geçen Turani bir kavimdir.
M.Ö. Dönemdeki tarihçiler Kürtlere için Turanidir demişlerdi, Mısırlılar Turani bir ırk demişlerdi, Herodot, Turani bir ırk demişti. Ve yine Anabiritanica Ansiklopedisi 1916 yılına kadar "Kürtler Turanidir" diye yazmıştır. Bu tarihten sonra aniden kaldırdılar!
Günümüzde dünya çapında tarihçiler, arkeologlar, dil bilimciler, nümismatikçiler de Kürtler Turanidir diyorlar. İngiliz Rawlinson'dan FRANSIZ Oppert'e kadar hepsi Kürtler Turanidir diyorlar.
➡️➡️➡️konuya dair Prof dr Mehmet Bayrakdar/ Yeditepe Ünv Öğr üyesi / Medler ve Türkler kitabında geniş referanslı analizi bulacaksınız.

Tarihi realitenin ışığında günümüzde Kafkasya coğrafyasında ve ön Asya'da yüzbinlerce Kürt yaşamakta ve ağırlıkla kurmanc lehçesi ile ülkenin hakim dilini birlikte kullanmaktadırlar.

M.Ö 1000 yıllarında Ukrayna'nın Batı'sında Dinyester Irmağının kuzeyinde Ternopil şehrinde bir Kürt beyliğinin yaşadığını Ukraynalı araştırmacı E. Albay Valeri Stesyuk ortaya koymuştu. ➡️➡️➡️(Prof Anıl Çeçen hocanın Türkiye'nin B PLANI kitabında geniş analizi var)

Ve yine: bugün Azerbaycan'dan Rusya'ya, Ukrayna'dan Kazakistan'a, Tacikistan'dan Kırgızistana, Türkmenistan'a kadar her ülkede onbinlerce Kürt yaşamaktadır. Azerbaycan'a gidenler bilir, Kelceber, Kubatlı, Laçin, Gence şehirlerinde azda olsa Kürtler var , yine Kazakistan'ın Çimkent bölgesinden, Tacikistan'ın Dangara eyaleti ve Klobi gibi şehirlerinde de Kürtler halen yaşamaktadır.
Hala ülkemizde kız alıp verme ile çok büyük ölçekte bir akrabalık bağı kurulmuştur.
Tüm bunlardan kültürel farklılaşma olsa da Kürtlerin de bir Türk boyu olduğu ortaya çıkıyor.
Nitekim Macar Prof Németh Gyula'ya göre; Macaristan'ın kuruluşunda yer alan 7 Türk boyundan birinin adı Kürttür. Bunlar Mezopotamya'dan değil Ortaasya'dan Türkistan'dan Orta Avrupa'ya gitmişlerdi.
Bu boyların isimleri ise şunlardır:
"Kabar, Kürt, Gyarmat, Taryan, Yene, Ker ve Keszi" +++Image
Jun 29 6 tweets 5 min read
TUNUS
1- Halkı % 100 müslümandır.
2- Cumhurbaşkanını halk, başbakanı parlamento seçiyor.
3- Nüfusu 9 milyon. Ülkede 35 üniversite, 80 kolej var. Her branşta eğitim veriyorlar. İlkokul'dan doktoraya kadar tüm eğitim ücretsiz.
4-Aile planlaması yasası, 1956'da hazırlanmış. Bu yasa gereğince her aile 3'ten fazla çocuk yapamıyor.
5- Resmi nikah, tek geçerli aile sistemi. İmam nikâhlı ikinci eş yasalarla yasaklanmış.
6- Ülke, çevre değerlerini kabul ettiğinden her yer tertemiz. Çünkü çevreyi kirletenler hapis cezası ile cezalandırılıyor.
7- 800 gr ekmeğin fiyatı 30 kuruş, Bir kg dana bifteği 13 TL.
8- Bu ziraat ülkesinin ihracat malları zeytinyağı, tahıllar, portakal, limon, ton balığı.
9- İthalat çok yüksek vergilere tabi.
10- Türban, resmi daireler ve eğitim kurumlarında yasak, ancak sosyal yaşamda serbest.
11- Yılda bir kez ağaç festivali düzenleniyor. Festival sırasında herkes bir ağaç dikiyor.
12- Yılda bir kez dağa tırmanma festivali düzenleniyor. Her ülkeden bu ülkedeki boynuz dağına tırmanmak için turistler akın ediyor.
13- Ülkede 60 milyon zeytin, 3.5 milyon portakal ve 800 bin adet limon ağacı var.
14- Din ve devlet işleri tamamen birbirinden ayrı. Tam bir laiklik abidesi.
15- Başkentin ana caddesinde, kocaman bir posterde, bir kadın polisin, 3 çocuklu bir hanımı trafikte yönlendirişi resmedilmiş.
16- Bu posterin altında şöyle yazıyor: ''Ülkemizdeki iş kadınları, sokak düzenimizi sağlamakta baş etkendir."
17- Her öğrencinin birinci lisanı Arapça, ikinci lisanı Fransızca. Bunun haricinde, isteyenlere 5 yıl İngilizce eğitimi veriliyor.
18- Ülkenin dış borç gibi bir derdi yok.
19- Her taraf çiçek, çimen ve ağaçlarla süslenmiş. Bunları koparan, yolan, sertifikasız ağaç kesen herkese hapis cezası veriliyor.
20-Kedi, köpek çok sevilir, sahiplenme çok yüksektir.
21- Bir şoförün aylığı 400 dolar. Bunun dörtte ya da beşte birini kiraya veriyor. Kalanı ile kimseye muhtaç olmadan yaşayabiliyor ve para biriktirebiliyor.
22- Emeklilik yaşı 60 olarak belirlenmiş. Her vatandaş vergisini vermekle gurur duyuyor.
23- 50-60 bin kişilik üstü kapalı futbol stadyumları var.
24-Devlette yolsuzluk bilinmez, halk eğitimli ve dürüsttür.
25- İthalattan çok, yerli üretime önem veriliyor.
26- Kentlerdeki duvarlarda, sanatçıların yaptığı, bizde bazı çevrelerin ''müstehcen'' bulma ihtimali olan kadın resimleri yer alıyor.
27- Art deko tarzı süslü mimariyi yansıtan eski binalar çok iyi korunmuş durumda.
28- Halk sürekli çalışıyor ve üretiyor. Lüks ve ihtiras peşinde olan yok. Kazanç ''eşitlikçi'' bir biçimde paylaşılıyor. Bu, yaşamlarından belli oluyor.
29- Bu ülkede ezan okunurken mutlaka durup dinlersiniz. Zira hiçbir minarede sonuna kadar açılmış, yarısı da patlak hoparlörler yoktur. Müezzin şerefeye kadar zahmet edip çıkar ve oradan okur. Ve gerçekten çok güzel okur, herkes de onu dinler.
30-Kadınlar yasalar önünde gerçekten birinci sınıf vatandaştır. Mirasta kız çocukları daha önde tutulur. Kadın istemediği sürece boşanmak çok zordur. Veee en çarpıcı fark da şudur:
Bir kadına arabanızla çarpıp yaralarsanız, alacağınız ceza, erkeği yaraladığınız zaman alacağınız cezadan yaklaşık
%50 daha fazladır.
31-Çöldeki bedevi bile ana dili gibi bir yabancı dil konuşur.
32-Kanun ve kurallara uyulur. Çölde LandRover'la turistleri safariye götüren şoför, dümdüz ve kaymak gibi bir asfalt yolda günlerce, saatte 60 km. hızın üstüne çıkmayarak beni deli etmişti.
33- Ne tarihi dokuları, ne de cennet gibi bir doğaları var. Aslında, yılan, akrep ve çölden başka hiçbir şeyleri yok. Ama Şubat'ta da Mayıs'ta da, Eylül'de de, Kasım'da da, her taraf turistle doludur.
34-Zeytin ağacı ve zeytin üretimi neredeyse bizim kadardır.

Hani Müslüman ülkelerden örnek aranıyor ya?
Türkiye, Mısır falan deniyor ya?
Neden kimsenin aklına "TUNUS" gelmiyor.
O Tunus'un efsanevi kurucu lideri Burgiba tam bir ATATÜRK hayranı ve ülkeyi şekillendirirken, birebir ATATÜRK’ÜN fikirlerini esas aldığını defalarca beyan ettiğini biliyor muydunuz?

+++
indyturk.com/node/474506/t%…
serbestiyet.com/gunun-yazilari…Image Bizimkiler, Mısır'ı (İhvanı, yobaz Müslüman kardeşleri örnek alacaklarına) Maliki mezhebinden ve tamamen seküler Tunus'u örnek alsınlar.
İlk fırsatta gidip göreceğim ülkelerden biri.


Image
Image
Image
Image
Jun 25 4 tweets 2 min read
"Bu topraklarda binlerce yıldır Kürtler yaşıyor, Türkler Orta Asya'dan gelen işgalciler, Med Devleti Kürtlerin atasıdır" diyen Kürtçülere okutunuz...
Kitabın adı; ALEXIAD.
Alexiad, Anadolu tarihini öğrenmek isteyen her bireyin sahip olup okuması gereken bir kitaptır ve Anadolu tarihi açısından son derece önemli bir eserdir.
Alexiad, Bizans İmparatoru Alexios Komnenos un kızı Anna Komnena tarafından yazılmış, 11 ve 12. Yüzyıllardaki Anadolu Tarihini konu alan bir eserdir.
Lakin, eserde kendilerini Anadolu'nun gerçek sahibi olduklarını zanneden Kürtlerden, Kürt halkından hiç bahsetmez.
Bakınız bu çok önemli bir husus. Zira Alexiad'da Bizanslılardan, Araplardan, Türklerden, Farslardan, Gürcülerden, Ermenilerden bahsedilir.
Hatta Peçenekler, Uzlar, Kumanlar'dan bahsedilir. (yani Türkler ayrıntılı olarak aktarılır).
Galatlı Keltler'den dahi bahsedilir.
Ama Kürtlerden bahsedilmez
Yoksa Anadolu'da Kürtler yok muydu? Hani 5000 yıllık Kürt Tarihi(!) nerede? Medlerin, Asurluların akrabası ve ardılı(!) olan Kürtler, döneminin en muteber tarihçisi Anna Komnena'nın hiç dikkatini çekmemiş nedense?
Yoksa tarihçi prenses Anna Komnena bir faşist(!) miydi?
Ya da Kurtler zaten Türk ırkının bir kolu muydu?
Bunun başka bir izahı olamaz(!).
Atilla DemircioğluImage Atilla bey haklıdır zira Med yazıtlarını okuyup, bu yazıt Macarca Fince dil grubundan sondan eklemeli Sakaca iskitçe Türkçe'dir diyen Fransız dilbilimci J. Oppert idi.
Jun 23 10 tweets 14 min read
EKONOMİ BAKANI MEHMET ŞİMŞEK HANGİ DEVLET ADINA ÇALIŞIYOR??

İngiliz Exeter(1) Üniversitesi'nde yüksek lisans yapan, 1993-1997 yılları arasında ABD Ankara Büyükelçiliği'nde CIA ajanı personele danışmanlık görevinde bulunan, 2000-2007 yılları arasında yönettiği para çantası değeri 1,6 trilyon Dolar olan Merrill Lynch(2) şirketinin Avrupa, Asya, Ortadoğu ve Afrika Bölge Sorumlusu iken 2001 krizinin çıkması için 10 Milyar Dolar sıcak paranın Türkiye'yi bir gecede terk etmesi işlemini yürüten, İngiliz(3) ve maalesef Türk yurttaşı da olan Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ivedilikle istifa etmeli, Türk yurttaşlığından çıkarılmalı ve sınır dışı edilmelidir.+++

E. Binbaşı merhum Erol Bilbilik'in 14 yıl önceki programının tamamı linkte
1- 🚩Değerli Dostlarımız,🚩

Sayın Zahide Ertaş'ın gönderdiği, rahmetli dostum *Erol Bilbilik'in* Mehmet Şimşek'in kimliği ve geçmişte ülkemizin Londra bankerleri tarafından soyulması konusundaki hizmetlerini açıkladığı, müthiş bilgi dolu yazısı en geniş şekilde yayılmalıdır.

İletmeniz için teşekkür ediyorum.

Saygılarımla,
Haluk Dural
Milli Merkez Genel Sekreteri

MEHMET ŞİMŞEK İSTİFA ETMELİ, SINIRDIŞI EDİLMELİ...

NEDEN Mİ..?

OKUYUNUZ..!

*14.4.2008 - Mehmet Şimşek Sınırdışı Edilmelidir!*

İngiliz Exeter(1) Üniversitesi'nde yüksek lisans yapan, 1993-1997 yılları arasında ABD Ankara Büyükelçiliği'nde CIA ajanı personele danışmanlık görevinde bulunan, 2000-2007 yılları arasında yönettiği para çantası değeri 1,6 trilyon Dolar olan Merrill Lynch(2) şirketinin Avrupa, Asya, Ortadoğu ve Afrika Bölge Sorumlusu iken 2001 krizinin çıkması için 10 Milyar Dolar sıcak paranın Türkiye'yi bir gecede terk etmesi işlemini yürüten, İngiliz(3) ve maalesef Türk yurttaşı olan Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ivedilikle istifa etmeli, Türk yurttaşlığından çıkarılmalı ve sınır dışı edilmelidir.

Türk halkının tarifsiz acılar çekmesine, yüzbinlerce yurttaşın bir gecede işsiz kalmasına, bir gecede yarı yarıya yoksullaşmamıza neden olan bu kişi, sınır dışı edilene kadar savaşımı sürdürmek Türk gençliğinin birinci görevidir.
Erol Bilbilik'in durumu tüm açıklığıyla gözler önüne seren yazısı okunmalı, Bu yazı Bilgisayar’a aktarılmalı, e-posta zincirleriyle herkes bilgilendirilmeli,

İmza kampanyaları yapılmalı,

Yürüyüş ve eylemler yapılmalı,

Türk halkından bu ihaneti bilmeyen kalmamalı,

Mehmet Şimşek yurttaşlıktan çıkarılıp sınırdışı edilene dek eyleme devam edilmelidir.
Tekrar ediyorum, bu görev Türk Gençliği'nin sadece öncelikli değil, birinci görevidir.

(1) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bu okulda yüksek lisans yapmıştır. Okul gelişmekte olan ülkelere ılımlı muhafazakâr yöneticiler yetiştirmesi ve İngiliz Haber alma Teşkilatı tarafından kontrol edilmesiyle tanınır.

(2) adresinde kendi kaleminden doğrulanabilir.

(3) İngiliz yurttaşı olmak için Kraliçe'ye sadakatle bağlı kalınacağına yemin etmek gerekmektedir.

***

*Mehmet Şimşek’in Bakanlığı Kabul Edilemez*

Mehmet Şimşek; 1 Ocak 1967’de, Batman iline bağlı Ercüş İlçesi’nin Arıca Köyü’nde doğdu. Ercüş Lisesi mezunu. 20 Ocak 1990’da, ABD uyruklu Annalise Granwald ile evlendi. Granwald, 1971’de ABD Wisconsin Eyaleti’nde doğmuş. Finans eğitimi almış. Şikago’da bir buçuk yıl kadar finansal analistlik yapmış.

Şimşek, lisans eğitimini Ankara Üniversitesi SBF’de yaptı, İktisat Bölümü’nü 1983’te en yüksek ikinci ortalamayla bitirdi. Etibank bursuyla gittiği İngiltere’deki Exeter Üniversitesi’nde Finans ve Ekonomi dallarında yüksek lisans (mastır) yaptı.

1993’te Türkiye’ye döndü ve Etibank’ta işe başladı. Kısa süre sonra ABD Büyükelçiliği’nde Türkiye ekonomisi üzerine analizler yapılan bölümde ekonomi danışmanlığına başladı. Bu göreve binlerce kişi arasından seçilerek geldi ve 1997 yılına kadar 4 yıl süreyle çalıştı. Nisan 1997’de ABD’den oturma izni alarak New York’a yerleşti. UBS Bank’ın Hisse Senetleri Analiz Kısmında çalıştı.

Bu işten ayrılan Şimşek, 1998 başında İstanbul’a döndü ve Bender ve Deutsche Menkul Değerler Şirketi’nde 2 yıl kadar çalıştı. 2000 yılı başında Merrill Lynch’ten gelen teklifi kabul ederek Londra’ya yerleşti. Sorumluluk alanları Türkiye, Yunanistan, Mısır ve İsrail’i kapsayan Akdeniz bölgesi ve 2001 yılı ortasından itibaren eklenen Rusya, Polonya ve Çek Cumhuriyeti olmak üzere, uluslararası Merrill Lynch yatırım şirketinin makro analizler yapan bölümünde çalışmaya başladı. 2005’te Avrupa, Ortadoğu ve Afrika bölgeleri Ekonomik ve Stratejik Araştırmalar Bölümü Başkanlığı’na getirildi. +++mehmetsimsek.gen.tr
Jun 14 4 tweets 5 min read
Truva Atı Bahçeli / Zahide UÇAR

Bahçeli’nin tutumuna hala şaşıranlara çok şaşırıyorum. Nedenlerine gelince;

Kendisini “Arka Bahçeli” olarak tanımladığım bu şahsın karnesine bir bakalım:

1.  Cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan Gül’ü aday yapmayacak, o günün koşullarında daha kabul edilebilir bir aday gösterecekti. Bahçeli sahneye çıktı. Erdoğan’ı Gül’ü aday yapmaya mecbur bıraktı. Partilileri de; “-Gül seçilirse, Erdoğan-Gül çatışması çıkar. Parti bölünür. O nedenle Gül’ün adaylığını destekliyoruz” diye kandırdı.

2.  F-CİA kumpaslarını meşrulaştırarak, Ergenekon-Balyoz- Casusluk ve türevi kumpasları;

“Yargıya saygılıyız” korosuna katılarak destekledi. Partililerin kumpasla esir alınanlara destek vermesini engelledi. AKP bile kumpası itiraf etti. Bahçeli utanmadan; “darbeciler temizlensin” demeye devam etti. Kendi partisinin vekili olan Engin Alan ve ailesi bu ihanete isyan etti.

3.  Erdoğan hastalandı. Bahçeli geçmiş olsun demenin çok ötesinde; “Erdoğan’a bir şey olursa ülkede kaos çıkar” dedi. Biz bir muhalefet liderinin, iktidar partisi liderine bir şey olursa bu ülkeyi yönetemeyiz açıklamasını Cumhuriyet tarihinde ilk defa duyduk. O açıklama aslında Bahçeli’nin siyaseten görevli olduğunun açık itirafıydı.

4.  Bahçeli Cumhuriyet düşmanı, İngiliz istihbaratı okulundan mezun olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Cumhurbaşkanlığına aday gösterdi.

5.  Bahçeli, seçimlerin sonucu alınır alınmaz; “yeniden seçim” diyerek AKP’ye yol gösterdi. AKP’nin tek başına iktidar olmasını sağladı.

6.  Meclis başkanlığı seçiminde, bir Cumhuriyet düşmanının meclis başkanı olmasını sağladı. CHP’nin tekliflerine kapıyı kapadı. MHP’nin adayını destekleyelim teklifini bile reddetti. AKP’nin elini rahatlattı.

7.  AKP’ye karda zincir, yağmurda şemsiye, fırtınada paravan oldu. İktidara talip olmayarak muhafazakar seçmeni çaresiz bıraktı. Daha doğrusu, seçmeni AKP’nin kucağına iteledi.

Oysa AKP’nin tek alternatifi MHP idi. Muhafazakar seçmen CHP’ye oy vermez. Bu bilinen bir durumdur. AKP siyasetinden bıkan seçmenin tek gideceği adres MHP’dir. MHP gerçek bir muhalefet olsaydı birinci parti olma şansı bile vardı. Bahçeli MHP’yi bitirme görevini almış olmalı ki, kimsenin yapamayacağı bir yöntemle, MHP’yi bitiriyor.

Yeni misyonu da AKP ile birlik olup, adı kalan Türkiye Cumhuriyeti Devletini, “İmam darbesiyle” Ortadoğu karanlığına gömmektir.

Soğuk savaş döneminde Amerikan milliyetçiliği desteklendi. MHP Türkçülükten Türk İslam sentezine evrildi. Türklük bir ırk bilincidir. Din ise sadece bir millete ait olmayıp, evrensel niteliği olan bir inanç sistemidir. İkisini bir araya getirmek Türk milletine yapılan büyük bir Amerikan oyunudur. İnanan insanların din üzerinden tuzağa düşürülmesidir. Dinin karşısına veya yanına başka simgeleri koyarsanız, o simgenin silinmesi kaçınılmazdır. O nedenle de din ile Türklük aynı torbaya atılarak, Türklük şuurunun eritilmesi hedeflenmiştir. Eritemediklerini eritme görevini de ARKA Bahçeli üstlenmiştir. Türk İslam sentezi ,“ılımlı İslam’ın” bir başka versiyonudur. Bütün Türklerin ortak simgesi olan bozkurt yerini üç hilal aldı. “Tanrı dağı kadar Türk” sözünün yerini; Hizbullah, El Kaide, Milli Görüşçüler ve şimdilerde İŞİD terör örgütünün bile kullandığı bir slogan aldı. Neydi o slogan?

“Kanım aksa da zafer İslam’ın”…

Yalnız her üretimin defolu ürünleri de vardır. MHP ABD milliyetçiliğine, ılımlı İslam’a evrilirken, milli refleksleri yüksek olan, Türklük şuuruna sahip bir kesimin doğmasına da engel olamadı. Bu kesim Türk Devletleri ile ilişkiye geçiyor, ekonomik, kültürel alanda bir birlikteliği savunuyordu.

Küreselleşme Baronları, ulusalcılık ve milliyetçiliği hedef alırken, mikro milliyetçiliği kaşıyarak, ulus devletleri hedef alıyordu. Türkiye’de Türk Milliyetçiliği ve ulusalcılığın hedef alınmasının nedeni, devleti din ve mikro milliyetçilik üzerinden parçalarken, direniş merkezlerini de yok etmektir. Bahçeli küresel çetenin hedefi olan Türk milliyetçiliğini tasfiye etmekle görevli bir Truva atıdır. (1)Image 2-+++ Gerçek milliyetçiler, Türklük şuuruna sahip olanlar, bu alçak oyunu bozmakla yükümlüdür.

Sizlere 21.09.2006 yılında yazdığım bir yazıyı sunuyorum. Bahçeli daha o günlerde parti simgelerini AKP’ye teslim etmişti. İşte o yazım:
guncelmeydan.com/pano/truva-ati…
Image
Jun 14 7 tweets 4 min read
GİRİŞ:
İngiliz-Arap işbirliğiyle, 1. Dünya Savaşı'nın tam ortasında Arapların Osmanlı ordusunu türlü çeşitli hilelerle, işkencelerle çölde yok etmesi, hatta Hastanelerdeki yaralı Türk askerlerinin bile diri-diri karnının yarılması sonrası yaşanan büyük vahşetten kahrolan bütün Osmanlı subayları Araplardan nefret etmiştir. İşte bu yüzden "ne Şam'ın şekeri ne Arabın yüzü" denilmiştir.
İşte bu yüzden,
"Türk çocuğu artık Arap çölleri için kanını dökmeyecektir." demişti Kut'lu Bilge, Mustafa Kemal Atatürk
________________________________
ÖZET:
Tarih ders kitaplarımız
Anadolu'daki binlerce yıldır varolan, Kuganlarıyla, Taş Babalarıyla, Balballarıyla, Kaya Resim ve Yazıtlarıyla, Tümülüsleriyle var olan, Ön Türkleri anlatılmadığı gibi... Emevilerin, özellikle Kuteybe Bin Müslim'in Türk katliamlarını da anlatılmaz.. .
Özellikle 670 ile 740 arasındaki Türk-Arap savaşları sansürlüdür! ...
Ama Mengü Han'ın emriyle Hülagü Han'ın ordusu 1258 yılında Bağdat'ı ve Abbasileri ezmesi Halife el-Müstasım'ı atlara çiğnetip öldürtmesi hep anlatılır. ...

"Sözde din kardeşlerimiz Araplar" tarafından 670-740 yılları arasındaki 70 yılda yapılan Türk katliamları "Türkistan Fetihleri" diye sunulmaktadır! Maalesef bizim yazarlarda Araplardan aynen alarak, "Emevilerin Türkistan Fetihleri" diye konuyu pazarlamaktadır! (Örneğin: İslam Ansiklopedisi).

O dönem kendi içinde iç kavga yaşayan Türk Kağanlıkları,
Türkişler, Uygurlar ve Kırgızlar, Araplara karşı birlik olmak yerine Arapların işini kolaylastırdıkları için (detay ekte), o dönem Araplar tarafından:

1. 100.000'in üstünde Türk katledilmiştir.

2. 50.000'in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.

3. Şehirler yağmalanmış, "ganimet" diye halkın her şeyi talan edilmiştir.

4. Tüm zenginlikler, tarihi eserler yok edilmiş, yağmalanmış, çalınmıştır.

5. Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan Talkan Katliamı'nda 40.000 Türk'ün kafası kesilerek 24 km yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.

6. Aynı şekilde Curcan Katliamı'nda da en az 40.000 Türk'ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkırmızı olup cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.

7. Teslim olan Oğuzların tamamı bağırsakları deşilerek katledilmiş, sağ kalan az sayıda insan köle edilmiş, çocuklar da zorla din değiştirilmiştir.

8. Kütüphaneler yağmalanmış ve mezalim "Cihannüma" dahi görülmemiştir.

9. Bu katliam ve zulümlerle ilgili tek bir cümle ne ders kitaplarında ne de genel tarih ansiklopedilerinde bahsedilmemektedir, lakin faşist dini baskıya rağmen korkmadan yazabilenler, bağımsız Arap ve İran kaynaklarında bu konuya çok geniş yer verildiğini göreceklerdir.

751 yılındaki Talas Savaşı'ndan sonra kısmen Müslüman olan Türkler ile Şaman ve Hırıstiyan Türkler arasında süren iç savaşın adı kafitlik savaşıydı! Müslüman olan Türkler olmayanları kafirlikle suçlayıp yine savaşıyorlardı. Çok uzun ve yıkıcı olan bu savaşları bitirmek için önce Satuk Buğra han sonra 963 yılında toplanan büyük Türk kurultayı ile güneye inen Türklerden 200 bin çadır toplamı islsma geçmiş kendi aralarındaki kafitlik iç savaşını bitirme kararı almışlardır. (Detay için bakınız Türk Tarih Tezine).

Konuya dair daha geniş araştırma yapmak isteyen arkadaşlar İran ve Arap kaynaklarını ekteki bilgiselden alabilirler.

GELİŞME VE SONUÇ
EKTEKİ
"TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLUŞU" ADLI BİLGİ SELİNDE.
Bu bilgisel 2018 yılında Bahtiyar Aydın tarafından Arif Cengiz Erman'ın Şamanizm ve sonra da Göktanrı kitabından alınmıştır.Image Anlaması hiç zor değil aslında.
#dolu dolu #banamüsade
Jun 12 9 tweets 7 min read
AKP'NİN YENİ ANAYASASI KİME HİZMET EDECEK?

Türkiye’yi eyaletlere ayırarak bölme ve böylece daha kolay yönetme stratejisi ABD tarafından 1896 yılında kabul edilerek meclisler tarafından onaylanmıştır.

ABD Kongresi'nin 100 yıl önce aldığı gizli Türkiye kararı!

Emekli amiral İlker Güven’in Maya dergisinde yayınlanan “Dostumuz Amerika ve Avrupa” başlıklı bir makalesini okudum. Konuyu Yeniçağ televizyonunda da anlatan Güven, İtalya’daki NATO kolejinde ortaya çıkarılan ve Türkiye’yi bölünmüş gösteren harita ile ilgili olarak şöyle diyor:
“Söz konusu haritayı, kıymetli arkadaşım Emekli Hava Orgeneral Cumhur Asparuk, 1975 yılında İncirlik Hava Üssü subay kafeteryasında bizzat gördüğünü söylemiştir.”

* * *
Güven bir tarihi gerçeği daha açıklıyor:
“Bilindiği üzere, ABD Senato ve Temsilciler Meclisi gizli kararları 100 yıl geçmeden açıklanmamaktadır. 1996 yılında 100’üncü yılını dolduran ve ancak bugünlerde elimize geçen 31 Ocak 1896 tarihli 54. Kongre gizli kararı inanılmaz gerçeği karşımıza çıkarmaktadır. Özet olarak Türkçesi şöyledir:
KARAR: ABD’nin belirleyeceği bir temsilci ile her hristiyan ülkeden bir temsilcinin Osmanlı İmparatorluğu adındaki kabul edilemez ve inatla devam eden devletin şeytani hareketlerinin düzene sokulması. Bu karara göre; ABD temsilcisi mutlaka ABD vatandaşı olacaktır. Temsilci, Hıristiyan ülke yöneticileriyle işbirliği yaparak aşağıdaki görevleri yerine getirecektir;
a) Tüm Hıristiyan ülkelerden ABD temsilcisi ile beraber çalışacak, benzer özelliklerde birer hükümet temsilcilerinin atanması sağlanacaktır.
b) Uluslararası Hıristiyan Komitesinin uygun bir bölgede organizasyon çalışmalarına başlaması sağlanacaktır.
c) Uluslararası Hıristiyan Komitesince din, mezhep ve milliyetçi özelliklere bakılmaksızın geçici bir Hıristiyan yöneticiye Türkiye’nin başkanı olarak seçilmesini mütakip, Osmanlı İmparatorluğu’nun mevcut bölgelerinin sınırlarla ayrılması, bu bölgelerin Hıristiyan eyaletleri kabul edilip, Hıristiyan gücünün Türkiye Birleşik Devletleri adında toplanması, Utah Eyaleti yönetimi örnek alınarak ve çok eşlilik, kılıçla fethetme gibi dini vaazların ve hareketlerin yasaklanması sağlanacaktır.
d) Geçici hükümet Türkiye Birleşik Devletlerinin sınırlarının içerisindeki etnik özelliklerine uygun olarak oluşacak Ermeni devleti müttefikimize tüm Hıristiyan devletlerinin askeri destek sağlamaları istenecektir.
e) Daha önce bahsi geçen geçici hükümetin süresini tamamlamasından sonra müttefik güçler tarafından kısa zaman içinde Türkiye Birleşik Devletleri’nin Uluslararası Hıristiyan Komisyonu tarafından tanınması sağlanacaktır. Türkiyedeki ülke yönetiminin hiçbirzaman Sultan, Halife veya Peygamber Muhammed’in dini (şeriat) yöneticileri tarzında olmaması ancak ılımlı dini fikirleri olan ve insanlara olumlu yaklaşan yönetimlerin kurulmasına özen gösterilecektir.

* * *
Görüldüğü gibi, Türkiye’yi eyaletlere ayırarak bölme ve böylece daha kolay yönetme stratejisi ABD tarafından 1896 yılında kabul edilerek meclisler tarafından onaylanmıştır.
Bush yönetimi terörist olarak ilan ettiği PKK terör örgütünü illegal yollardan besliyor, himaye ediyor ve maalesef siyasal olarak da destekliyor! PKK terörü de başta ABD desteği sayesinde Türkiye’de masum insanların canlarını almaya devam ediyor. Yine Bush yönetimi, kuzey Irak’ta barınan PKK terör örgütüne karşı operasyon yapmak isteyen Türk Silahlı Kuvvetlerinin karşısına dikiliyor ve hatta tehdit ediyor.”
Demek ki ABD’nin, Süleyman Demirel’e, Turgut Özal’a ve Tayyip Erdoğan’a eyalet sistemini dayatmasının ardında 100 yıl önce Kongre’nin aldığı bir karar vardır. Erdoğan’ın “Türkiye kimliği” lafları da işte bu 100 yıllık Amerikan projesinin psikolojik hazırlığıdır!

Yazının kaynağı:
Arslan Bulut /27 Eylül 2007 Yeniçağ


Ekteki bu harita,
ABD Başkanı Wilson'un hazırlattığı ve Sykes-Picot Anlaşmasının 100. Yıldönümünde (2006) Amerikan Medyası tarafından arşivden çıkarılan Osmanlı Devleti'nin bölünmüş haritasıdır.
Dikkatli bakınca anlaşılıyor zatenyenicaggazetesi.com.tr/abd-kongresini…Image 1-ABD'li emekli subayın çizdiği ve Türkiye'yi bölen harita NATO brifinginde dinleyicilere gösterildi.
Star Ana Haber'in haberine göre, Roma'da yaşanan gergin dakikalar, ABD'li Albay'ın verdiği brifingde Türkiye'yi bölünmüş olarak gösteren ve bir Kürdistan devletine yer veren haritayı kullanmak istemesiyle yaşandı. Geçtiğimiz aylarda da krize neden olan yarı resmi Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi'nde (Armed Forces Journal) yayınlanan haritayı kullanmak isteyen ABD'li subay, Türk subaylarının tepkisiyle karşılaştı.

Aynı haritanın Roma'daki toplantıda Türk subayların önüne konması yeni bir krize neden oldu. ABD'li subayın bölünmüş Türkiye haritası üzerine konuşma yapmasına fırsat vermeyen Türk subaylar, salonu hemen terk ederek durumu komutanlarına bildirdiler. Ankara'ya gelen bu bilgi Genelkurmay'ı alarma geçirdi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, ABD Genelkurmay Başkanı Org. Peter Pace'i arayarak olayı sert bir dille kınadı. Genelkurmay İkinci Başkanı, kara, hava ve deniz kuvvetleri komutanları da muhattaplarını arayarak olayı protesto etti. Türk komuta kademesinin bu girişimleri karşısında Amerikalı yetkililer 'yanlışlık oldu' diyerek özür diledi.28.09.2006Image
Jun 9 5 tweets 2 min read
Uçak veya gemi yapılamaz denilen yıllarda, TÜRKİYE hem uçağını hem gemisini yapıyor hem de Osmanlı borçlarını ödüyordu.
Teğmen olarak mezun olup mühendislik stajını Hollanda'da yapan, Türkiye Gemi İnşa Enstitüsü kurucularından Büyük Başkan
Ord. Prof Dr Ata Nutku'ya saygılarımla 1920'lerde Kurtuluş Savaşı yapıp, 1926'larda Uçak fabrikası kurup, 1935'lerde uçak ihraç eden bir ülke kurmuştu, O büyük Bilge, Önder, Mustafa Kemal Atatürk. Image
Jun 8 6 tweets 2 min read
Ankara'ya Saray yaparlar açılışını Vatikan'dan gelen Papa yapar.
Sümela'dan Akdamar'a onlarca kilise restore edip Bartalameos'a ayın yaptırırlar.
O Bartalameos'un ihanet kilisesi 1821 yılında ihanet eden Patriğinin yasını tutar, kilisesinde KİN KAPISI yapar,
O Bartalameos'un kilisesi Yunan işgalini destekler, Bizans hayalini açıkça bildiri yapar, Anadolu'daki Hırıstiyan Türkleri fikren zehirleyip, iç barışı bozup, Türkleri mübadele ile Yunanistan'a göndertir.
Bu kilise istedi diye 2005 yılında Vakıf İhanet yasası çıkartıp, Lozan'daki mütekabiliyeti tek taraflı olarak bozup azınlık kiliselerini mala mülke boğarak ihya eder, Fenerin Katolik ve Ermeni kiliseleri devlet eliyle zenginlesip her ilçeye kurdukları apartman kiliseleriyle müslümanları Hırıstiyan yapar.
Şimdi de sözüm ona Müslüman Milli Eğitim Bakanı (sözde milli/adı Müslüman) Yusuf Tekin Heybeliada Ruhban okulunu açıp Papaz yetiştirmek ister. Daha sayayım mı ihanetlerini...
Talimat kimden geliyorsa bunlar emir telakki ediyorlar. Yaptıklarını görmesek Müslüman olduklarına da inanacağız... Konuya dair etraflı bir yazı.
Jun 2 8 tweets 10 min read
1935 yılında tüm Mason localarını kapattığı için önce tehdit edilip sonra zehirlenen Mustafa Kemal Atatürk, Talat Paşa ve diğer İttihat Terakki üyeleri gibi bir dönem
ll. Abdülhamid'in istibdat ve casusluk zulmünden kaçmak için Mason olmuştu.
ll. Abdülhamid dönemi ve tahttan indirilmesi bu zincirin konusudur.

Altıncı Kısım

Mustafa Kemal, 3. Ordu'ya tayin edilmişti. Görevleri kısmen Selanik'te kalmasını kısmen de demiryolu boyunca denetlemeler yaparak seyahat etmesini gerektiriyordu.

Selanik'teyken annesi ve kız kardeşiyle birlikte yasıyordu. Zübeyde Hanım şimdi iyi durumdaydı; ikinci kocası şehrin merkezinde bulunan büyükçe, derme çatma bir ev ve biraz para bırakarak vefat etmişti.

Mustafa Kemal, askeri birliğinde Harp Okulu'ndan tanıdığı pek çok subayla karşılaştı ve onlarla Vatan'ın yeni bir kolunu kurabilmek için çabaladı ancak gelişme sağlayamadı. Mustafa ile tartışma ve zıtlaşma olmaksızın dinliyor ve Mustafa'ya şüpheyle yaklaşıyorlardı.
Bazen grup olarak konuşurken, Mustafa Kemal yanlarına geldiğinde bir ajan ya da casusmuş gibi aniden susuyorlardı. Bir şey peşinde olduklarından emindi fakat onu dışlıyorlardı.

Sonunda grup içinden biri kapalı kapılar ardında, gizli kalması suretiyle dile gelmişti. Selanik'te "İttihat ve Terakki" adında büyük bir devrimci örgüt zaten mevcuttu. Şehirde pek çok Yahudi bulunuyordu; bunların çoğu İtalyan uyruklu ve İtalyan Mason localarının üyeleriydi.
İtalyan tebaası olarak, verilen kapitülasyonlar ve yapılan anlaşmalar sayesinde padişah tarafından tevkif (tutuklanma) edilmekten korunuyor, evleri polis tarafından aranamıyor ve yalnızca kendi konsolosluk mahkemelerince yargılanabiliyorlardı.

Aralarında Makedonyalı Fethi'nin de bulunduğu ve Mustafa Kemal'in pek çoğunu tanıdığı bir grup subay Mason olmuştu. Mason localarına ait tüm imtiyazları ve sağladığı güvenliği kullanarak "İttihat ve Terakki 'yi" kurmuşlardı. Bu sayede Yahudi veya Mason evlerinde güvenli bir şekilde buluşup plan hazırlayabiliyorlardı. Fazla fazla yetecek bağış topluyorlar, padişahın (ll. Abdülhamid) sürgün ettiği ve başka ülkelerde yaşayan önemli siyasi muhaliflerle iletişimde kalabiliyorlardı.

İttihat ve Terakki yetkilileri, Mustafa Kemal'i bir süredir izleyip sınıyordu, şimdiyse aralarına katılması için davet etmişlerdi.

Mustafa Kemal, Vedata Locasında kardeşliğin bir üyesi olarak kabul edildi. Kendisini hoşlanmadığı bir ortamın içinde bulmuştu zira Loca, uluslararası nihilist bir örgütün parçasıydı ve Yahudilerin ezildiği Rusya'nın kötülüklerinden ve Yahudilerin para kazanmasına müsaade edilen Viyana'dan memnuniyetle bahseden ulusal kimliği olmayan kişilerle doluydu.
Cemiyettekiler sinsi, zararlı, sırlarla dolu ve şifreli konuşmaları olan adamlardı.
Mustafa Kemal, uluslararası finans tarafından desteklenen yıkıcı yeraltı örgütlerinin ağına yakalandığının bilincindeydi; ancak bunların tam olarak ne olduğunu anlayamamıştı.

Mustafa Kemal, Yahudilerin uluslararası amaçları ve sorunlarıyla hiç ilgilenmedi. Masonların ritüellerini önemsemiyor, bu ritüeller hakkında hakir bir edayla konuşuyordu. O bir Türk'tü, Türk olmaktan gurur duyuyor, yalnızca Anadolu'yu padişahın yetersizliğinden, zorba yönetiminden ve yabancı milletlerinin doyumsuz elinden kurtarmakla ilgileniyordu.

Kaldı ki locaya çok sonradan katılan biriydi. İttihat ve Terakki'yi kontrol eden kişiler kendilerini Masonların karmaşık ritüel perdelerinin arkasına gizlemislerdi. O ise kardeşliğin sadece yeni ve küçük bir üyesiydi ve ondan beklenen emirleri yerine getirmesini, oysa doğası gereği ya olayları kontrol eden kişi olmalıydı ya da hiç bir rolü olmayacaktı.
(Devamı edecek) 1-Şimdiye kadar sakince emirlere uymaktan ziyade hep acımasız bir biçimde eleştireldi.
Eleştirileri sert ve saygısızcaydı, bunlara karşı çıkan olursa da acımasızlaşıyordu.
İttihat ve Terakki örgütlenmesinin üstünkörü yapılmış ve yetersiz olduğu kanaatindeydi, konuştukları kadar eyleme geçmiyorlardı.
İstanbul'da bulunan Harp Okulu'ndaki kızgın bir demir gibi olan hevesli öğrenciden çelik bir silaha dönüşüyordu. Teorileri değil, gerçekleri istiyordu; titizlikle planlanmış eylemleri istiyordu. İttihat ve Terakki'de ona uymayan, iyice düşünülmemiş, özümsenmemiş çok fazla düşünce vardı.

İttihat Terakki'nin liderlerine saygı duymuyor, hepsiyle tartışıyordu. Enver lakayt bir adam; Cemal kambur duruşlu, esmer ve çarpık düşünceleri olan bir doğulu; Cavit, Selanik Yahudisiyken Müslüman olmuş bir dönme, Niyazi Garibaldi'nin vahşi ve dengesiz hali gibi bir Arnavut; Talat ise posta kâtibi ve hantal bir yağmacıydı. İşte cemiyetin liderleri bunlardı.

Mustafa Kemal hepsine küçümseyici bir tavırla yaklaştı. Sanki o öğretmen, liderler de onun öğrencisiymişcesine konuşuyordu.
Bir keresinde, Kafe Gnogno'da oturmuş Cemal'in bir vatansever olduğundan söz ediyorlardı. Mustafa Kemal onların konuşmasını alaycı tavır ile keserek gerçek azamet hakkında uzunca bir nutuk çekti. Ertesi sabah, işe gitmek üzereyken trende Cemal'e rastladığında onu popülerlik peşinde koşan biri olarak gördüğünü söylemiş ve tatsız kelimelerle doldurduğu o azamet hakkındaki konuşmasını usandırana kadar tekrarlamıştı.

İttihat ve Terakki uyesi-subay arkadaşları Mustafa Kemal'i kendini beğenmiş ve alaycı olarak gördüklerinden ondan hoşlanmıyorlardı.
Eleştirilerini her zaman iğneleyici ve sertliği yumuşatacak bir mizah anlayışından yoksun buluyorlardı. Yahudiler ise ona hiç güvenmiyordu. Mason kardeşliğinde hiç bir zaman yüksek rütbeli bir üye olamamıştı bu yüzden hep heyetin merkezindeki grubun dışında tutuldu.

Evde de durumlar aynı derecede zorlayıcıydı; eleştirilerini kabul edebileceği tek kişi Zübeyde Hanımdı ama o bile gururuna dokunacak şeyler söylediğinde, kaskatı kesiliyor ve içe kapanık biri haline geliyordu.

Hiç kimsenin, hatta Zübeyde Hanım'ın bile, eylemlerine müdahale etmesine izin vermezdi. Bir keresinde örgüt arkadaşlarından birkaçını eve getirdiğinde hizmetliler konuşmalarına kulak misafiri olmuş ve Zübeyde Hanım'a haber vermişlerdi. Bunun üzerine sessizce Mustafa'nın odasına yaklaşarak anahtar deliğinden onları dinlemişti.

Arkadaşları gittiğinde oğluna şiddetle karşı çıktı. Mustafa Kemal onu kabullenmesi için ikna etmeye çalışsa da bir türlü anlaşamadılar. Zübeyde Hanım, kesin inançları ve sarsılmaz sadakati bulunan eski kuşağa ait bir kadındı; Mustafa ise çok az şeye inanç besleyen ve hiçbir şeye saygı duymayan yeni nesle aitti. İkisi de sinirlenmişti. En sonunda Zübeyde Hanım oğluna yardım etmeye razı oldu. Sonuçta evin reisiydi, dünyanın nasıl bir yer olduğunu biliyordu ve belki de düşüncelerinin haklılık payı vardı. Gerçekte ise Mustafa'nın hata yaptığından emindi ancak evi terk etmesinden korkuyordu. Kendi düşüncelerine ters düşmesine rağmen Mustafa'ya yardım etti fakat tam kadının yapacağı gibi sürekli şikayet edip Sultan'a ve inançlara karşı kumpas kurmanın çılgınlık olduğu konusunda oğlunu uyarıyordu.

Annesiyle yaşadığı bu anlaşmazlık Mustafa Kemal'in kadar vermesini sağladı. Ev hayatının kısıtlamaları onu kızdırıyordu; ailevi bağlar, akrabaların gevezelikleri, kadınların bitmek bilmeyen meraklı ve askıntı halleri ve kaçınılmaz baskılar sinirine dokunuyordu.
Karşılıklı fedakarlık yapmayı ve uzlaşmayı gerekli bulmuyordu; istediğine ulaşmalı ancak karşılığında bir şey vermesi gerekiyordu. Hürriyetine yönelik en ufak bir kısıtlamaya müsamaha gösterecek biri değildi, ne pahasına olursa olsun kendi kendisinin efendisi olmalıydı. Mustafa Kemal, bir oda kiralayarak evden ayrıldı. Bu süreçte annesini sık sık ziyaret ediyordu, şimdi sürekli dip dibe olmadıklarından annesini dinlemeye daha yatkındı.Image
May 31 7 tweets 2 min read
" Başörtülü Şeriat " ...

Ne İsa İsa'dır, ne Muhammed Muhammed'dir, Ne Musa Musa'dır.
Ne İncil İncil, ne Kur'an Kur'an, ne de Tevrat Tevrattır...

Aslında Hz İsa diye biri hiç yaşamamıştır iddialarını Aytunç Altındal anlattı, öldürüldü. " Başörtülü Şeriat " (2)

Ne İsa İsa'dır, ne Muhammed Muhammed'dir, Ne Musa Musa'dır.
Ne İncil İncil, ne Kur'an Kur'an, ne de Tevrat Tevrattır...

Aslında Hz İsa diye biri hiç yaşamamıştır iddialarını Aytunç Altındal anlattı, öldürüldü.
May 21 7 tweets 6 min read
NUTUK’TA EN ÇOK ZORLANDIĞI BÖLÜM !

Nutuk'u yazarken de, okurken de en çok zorlandığı bölüm, en yakın silah arkadaşlarıyla yollarının ayrıldığını hissettiği bölümdü.
Lozan günleriydi.
İsmet Paşa ve Türk Heyeti 17 Kasım 1922 günü Lozan"a hareket etmişti.
Aynı gün Sultan Vahdettin İngilizlere sığınmış, Malaya zırhlısıyla Malta'ya doğru yola çıkmıştı. Sultan kaçıyordu.
Lozan"da müzakereler sürüyor, kıyamet kopuyordu.

Bir gün, Başbakan Rauf Bey, Gazi'nin TBMM'deki başkanlık odasına gelerek O'nu, Refet (Bele) Paşa'nın Etlik’teki bağ evine akşam yemeğine davet etti.
Rauf Bey, o günlerde Moskova Büyükelçimiz olan ve şimdi Ankara'da bulunan müşterek arkadaşları Ali Fuat Cebesoy Paşa'nın da (Salacaklı Fuat) bu yemekte bulunması için Gazi'nin onayını aldı.
Gazi, Rauf Bey, Refet Paşa, Fuat Paşa, akşam sofrada bir araya geldiler.
Hatır sormalar henüz bitmiş, yemek bile daha başlamamıştı ki, Rauf Bey Gazi'ye döndü; "Kemal" dedi," davetimizi kabul edip geldiğin için teşekkür ederiz. Yemeğin yanı sıra seninle baş başa konuşmak istediğimiz bir konu var, bugün seninle o konuyu da konuşmak istiyoruz.

"Hisleri O"nu yanıltmazdı.
Bozuntuya vermedi.
"Buyurun, konuşalım !" dedi.
Rauf Bey eteğindeki taşları dökmeye başladı: "Kemal! Bu Meclis senden korkuyor, o yüzden sana gelemiyor, tüm şikâyetler Başbakan olarak bana geliyor"
Gazi şaşırdı, belli etmemeye çalıştı," Neyimden korkuyorlarmış?" deyiverdi.
Rauf Bey konuya doğrudan girdi:
"Senin cumhuriyet kuracağından korkuyorlar.
Dedikodular giderek yayılıyor.
Bazen o kadar abartıyorlar ki, eline bir fırsat geçerse, senin padişahı bile bu ülkeden kovacağını söylüyorlar!”
Gazi donup kalmıştı.
Soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu.
Rauf Bey ise içini dökmeye başladı:
"Kemal! Bu vatan tehlikeye düştü, işgale uğradı. En çok sen çaba gösterdin, kurtardın, biz de sana yardım ettik.
Şimdi vatan kurtuldu.
Bize göre "emaneti sahibine" iade etmenin zamanı geldi.
Gazi yemek davetinin bir bahane olduğunu anlamıştı.
"Peki Rauf, Sultan Vahdettin için sen ne düşünüyorsun?" diye sordu.

Rauf Bey'i dinleyelim:
"Kemal, benim babam padişahın baş mabeyinliğini yaptı. Boğazında padişahın ekmeği var.
Şimdi o ekmek benim gırtlağımda. Ben yediğim ekmeğe ihanet etmem kardeşim.
Benim rejim sorunum yok.
Üstelik madem sordun, söyleyeyim. Padişah bir İslam halifesi, ben de Müslümanım. Dini terbiyem nedeniyle de padişaha bağlıyım. O makamlar uhrevi makamlar. Senin, benim gibi kişilerin ulaşabileceği makamlar değil.
Kaldı ki, bu milletin yüzlerce yıldan bu yana alıştığı yönetim de mutlakıyet yönetimidir, cumhuriyet değil".

Gazi'nin yüz hatları gerilmişti.
Ev sahibi Refet Paşa'ya döndü;
"Sen ne düşünüyorsun Refet?" diye sordu.
"Aynen Rauf Bey gibi düşünüyorum, Paşam!..." deyip kestirip attı Refet Paşa.

Gazi, masadaki Fuat Paşa'ya, "Senin görüşün Fuat?" diye sordu.
Fuat Paşa Gazi'nin Harbiye'den sınıf, hatta sıra arkadaşıydı. Hukukları daha derindi.
St. Joseph mezunuydu, yani askeri okuldan değil sivil liseden Harbiye'ye biraz da geç katılmıştı.
Okul Komutanı Mustafa Kemal'i odasına çağırtmış ve iki genci birbirine tanıştırmıştı:
Selanikli Mustafa Kemal, Salacaklı Fuat ve Fuat’ı sınıfının çavuşu Mustafa Kemal’e emanet etmişti.
Fuat'ın Fransızcası çok iyiydi,
Mustafa Kemal'e bu derste çok yardımı oldu.
Giderek aralarında uzun yıllar sürecek bir dostluğun köprüleri atıldı ve Mustafa Kemal Harbiye yılları boyunca her hafta sonu Fuat'ın Salacak'taki köşküne "evci" çıktı.
O nedenle aralarındaki hukuk daha derindi.
Fuat; "Paşam", dedi, "biliyorsunuz uzun süredir Moskova"dayım, duruma muttali değilim, izin verin birkaç gün düşüneyim, yanıtımı sonra veririm!.." Yani o bile, "Kemal, ben senin arkandayım!..." diyemedi.

Masada olmayan dördüncü kişi, Kâzım Karabekir Paşa ise Erzurumdaydı ve telefonun öbür ucunda, bu toplantıdan çıkacak kararı bekliyordu.
Beşinci kişiyse, kendisiydi.
Anadolu'ya çıkan ilk 5 komutan işte masadaydılar ve henüz devlet kurulamamıştı ama kozlar paylaşılıyordu. +++Image 1-+++ "Benden ne yapmamı istiyorsunuz?" diye sordu Gazi.

"Yarın kürsüye çık, bunları yapmayacağına söz ver!" diye yanıtladı Rauf Bey.
"Bana bir kâğıt verin"…Bağ evinde gece yarısı kâğıt bulamadılar, içtiği sigaranın kapağını yırttı ve arkasına hırsla yazdı:
"Günü geldiğinde Padişahla ilgili kararı en yüce icrai organ olan TBMM verecektir." Yüksek sesle okudu ve sordu:
"Bu sizi ve Meclisi tatmin eder mi?
Bunu yarın çıkıp okursam, sizce Meclis tatmin olur mu?
“Hah, işte bu olur. Bunu çık yarın kürsüden oku!...", dedi Rauf Bey.

O Meclisten padişah aleyhinde bir karar çıkmazdı. Bunu biliyorlardı. Masadaki komutanlar rahatladılar.
Sofra, buz gibi olmuştu. Ayrılırlarken, Etlik sırtlarından yeni bir gün ışıyordu. O günden itibaren Gazi yollarını da bu arkadaşlarından ayırmak zorunda olduğunu görmüştü. Ertesi gün kürsüye çıktı ve yazdıklarını aynen okudu.
Meclisle ve komutanlarla bir tartışmaya girmeden bu krizi atlatmalıydı. Öyle de yaptı.

Savaş ortamında yapılan 1921 Anayasasına göre Meclis her iki yılda bir seçim yapmak zorundaydı.
Meclis 23 Nisan 1920'de açıldığına göre, seçimleri yenilemenin zamanı gelmişti.
Doğal olarak da seçimlere gidildi. Gazi, bu Meclis'ten kurtuluyor gibiydi.

Komutanlar yeniden endişeye düştüler:
"Ya, Kemalist bir Meclis gelirse!" Bunun üzerine yeni bir plan kurdular. Mustafa Kemal'i Meclis'e sokmamanın yolunu arayacaklardı. Seçim Yasasını değiştirmeye karar verdiler.

Erzurum Milletvekili Necati Bey, Samsun Milletvekili Emin Bey, Mersin Milletvekili Albay emeklisi Çolak Selahattin Bey, bir önerge hazırladılar:

Buna göre:
1."bundan böyle milletvekili adayının doğum yeri, Misak-ı Milli sınırları içinde olsun!.." (Selanik dışında kalmıştı.)
2."Milletvekili adayı adaylığını koyduğu yerde en az beş senedir oturuyor olsun!"
Mustafa Kemal o cephe, bu cephe hayatı boyu koşturmaktan ötürü değil beş yıl, hiçbir yerde sürekli beş ay oturamamıştı ki.
Hedef belliydi.
Bu yasa özel olarak kendisi için hazırlanmaktaydı.
Hem de en yakın silah arkadaşları tarafından.

Bu önerge verilince,
kürsüye zorla çıktı ve avaz avaz: "Doğum yerim Selanik Misak-ı Milli sınırları dışında kalırken, devlet Selaniği tek kurşun atmadan Yunan’a verirken, bu millet bilsin ki ben diğer bir yurt köşesi Derne’de savaşıyordum" .
Hiçbir yerde beş yıl oturamadım, doğru. Otursaydım, o zaman Bingazi'de, Derne'de, Sina'da, Filistin'de olamazdım.
Çanakkale'de, Kafkaslarda, Sakarya'da olamazdım.
Ama ben oralarda olamasaydım,
bu efendilerin de doğum yerleri, Allah korusun, Misak-ı Milli sınırları dışında kalırdı"
Şimdi millete soruyor ve yanıtını milletten bekliyorum.
Bu önergenin sahibi efendileri buraya gönderen millet onlar gibi mi düşünüyor?...

Hayır, millet onlar gibi düşünmüyordu. Çuvallar dolusu telgraflarla olayı protesto ettiler, önerge geri çekildi. Ve Mustafa Kemal Ankara'nın Bâlâ ilçesinden milletvekili seçilerek Meclis'e girdi.
Cumhuriyeti de kurdu.
Gazi bu olayı hiç unutmadı...
______________________________
Anlaşılan karşı devrimci CIA projesi AKP'nin üst takımı da unutmuyor, PKK tezlerini, ABD tezlerini ve AB tezlerini savunup 1921 Anayasası üzerinden devleti Osmanlı'da olduğu gibi tekrar Türklerin elinden alıp , sözüm ona milleti çeşitlendirme projesi yürütüyor. yeni Anayasa sevdası budur!Image
May 11 5 tweets 7 min read
19. Yüzyıl'da Osmanlı'nın içine düştüğü durumu bir İngiliz tüccar şöyle ifade ediyordu:
“Osmanlı Devleti, adeta memleketin zararı pahasına 3-5 tefeci ve zenginleşen birkaç paşanın çıkarlarını korumak için varlığını sürdüren bir devlet konumuna gelmiştir.”

Osmanlı, İstanbul'a girişte Türklere vize uygularken, İstanbul'da rumlar,yahudiler ve ermeniler ticaret alanında köşe başlarını tutmuş Galata Esnafı olarak anılmaktaydı. Aynı Galata esnafı 1860'dan sonra ekonomisi batan Osmanlıya yüksek faiz ile borç verecekti.

18.yüzyılda Osmanlı'da ciddi para sıkıntısı baş gösterdi. Öyle ki Osmanlı devlet adamları, 1784'te Fas'tan, 1789'da da Flemenk'ten borç istedi. Bu girişimler sonuçsuz kaldı. Osmanlı borç para bulamayınca, paradaki altın gümüş oranlarını azaltıp paranın (sikkenin) ayarını düşürdü.
Hatta paraları kırpmayı, parçalara bölmeyi bile denedi.

1808-1830 arasında altın sikkelerin biçim ve adı 35 kez, gümüş sikkelerin biçim ve adı 37 kez değişti. Para bulamayan Osmanlı piyasaya hem kâğıt para hem hazine bonosu yerine geçen “kaimeler” çıkardı.

Ancak para sorununa bir türlü çözüm bulunamadı. Bunun üzerine Osmanlı yabancı sermayeye kapılarını açtı: 1838'de Baltalimanı Ticaret Antlaşması'nı imzaladı. Yabancı tüccarlar için gümrükleri %5'e düşürdü. Böylece Türk pazarları yabancıların oldu.

Osmanlı, 1856'da (Islahat Fermanı'yla) yabancı sermaye yatırımlarına, 1867'de de yabancıya toprak satışına izin verdi.
18. Yy'dan itibaren para sıkıntısı çeken Osmanlı'nın imdadına Galata Bankerleri yetişti. 1848'de Galata Bankerlerinden J. Allen ve T. Baltazzi, Osmanlı'ya borç
vermek için, Osmanlı'nın himayesinde, İstanbul Bankası'nı (Banque de Constantiople) kurdular. Galata Bankerlerinin yüksek faizle Osmanlı'ya borç vererek çok kazandığını gören Batılı ülkeler de Osmanlı'ya borç vermenin yollarını aramaya başladılar.
1853 Kırım Savaşı'nda Osmanlı Rusya'ya karşı İngiltere ve Fransa'nın yanında yer aldı. Hem haraç vergisinin kaldırılması hem savaş masrafları, hazineyi fazlaca zorlayınca Osmanlı, 1854'te Avrupa'dan 3 milyon İngiliz lirası dış borç aldı. 33 yıl vadeli, %6 faizle alınan bu borca karşılık olarak Mısır'dan alınan yıllık vergi kaynak gösterildi.

Avrupa Osmanlı'ya borç verirken 5 kişilik bir gözetim/denetim komisyonu kurmayı şart koştu. (Komisyon 3 Osmanlı, 1 İngiliz ve 1 Fransız'dan oluşuyordu).
Avrupa, Osmanlı'ya borç vermek için 1855'te merkezi Londra'da Ottoman Bank'ı kurdu.
5 yıl içinde,
1859'da Osmanlı'nın dış borçları 13 milyon İngiliz lirasına, vadeli geri ödemeleri ise 20 milyon İngiliz lirasına yükseldi.
Osmanlı'ya borç veren ve Osmanlı maliyesini ele geçiren yabancıların baskısıyla 1863'te, adı Osmanlı, kendisi yabancı, Osmanlı Bankası kuruldu.

Bankayı İngiliz ve Fransızlardan oluşan iki kurul yönetecekti. Kuruluş amacı dış borçları ve faizlerini ödemekti. 
Osmanlı Bankası, Osmanlı'ya faizle borç verecekti.

Masraflar düşüldüğünde Osmanlı'nın eline aldığı borcun ancak %60.4'ü geçiyordu.
Osmanlı % 5- 6 faizle aldığı borçları verimli kullanamadı. Borçlarla tüketim harcamaları karşılandı. Bazı yatırımlar yapıldı ve Boğaz'da gösterişli saraylar inşa edildi. Borçların çoğu faiz ödemelerine harcandı.

1854-1875 arasında  Osmanlı toplamda 3 milyon frank borçlandı. Bir yıl içinde bu borcun onda birini ödemek zorundaydı. Ama ödeyemedi.  Osmanlı, 1875'te borç ödemelerini yarıya indirdi, 1876'da da iflas etti.
Her sıkıştığında ilk önce Galata Bankerlerine giden Osmanlı, iflas edince de önce Galata Bankerlerine gitti.
Sarraflar olarak da bilinen Galata Bankerleri, Baltazzi, Lorando Tubini, Korpu,Kamondo, Zarifi, Ogenidi, 
Fernandez, Köçeoğlu, Mısıroğlu gibi Levanten, Ermeni, Rum ve Yahudi bankerlerdi.

Sadece devlet adamları değil, son dönem Osmanlı padişahları; 
V. Murat, Abdülaziz ve 
II. Abdülhamit de Galata Bankerleriyle çok sıkı fıkıydı.
Galata Bankerleri, 1860'larda Galata'da “Komisyon Hanı” ve “Havyar Hanı” diye bilinen yerde Osmanlı'nın ilk borsasını kurdular. +++

Foto: Osmanlı tefecilerinden Zafiri-Osmanlı BankasıImage 1-+++Biraz parası olan herkesi borsaya, o zamanki tabirle “Hava Oyunlarına”alıştırdılar. Borsa, en çok da rüşveti meşrulaştırmaya yaradı.
Rüşvetçi memurlar, bürokratlar ve paşalara mallarının, mülklerinin kaynağı sorulunca “Hava Oyunlarından kazandım!” cevabını veriyorlardı.
(Haydar Kazgan, Galata Bankerleri, s.57).

Galata Bankerleri, “kaime spekülasyonu” ile büyük paralar kazandılar. Borsada yaydıkları spekülatif haberlerle fiyatlarla oynuyorlardı; fiyatları düşen kaimleri satın alıyorlar, fiyatları yükselince de satıyorlardı. Bunun üzerine Osmanlı kaimeleri piyasadan çekmek zorunda kaldı.

1853-1856 Kırım Savaşı, Osmanlı maliyesini yerle bir etti. Borçlarını tahsil edemeyeceğini düşünen Avrupa, Osmanlı'ya baskı yapınca, Osmanlı, dünyaca ünlü Banker Rothschild ve Galata Bankerlerinden Baltazzi'yle anlaştı.
Osmanlı borç ödemelerini, bir süre bu bankerler aracılığıyla yaptı.

1876'da 2.Abdülhamit padişah oldu. Ama Osmanlı'nın kötü kaderi değişmedi. Borç, faiz batağı daha da derinleşti.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sırasında Avrupa'dan borç almak mümkün olmadı.

Osmanlı yine Galata Bankerlerine avuç açmak zorunda kaldı. Banker Zarifi ile gizli bir antlaşma yapıldı.
Bu anlaşma ile Osmanlı, Banker Zarifi'ye %15 faiz ve %5 komisyon vermeyi kabul etti. Zarifi'yle ayrıca 300 bin liralık bir avans anlaşması imzalandı.

Bunun karşılığında da Zarifi'ye %12 faiz ve aylık, 0.25 komisyon verilecekti. Zarifi'ye güvence olarak da bazı vilayetlerin aşar ve ağnam gelirleri gösterildi. Savaş devam ederken Osmanlı Zarifi'yle ve birkaç bankerle 45 milyon kuruşluk yeni bir anlaşma daha imzaladı.

Osmanlı 93 Harbi'ni kaybetti. Ruslar Yeşilköy'e kadar geldiler.
Galata Bankerleri, yüksek faizli alacaklarını tahsil etmek için Osmanlı'nın bir şekilde ayakta kalmasını istiyorlardı. Bu nedenle 93 Harbi sonrasında da Osmanlı'ya borç vermeye devam ettiler.
93 Harbi sonrasında 1878 yılı itibarıyla Osmanlı'nın, faizler dâhil, Galata Bankerlerine toplam 11 milyon Osmanlı Lirası borcu vardı. Bunun 690 bin lirası doğrudan Yorgo Zarifi'nin alacağıydı.
22 Kasım 1879'da Sadrazam Said Paşa, Banker Yorgo Zarifi ve Salamon Fernandez gibi Galata Bankerleri
ve Osmanlı Bankası yetkilileriyle “Rüsumu Sitte”anlaşmasını imzaladı.

Anlaşmaya göre Osmanlı'nın 6 kalem geliri; tuz inhisarı, tütün inhisarı, damga resmi, alkollü içki, balık avcılığı ve ipek aşarı Rüsumu Sitte idaresine bırakılıyordu.
Galata Bankerlerinin bu “Rüsumu Sitte” uygulamasından etkilenen Avrupalı alacaklılar hemen harekete geçtiler. 

Avrupalı alacaklılarla Osmanlı 
arasında 20 Aralık 1881'de “Muharrem Kararnamesi” imzalandı. Bu kararnameyle 1881'de Duyunu Umumiye İdaresi kuruldu.

Rüsumu Sitte gelirleri bu idareye devredildi. Avrupalı devletlerin temsilcilerinden oluşan Duyunu Umumiye, Osmanlı'nın temel gelir kaynaklarına el koyup alacakları tahsil etmeye başladı. Böylece Osmanlı tam bağımlı hale geldi.
Kaderin garip cilvesidir!

Osmanlı'nın Avrupa'ya tam bağımlı olduğu o günlerde, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'ni kuracak olan Atatürk doğuyordu.

Rum Banker Yorgo Zarifi, Yunan vatandaşıydı. Yunan bağımsızlık mücadelesini desteklemişti.
Banker Zarifi, 1860'lardan itibaren bir taraftan Osmanlı'ya yüksek faizle
borç verirken, diğer taraftan saray elitlerine, sultanlara borç vererek ve padişahların paralarını işleterek servetine servet kattı.
Sultan Abdülaziz ve V. Murat, Banker Zarifi'ye borçlu padişahlardı. 
II. Abdülhamit ise borsa oyunlarını Banker Zarifi'yle yürütüyordu.

Banker Zarifi'nin ağına düşen Osmanlı padişahlarından Abdülaziz,
Servetinin çoğunu borsada,“hava oyunları”nda kaybetmişti.
Pertevnıyal Sultan, oğlu Abdülaziz'in Sarraf Zarifi'den 1 milyon lira borç almasını istedi. Buna karşı çıkan Fuat Paşa azledildi,
yerine Mahmut Nedim Paşa getirildi. Abdülaziz döneminde saray kadınlarının mücevheratı bile bankerlerin elinde rehindi.
V. Murat, Abdülaziz'i tahttan indirmek isteyenlere gerekli finansal desteği sağlamak için Zarifi gibi bankerlerden borç almıştı.Image
May 8 8 tweets 10 min read
Tarih Arapların Türklere Yaptığı İhanet ve Kıyımları Yazıyor.

Şimdilerde el üstünde tutulan Arapların tarih boyunca Türklere yaptıkları ihanetler ve Türk düşmanlığını, din kardeşimiz dediğimiz Arapların bize nasıl ihanet ettiklerini gelin tarih seyri içinde inceleyelim:

“1916 yılının şubat ayında tarihi Erzurum Kalesi düşmanın sürpriz bir saldırısıyla düştüğünde, bu durumun Osmanlı ordusundaki Arap subaylarının Çarlık Rusya'sının komutanlarına verdiği bilgiler sayesinde gerçekleştiği anlaşıldı.”

“Osmanlı Saltanatını Yıkma Zamanı Geldi”
Emir Hüseyin’in oğlu Faysal, Araplara şu bildiriyi yayımlar: “…Uyanınız!
Elele vererek, Osmanlı saltanatını yıkma zamanı geldi.” (2) Emir Faysal’ın 11 Ağustos 1919 günlü mektubu: “Bütün Müslümanların gözleri İngiltere’ye dikilmiştir.

Türk-Müslüman İmparatorluğu’nun yıkılmasında asıl kuvvet olan Araplar, şimdi ödüllerinin ne olacağını bilmek istiyorlar.”(3)
Mekke Emiri Hüseyin, 11 Mart 1917’de Bağdat’ı ele geçiren General Mod’a, “Bağdat’ı Turanilerden (Türklerden) kurtardığı için Allah’a şükrettiğini,
İngilizlerin başarılarına duacı olduğunu”bildirecektir.(4)

(Daha geride)...Her kim Türklerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi Müslümanlar bir bir Türk’lerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar,Türk’leri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mal ve ganimet alıp yine dönüp Merve geldiler.(5)

Yaz gelince Kuteybe, Horasan şehirlerine nameler gönderip asker topladı. Sonra göçüp Talkan a vardı. Şehrek ki Talkan meliki idi. Neyzekle müttefik idi. Kuteybe nin geldiğini işitince kaçtı. Kuteybe Talkan’a girdiği vakit hükmetti ki ahalisini kılıçtan geçireler.

Ne kadar kırabilirlerse kıralar. Bunun üzerine Kuteybe’nin askeri orada hesapsız adam öldürdü. (6)
Hepsini öldürün ! Hepsini öldürün !
Kuteybe dedi: -Vallahi eğer benim ömrümden üç söz söyleyecek kadar zaman kalmış olsa bunu derim ki (Uktülühü uktülühü uktülühü).
(Hepsini öldürün, hepsini öldürün, hepsini öldürün)

Bunun üzerine Neyzek’i ve iki kardeşi oğulları ki biri Sol ve biri Osman dır. Ve yine o kendisi ile mahsur olanların hepsini öldürdüler. Hepsi 700 adam idi. Buyurdu başlarını kesip Haccac’a gönderdiler.(7)
Rivayet ederler ki 4 fersenk yol iki taraftan muttasıl ceviz ağacı dallarına adamlar asılmış idi. Oradan göçtü. Mervalarüd?e kondu. Oradaki melik kaçtı. Kuteybe onun da iki oğlunu tuttukta kalan şehrin beyleri itaat edip istikbale geldiler. (8)

Ganimet malının beşte birini Haccac’a gönderip semerkant’ın fethini de ilan etti. Haccac da bu haberi işitip sevindi. Kuteybe tekrar Merv’e döndü. Kardeşi Abdullah’ı semerkant’a emir yaptı. Askerlerinin bir miktarını onun yanında bıraktı ve gereği kadar harp aleti verip,
Abdullah’a dedi: kafirlerden ( ki Türkler oluyor) hiç kimseyi semerkant’a girmeye bırakma, ancak eline bir parça balçık ver ve o balçığın üzerine mühür vur.(9)

Öldürülen Türklerin Haddi Hesabı Yoktu

Bu harblerden birinde, Et-Taberi’nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre,
Bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe'ye, 4000 esirle gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman’ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi.

Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına, bin tanesinide önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir.

Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harblerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu.

Vahşetten Gururlandı

Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır;
Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız. Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı +++ " YETER ARTIK "Image 1-+++ Ata Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler. (10)

YETER ARTlK ARAP SEVDASI BİTSİN
ÇANAKKALE' DE DE İHANET ETTİLER !
Çanakkale Savaşında Araplar Ateş Altındaki Silah Arkadaşlarını Bırakıp Kaçtı:

“… 57. Alay 180 yükseltili tepeyi, 27. Alay da Kırmızı Sırt’ın büyük bölümünü geri aldı. Ama sol kanattan haber gelmiyordu. Buraya yollanan 77. Arap Alayının, 27. Alayın soldaki taburuyla birlikte düşmanı denize doğru sıkıştırıyor olması gerekmekteydi.

Anzakların denize süpürülmesini bu baskı sağlayacaktı. M. Kemal cepheyi siper siper denetleyip askerinin ateş altındaki durumunu inceleyerek, gün doğarken Kocedere’ye gelecek, çok üzücü, çok şaşırtıcı bir olayla karşılaşacaktı.

Çanakkale’de bir daha yaşanmayacak bir olayla…
Gün ağarıyordu… Telefon bağlanmadan, 77. Alayın 1. Tabur Komutanı Binbaşı Hacı Mehmet Emin Bey geldi. Gözleri ağlamış gibi kıpkırmızıydı.

“Efendim” dedi, “… Utanç içindeyim. Ne yazık ki, alayımız çil yavrusu gibi dağılarak savaş alanından kaçmıştır…”
– “Ne diyorsunuz?”
-“… Alay komutanını bulamadım. Sizin buraya geldiğinizi duyunca bilgi sunmak için koşup geldim.”

Mustafa Kemal bu dürüst askeri Trablus’ta sömürgeci İtalyanlarla savaştıkları günlerden tanıyordu. Yanında kol komutanlığı yapmıştı. Gece sol yandan neden bilgi gelmediği, Anzakların niçin denize sürülemediği anlaşıldı. Savaş alanından kaçmak, bağışlanabilir suç değildi.

Hacı Mehmet Emin Bey’e, “Alayı Kocadere’nin batısında toplayınız…” dedi, “…Yine kaçan olursa vurunuz!”
Arap askerlerinin bazı halleri, tavırları, alışkanlıkları, tümende bulunan Türk askerlerini şaşırta gelmişti…

Ama en çok da bu adamların çoğunun silah arkadaşlarını ateş altında bırakıp kaçmalarına şaştılar. Bambaşka bir milletin ve çok farklı bir toprağın çocukları olduklarını yaşaya yaşaya her gün biraz daha iyi ve derinden anlamaktaydılar”

Turgut Özakman söz konusu dipnotları M. Kemal, Fahrettin Altay, Şefik Aker, İzzettin Çalışlar gibi Çanakkale Savaşlarında görev alan komutanların resmi raporlarına ve adı geçenlerin anı ve müşahedelerine dayanarak hazırlamıştır.)(11)

Sultan Mehmet Reşat, bir yandan Türk Ordusunu harekete geçirirken, diğer yandan da Halifelik sıfatını kullanarak 11 Kasım 1914 ten Cihad-ı Mukaddes (Kutsal Savaş)i ilan etmek suretiyle, ortak düşmana karşı İslâm âlemini birlikte savaşa katılmaya çağırmıştı.

Ancak Mekke Emiri Şerif Hüseyin, Hicaz da kutsal savaşa razı olmamıştı. Şerif Hüseyin in esas gayesi, Arapların Kralı olmak ve Halifeliği ele geçirmekti.
Kahire'deki İngiliz Genel Valisi Sir Henry McMahon ile Şerif Hüseyin arasında Temmuz 1915 ayı içerisinde yapılan pazarlıkta, kurulması tasarlanan Arap İmparatorluğu sınırının; Kuzey de Mersin, Adana, Birecik-Urfa-Mardin dâhil, İran sınırına kadar, Doğuda, Basra Körfezi, Güneyde, Aden üssü hariç Hint Okyanusu kıyısı, batıda ise Kızıldeniz-Akdeniz kıyılarını kapsayacak şekilde olması görüşülmüştü.(12)
Apr 6 4 tweets 2 min read
Osmanlı hakimiyetine kadar Doğu Karadeniz Bölgesi de Türkler adlı doktora çalışmasından kıymetli bilgiler öğrendiğimiz Prof Dr İbrahim Tellioğlu hoca,
Ermeni ve Gürcü tarihçilerin gözünden Türk, Ermeni ve Gürcü ilişkilerini yazdı.

Tarih boyunca farklı coğrafyalarda yaşamış bir millet olan Türkler için Kafkasya ve Anadolu'da yurt edinip devlet kurduğu coğrafyalardan biridir.

Türkler tarih boyunca dünyanın farklı bölgelerine göç ederek pek çok toplulukla temas kurmuşlardır. Bu topluluklar arasında Gürcüler ve Ermeniler de vardır.
Hazar Denizi'ni aşarak batıya göç eden Türk toplulukları Kafkasların güneyinde ve Doğu Anadolu'da bu iki toplulukla karşılaşmıştır.
Tarihin seyrine göre ilişkiler değişse de uzun süre bir arada yaşamaları Türklerin, Gürcülerin ve Ermenilerin birbirlerini yakından tanımalarına zemin hazırlamıştır.
Bu kitap, Türklerin Orta Çağ boyunca Ermeni ve Gürcülerle münasebetlerinde fazla bilinmeyen konuları aydınlatmaktadır.
@ProfDrTellioglu hocama ve yayıncı
@bilgekultur yayınlarına teşekkür ediyorum.

Kitaptan bazı bölümleri bu bilgiselin altına ekleyeceğim.Image 1- Prof Dr İbrahim Tellioğlu'nun efsane kitaplarından bilgisel
"Fethedilenlerin Gözüyle Anadolu'nun Fethi."
Mar 30 11 tweets 9 min read
"Türkçe söyleseler Yunan olduğuna inanmazdım..."

Zaten Yunan değiller,
yüz yıllık Yunan asimilasyonu ile Yunanlaşan Karaman Türkleri bunlar. Mübadele ile en büyük talihsizliği yaşayan, Türkçe konuşan Ortadoks Hırıstiyan Karamanlar bunlar.
Peki bu Türklere neden Karamanlı diyorlar?...

Karamanlıların Türklerin hangi boyundan oldukları, Hıristiyanlığı tam olarak ne
zaman kabul ettikleri konularında da çeşitli görüşler vardır. Karamanlıların Selçuklu
Devleti zamanında Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Türkmenler mi olduğu yoksa
daha önce Karadeniz’in kuzeyinden gelen ve Bizans İmparatorluğu tarafından
devletin uç bölgelerine yerleştirilip Hıristiyanlaştırılan Peçenek, Kuman, Uz ve
Kıpçak Türklerinin kalıntıları mı olduğu konusunda da kesin bir ifade kullanmak
şimdilik mümkün görünmemektedir. Eckmann’a (1988: 89) göre, Hıristiyanlığı
kabul etmiş Türklerin soyundan gelen Karamanlılar, XIV. yüzyılda Karaman
Beyliği’nin himayesine girdiği için Karamanlı adını almış, daha sonra da
Anadolu’da yaşayan bütün Hıristiyan Türkler için “Karamanlılar” adı kullanılmıştır.
Bir başka görüşe göre Karamanlılar, Karadeniz’in kuzeyinden göç ederek
Bizans İmparatorluğu’nun doğu sınırlarına yerleştirilen ve Hıristiyanlaştırılan
Kıpçak, Kuman, Peçenek ve Uz Türklerinin kalıntısıdır. Nitekim Bizans
kroniklerinde, 1040’lı yıllarda Peçenek kumandan isimleri olarak Sulça, Selte,
Kateleim ve Karaman isimlerinin zikredilmesi (Kurat 1992: 57), Karamanlıların
Peçeneklerden gelmiş olmaları ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Eröz (1983: 11) de,
Bizans İmparatorluğunun aralarında Karaman adında bir kumandan isminin de yer
aldığı Peçenek Türklerini, ülkenin doğu sınırlarına yerleştirdiğini kaydeder:
Bir diğer görüşe göre ise, Karamanlılar, Karamanoğulları beyliğinde
Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Türkmenlerin devamıdır.4
Türk ortodoks kilisesi
episkoposu Selçuk Eren Erol ve Patrik Turgut Eren Erol, kendilerinin “Oğuz”lardan
olduklarını söylemektedirler (Cihangir 1996). Karamanlıların özellikle
Karamanoğulları beyliğinin sınırları içinde yer alan Kayseri, Niğde, Nevşehir,
Konya, Karaman şehirlerinde yoğun olarak yaşamış olmaları bu ihtimali
kuvvetlendirmektedir.

Anzerlioğlu, Bizans tarihinde, Karamanlı-Karamanie (Karamanie Krallığı)
şeklinde geçen bir gruba rastlanıldığını ifade eder. Buna göre, Bizans tarihinde 1205
yılında Alişir ve emrindeki Karamanieler tarafından Edirne’ye bir saldırıdan söz
edilmektedir. Bizans kroniklerinde sözü edilen Alişir, “Bizans İmparatorluğu
hizmetinde çalışan binlerce Peçenek, Uz, Kuman Türkleri dışında Bizans’a hizmet
etmiş bulunan Anadolu Türkmenlerinden birisidir” (Anzerlioğlu 2002: 227).
Anzerlioğlu (2002: 227), Bizans kroniklerinde adı geçen Karamanieler ile
Anadolu’daki Karamanlılar arasında bağlantı kurmaktadır:
“… M.S. 5. yüzyılda Hunlardan başlamak üzere Bizans’a hizmet eden
Bulgar, Peçenek, Uz, Kuman Türkleri kadar Anadolu Selçuklu ve
Türkmenleri de ön koşul olarak Hıristiyanlığı kabul ile benzer bir hizmette
bulunmuşlar ve adı geçen bu Türkler ayrı bir isimlendirmeyle, Türkopoller
olarak tanınmışlardır.
Karamanielerin İzzettin Keykavus’a destek veren
Anadolu’daki Karamanlılarla bir bağlantıları olma ihtimali oldukça yüksek
görünmektedir.”
Eserlerini Grek alfabesiyle Türk dilinde yazan Hıristiyan Türklerin Karamanlı
ismini nereden aldıkları ve hangi Türk boyundan oldukları konusunda tam bir
açıklık olmamakla birlikte, yoğun olarak Konya, Niğde, Nevşehir ve Karaman
yerleşim birimlerinde yaşamış olmalarından dolayı, Karamanlı isminin coğrafî bir
tanımlamadan kaynaklandığı düşünülmektedir. Ancak yukarıda ifade edildiği gibi,
Karamanlı isminin boy isminden de kalmış olabileceği ihtimali de gözden uzak
tutulmamalıdır.
Karamanlıların isimlerini nereden aldıkları ve Türklerin hangi boyundan
geldikleri tam anlamıyla ispatlanamasa da, onların Türkçe’den başka bir dil
bilmemeleri, yaşam biçimleri ve gelenek-görenekleri bakımından+++ 1-+++Müslüman
Türklerden farklı olmamaları ve Şeriye Sicillerinden anlaşıldığı üzere, adlarının
Türkçe olması gibi sebepler, Türk olduklarını ispat etmektedir.

Karamanlıların Türk olduklarının en belirgin göstergelerinden biri, kişi adlarının
Türkçe olmasıdır. Karamanlı nüfusunun en yoğun olduğu bölge olan Orta Anadolu
şehirlerindeki Şer’iye Sicilleri ve Tapu Tahrir Defterlerindeki kayıtlar, bu bölgede
yaşayan Hıristiyanların adlarının Türkçe olduğunu göstermektedir. Bu adlar
arasında Bulgar veled-i Sevundük, Musa veled-i Bulgar, Arslan Karaman, Uğurlu
veled-i Karaman, Timur, Melikşah, Karagöz, Kaplan, Yağmur, Aydoğdu,
Tanrıvermiş, Bahadır, Tursun bin Turmuş, Bahadır gibi Türkçe adlar (Anzerlioğlu
2002: 214-219), Karamanlıların Türk kökenli olduklarının en belirgin işaretidir.
Şayet bazı araştırmacıların iddia ettikleri gibi, bunların dili zorla değiştirilmiş
olsaydı, Karamanlılar arasında en azından Rumca kişi adlarının yaşıyor olması
gerekirdi.
Anadolu’daki Hıristiyan Türkler arasında mübadeleye kadar sadece Türkçe
konuşulduğunun en önemli kanıtı, bugün Yunanistan’daki Karamanlıların “böyle
Türkçe gonuşurduk. Urumca gonuşan yoğudu.” (Anzerlioğlu 2002: 220) şeklindeki
ifadeleridir.
16. yüzyıldan itibaren eserlerini Türk dilinde Grek alfabesiyle yazmış olan
Karamanlıların ibadet dili de Türkçe’dir. İbadet esnasında Yunanca, bazen İncil ve
ilahiler okunurken kullanılmış; ancak vaazlar daima Türkçe ile yapılmıştır.
Mübadeleden (1924) sonra, Karamanlıca eserlerin sayısında görülen azalmaya
karşılık, Türkçe kendi aralarında hâlâ konuşulmaktadır. Özellikle yaşlılar arasında
Türkçe yoğun bir şekilde konuşulmaya devam etmiştir. Hatta “ben bunların
dilinden çokça bilmem. Çoğunu anlamam biliyon mu …”, “Türkçe konuşuyorlardı.
Buraya gelincik de Türkçe konuşuyorduk. Urumca bilen yok idi. Çocuklarımız
bilmiyordu Urumca. Yasak ettiler bizim dilimizi mektepte.” (Anzerlioğlu 2002: 221)
türündeki ifadelerden, bugün Yunanistan’daki birinci nesilden olan Karamanlıların
Türkçe konuşmaya devam ettikleri, buna karşılık Yunanca konuşabilme konusunda
sıkıntı içerisinde oldukları anlaşılmaktadır. Hatta bu cümlelerdeki Yunanca için
“bunların dili”, Türkçe için ise “bizim dilimiz” ifadesini kullanmış olmaları,
Karamanlıların kendilerini nasıl hissettiklerini göstermesi açısından önemlidir.
Karaman ismine Türk dünyasının değişik yerlerinde şahıs ve yer adı olarak
rastlamak mümkündür. Bizans kaynaklarında Peçenek kumandan adı olarak geçen
Karaman ismi, aynı zamanda Kazak-Kırgızlarda bir oymak adı, Eski Oğuz
yaylalarının kuzeyinde bir nehir adı, Şamanist ilahilerde bir ruhun adı, Kalmuk
kahramanlarından birinin adıdır (İnan 1987: 8-10). Bunlardan daha ilginç olanı,
Gagavuzlar arasında da, Karaman isminin bir köyün adı olarak yaşıyor olmasıdır
(Anzerlioğlu 2003).
Mar 27 10 tweets 9 min read
TRABZON NE “LAZ” NE “RUM” DUR !
ÖZ BE ÖZ TÜRK YURDUDUR.!

Trabzon tarihten bu yana Türk'tü bugünde Türk'tür. Ebediyen de Türk olarak kalacaktır.

Geçmişten günümüze Doğu Karadenizi; Kimmer, Gaska, İskit, Dril, Tibaren, Peçenek, Bulgar, Akhun, Hun, Hazar, Kuman, Kıpçak , Çepni, Avşar gibi bir çok Türk Budunu yurt tutmuştur. Yakın geçmişe kadar Trabzon'un %70' i Cepni boylarındandir.

Bugünde çokça adı duyulan iki Türk Budunu Çepni ve Kıpçaktır. Ancak Doğu Karadeniz'e geçmişten günümüze dek yerleşen Türk-Turani kavimlere bakılırsa aslında Doğu Karadeniz'in küçük bir Turan olduğu ortaya çıkmaktadır.

Fâtih Sultan Mehmed'in yıktığı küçük Komnennos prensliğini okul kitaplarımız devlet hatta imparatorluk olarak pazarlasa da bunların nüfusu 4 bin kişidir (Bknz: Prof Dr İbrahim Tellioğlu, Karadeniz Kıpçakları).

●Önce Şunu Bilmek Gerekiyor! "Lazlar Türk mü, değil mi?

Ağırlıklı olarak Arhavi ve Hopa civarında bulunan az sayıda kendine laz diyenlere göre bir kısım Lazlar kendilerine Türk demiyor. Bir kısmı ise Kafkasya kökenli bir halkız diyorlar ama Kafkasya'ya da Türkistan'dan geldik diyorlar.
Eski çağlardaki haritalarda Gürcistan, Batum sahil bölgesinde Lazica diye küçük bir bölge vardır.
Kendilerine laz diyenlerin,
Karadeniz’de nüfusları en fazla 200 bin en az 80 bindir. Pazar, Ardeşen, Çamlıhemşin, Fındıklı, Arhavi, Hopa ve Borçka’da yaygın olarak yaşarlar.

● PEKİ KİMDİR BU RUMLAR ?

Rum etnik kökeni temsil eden bir kelime değildir. Yazılışı "Rome" Okunuşu "Rom" dur. Zamanla Rum kelimesine evrilmiştir. Romalı Roma imparatorluğuna tabi vatandaşlar yani Roma vatandaşı demektir. Anadolu'ya yerleşmeleri çok eski tarihlere dayanan Rumlar, 1923 yılından sonra Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesiyle, Karamanlar gibi diğer Hıristiyanlara birlikte Yunanistan'a gittiler. Bunlar eski çağlarda Şaman/Kamlık inancındayken, Roma, Devlet baskısıyla Hıristiyanlara dönüştüler. Tıpkı Bitlis ve çevresindeki Armenşahlar gibi, tıpkı 20 vilayetin bağlı olduğu büyük Karaman Devleti-Karamanlılar gibi, tıpkı Karadeniz Kıpçakları gibi, tıpkı eski çağda Amasya'da kurulan Samsun, Sinop dahil Orta Karadeniz'de 250 yıl kadar hüküm süren(MÖ 311-MÖ 63) Pontus devleti-Pontoslular gibi hepsi Turani, Şamanidir. Pontos devletini Yunanlılar değil Pers valisi Turanlı Mihridat ve ailesi kurmuştur.
Devlet yıkılınca halkı da birden bire ortadan kalkmadığına göre, bunlarda İskitlerin, Hunlara dönüşmesi gibi Anadolu'da da dönüşmüş, din de değiştirmişlerdir.
Zaten Türkler neredeyse dünyadaki tüm dinleri denemiştir. Ne demişti Yesevi; "Din seçim Türklük Kader." +++Image 1-++ özetle: Rum sözcüğü etimolojik ve tarihsel kullanılışıyla Roma'dan kaynaklanmıştır. Bu sözcükle "Roma İmparatorluğu", "Roma İmparatorluğu'nda yaşayan kimse", "Romalı", "Arap ilinden başka ilden olan kimse", "Anadolulu", "Osmanlı" gibi anlamların karşılığıdır. Eski Türkçe'de Anadolu'ya
Diyar-ı-Rum; yani Roma Ülkesi denirdi.

Türkiye Selçukluları zamanında Anadolu'ya hakim olan Türklerden bahsederken ‘Konya Rum sultanlığı’, ‘Rum sultanı’ "Diyarı Rum Selçuklu Devleti" gibi isimlerin yanı sıra, Mevlana Celaleddin Rumî, Eşrefoğlu Rumî, Osmanlı dönemi Yıldırım Bayezid'ın Sultan-ı İklim-i Rum ünvanını alması gibi pek çok tarihi simâların taşıdıkları adlar Türklerin bu isim zarfında, Akdeniz dünyasına dahil edilmiş olduklarını gösterir.
Mar 27 6 tweets 9 min read
Kur'an'ı Kerim Arapça değil 10 dillidir.

Kuran’da Arapça olmayan yüzlerce sözcük bulunmaktadır. Bu sözcükler Arapçanın herhangi bir lehçesi değildir, en az on yabancı dilden gelen sözcüklerdir.
Kuran’da geçen yüzlerce yabancı sözcüğün aslında Arapça karşılığı bulunmaktadır. O zaman şu soruyu sormamız gerekmez mi, Arapçası varken neden yabancı sözcükler kullanılmıştır?
Peki, büyük çoğunluğu okuryazar olmayan Mekkeli Araplar, Kuran’ın ayetleri onlara okunduğunda yabancı sözcükleri anlamışlar mıdır?
619 yılında Mekke’de doğmuş, Hz. Muhammed’in ailesiyle çok yakın ilişkilerde bulunmuş İbn-i Abbas, Arapçayı çok iyi biliyordu. Ama yine de Kuran’da geçen şu şu sözcüklerin anlamını bilmiyorum, diyordu! Kuran’daki sözcüklerin tamamı Arapça olsaydı böyle bir sorun ortaya çıkar mıydı?

Paylaşacağım analizi okuyanın kolayca anlayacağı gibi;
Arapça kutsal bir dil değildir.
Arapça, tüm dillerden daha zengin bir dil hiç değildir.
Kuran’ın Arapçadan başka bir dile çevrilemeyeceği Arapların şişirdiği ve ülkemizde Arap milliyetçisi yobaz dincilerin üflediği bir balondur.
Kuran, Allah’ın kelamı, yani Allah’ın sözleri değil mi?..
Peki, Allah Kuran’da Arapça olmayan yabancı sözcükler kullandığına göre, bu gerçeği Kuran’ın yabancı dillere rahatlıkla çevrilebileceğinin somut bir göstergesi olarak anlamak gerekmez mi?..
Kaynak link:
gundemarsivi.com/kuranda-arapca…Image 1-Kuran’da Arapça Olmayan Yüzlerce Sözcük Var

Kuran’da Arapça olmayan yüzlerce yabancı sözcük bulunmaktadır.
Şaşırtıcıdır, “Kuran” sözcüğü bile Arapça değildir. Bu sözcüğün aslında Aramiceden geldiği söylenilmektedir.
Aramice; İsa’dan önce, M.Ö. 900 yılından itibaren bugünkü Suriye, İsrail ve Lübnan Topraklarında konuşulmuş bir dildir. Hz. İsa’nın da konuştuğu dil olarak bilinmektedir. Aramice, Yahudilerin dili olan İbranice ile yakın akrabadır.

Değerli Dostlar,

Kuran’da Arapça olmayan yüzlerce yabancı sözcüklerden bazılarını sunuyorum.

İBRANİCE SÖZCÜKLER:
İşte, Kuran’daki İbranice sözcüklerden birkaçı:

Ahlede: Yahudilerin dili olan İbranicedir, bağlanmak anlamına gelmektedir. Enam suresi 74. ayette geçmektedir.
Azer: Bu sözcük Kuran’da bir yerde geçmektedir.
Esbat: Bakara suresi 136. ve 140. ayette, Al-i İmran suresi 84. ayette, Nisa suresi 163.ayette ve Araf suresi 160. ayette, toplam beş yerde geçmektedir.
Yemn: Kuran’da sekiz yerde geçiyor.
Bair: Yusuf suresi 65. ve 72. ayetlerde geçmektedir.
Hitta: Bakara suresi 58. ayette ve Araf suresi 161. ayette geçiyor.
Dereste: Enam suresi 105. ayette geçiyor.
Raina: Bakara suresi 104. ayette ve Nisa suresi 46. ayette geçiyor.
Rahman: Bu sözcük en başta Kuran’daki tüm Besmelelerde ve başka birçok yerde geçiyor. İbranice “Rağman” kökeninden gelmektedir.
Remz: Al-i İmran suresi 41. ayette geçiyor.
Tuva: Taha suresi 12. ve Nâziat suresi 16. ayette geçiyor.
Salavat: Çoğul bir sözcüktür. İbranice kökenli olup havralar anlamına gelir. Hac suresi 40. ayetinde geçmektedir.
Fum: Bakara suresi 61. ayetinde geçmektedir.
Hüdna: Araf suresi 156. ayetinde geçmektedir.
Hud-Yehud: Hud sözcüğü Kuran’da Bakara suresinde üç yerde, 111., 135. ve 140. ayetlerde geçiyor. Yahudi anlamına gelir. Yehud sözcüğü Yakup peygamberin Yahuza oğlunun soyundan gelenlere denir. Her iki sözcük de Arapça değildir.
Line: Haşir suresi 5. ayetinde geçiyor.
K.f.r: Kuran’da on dört yerde geçiyor.
Elim: Kuran’da birçok yerde “Azap” sözcüğünden sonra gelmektedir.
Hittetün: Kuran’da Bakara suresi 58. ayette ve Araf suresi 161. ayette geçmektedir.

RUMCA SÖCÜKLER
Kuran’daki Rumca, yani Yunanca sözcüklere bakalım.

İncil: Aslında Yunanca bir sözcüktür, sevindirici haber anlamına gelir.
Rakim: Kehf suresi 9. ayette Ashab-ı Kehf olayıyla birlikte geçer.
Mizan: Tartı anlamına gelen bu sözcük Kuran’da çok kez geçer ve Arapça değildir.
Kıstas: Kuran’da adalet anlamında kullanılmış, Şuara suresi 182. ayetinde ve İsra suresi 35. ayette geçiyor.
Kırtas/Keratis: Yunancadan gelen bu sözcük Kuran’da Enam suresi 7. ve 91. ayetlerde geçiyor, kâğıt anlamına gelir. Kuran’da da bu anlamda kullanılmıştır.
Sırat: Yol anlamına gelen bu sözcük aslında Rumca, yani Yunancadır.
Tafak/Tafika: Araf suresi 22. ayetinde ve Taha suresi 121. ayetinde geçmektedir.

FARSÇA SÖZCÜKLER
İşte, Kuran’daki Farsça sözcüklerden bazıları:

Ebarik: Vakıa suresi 18. ayette geçiyor.
İstebrak: Kehf suresi 31. ayetinde, Duhan suresi 53. ayetinde, Rahman suresi 54. ayetinde ve İnsan suresi, 21. ayetinde geçiyor.
Biya: Hac suresi 40. ayetinde geçmektedir.
Dinar: Al-i İmran suresi 75. ayetinde geçiyor.
Dirhem: Yusuf suresi 20. ayetinde geçmektedir.
Zencebil: Zencefil bitkisi demektir. Kuran’da İnsan suresi 17. ayetinde, cennet içecekleri konusunda geçiyor.
Sicill: Hud suresi 82. ayette, Hicr suresi 74. ayette, Fil suresi 4. ayette. Ayette, Enbiya suresi 104. ayette geçiyor.
Süradik: Kehf suresi 29. ayette kullanılmıştır.
Kâfur: İnsan suresi 5. ayette geçiyor.
Misk: Koku demektir. Kuran’da Mutaffifin suresi 26. ayette geçiyor.
Sündüs: İnce atlas demektir. Kuran’da Kehf suresi 31. ayette, Duhan suresi 53. ayette ve İnsan suresi 21. ayette, cennetliklerin giyecekleri bağlamında geçiyor.
Mekalid: Zümer suresi 63. ayette, Şura suresi 12. ayette geçiyor.
Num: Bu sözcük Kuran’da Kalem suresinin başında geçiyor.
Küvviret: Zümer suresi 5. ayette iki kez ve Tekvir suresi 1. ayetinde geçiyor.
Yakut: Değerli bir cevherin adıdır. Kuran’da Rahman suresi 58. ayetinde geçiyor.
Mercan:+++
Mar 17 4 tweets 6 min read
"200 yıldır Emperyalistler tarafından şişirilen global yalan patladı:
Kürtler Türk’tür, Türkler de Kürt’tür.."

"Türkiye'ye suni etnik ameliyat yapmak isteyen siyasiler de okusun!"

Okuyunca “Yok artık!” diyeceksiniz. Ben de ilkin öyle dedim Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar’ın “Kürtler Türklerin Nesi Oluyor?” kitabındaki bu sözleri okuyunca: Kürtler için Türk’türler diyebiliriz, tersini söylemek de doğrudur, Türkler de Kürt’tür.

Kitaptaki kanıtları gördükçe bu söylemin hiç de abartı sayılamayacağını anladım. Kısaca özetleyeceğim. Olguyu kendim de sağladım. Kürtçe Kurmanci ve Zazacayı Swadesh listesine göre Türkçe ve İngilizceyle karşılaştırdım. Ortaklık çok yüksek oranda ve kesin. Bu sağlamanın kısa özetini bilgiselin sonunda bulacaksın.

ANADİLİ TÜRKÇE OLAN KÜRTLER

“Kürt ilinin Kaan’ı ben Alp Urungu, ilimin altın okluğunu belime bağladım… yaşım otuz dokuz…” Yenisey Elegeş Yazıtlarında geçer bu cümle (MS. 5. yy ). Kürt adının ilk kullanılışı budur ve onlar bir Sibirya Türk kavmidir. Yenisey Kürtleri bir Oğuz boyu olarak güçlü bir ilhanlık kurarlar (MS 620-681) İrtiş ve Tobol bölgelerinde. Sonra Hunlarla birlikte Macaristan’a, Balkanlar’a ve başka yerlere göçerler.

“Sibiryalılar kendilerini Kürtler olarak biliyorlar.” Bu da yabancı bir bilimsel dergide geçen cümle: The Kurds of Siberia, The Missonary Review of the World 1911.

Bizans imparatoru Costantinos Porphirogenetos da “İmparatorluk Yönetimi” adlı eserinde Macarların bir kolunun Yenisey’den gelen Kürt boyu olduğunu söyler (L. Rasonyi).

Rus Tumanovich ve Norveçli Gunnar Jarring Afganistan Kürtlerini Oğuz boyu olarak gösterdiler. Raddloff ve Ligeti İrtiş ve Kıpçak lehçeleri arasında bir “Kurdak” lehçesi sayarlar.

Anadili Türkçe olan Kürtlerin belki bizim bildiğimiz Kürtlerle doğrudan bir ilgisi yok. Ancak onlardan bahsetmek “Kürt” adının kesinkes Türkçe olduğunu gösteren bir başka kanıt. Dış kaynaklarda ise Kürt adı “Ekrad” olarak 8. yüzyıldan itibaren, “Kürt” olarak 9. yüzyıldan itibaren geçmeye başlar.

KÜRTÇE KONUŞAN KÜRTLERİN SOYU DA TÜRK KAVİMLERİNE DAYANIR

11 dil bilen Prof Dr Mehmet Bayrakdar Kürtlerin Türklüğünü kanıtlamak için öncelikle dış kaynaklara başvuruyor. Bununla kalmıyor teoloji kökenli bir bilim insanı olarak Eski Ahit’ten, Zend Avesta’ya pek çok dini kaynağı ve söylenceyi tarıyor.

Tarzı basit ve sağlam. Büyük çoğunluğu yabancı, bir bölümü yerli kaynaklarda Kürtlerin atası olarak gösterilen ne kadar kavim varsa onları sıralıyor ve hepsinin Turani kavim olduğunu gösteriyor.

Kardu, Susa, Med, Saka, Elam, Sumer, Kasu, Kusu, Huri, Guti, Gur, Kimer… Bunlar ya aynı kavmin farklı adlarıdır ya da birbirinin devamı olan kavimlerdir. Hepsi de Turani, Türkiktir.

Peki Bayrakdar tüm bu kavimlerin Turani olduğunu nasıl kanıtlıyor? Öncelikle dış kaynakların yazdıklarına dayanarak.

Birkaç hafta önce, bilinen birçok eski kavmin Turani olduğunu, konuştukları dillerin Türkçe olduğunu yazan yabancı yazarları listelemiştim. 56 isimde kalmıştım. Bayrakdar hocanın kitabında birçok başka ad ve kaynak buldum.

Zend Avesta’da “Medler Turanidir” denir. Bu kaynağa göre Feridun dünyayı üç oğlu arasında paylaştırır: İr, Airya, Tur (Turca).

Yahudi, Hristiyan ve İslam şecere geleneğine göre Türkler, Nuh’un oğlu Yafes’ten türedi. Birçok ulusun atasıdırlar.

The American Encyclopedia, 18. Cilt, s. 534: Medler Turanidir.

Ünlü Asurolog J. Oppert’den daha önce bahsetmiştim. Medler Turanidir, diyor: Le Peuple et la Langue des Medes, 1957, s. 534

Sir P. Sykes, Medlerin kolu Magiler ve Buddiler Turanidir, diyor. Elamlıların dili Turanik diyor: A History of Persia, 1958

Heredot’da Med kralı Astyages ve Zend Avesta’da Afrasyab Turani kral olarak geçer.

İran tarihi uzmanı Sir J. Malcolm ve A. Andreas, Sakalar Turanidir der: Histoire des Perses, 1821, s. 324-27

Fr. Lenormant, Trogue-Pompee ve Justin’e dayanarak Saka dili Altay ırk ailesine mensuptur, der: L’histoire Ancienne de L’orient, 1881

Wiesner, Hipokrat’ın çözümlemeleri üstünden Sakaların Turani olduğunu belirtir.

Marr, +++Image 1-+++ Marr, bir Ermeni rivayetini aktarır ve onlara göre Sakalar Türktür (Nikitin).

Yunanlı Samothrakes, Sakalar Türk der: The Scythians

N. Wilber: Partlılar Sakaların bir boyudur (Iran: Past and Present, 1955)

Laing: Sümerler, Hiksoslar, Elamlılar kesinlikle Turani. Human Origins, 1892.

Yunanlı Strabos: Medler ile İskitler aynıdır, Sarmatlar onların devamıdır (Geographica)

D. Forrer: Huri dili Turkoiddir. Eine Geschichte des Gütterkönigtums aus dem Hatti-reiche, 1936

A. Barton: Elamlılar Orta Asya kökenli, Semitic and Hamitic Origins, 1934

Schmidt: Elamlar ile Semayed Türkleri arasında inanç benzerlikleri… 1931

Koppers: Elamlılarla Altay kültürü arasında ilişki mümkün. 1925

M. Quatmere Memlük Sultanlarının Tarihi kitabında Eyyubi askerleri içindeki Tulb birlikleri Türk Guzlardır der, sonra Guzlara Kürt, Kürtlere Guz der… H. A. R Gibb de aynı görüştedir (1962).

Rawlinson ve Watson, Encyclopedia Britannica’da Gutular Turani bir kavimdi, derler. Carra de Waux ve başkaları…

TÜRKLERİN GİTTİĞİ HER YERE KÜRTLER DE GİTTİ

Kitaba göre Müslüman Türkler 1071’de Anadolu’ya girinceye dek Kürtler sadece Hakkari ve çevresinde yaşıyordu. Selçuklu ve Osmanlıyla birlikte bütün Güney Doğu ve Doğu Anadolu’ya yayıldılar. Acıyı, mutluluğu ve iktidarı birlikte paylaştılar. (Bu bölgelerde ancak son birkaç yüzyılda Türkmenleri ve başka etnik grupları da Kürtleştirerek çoğunluk oluşturdular.) Bu saptamalar Siyonistlerin BOP projesi kapsamındaki “Büyük Kürdistan” hak iddiaları için ibretliktir.

KÜRTÇENİN ORTAYA ÇIKIŞI

Bayrakdar’a göre MÖ 3. yüzyıla kadar Kürtçe diye bir şey yoktu. Bu dil, daha doğrusu bu diller grubu Turanik-Türkçe dil temeline önce Pehlevice sonra Farsçanın karışmasıyla oluşmaya başladı. Daha sonra Arapça etkisi devreye girdi.

Türkçeden tamamen farklı gösterilen Farsça zaten söz dizimi açısından da öteki dillere değil Türkçeye yakındır:

Men (1) Ahmet (2) hestem (3) = Ben (1) Ahmet (2) im (3)

Eger (1) bevarid (2) men (3) hem (4) miravam (5) = Eğer (1) gidersen (2) ben (3) de (4) gideceğim (5)

Çent (1) lira (2) mihahid? (3) = Kaç (1) lira (2) istiyorsun (3)

Dayimen (1) sörfe mikonem (2) = Daima (1) öksürüyorum (2)

Ta beşehir (1) residid (2) benen (3) habar (4) behedid (5) = Şehre (1) ulaştığında (2) bana (3) haber (4) ver (5)

Men (1) birun (2) nereftem (3) = Ben (1) dışarı (2) çıkmadım (3)

Kürtçenin söz dizimi de sözde Hint-Avrupa dillerine değil Türkçeye benzer:

Vara (1) çay (2) veho (3) = Gel (1) çay (2) iç (3)

Em dı (1) çamure da (2) batbun (3) = Biz (1) çamura (2) battık (3)

Bergir (1) sıwık (1) e (3) = Beygir (1) çevik (2) dir (3)

Wi (1) içılıki (2) ipeke (3) = Bu (1) gömlek (2) ipektir (3)

Gur (1) ji barane (2) bıtırse (3) e kurklı (4) hue ka (5) = Kurt (1) yağmurdan (2) korksa (3) kürk (4) giyerdi (5)

Dıvar (1) bı çamure (2) sıvağ bike (3) = Duvarı (1) çamurla (2) sıva (3)

Boğ (1) kavin-e (2) dıka (3) = Boğa (1) geviş (2) getiriyor (3)

Tu (1) konca (2) sin (3) = Sen (1) nereye (2) gidiyorsun (3)

Dikkatinizi çekmiştir, sözcüklerin yarıdan fazlası Türkçeyle ya aynı ya benzer. St. Petersburg Akademisince yayımlanan 8438 kelimelik Kürtçe Rusça Almanca sözlük üstüne çalışma yapan Dr. Fritz, bunlar içinde Türkçe ve eski Türkmence 3040 sözcük bulur… Onu 2000 sözcük ile Arapça, 1240 ile Zend dili ve ötekiler izler.

Auguste Jaba’nın 1876 tarihli Kürtçe Fransızca sözlüğü 8388 Kürtçe sözcük içerir. Bunun üstüne yapılan bir çalışmada T. Erer bunlardan 3080’inin Türkçe, 2230’unun Farsça, 2000’inin Arapça kaynaklı olduğunu gösterdi.

Hayri Başbuğ Zazacada 490, Kurmancide 295 Göktürk ve Uygur sözcüğü yayımladı. Tuncer Gülensoy Türkçe Zazaca Kurmanci 877 ortak sözcük gösterdi.

Bayrakdar’ın kitabında Kürtler, özellikle Zazalar arasında halen de sürmekte olan kültürel, dinsel birçok Orta Asya motifi, geleneği de sıralanmakta. +++